İçeriğe geç

İnsan Açısından Edebiyat Kitap Alıntıları – Nermi Uygur

Nermi Uygur kitaplarından İnsan Açısından Edebiyat kitap alıntıları sizlerle…

İnsan Açısından Edebiyat Kitap Alıntıları

&“&”

Şiirin varolma hakkını şiirin göreviyle ölçenleri saran belir­gin bir tutarsızlığı da anmak zorundayız burada.
Bir şeyin yaratıcısı olmak o şey üzerinde yanılmayı önlemez her za­man.
Biz dert bulduk kendimize/’ Daldan düşen yaprak için. İnsanların günübirlik davranışına çat­mak istemiş belki de Dağlarca: Durup dururken üzüntü yaratıyor insan kendine. Bir yaprak düşmeyegörsün daldan neden’lerle, niçin’lerle o güzelim yaşama zamanı burnundan geliyor insa­nın. Öyle mi, biz mi «bulduk» olmayan derdi?
Bilinçaltı güçler, gizli kımıltılar, kişi­nin derinliklerindeki denge fazlalıkları, örtük birikimler, nerden geldiği kolayca kestirilemeyen gereksemeler işe karıştırılmadan kavranamayan şeyler bütün bunlar.
Çok-düzeyli bir uzaydır edebiyat. Örneklerimizi ne denli geniş tutarsak tutalım gene de bir köşeciğinde kalırız bu uzayın.
Sonsuz sayıda biricik yapıtlarla bezenmiştir bu uzay. Hem ni­ celik hem niteükçe algıya sığmaz.
Bunların belki de en önemlisi, bir edebiyat yazısının insan açısından yazılmış bir yazı olmasıdır. Nasılsa örtük kalmış bir özellik bu, bence.
Edebiyat yapıtlarının ortaklaşa kuruluşunu günışınına çıkarma çabaları şimdiye dek tam üstünde- durmamış nedense bu özelli­ğin. Kimse kuşkulanmaz edebiyatın insan başarısı olduğundan.
Durup dururken üzüntü yaratıyor insan kendine. Bir yaprak düşmeyegörsün daldan; neden’lerle niçin’lerle o güzelim yaşama zamanı burnundan geliyor insanın. Öyle mi, biz mi “bulduk” olmayan derdi ?
Köprü kurmak, resim yapmak, arkeoloji kazıları düzenlemek gibi insanın ortaya koyduğu bir üründür edebiyat.
&”Bir öyküye biricik diyen eleştirici övmektedir o öyküyü.&”
Biriciktir edebiyat yapıtı, kendisidir etkiyen, bireyselliğindedir etkime gücü, tüm etkileri eninde sonunda yalnızca kendisindedir, pekçok birey gibi varlıkça yalnız kendisinden sorumludur edebiyat yapıtı."
Köprü kurmak, resim yapmak, arkeoloji kazıları düzenlemek gibi insanın ortaya koyduğu bir üründür edebiyat. İnsan olmasaydı edebiyat da olmayacaktı. Diliyle, çalışmasıyla, biçimlendirme gücüyle insandır edebiyat yaratıcısı.
Salt denge konusunu işleyen bir yazıyı edebiyat yazısı saymamak çılgınlık bence. Konuca sınırlanamaz edebiyat; yazısına sokamayacağı hiçbir şey yok edebiyatçının.
Tok da olsa karın,
güdüktür edebiyatsız insan."
Dünya dönüyor;
hem eskisinden verimli
daha az yorulan elleri besliyor
yaralının boyattığı iri buğdaylarda
neşeli türküleri var çayır kuşunun
efendisiz olup bitiyor işler
kadifeden boş zamanlardaysa
şiirle dolup taşıyor gönüller.
Kolay anlaşılan yazı yapıtlarıdır yığın edebiyatı ürünleri. Genellikle okuma bilen herkesin anlamasına açık yapıtlardır bunlar. Kapalıdır yığına anlaşılması zor yapıt. Okuyucudan enazda tutulan bir ortalamanın üstünde bilgiler isteyen yapıt, yığın yapıtı olamaz. Anlayışa güçlük çıkaran her çeşit yazı öğesi yakışıksız bir şey olarak yadırganır bu edebiyatta. Sallantılı sözcük, karanlık deyim, kaypak söyleyiş, çok-anlamlı değinme, uzun tümce, çetrefil üslup, dolambaçlı anlatım hiç de iyi, karşılanmaz yığınca. Anlamada kolaylık çok kez yalınlığı gerektirdiğine göre, yalındır yığın edebiyatı.
…herkes acı çekerken gülden söz etmek de yiğitliktir bazen.
Herkesin hep bir ağızdan savaş türküleri söylediği bir ortamda ne büyük kahramanlık savaştan tiksintiyi şiire işlemek! "
Hem halka kulak asmaz, hem kaba bulur halkı kendi soylu şiir kaygılarmı düşün- dükçe, hem de «sen çarsın» dediği halka, halkın eğitimine adar şiirini — hem yalnız yürümüş hem de sokak gürültülerine karış- mıştır Puşkin. Ne ayrılığı var Orhan Veli’nin Puşkin’den? Bir tren sesi duymaya görsün iki gözü iki çeşmedir ama Ciğercinin Kedisi ile Sokak Kedisi arasındaki yanardağ acı mı acı bir diyalektik’le dile gelir Orhan Veli’de.
Kolay anlaşılan yazı yapıtlarıdır yığın edebiyatı ürünleri. Genellikle okuma bilen herkesin anlamasına açık yapıtlardır bunlar. Kapalıdır yığına anlaşılması zor yapıt. Okuyucudan enazda tutulan bir ortalamanın üstünde bilgiler isteyen yapıt, yığın yapıtı olamaz. Anlayışa güçlük çıkaran her çeşit yazı öğesi yakışıksız bir şey olarak yadırganır bu edebiyatta. Sallantılı sözcük, karanlık deyim, kaypak söyleyiş, çok-anlamlı değinme, uzun tümce, çetrefil üslup, dolambaçlı anlatım hiç de iyi, karşılanmaz yığınca. Anlamada kolaylık çok kez yalınlığı gerektirdiğine göre, yalındır yığın edebiyatı.
İkibinbeşyüz yıl öncesinden sesleniyor Platon : sınıf kavgasında silâhtır şiir.» Öğrencisi çok okumuş Aristoteles’se, insanın içini kötülüklerden arıtan bir sağaltma aracı gözüyle bakıyor şiire. Geleneksel ön yargılardan kurtulmak için uyanık şiiri salık veriyor Voltaire. Dinsel bağnazlıkların yerine hoşgörünün kökleşmesini istiyorsak, geniş görüşlü ozanları kazanalım, diyor Lessing. Sağlam törelerin yayıcısı, Fichte’ye göre şiir. Schleiermacher, din duygusunu pekiştirmekle görevlendiriyor ozanı. Hegel’de şiir, akılsal evren gelişmesinde bir basamak, henüz kavramlaşmamış bilgilerimizin hazırlayıcısı. Evreni baştan-sona yoğuran bir köristemeden, geçici bir süre için de olsa, kaçmak için, sanat döşeğinde, şiirin yumuşacık yatağında nirvana’ca bir boşluğa dalmak gerekir Schopenhauer’e göre. Yaşamaya eveti onayladığı, güç istemini arttırdığı oranda şiire saygı duyuyor Nietzsche. Ahlâkça yararlı, hoşagitme yönünden doyurucu olabileceği ölçüde şiire vazgeçilmez bir şey gözüyle bakıyor Santayana. Tolstoy’a göre, herkesin payaldığı bir din bilinci aşılayarak insanlar arasında ortaklık kurar büyük şiir.
Bazıları yadırgayacak «yığın edebiyatı» deyimini. Yeniymiş deyim, hele Türkçede yepyeni; ne çıkar bundan. Bir gerçeklik var ortada, «yığın edebiyatı» diye adlandırabileceğimiz bir şey, binbir şey daha doğrusu. «Yığın» sözcüğünü beğenmeyip başka adlar da vermek isteyenler çıkacak bu gerçekliğe. (Almanlar, Fransızlar, İngilizler «bayağı edebiyat» deyimine başvuruyorlar nitekim: Latinceden türettikleri «trivial» aşağı «trivial» yukarı. Akraba anlamda «banal» sözcüğünü kullananlara da raslanıyor.) Bence gerçekliğe en uygun deyim «yığın edebiyatı» gene de.
Sanat sanat için mi öyleyse? Hiç de değil, bence. Sanat sanat için savı, sanatın ötesindeki tüm varlık kesitlerini unutmak, sanatı en üstün varlık diye değerlendirmektir eninde sonunda. Edebiyata uygulandıkta, edebiyattan üstün bir şey yok anlamına gelir bu. Herkesin bildiği gibi, var düpedüz, olmaz olur mu hiç. Töre bekçilerininkine taş çıkaran bir bağnazlık bence, bu anlamıyla, edebiyat-edebiyat-içindir diye diretmek
Edebiyattaysa, bilimsel doğrulara raslansa bile, bu doğruların arkasındaki deneylerin, bu doğrulara ileten bilimsel koşulların, bunları güvenilir kılan mantıksal dayanakların sözünü edemeyiz edebiyatta. Gülünç olur insan buna kalkışırsa.
Dokunmadan edemeyeceğim bir gerçek de şu : Bazıları eldendüşme diye varsın hoşgörsün edebiyattaki bilgiyi, en titiz bilim adamları, bir de bakıyorsunuz, kendilerinden etkilensin etkilenmesin, edebiyat yazarlarını anıyorlar. Süs diye değil hem. İşlerin en sarpa sardığı yerlerde, bilimsel bilgilere güc ve sağlamlık katmak dileğiyle. Ünlü bir atom fizikçisi Lucretius’la, devrimler getiren bir sosyolog Balzac’la, bir kimya Nobeli Novalis’le, bir sinir hekimi Cervantes’le zenginleştirip pekiştiriyor kanıt dağarcığını. Bir de şu var: bir gökbilgini, fizikçi, arkeolog kendisini halka indirip götüren anlatıcılardan, dramcılardan, ozanlardan, denemecilerden öğreniyor bir bakıma, nasıl bir tarihsel gelişme içinde ne yaptığını, neyi ne ölçüde başardığını. Ancak edebiyatla bilinç kazandığına inanmakta bazı bilginler. En büyük bilim adamları söylüyor bunu.
Gerçekte istemişse yazar neden istemiştir kendi yazısını? Bu «neden» i hem yazısının yazılmasına yolaçan dürtü, hem de yazı ile güdülen amaç diye yorumlayabiliriz. Bırakın ki bu iki deyimin dile getirdiği şey içiçe girer; dürtü ile amaç arasında kesin bir anlam çizgisi aramak boşunadır çok kez
İsterse 5 dergide birden yayınlansın, isterse 500.000 tane basılsın, hiçbir edebiyat yapıtının çoğul bir varlığı olduğunu öne süremeyiz. Orhan Veli’nin tek bir «Sere Serpe» si var. Oysa bu şiiri bilenlerin belki de hepsi başka bir kitapta, belli bir kitaplıkta belli bir yer tutan belli bir kitapta okudular bu şiiri. Gene de tektir «Sere Serpe» şiir olarak.
İlk yazının doğa üzerinde bilgi vermesine karşılık, İkincinin bir sokağı, insanları anlattığını, belki de uyduruksal bir durumu dile getirdiğini, böylece kendine özgü bir ayrıcalığı olduğunu öne sürmeye kalkışmak da yanlış bir tutum bence. Bir romandaki tasvirsel doğa bilgilerini edebiyat dışına atmak, sosyolojiye değğin soruşturmacı bir inceleme yazısını da edebiyat diye benimsemeyi gerektirecekti yoksa.
Güzel günler göreceğiz çocuklar,
Güneşli günler göreceğiz. "
Öyle günler yaşıyoruz ki
Ben bir iş yapabildim diyebilmek için
Hep alnının ortasında duyacaksın ölümü. "
Ufacık kaygılarla yaşamanın tadını ağılamak doğru değil, ölüm var çünkü sonunda;
yaşamaya bakalım. "
Tok da olsa karın,
güdüktür edebiyatsız insan."
Dünya üç beş bilgisizin elinde
Onlarca her bilgi kendilerinde.
Üzülme, eşek eşeği beğenir
Hayır var sana kötü demelerinde.
Senelerce, senelerce evveldi;
Bir deniz ülkesinde
Yaşayan bir kız vardı, bileceksiniz
İsmi Annabel Lee
Hiçbir şey düşünmezdi sevilmekten
Sevmekten başka beni.
Güzel günler göreceğiz çocuklar,
Güneşli günler göreceğiz. "

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir