İçeriğe geç

Incognito Kitap Alıntıları – David Eagleman

David Eagleman kitaplarından Incognito kitap alıntıları sizlerle…

Incognito Kitap Alıntıları

Günümüzde uygar Batı insanının sorunu, kendisini, evrende özel bir statüye sahip kılındığı konusunda ikna etmekte yaşadığı güçlüktür..
E.L. Mascall
Sara nöbeti eğer şakak lobundaki belirli bir noktada odaklanıyorsa kişi motor nöbetler geçirmeyecek, daha üstü kapalı bir deneyim yaşayacaktır. Bir tür bilişsel nöbet olarak tanımlanabilecek bu etki, kişilik değişimleri, aşrı dinsellik, hipergrafi, çevrede bir dışsal varlık olduğu yanılgısı ve sıklıkla da, tanrıya atfedilen sesler duyma gibi durumlarla kendini gösterir. Tarihte ortaya çıkmış peygamberler, kahramanlar ve liderlerin bir bölümünün şakak lobu odaklı Sara hastaları olduğu düşünülmektedir.
Bütün yaşam yok olacak, bütün zihinler duracak ve her şey, sanki hiçbir şey hiçbir zaman olmamışçasına geriye dönecek. Dürüst olmak gerekirse, evrimin uğruna yolculuk yaptığı hedef de budur; Çılgınca yaşayıp çılgıncasına ölmenin varıp varacağı “hayırlı” son…
Leslie Paul
Her biri kendi içinde kaynayan zerresel birer yaşama sahip, insan dediğimiz o sayısız ve birbirinden ayrık göletler bütünü, suya, nehirlerin ulaşamayacağı bir varlık kazandıran bir yol olmaktan başka neydi ki?

Loren Eiseley

insanların, davranışlarının seçim ve açıklaması konusunda çok az söz hakkı var yani teknenin dümeni, kuşaklar boyu süren evrimsel seçilim ve ömür boyu süren deneyimlerin biçimlendirdiği bilinçsiz beynin elinde.
Sorumlu tutulabilirliğin yerini alması gereken sözcük ve kavram değiştirebilirlik olmalıdır. Bu, ileri bakışlı bir kavramdır ve sorunu ele alış biçimi de şöyle özetlenebilir ;Bundan sonra ne yapabiliriz? Rehabilitasyon mümkün mü? Mümkünse, harika. Değilse, cezaevinde yatma cezası gelecekteki davranışı değiştirecek mi? Değiştirecekse onu ceza evine gönderin. Değiştirmeyecekse de suçluyu intikam değil, etkisiz hale getirme adına devletin yetkisine bırakın.
Aslına bakılırsa, olgunlaşma dediğimiz şey de bundan ibarettir. Genç beyinlerle yetişkin beyinler arasındaki temel fark, alın loblarının gelişmişliğin de yatar. İnsanda prefrontal korteksin yirmili yılların başlarına kadar tümüyle gelişmemesi, dürtüsel ergen davranışlarının altında yatan temel nedendir.
Prefrontal korteksin bağlantılarının kesilmesinden ibaret olan bu basit sayılabilecek ameliyatın sonucu, önemli düzeyde kişilik değişimi ve olası zihinsel gerilikti.
Evren, onu şimdiye kadar düşlemiş olduğumuzdan nasıl daha büyükse, bizler de iç gözlem yoluyla hissettiğimizden daha büyük birer varlığız.
zihin de nöronların bütünlüğüne bağlıdır ama nöronların kendisi düşünemez. Bu durum, beyinle ilgili nasıl bir bilimsel açıklama getireceğimiz konusu üzerinde bizi yeniden düşünmeye zorlar. Nöronlar ve içerdikleri kimyasalların fiziğini tümüyle ortaya çıkarmamız, zihni aydınlığa kavuşturacak mıdır? Büyük olasılıkla kavuşturmayacaktır.
Bir şey ne kadar doğal ve kolay görünürse, gerçekte durum o kadar tersidir.
Toplumsal politikaların yapabileceği tek şey, dürtüsel düşüncelerin, sağlıklı bir nörodemokrasi tarafından ele alınmadan önce davranışa dönüşmesini engellemeye çalışmaktır.
Pascal, hayretle karışık bir ifadeyle şöyle yazıyordu: İnsanoğlu, içinden belirdiği hiçliği ve onu yutmuş sonsuzluğu anlamakta aynı ölçüde beceriksizdir.
Gerçeklik, beyin tarafından pasif biçimde kaydedilmek yerine, aktif biçimde beyin tarafından inşa edilir.
Alınacak ders bellidir:Beyin kimyasında gerçekleşen çok küçük değişimler, davranışta çok büyük değişimlerle sonuçlanabilir. Hastanın davranışı, biyolojisinden ayrı tutulamaz. İnsanların davranışlarıyla ilgili özgür seçimler yaptığını yeğliyorsak da pedofil Alex, frontotemporal bölgesi hasarlı arakçılar ya da kumarbaz parkinson hastaları gibi kişiler, bizi görüşlerimizi bir kez daha gözden geçirmeye ikna edebilir. Çünkü toplumsal olarak kabul edilebilir seçimleri yapma da belki de herkes aynı ölçüde özgür değildir.
Amigdala, özellikle korku ve saldırganlık merkezinde olmak üzere duygu mekanizmasının düzenlenmesinden sorumludur.
Fransız deneme yazarı Michel de Montaigne’in ifadesiyle Kendimizle aramızdaki fark, bir başkasıyla aramızdaki fark kadar büyüktür.
İnsanlar eşit doğmazlar. Ve bu değişkenlik, hep halı altına süpürülmesi evla bir konu olarak görülse de, aslında evrimin motorudur.
Düşüncenin yasaklanmışlğı, onu bağırarak dile getirme zorunluluğunu doğuran niteliğin ta kendisidir.
İnsanoğlu, içinden belirdiği hiçliği ve onu yutmuş sonsuzluğu anlamakta aynı ölçüde beceriksizdir.
Amigdala nın işlediği anılar farklı bir nitelik taşımaktadır :bunları silmek zordur ve herhangi bir anda flaş gibi yanıp sönebilirler. Kısacası anıları beyne nakşetmenin birden fazla yolu vardır.
Anıları ve belleği düşünün. Doğa, anıları birden fazla kez saklamak için mekanizmalar geliştirmiş gibidir adeta. Sözgelimi, normal koşullarda günlük olaylarla ilgili anılarımız, beynin hipokampus adı verilen bir bölgesi tarafından sağlamlaştırılır, yani pekiştirilir. Ancak korkutucu olaylar yaşanırken, amigdala adı verilen bir başka bölgede anıları bir öncekinden bağımsız, ikincil bir yol boyunca düzenler.
Öyleyse erdemli bir kişiden söz ederken kastettiğimiz şey aslında çoğunlukla, onun şeytani duygulara kapılmayan değil, onlara direnç gösterebilen, mücadele dengesinin anlık ödül lehine bozulmaması için uğraş veren bir kişi olduğudur.
“Kendimizle aramızdaki fark, bir başkasıyla aramızdaki fark kadar büyüktür.”
Montaigne.
Her birimiz genetik bir şablonla dünyaya gelir ve bizi biçimlendiren ilk yıllarda üzerinde hiç söz sahibi olmadığımız bir koşullar dünyasının içinde buluruz kendimizi. Bunlar insanların özgür iradeyle yaptıkları seçimler değil, yalnızca oyunda önlerine düşen kartlardır.
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
Ne olduğumuz, hangi yollardan geçtiğimize bağlıdır.
Kendimizle aramızdaki fark, bir başkasıyla aramızdaki fark kadar büyüktür. diyor Montaigne. Siz daha tehlikeyi algılamadan, ayağınızı fren pedalının üstüne götüren kim? Neden sır saklamakta böylesine başarısız, nedenini bilmeden birini çekici bulmakta bu kadar başarılıyız? Eğer bilinçli zihin yani sabah uyandığımızda sizinle birlikte uyanan ben, buz dağının görünen kısmıysa zihninizin geri kalanı tüm bir ömür neyle meşgul?
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
Sırlarla ilgili olarak bilinen temel şeylerden biri, sır tutmanın beyne zarar verebildiği gerçeğidir.
Sinestezi, farklı Duyusal algıları birleşmesi durumudur. Zımpara kağıdına dokunduğunuzda fa diye sesi alır,
Belli oranda kadında sizden daha fazla sayıda renk görebildiğini. Belli oranda kadında yalnızca üç değil dört tip renk fotoreseptörü bulunur;bu kadınlar çoğu insanın asla ayıramayacağı bazı renkleri ayırt edebilirler.
Sporcular sahaya çıktığında ipleri ele alan, oyunu hız ve verimle sürükleyen, sahip oldukları iyi eğitimli bilindışı düzenektir.
Eğer beyinlerimiz, anlaşılabilecek kadar basit olsaydı, bizler onu anlayacak kadar akıllı olamazdık.
Öyleyse erdemli bir kişiden söz ederken kastettiğimiz şey aslında çoğunlukla, onun şeytani duygulara kapılmayan değil, onlara direnç gösterebilen, mücadele dengesinin anlık ödül lehine bozulmaması için uğraş veren bir kişi olduğudur. Bu insanlara değer veririz, çünkü dürtülere yenilmek kolay, onları yok saymak ise o ölçüde zordur.
İstediğiniz kadar direnin, içinizdeki düzenekte gerçekleşen değişiklikler sizi de değiştirecektir. Bütün bu gerçeklerin ışığında, nasıl biri olmak istediğimizi seçme şansına sahip olup olmadığımız bile belli olmaktan çok uzaktır.
Bizler beynimiz ve içerdiği kimyasalların ta kendisiyizdir ve hangi düzeyde olursa olsun sinir sistemimizin düğmeleriyle oynandığında kim olduğumuz da değişikliğe uğrar.
Kendinizi bilmek, artık bilinçli sizin beynin dev malikânesinde yalnızca küçücük bir odada oturduğu ve sizin için kurulan gerçekliğin üzerinde çok az söz hakkı olduğu anlayışını gerektirmektedir.
Bazen iş, sezgilerinizin size söy lediklerini biraz kurcalamakta biter. Öyleyse arkadaşınız size iki seçenek arasında karar veremediğinden bir daha yakındığında, ona sorununu çözecek en kolay yolu gösterin: yazı-tura atmak. Hangi seçeneğin yazı, hangisinin tura olduğunu belirledikten son ra parayı havaya atsın. Burada önemli olan, para duştukten son raki kapalı hislerini değerlendirebilmektir. Paranın ona yapmasın söyledikleri karşısında belli belirsiz de olsa rahatlamış gibiyse, bu onun için doğru seçim demektir. Ama tutar da kararını yazı turaya bağlamanın saçma sapan bir şey olduğunu söylerse, aslında diğer seçeneği yeğlediğine dair bir ipucudur bu.
Evlilikte sadakatsizliğin altında yatan da bu tür nöral savaşlardır. Eşler ânın yürekten hissedidilen aşk ve sevgisiyle sözler verir ama sonradan yine bir anlık zaafla şeytana uyup karar değiştirebilirler.
İnsanların “güzel” olarak niteledikleri şeyler özünde hormonal değişimlerden kaynaklanan doğurganlık işaretlerini yansıtır.
Her birimizin içinde, tanımadığımız başka biri vardır
Carl Jung
Farklı genler ve farklı deneyimler, insanları dıştan olduğu kadar içten de farklı kılar.
İnsanlar kendi yansımalarını başkalarında bulmayı severler. Psikologlar bu durumu bilindışı bir özsevgi olarak, bir başka deyişle yakın ve aşina gelen şeyler karşısında duyulan bir rahatlık düzeyi olarak yorumlar ve örtülü benlikçilik olarak tanımlarlar.
İnsanoğlu, içinden belirdiği hiçliği ve onu yutmuş sonsuzluğu anlamakta aynı ölçüde beceriksizdir.

Blaise Pascal

İşler otomatikleştikçe, eylemlerimizin özüne bilinç düzeyinde erişme olanağımızda o ölçüde azalır.
Beynin,özellikle de insan beyninin en etkileyici yönlerinden biri, önüne gelen neredeyse bütün işleri öğrenme esnekliğine sahip oluşudur.
Bu yeni görüşe göre zihin, alışık olduğumuz bilinçli kısımdan ibaret olmayıp daha çok kütlesinin büyük bir bölümü gözlerden ırak bir buzdağı gibiydi.
Her birimiz genetik bir şablonla dünyaya gelir ve bizi biçimlendiren ilk yıllarda üzerinde hiç söz sahibi olmadığımız bir koşullar dünyasının içinde buluruz kendimizi. Genlerle çevrenin karmaşık etkileşimi, toplumdaki her bir kişinin farklı bakış açısına, farklı kişiliğe ve karar verme konusunda da farklı becerilere sahip olması sonucunu getirir beraberinde. Bunlar insanların kendi seçimleri değil, yalnızca oyunda önlerine düşen kartlardır.
Beyinlerimiz çoğunlukla otomatik pilot üzerinden çalışır;bilinçli zihnin, altında işleyip duran dev ve esrarengiz fabrikaya erişimi ise son derece kısıtlıdır.
Biyolojiniz değişince kararlarınız, istekleriniz ve tutkunlarınız da değişebilir.
Kendimizle aramızdaki fark, bir başkasıyla aramızdaki fark kadar büyüktür.
Yakın geçmişte bakışlarını aşk ve boşanma konularına çeviren evrimsel psikoloji uzmanlarının, birbirine âşık olan iki insanın, üç yıla varan bir süre boyunca heyecan ve coşkunun zirvede dolaştığı bir dönem yaşadığını fark etmeleri uzun sürmedi. Bu dönem boyunca vücut ve beyindeki iç sinyaller sözcüğün tam anlamıyla birer aşk iksiridir. Sonra inişe geçilir. Evrimsel bakış açısından, bir çocuk yetiştirmek için gereken süreyi aştıktan sonra (ortalama dört yıl), seçtiğimiz eşe duyduğumuz ilginin azalmasına programlanmışızdır.
“Beni ben yapan bütünü kavrayamıyorum.”

_Aziz Augustinus

Özgürce aldığınız ve sizi gelecekte bağlayan kararlar, felsefeciler tarafından Odysseus anlaşması olarak anılır.
Akıl ve duygular arasındaki dengesizliğin, dinin toplumlarda edindiği sağlam yeri açıklayabileceği de öne sürülmüştür: Dünya dinleri, duygusal ağlardan yararlanma temelinde optimize edildiğinden, akılla öne sürülen büyük argümanlar bile böylesine güçlü bir manyetik çekim karşısında zayıf kalmaktadır.
Erdemli bir kişiden söz ederken kastettiğimiz şey aslında çoğunlukla, onun şeytani duygulara kapılmayan değil, onlara direnç gösterebilen, mücadele dengesinin anlık ödül lehine bozulmaması için uğraş veren bir kişi olduğudur. Bu insanlara değer veririz, çünkü dürtülere yenilmek kolay, onları yok saymak ise o ölçüde zordur.
Pink Floyd’un ifadesiyle kafamın içinde biri var,ama o ben değilim
bebeklerin kocaman gözleri ve yuvarlak yüzlerinin bize şirin görünmesinin nedeni, doğal bir şirinliğe sahip olmaları değil, yetişkinlerin bebeklere bakmasının taşıdığı evrimsel önemdir. Bebeklerini şirin bulmayan genetik soylar, yavrular gerekli bakımı görmediği için zamanla ortadan kalkmıştır.
Beyin, kendisine gelen az miktardaki bilgiyi, en iyi tahminleri bir araya getirerek daha büyük bir şeye dönüştürür.
Görmek, bakmaktan fazlasını gerektirir.
Yakın geçmişte bakışlarını aşk ve boşanma konularına çeviren evrimsel psikoloji uzmanlarının, birbirine âşık olan iki insanın, üç yıla varan bir süre boyunca heyecan ve coşkunun zirvede dolaştığı bir dönem yaşadığını fark etmeleri uzun sürmedi. Bu dönem boyunca vücut ve beyindeki iç sinyaller sözcüğün tam anlamıyla birer aşk iksiridir. Sonra inişe geçilir. Evrimsel bakış açısından, bir çocuk yetiştirmek için gereken süreyi aştıktan sonra ( ortalama dört yıl), seçtiğimiz eşe duyduğumuz ilginin azalmasına programlanmışızdır.
Dünyayı, gördüğünüzü sandığınız zengin ayrıntılarla görmediğiniz ortada; bunun da ötesinde gözünüze çarpan çoğu şeyin de farkında değilsiniz.
Güzellikle ilgili olarak verilen hükümler yalnızca görsel sistemin etkisiyle biçim kazanmayıp, kokudan da etkilenir. Koku, olası eşin yaşı, cinsiyeti, doğurganlığı, kimliği, duyguları ve sağlığı hakkında epeyce bilgi taşır.
Her birimiz genetik bir şablona dünyaya gelir ve bizi biçimlendiren ilk yıllarda üzerinde hiç söz sahibi olmadığınız bir koşullar dünyasının içinde buluruz kendimizi.
Ne olduğumuz, hangi yollardan geçtiğimize bağlıdır.
Kendimizle aramızdaki fark, bir başkası ile aramızdaki fark kadar büyüktür.
Hiçbir şey ‘doğal’ olarak lezzetli ya da tiksindirici değildir ; tadın niteliği, sizin gereksinimlerinize bağlıdır. Lezzet, basitçe bir yararlılık göstergesidir.
Yaşam dediğimiz şey, karanlıkta yakılan ve hemen ardından sönen bir kibritten farksızdır er veya geç ulaşılan sonuç ise onun anlamdan tümüyle yoksun kalmasıdır
İnsanlar kendi yansımalarını başkalarında bulmayı severler. Psikologlar bu durumu bilinçdışı bir özsevgi olarak, bir başka deyişle yakın ve aşina gelen şeyler karşısında duyulan bir rahatlık düzeyi olarak yorumlar ve örtülü benlikçilik (implicit egotism) olarak tanımlarlar.
İnsan kendinin merkezinde durmuyor, tıpkı Samanyolu’ndaki Dünya ve evrendeki Samanyolu gibi kıyıda köşede bir yerlerde oturuyor ve olup bitenin ancak çok azından haberdar olabiliyor.
Yaptıklarımızın, düşündüklerimizin, hissettiklerimizin çoğu bilincimizin kontrolü dışındadır.İçsel yaşamımızın varlığı için beynin işleyişine bağımlı olduğumuz halde, beyin kendi gösterisine kendi karar verir.
Sinestezik kişilerde belirli bir duyunun uyarılması, olağanın dışında bir duyusal deneyimi tetikler: Renkler işitilebilir, biçimler tat kazanır ya da sistematik olarak başka duyusal karışımlar yaşanır. Sözgelimi, bir ses ya da müzik kesiti yalnızca işitilmekle kalmaz, aynı zamanda görülebilir, tadılabilir ya da dokunabilir olur. Sinestezi, farklı duyusal algıların birleşmesi durumudur. Zımpara kâğıdına dokunduğunuzda fadiyez sesi alır, önünüzdeki tavuğu tattığınızda parmak uçlarınızda karıncalanma hisseder ya da bir senfoniyi maviler ve altın renkleri eşliğinde dinlersiniz.
Hiçbir şey “doğal” olarak lezzetli ya da tiksindirici değildir; tadın niteliği, sizin gereksinimlerinize bağlıdır. Lezzet, basitçe bir yararlılık göstergesidir.
Georgia’nın Walker, Florida’nın da Liberty bölgelerinden on beş bin evliliğe ilişkin kayıtları incelediler. Bulgularına göre, isimleri, kendi isimlerinin baş harfiyle başlayan kişilerle evlenmeyi yeğleyenlerin sayısı, gerçekten de şansa atfedilebilecek bir oranın üzerindeydi. Peki ama neden? Mesele aslında bütünüyle harflerde yatmaz; işin aslı, bu tür durumlarda seçilen eşin, kişiye kendisini hatırlatmasıdır. İnsanlar kendi yansımalarını başkalarında bulmayı severler. Psikologlar bu durumu bilinçdışı bir özsevgi olarak, bir başka deyişle yakın ve aşina gelen şeyler karşısında duyulan bir rahatlık düzeyi olarak yorumlar ve örtülü benlikçilik (implicit egotism) olarak tanımlarlar.
Görmek, öğrenmek zorunda olduğumuz bir şeydir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir