İçeriğe geç

İnsan Bir Ormandır Kitap Alıntıları – Oktay Akbal

Oktay Akbal kitaplarından İnsan Bir Ormandır kitap alıntıları sizlerle…

İnsan Bir Ormandır Kitap Alıntıları

Neye benzer insanoğlu? Bir ormana Amerikalıların ‘Jungle’ dedikleri balta kesmez bir orman. Filmlerde, önde giden yerliler uzun baltalarla dalları kesip yollar açarlar ya, o türden bir orman. İnsan bir ormandır. Her anı bir ağaçtır içinde. Upuzun, dört köşe, yuvarlak, kimi dallar yeşil kimi dallar kuru Yaşam esintilerine tutuldu mu acı verir bu dallar birbirine çarptıkça. Tek tek sallandılar mı hoşlanırız da, hepsi birden coşkuya kapıldılar mı dayanılmaz bir depremdir.
Her gün ölürüz biz. Her uyku bir ölümdür. Yeniden doğuştur her sabah. Bilmezlikten geliriz bunu. Her yeni günle değiştiğimiz Her şeyi duyarız, anlarız istesek. Yaşam boyu binlerce kez öldüğümüzü bilmeyiz. Hiç ölmeyeceğiz. Çevirip herhangi birini sorsan, böyle der :’Niye öleyim ben?’ çok uzak bir, adadır ölüm. Gemimiz varmaz oraya.
İnsan Yalnızca insan. Tanımı bu kadar kısa, insan insandır, ne orman, ne deniz, ne dağ. İlk kez ormansızdım. İlk kez güneşler doğu­yordu içimde. Gölgesiz, rüzgarsız
Ne güzel ‘yalnız değilim’ diyebilmek. Hep yalnızım demişim oysa. İçimden dışımdan. Yal­nızım, yalnızız. Herkes yalnızdır. Ben kendi yalnızlığımda insanlar yaratmışım. Kendi içimden ben’ler çoğaltmışım. Bir, bir daha, bir, bir daha.
Oysa bir tek kişidir insan. O orman çoğaltır ki­şinin içindeki ben’leri. Kendini bulabilmektir amaç, çaba. Bunu düşünebilmek, böyle bir ara­maya, bulmaya inanmak
Ölüm asude ba­har ülkesidir, demiş şair. Öyle mi?
Ne çok öyküsü var insanların? İlgili ilgisiz.
Anlatırlar anlatırlar durmadan! Her konuya, her kişiye göre öyküler yaratmışlardır. Benzer mi, benzemez mı düşünmezler hiç.
Yaşamak, hatırlamaktır. Hep dünü, önceki günü. Daha doğrusu yaşam, anıdır. Şim­di, derken geçer gider zaman, geçmiş oluverir şimdi.
Yaşam ön­celeri bir gül bahçesidir düşleri bir gonca gibi açılanlara
İnsan bir ormandır. Her anı bir ağaçtır içinde. Upuzun, dört köşe, yuvarlak, kimi dallar yeşil, kimi dallar kuru Yaşam esin­tilerine tutuldu mu, acı verir bu dallar birbirine çarptıkça. Tek tek sallandılar mı, hoşlanırız da, hepsi birden coşkuya kapıldılar mı dayanılmaz bir depremdir.
Neye benzer insanoğlu? Bir ormana!.. Kalın, sık ağaçlarla dolu, güneşin zorlukla sığdığı bir orman.
Bazı zaman parçaları yaşantımızın öteki bö­lümlerinden ayrıdır, kopuktur. Ne yapsan birleş­tiremezsin. Bir bütün haline getiremezsin. O zaman parçası içinde özgürüz. Yalnızız. Kopmu­şuz. Daha gerisi, ötesiydi. Bizi bekleyen, soran, arayan. Sorumluluk yükleri. Ağırlığını duyduğu­muz şeyler. Kişinin yaşamında o bağımsız ya­şantı parçacıkları ne denli çoksa öylesine do­ludur varlığı, öylesine güçlüdür anıları
Yaşamanın karikatürüdür anı gerçekte.
Serüvenler, romanlar akıyor önümden. Birini çevirip sorsam ‘senin de yaşamın bir roman mı?’ Herkesin yaşamı bir romandır.
Yaşanmadık! Yazılınca yaşanır yaşam roman­ları. İçindeyken yuvarlanıp geçilir.
Kimse, bir başkası olamaz. Bir başkasını tanıyamaz. Hem yalan şeyler anlatacağız ne olsa! Kim an­latırken gerçeği dile getirir, gerçeğe yaklaşır?
Anlatmasak, kendi kendimize yaşatsak da geç­mişte olup bitenleri, yalan olmaz mı gene? Ya­şanan, biter gider. Anlatılırken değişir. Hatırla­nırken değişir. Yaşayan ben’le, anlatan, hatır­layan ben’ler farklıdır birbirinden
Ne çok böyle yaşadım! Hep aynı değişmezlik içinde. Yirmisinde, otuzunda, kırkında. Zaman boşuna mı akıyor hep? Yalnız saçlar, dişler düşüyor, kırışıklıklar artıyor. Dışımız değişiyor, iç aynı mı kalır? Kalabilir mi? Niye öyleyse hep aynı insan olduğunu sanırsın? Yok, her gün, her yıl yenilenmişsindir. Anılar boş bir çuval içinde takırdayan cevizler gibi ses verir. Yaşanmadan yaşanmış sanısıyla! Aldatan, kandıran.
Tek tek gelmeli anılar. Hepsi birden yaşan­maz. Çekilmez olur ağırlıkları. Yüz, beş yüz, bin, on bin anı var baktığım her yerde. Her anı bir insanı verir. İnsansız anı olmaz ki! Anı, insandır
-İnsan bir ormandır derdim sana hep.
-Evet. dedi.
-Değilmiş dedim. Değilmiş, insan orman
falan değil.
-Ne peki?
-İnsan Yalnızca insan. Tanımı bu kadar kısa, insan insandır, ne orman, ne deniz, ne dağa.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Ne güzel “yalnız değilim” diyebilmek. Hep yalnızım demişim oysa. içimden dışımdan. Yal­nızım, yalnızız. Herkes yalnızdır. Ben kendi yalnızlığımda insanlar yaratmışım. Kendi içimden ben’ler çoğaltmışım. Bir, bir daha, bir, bir daha. Oysa bir tek kişidir insan.
Ne denli uzak kalsak insanlardan, o den­li canlı kalacak, mutluluğumuz eşsiz olacak.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
.. Ki­şiler birbirinin mutluluğunu çekemez. Azdır mut­luluk payı. Çoğuna düşmez, en küçük bir kırın­tı bile. Bu yüzden kim sevdiği kadına kavuşmuş­sa, onu yaşamının tek anlamı yapmışsa, bir kıs­kançlık sarar içleri ister istemez. Ne denli , ol­gun kişi gibi görünseler de!
İşte karşı karşıyayız, iki düşman yasaların dalgalarında batıp çıkan iki gemi gibi. . .
İnsan dünüyle var, bugün de yarın da, ancak dünle vardır.
Aşağılık bir insan buluyordum kendimi.
Aldanan insan öyledir.
Başkasını aldatan da. He­le kendini aldatan!. . .
Aldatırız kendimizi. Bir ev, bir yuva, bir eş diye. Dostlarımız sayarak çevremizdekileri.
Ak­şamları evlerine giderek, sonra onları bekleyerek. içtensizlik akar her şeyden.
Gideceksin geleceksin kızacaksın bağıracaksın, hepsi sonuçsuz.
Yaşlanıyorsun, yaşlanacaksın, bitecek bir gün her şey Gel gel diyeceksin ölüme, bir dost, bir sevgili çağırırcasına.
Aradığın, bulamadığın sevgiliyi.
O hep içinde yaşayan, yıllar içinde büyüyen, yeşe­ren gizli bir aşkı duyarak
..Saat altı buçuk, eski kişiliğimi bulmuştum. Evine dönmeye hazır bir insan. Kopamayacağını
bir kez daha anlamış. Boynuna takılı zincirin sağlamlığına inanmış. Bu, benim yazgım, bu. benim yaşamım, demiş.
En kalabalık yerlerde duyarım yalnızlığı. Tek başımayken dışa, kalabalıkta iken içe dönük bir kişilik işte!
Neye benzer insanoğlu? Bir ormana!.. Kalın, sık ağaçlarla dolu, güneşin zorlukla sığdığı bir orman.
Bir insanın iç yaşamı kapalı olmalıdır başkasına. Herkesin derdi, sorunu kendine. Anıları da..
iki mi? Kaç iki sayısını kim bilebilir kişinin içindeki «kişilik­ lerin?»
Ölür de her yanımız sağ kalır neden gözler?
Bu so­ruyu düşündüm, daha çok acı çekmesi için herhalde, dedim.
Ne saç kalır, ne yüz, gider her yanımız yıllarla, dökülerek, değişerek başkala­şarak.
Gözler kalır yalnız.
İnsan istediği zaman kaçabilmeli gerilere. Yaşadığı anın dışına
Bazı anların süresı ne kadardır bilinmez. Saatler geçmiş gibidir, oysa bir dakikacıktır akan. Zaman denen şeyin oyunu!
Kısacası yaşadığımın farkına varmadan geçirdim son yılları. Durup hatırlamaya kalksam bir iki hastalık, bir dış gezi, okuduğum üç beş değerli kitap gelir aklıma. Gerisi beyaz, bem­beyaz bir boşluktur.
Nedir zaman? Bizim dışımızda bir şey. Alıp bir şeylerimizi biz­den götüren. Şu anla, yıllar önceyi bağlayan in­cecik bir ip var. Yok başka bir şey arada. Dü­şünüyorum düşünüyorum. Bunca yıl ne yaptım:
Akıl bazı anlar­ da dengesini bulur. Herkesin denge bozuldu dediği anlardır bunlar. Herşey gerçekte nasıl­sa, öyle görülür gözünüze. Abartmadan. işte yaşamamın böyle bir anıydı.
Her sabah uyanır bir şeyler yaparız. Bir iş, bir uğraş. Sanki dünya bizsiz olmayacak!
Hiç bir şey yok ka­famda. Bembeyaz bir kağıt gibiydim. Böyle olur kimi zaman. Adın ne deseler bilmem gibi gelir.
insanlar gelip geçiyor yaşantımızdan. izler bırakıp bırakmayıp. Bazı izler arada bir görülür, yıllar boyu yitip gider de. . .
Oysa insanlardan daha güçlüdür bazı anılar. Umulmadık anda, beklen­medik köşe başında çıkıyorlar. Sağdan soldan tokat atıyorlar
Sanki ben olmayıp da bir başkası olsam daha mı iyi! işte yüzlerce, bin­lerce kişi, hepsi “ başkalar”. Nice romanlar sak­lı onlarda.
Yazılmayacak türden.
Hiç biri düşün­meyecek bir romanı adım adım yaşadıklarını.
Sonra giderler ucuz romanlar okurlar.
Ağlarlar filmleri seyredip. Yaşamı kendi dışlarında arar­lar. Sevinirler, acı duyarlar. Hep başkalarında kendi hayallerini arayarak. Oysa acılar da, mut­luluklar da kendilerindedir. Bu anlarını doyası­ya yaşayamazlar, yaşayamayız. Ya geçmişte bir şey vardır kalmış, unutulmuş, ya gelecekten beklenen bir şey vardır özlenen.
Şu sinemalarda can sıkıntılarımı öldürdüm. Za­manı ezdim, erittim. Kendimle karşılaşıyorum her adımda. Hem tanıdık, hem yabancı bir varlık bu.
Yıllarla kişiler değişiyor. ilgisi kalmı­yor geçmiştekilerle. Tanımak bile zor.
Eski def­terlerimi karıştırırken şaşıyorum: ..
Sen böyleydin o günlerde” dedi. Dalgan yoktu, rüzgarın da, fırtınan da. Beni öyle büyüt­tün ki gözlerinde. Sen misin şimdi bu kişi tanımı­yorum.
Artık kendin olamazsın.
Kendini unut.
Git başka dünyalara.
Filmlere, şarkılarla, romanlara.
Karını, çocuklarını yok say.
Yalnızsın şu anda yeryüzünde.
Bir sen varsın sende.
Geçmişin yok, belki geleceğin de.
.. gözü açık sola sağa döne­cek. Hatırla hatırla dur. Sabahtan akşama kadar geçen zaman bir gün mü yalnız? O kadar az mı . .
Hepsi karışıyor birbirine. Günler,
kaçışlar, insanlar, o, ben.
Neden gecikti? der. Gelirsin, neden geldi der bu kez.
Bazı zaman parçaları yaşantımızın öteki bölümlerinden ayrıdır, kopuktur.
Ne yapsan birleştiremezsin.
Bir bütün haline getiremezsin.
O zaman parçası içinde özgürüz.
Yalnızız. Kopmuşuz.
Bir tek kez gelinir bu dünyaya! Be­yaz peynir, salatalık, domates. Derken bir kadeh daha.
İnsan ­ oğlunun ne aptal şey olduğu bir süre sonra dinlenen konuşmalarıyla anlaşılır. İnanmadan konuşuruz çoğu kez.
O anı kurtarmak için. Karşı­mızdakinin ne dediğini dinlemeden.
içimizden geçenleri saklayarak.
Altmış beşinden sonra bir başka kişi olur insan. Yalnızlığını bir giysi gibi bürünür.
Ne çok böyle yaşadım! Hep aynı değişmezlik içinde. Yirmisinde, otuzunda, kırkında.
Zaman boşuna mı akıyor hep?
Geçmişte yaşamaktan, gerçekte yaşamaz olur kişi.
İnsanoğlunun ne aptal şey olduğu bir süre sonra dinlenen konuşmalarıyla anlaşılır. İnanmadan konuşuruz çoğu kez. O anı kurtarmak için. Karşımızdakinin ne dediğini dinlemeden. İçimizden geçenleri saklayarak.
Ne saç kalır, ne yüz, gider her yanımız yıllarla, dökülerek, değişerek, başkalaşarak. Gözleri kalır yalnız.
Gözler hiç değişmez insanlarda
Gazeteye göz gezdiriyordum. Her günkü olaylar. Hep heyecanlandıran, korkutan! Mutluluk vereni hiç yok.
İnsanlar gelip geçiyor yaşantımızdan
Yazmayı seviyordum, kendimi anlatmayı, deşmeyi, yaralamayı sözcüklerle
Sabahtan akşama kadar geçen zaman bir gün mü yalnız? O kadar az mı
Gözlerinin rengi bambaşkaydı güneşte
Ne çok böyle yaşadım! Hep aynı değişmezlik içinde. Yirmisinde kırkında. Zaman boşuna mı akıyor hep? Yalnız saçlar, dişler düşüyor, kırışıklıklar artıyor. Dışımız değişiyor, iç aynı mı kalır? Kalabilir mi? Niye öyleyse hep aynı insan olduğunu sanırsın?
Sayısız insan girer yaşamımıza. Dost düşman. Belli olmaz yüzler iç dünyalar. Sevdiklerimiz sevmediklerimiz, sevdiğimizi sevmediğimizi sandıklarımız. Düşünüyorum birini bile canlandıramıyorum. Ne çocukluğumun, ne ilk gençliğimin sevgilileri, yakınlıkları. Kimseler yok. O ormanın yere devrilen ilk ağaçları. Kopuk, kuru dallarıyla birlikte gitmişler onlar. Yeni bir insan, burada kanepede oturan. Yeni ben, o kırk sekiz yaşındaki adam.
İçimiz böyle bir ormandır işte. Yaşamımız süresince taşırız onu. Bütün ağırlığıyla, bütün karmaşıklığıyla. Ancak ölünce bizimle birlikte kül olur o orman.
Bu ormanı yıkmalı. Kökünden Yolumu kesen, göğümü karartan hep bu ağaçlar Geçmişin olayları teker teker dikmiş, büyütmüş onları. Dalları girmiş birbirinin içine. Baltakesmez ormanlar vardır ya amerikan filmlerinde, onlara dönmüş.
Ne yapabildim oysa? Hiç. Onu gece vakti orada bıraktım. Karımla, kızımla çıktım hastaneden. Yanında kalsam ne yapabilirdim? Ölümü gerisin geriitebilir miydim? Haydi o gece ittim, kaçırttım. Yine gelecekti ölüm bir kaç gün sonra, bir iki ay sonra Yol bitmişti, tükenmişti. Geceyarısı telefon çaldı, hastaneden bildirdiler, annem ölmüştü.
İnsan bir ormandır. Her anı bir ağaçtır içinde. Upuzun, dört köşe, yuvarlak, kimi dallar yeşil, kimi dallar kuru Yaşam esintilerine tutuldu mu, acı verir bu dallar birbirine çarptıkça. Tek tek sallandılar mı hoşlanırız da, hepsi birden coşkuya kapıldılar mı dayanılmaz bir depremdir.
Örneğin şu adam, o kadar yakınımda yıllardır bildiğim, tanıdığım biri. Ama adını bilmiyorum. Nerde oturur, ne yapar, ne düşünür o, hiçbirini. O da öyle. Neye benzer insanoğlu? Bir ormana!.. Kalın, sık ağaçlarla dolu, güneşin zorlukla sığdığı bir orman.
Gözler hiç değişmez insanlarda. Annemin beş altı yaşlarında tostoparlak pembe bir kız çocuğu resmi var, al o gözleri getir yetmiş beş yaş resminin yanına, farketmez. ‘Ölür de her yanımız sağ kalır neden gözler?’ Bu soruyu düşündüm, daha çok acı çekmesi için herhalde, dedim.
Altmış, yetmiş yıl öncesi ise öylesine yakındır, içindedir. Gizli yerlerde saklıdır anı dediklerimiz. En eski anılar en altta kalanlardır. En iyi korunanlardır. Belleğin en güçlü köşelerine sıkışmışlardır. Zaman esintisiyle uçup gidemezler onlar
Haftada üç günüme, üç geceme o sahiptir, annem. Ötekiler de karımla çocuklarımın. Ama bu gece kimsenin değil. Anıların bile değil. Olmamalı. Oysa insanlardan daha güçlüdür bazı anılar. Umulmadık anda, beklenmedik köşebaşında çıkıyorlar. Sağdan soldan tokat atıyorlar
Lale ile gelirdim. Bir iki arkadaş daha. Parmaklarını tutsam dünya benim olurdu. Ne de zor verirdi karanlıkta elini! Elini değil parmak uçlarını. Bilmezdim elini bana zor sunarken nelerini cömertçe sunduğunu başkalarına.
Sabahtan akşama kadar geçen zaman bir gün mü yalnız? O kadar az mı?
Gözlerinin rengi bambaşkaydı güneşte. Siyah değildi kurşun rengiydi şimdi. Kopmuştu her şey. Bir türlü başlamadan. Bir cumartesi ben de ayrıldım, o da. Ayrı ayrı yönlere. Kalan: ‘O siyah gözler, yaktı beni mecnun etti’ havası, bir de zaman içinde kopuk bir iki anı

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir