İçeriğe geç

İnanç Psikolojisi Kitap Alıntıları – Nevzat Tarhan

Nevzat Tarhan kitaplarından İnanç Psikolojisi kitap alıntıları sizlerle…

İnanç Psikolojisi Kitap Alıntıları

&“&”

Nietzsche, ölümün varlığını sorgulayıp, buna bir cevap bulamadığı için intihar etmiştir
Dr. Herbert Benson beyin MR görüntülemelerinde, dua halindeki kişinin beyninde kompleks aktivitelerin gerçekleştiğini rapor etmiştir. Dua eden kişinin vücut ısısı yükselmektedir. Bedende bir ürpertiyle başlayan uyarılma hissi yaşanmakta, algı gücü keskinleşmekte, bilinç düzeyi ve farkındalık artmaktadır.
Samimiyetin doğmasında en büyük şartlardan birisi dürüstlüktür. Yalan, insanın samimiyetini engeller.
İnsanın bir şeyi güçlü bir duyguyla istemesi, beyne o konu ile ilgili giren bilgilerin kalıcı olması sonucunu doğurur.
Evrende karşılıklılık ilkesi vardır. Hegel diyalektizmi adı verilen tez, antitez ve sentez kavramlarıyla zıtlatın birlikteliğinden bahseder ve aslında onun bu diyalektizmi ahiretin varlığına delil oluşturur. Bu bakış açısıyla değerlendirdiğimizde iyilikle beraber kötülüğünde var olduğunu ve var olması gerektiğini görürüz. Bunun gibi başlangıç ve son, varoluş ve yok oluş gibi zıtların uyumu evrende ilahi iradeyi görünür kılar; zulüm varsa karşılığında adalet de vardır.
Akıllı insan, yalnızca evrende var olan güzelliği görmez; bu güzellikle beraber , onu var edeni de görür. Akıllı insan bir şehre gidip orada güzellikleri seyrettiğinde, ardından bu güzellikleri oluşturan, şehri imar eden kişiyi de tanımak ister. Şehrin sahibi bu bakış açısıyla yaklaşan bir yolcuyu kendisine muhatap olarak kabul eder. Aksi halde yiyip içtikten sonra çekip giden bir yolcuya kıymet vermez.
Zaman dediğimiz şey, iki nokta arasındaki harekettir. Çünkü, dün ve yarın ölüdür. Şu anı yaşasak bile bir saat hatta üç dakika sonrası bile ölüdür.
Bir canlının kıymeti, amacıyla paraleldir. Değer, amacın büyüklüğü ile ölçülebilir. Ancak kişi amacını kendi egosunu kutsallaştırmak için kullanıyorsa yanlışa düşecektir.
İnsanda her şeyin sebebini ve nasıl olduğunu öğrenme arzusu bulunmasaydı, soğukta ısınmaya, hastayken sağlığına kavuşmaya uğraşan bir varlık olmasaydı, medeniyeti bu denli ileri taşıma arzusu da olmayacaktı.
Ameri­kalılar, insanın sığınma ihtiyacını Siperde ateist yoktur" sö­züyle özetlemişlerdir.
Sinirbilimci Marsel Mesulam insan beyninin % 90’ının duygu, düşünce ve davranış işlemlediğini, beş duyu ile ilgili işlemlerin ise sadece % 10’unu kapladığını söylüyor.
İnsanlık tarihi boyunca, nerede bir topluluk varsa, orada din olmuştur. Bir toplum ayakta kalmak istiyorsa bu, din kurumunun oluşu­muna bağlıdır.
ölümden en çok korkanlar, öldükten sonra yaptığı yanlışlıkların hesabını vereceğini bilen kişilerdir.
Yüksek IQ’daki insanların nefsinin tuzakları daha fazladır. Yüksek zekâ düzeyine sahip bir kişi savaş çıkartabilir; eğer bir mühendis ise çalıştığı şirketi dolandırabilir; insanların kendisine hizmet etmesi için onları acımasızca öldürebilir. İnsanın zekâ düzeyi ilerledikçe, tehlike potansiyeli de artar.
Kutsala inanma da bilimsel sabite yani soyut nesneler içerisinde yer almakta ve insanın soyut düşünce dengesi içerisinde, güven sağlamasını kolaylaştırmaktadır. Diğer bir ifade ile adalet, doğruluk, güç bahşeden sınırsız bir kaynak mevcuttur. “Her şeye gücü yeten, her şeyi bilen, gücü sınırsız olan, beni İşiten, kalbimden geçenleri duyabilen, beni benden çok bilen koruyucu bir güç var. Bu güç beni koruyor” diye düşünerek kutsal olana inanan bir insan, ruhunu zihinsel bir sığınağa yerleştirmiş olur ve dinginlik kazanır. Kutsala inanmak insana, doğada kontrol edemediği durumlarda, kendini güçsüz ve yetersiz hissettiği anlarda güven ve teselli verir. Dinin teselli etme gücü de burada devreye girer.
Varoluşunun farkında olan ve öleceğini bilen tek canlı, insandır. Ölüm korkusu insan davranışlarını belirleyen bir korkudur.
inanma, sorgulayarak gerçekleştiğinde kalıcı olur. Akla yatkın, bilime uygun bir dini öğretiyi onaylamak daha kolaydır. Ayrıca yalanlar üzerine kurulu bir din anlayışına karşı çıkmak, ilahi hedefe de uyar. Ampirik verilere ters düşen dini öğretilerin itikat değil cehalet olduğunu kabul etmek, bilimin inancı zenginleştirmesini sağlar.
Tanrı Dünyayı Neden Yarattı? Kulluk İ ç 10 Evreni biraz detaylı şekilde ele aldığımızda, dünyanın spi-ritüel, biyolojik, psikolojik ve sosyal bir laboratuvar olduğunu ya da canlı bir sahneye benzediğini görebiliriz. Bu laboratuvar iyilik ve kötülüğün mücadelesini veren insanoğlunun, aktif rol aldığı bir laboratuvardır. Aynı zamanda insan diğer canlılardan farklı olarak laboratuvarı kuran güce kafa tutma özelliğine de sahiptir. Açgözlü, bencil, acımasız olma gibi sonsuz kötülük kapasitesini insanoğluna aşılayan da yine la-boratuvarın sahibidir. Ancak işi tembelliğe taşımadan, labo-ratuvarın sahibini arayıp bulan ve bu merkezde kurallara uygun hareket eden insan, sınavdan sonra laboratuvar sahibinin yanında arınmış ve seçilmiş olarak özel bir yer edinecektir. Demek ki laboratuvarı yaratan, düzeni; liyakat sahiplerini kendine muhatap kabul etme kararı ve iradesi ile kurmuştur. Laboratuvar sahibinin tek istediği, insanların cüzi iradelerini kendisine yaklaşmada kullanmalarıdır. İsyankâr ve kural tanımayan denekleri arındırma periyodundan sonra, teker teker yanına almaya da söz vermektedir. Burada geçerli olan kuralları ve oraya ilişkin yaşayışı anlattığı kitapta, onca imkan içerisinde yaşattığı kişilerden kendisini tanımayanları sonsuza kadar kendinden uzak tutacağını da söylemektedir. “Bana inanın, bana döneceğinizi bilin, laboratuvardaki süreniz dolduğunda sınav sonrası hayatın sürdüğünü kabul edin, iyi şeyler yapın, ben sizi üzmeyeceğim” diyerek ilettiği bu mesajlarda isyan edip pişman olanları bağışlayacağını da bildirmektedir. İyiliklerini ve kötülüklerini terazinin kefesine koyduğunda, iyiliği %51’i geçenleri zahmetsizce yanına alırken; olumlu yanları bu düzeye ulaşmayanları, şayet bir isyan söz konusu değilse, çamura düşmüş ve küflenmiş cevher olarak görüp ateşle, suyla temizleyip, teker teker yanına alacağının da garantisini vermektedir. Yaratıcı, insanların iyilik ve kötülük mücadelelerinde onları özgür bırakarak istisnai biçimde, özel gerekçelerle -ki bunlar mucize ve kerametlerdir- tarihe ve insanlara müdahale etmiştir. Kendisine gönülden ulaşmak isteyenlere gönderdiği yardım da bu kanaldan yerini bulmuştur. Niyetlere çok önem veren Yaratıcı, bütün laboratuvarı RF (radyo frekansı) dalgaları ile yönetmektedir. Yazılım içindeki oyuncular kendi iradeleri ile hareket ettiklerini zannetseler de labo-ratuvar sahibi telsiz ve internet benzeri programlarla her şeye hâkim olmaktadır. Aktörler iyi şeyler yapmak isterlerse onlara güzel şeyler yaptıran, kötü şeyle uğraşanları da bu konuda serbest bırakan Yaratıcı, insanın, sonuçlarını yaşayarak sınavını tamamlamasına müsaade etmektedir.
Din kendi bilgilerinin sorgulanmasına karşı çıktığı takdirde, akla ve bilime ters düşer. Hristiyanlığın teslis inancı veya Budizm’in ruh inancı gibi öğretilerini sorgulamaya açmayan dinler, kendilerine şüphe ile bakılmasına mahkumdurlar. Sorgulanmaktan kaçan inanç sistemleri, hayatiyetlerini sürdüremezler. Sınırlarını koruyan din ile bilim ilişkisi insanlığın geleceğini aydınlatacaktır. Bilimin, dinin hayata anlam katma özelliğine, teselli etme gücüne ve ölümden sonrasını açıklama kapasitesine ihtiyacı vardır. Doğru öğretilerle insanlığa yol gösteren bir din, pozitif bilim tarafından test edilmekten çekinmeyecektir.
Zira yanlış bilgi ile doğru hedefe varmaya çalışmak imkansızdır
Sorgulanmayan, bilimsel yöntemlerle test edilmeyen, üzerinde çalışma yapılmamış, akıl yürütme yöntemleri ile incelenmeyen hiçbir inanç sağlam değildir.
Görünmüyor olması onun olmadığını değil, tam aksine şiddetle var olduğunu göstermektedir.
Evren bizim anlayacağımız kadar basit olsaydı, bu bizim evreni anlayamayacak kadar aptal olduğumuzu gösterirdi."
bir insan kendisini hem özgür, hem de yaratıcının varlığına teslim olmuş hissedebilir mi?
Ölüm dediğimiz şey, ruh ile bedenin ortak olarak çalıştığı sürenin sonlanması demektir.
Ilham, insana uzun ve başarısiz araştirmalarin arkasindangelir. Mesela Newton, yer çekimi kanununu kütüphanede iki sene kaldiktan sonra bulmuştur, Bunun gibi Mimar Sinan, mimari tarzını bütün Roma eserlerini gördükten sonra oluşturmuştur.
Evreni bir kitap gibi düşündüğümüzde, pozitif bilimler kitabın mürekkep ve kâğıdı ile ilgilenirken, semavî bilgiler de kitabın anlamını ifade etmektedir
İnancın hakikatine dair sorgulama olmadan o bilginin yaşamı şekillendirmesi çok zordur.
Einstein’ın Tanrı’ya inandığı ama dinler konusunda bilinmezci olduğu söylenmektedir. O da Ben evrenin nasıl yaratıldığı ile ilgileniyorum; neden yaratıldığı ilgi alanım değildir" demişti. Hatta buluşlarını "Tanrı’nın yerinde olsam evreni nasıl yaratırdım" sorusunu sorarak yaptığını söylemiştir.
Nietzshe ölümün varlığını düşünüp bir çare bulamadığından intihar etmiştir
Görünmeyen şeylere inanmayı ilk ortaya atan Platon dur bunun için Platonik aşk kavramı ortaya çıkmıştır
Anoreksiya nervoza: yemek duygusunu körelten yememe hastalığı
Çok sinirli Öfkeli olan bir insan başka insanların yanından geçtiğinde onları etkilemektedir. Onların da Sinir hücrelerinde benzer değişimlere sebep olmaktadırlar. Şu anda bilimin tam olarak götüremediği manyetik duyulardan bahsedilmektedir
Şeytani güçlerin karanlığı, Rahmani güçlerin ışığının beslenmesine yaramaktadır.
Evren bizim anlayacağımız kadar basit olsaydı,bu bizim evreni anlamayacak kadar aptal olduğumuzu gösterirdi.
Bilim evrenin nasıl yaratıldığıyla, din neden yaratıldığıyla ilgilenir.
Varlık, neden yaratıldığını düşünene aşikar, nasıl yaratıldığını düşünene ise gizlidir. Yaratıcı’nın gerçekleri, sınırsız gerçeklerdir. Sınırsız olan gerçekler, sınırlı bakışlarla algılanamaz. Sonsuzluk, sınırlı bakışla görülemez.
İnsandaki psikolojik yaralar, ancak insanın taşıdığı inançlarla tedavi edilebilir.
Insanlar kaynağını unuttuklari ritüeller halinde otomatik olarak dini yaşamaya başlarlar.
budist rahiple­rin, bütün ihtiyaçları karşılanmış, arzuları giderilmiş bir hal­de kişiliğiyle evrenin bütünleştiğini hissettiği takdirde, be­yinlerinin bir bölgesinde bir alan aktif hale geçmektedir. bu üç özelliği harekete geçiren, insanın bütün ihtiyaçlarını kar­şılayan, arzularını gideren ve kendisini güvende, bir bütü­nün parçası gibi hissettiren, sonsuz bir güce inanma duygu­sudur.
Ben şahsen köpek ya da insan gibi kompleks bir canlıyı salt tesadüfün ortaya çıkarabileceğini düşünemi­yorum. En akılsız kişi bile böyle bir tesadüf teorisinin işle­meyeceğini bilir. Eğer yaratılış rastgele olsaydı, o zaman gör­düğümüz fevkalade karmaşık ve mükemmel formların oluş­ması mümkün olmazdı. Evrimin kendisinin rastgele bir sü­reç olduğu fikri son derece gülünçtür. İnsanların gerçekten bu akıl almayacak saçmalığa inanıp inanmadıklarını merak ediyorum. Darwinizm gerçekten tesadüfleri anlatan bir te­ori olsaydı işe yaramayacağı; ezici, ses getirici ve kesin bi­çimde açıktır. Yaratılış, söz konusu donanımların tesadüfler­le bir araya gelmiş olamayacağını göstermektedir ve elbette mantıklı hiçbir bilim adamı, bunun aksini söylememiştir.”
Yaratan, kullarını merhameti ile koruyup kollarken, adaletiyle de onlara sınırlar çizer. Egitimdeki sevgi ve disiplin dengesinin teolojideki karşılığı da budur.
Nefs, bir uranyum enerjisi gibidir.Enerji, nefsin olmadığı yerde sönükleşeceği için işe yaramaz.Oysa enerjiyi alıp iyi tarafa yönlendirebilmek, insana dinamizm kazandırır.
Goethe Almanlar için, Da Vinci İtalyanlar için, Aristotales Yunanlılar için ne ise İbn-i Sina da Müslüman Türkler için odur.
Yaratılış bir ağaç ise, şükür de bu ağacın meyvesidir.Şükürsüzlük ikramda bulunanı yalanlamaktır..
İnsan ruhu bir tarlaya benzer.Yabani otlar gibi büyüyen günahlar temizlenir ve güzel tohumlarla yeni mevsime hazırlanırsa rahmet güneşi ve merhamet yağmuru geldiğinde, içimizde güzel çiçekler açmaya başlar.
İnsanın Yaratıcı’yla ve toplumla bağını koparan modernizm, onu çıkarı peşinde koşan bir varlığa dönüştürdü….Bugün eşyayı tahrip eden, zevklerinin peşinde koşmayı doğrulayan felsefeden yani hümanizmden kaynaklanan sancılar çekilmektedir.
Zira evren insan için pişme, yanma, olma" labaoratuvarıdır.Laboratuvarda kendini kalıcı hisseden ve sonrasını(ölüm ötesi) düşünmeyen kişi, misafirliğini unutan yolcu gibidir.
Akıl insana tapınmaya değer bir Yaratıcı’nın olması gerektiğini söylerken, DNA da insanın kader programını göstermektedir.
İnsanlar doğar, büyür, yaşar ve ölürler. Ölümü de doğum
gibi normal kabul ermek beklenen bir davranıştır. Fakat yaşlılar üzerinde yapılan araştırmalara göre insanın yaşının ilerlemesiyle yaşama arzusunun azalmadığı, bilakis arttığı ortaya çıkmıştır.
Anlamsızlık hastalığının sonucunda insan, kendi varo￾luşunun tesadüfi ve manasız olduğunu düşünmeye başla￾dı. Varlığının sebebinin kendi" olduğunu düşünen insan
ise, zamanla kendini yüceltmeye başladı. Zira insan, herhan￾gi bir şeyi kutsallaştırma eğilimindedir. Maddiyatın mutlu￾luk için yeterli olmadığını gören insan, kendisine odaklan￾dığı için, bencilleşmeye ve kendisini dünyanın merkezi ola￾rak görmeye başladı; her şeye farklı anlamlar katmaya çalıştı,
doğru manayı bulamayınca da kendince yeni/yanlış anlarrı￾lar türetti. İsteklerini yerine getirmeyi her şeyin önünde tut￾maya başladı. Anlamsızlığın ortaya çıktığı toplumlar, kaosa
sürüklenerek ortak değerler yok olmaya başladı; bu ise an￾lamsızlığa sebep oldu. Anlamsızlık hastalığı insanı amaçsızlı￾ğa, bu da kişiyi mutsuzluğa sürükledi.
İnsandaki bütün bilgiler, bir bilgisayarın hard diski"
gibi, uzun bellekte mevcuttur. Bu konuda literatüre girmiş
şöyle bir vakıa vardır: Trafik kazası geçiren bir insanın ba￾şında bulunan meraklı bir nörolog, hasta koma halindeyken
onunla uzun uzun konuşup, bütün konuştuklarını kaydet￾miş; hastası koroaclan çıktıktan sonra ona konuşmalarının
kaydını dinletmiştir. Kayıtlarda İtalyanca konuştuğunu du￾yan hasta, İtalyanca bilmediğini söylemiştir. Bu bilgiye, ilk
önce kendi düşüncelerine delil oluşturacağını düşünen reen￾karnasyoncular sahip çıkmışlardır. Ancak hastanın geçmişi
araşnrıldığında, babasının diplomat olduğu ve İtalya’da kal￾dıkları çocukluk yıllarında kendisiyle İtalyan bir bakıcının
ilgilendiği ve bakıcının kimi zaman çocukla İtalyanca ko￾nuştuğu ortaya çıkmıştır.
İnsanın zeka düzeyi ilerledikçe, tehlike potansiyeli de artar.
Bir şeyin değerini belirleyen onun maddesel yapısı değil, amaca uygun olup olmamasıdır.
İlim maluma tabidir.
Nasıl ki kitabı kitap yapan mürekkep ve kağıt değil de içindeki mana, bilgi ve geleceği aydınlatabilme kapasitesi ise, insanın değeri de onun gayesine gizlidir.
Böylelikle insanı biyolojinin dışında da düşünmenin imkansız olduğu ortaya çıkmaktadır.
Kapitalizm, parayı en yüce değer saydı ancak para, insanın mutlu olmasına yetmedi. Hayatın tesadüfi olduğu ve insanların da tesadüfi kavgalarla ayakta kaldığı düşünüldü. Böyle olunca da insan, yok olmamak için diğerlerini yok etmeye çalıştı. Kapitalist dogma, evreni bu şekilde algıladı. Halbuki semavi bakış, evreni amacı ve anlamı olan bir sistem şeklinde tasavvur edip, insana Yaratıcı’ya yaklaşma amacıyla hayatını şekillendirmesi gerektiğini telkin etti. Ancak kapitalizmin hakimiyetiyle bu değerlerin yerini maddecilik ve bencillik aldı ; neticede kavga, şiddet ve mutsuzluk arttı.
Evrenin varoluşunun farkında olmak düşünmeyi gerektireceğinden ve bu da kişide olduğundan insan, kendi gücünün sınırlı ve yetersiz olduğunu fark ettiğinde kontrolünü kaybetme hissi yaşar. Bu endişe sırasında insanın doğaüstü bir güce inanıp, teslim olması ise yükünü hafifletir.

İnsan belirsizlik karşısında hissettiği tehlike duygusuyla baş etmek için anlam arayışına girer ; kutsal ve her şeye kadir olan bir güce inanma isteğiyle bilinçsizliğe karşı bir savaş verir. İnsan, bu inanma arzusuyla, ağaç ve inekten güneşe kadar kendisine faydalı olduğuna inandığı her şeyi kutsallaştırmaya başlamıştır. Bütün bunlar ondaki bilincin varlığı ile beraber, somut düşünce eğiliminden de kaynaklanmaktadır.

‘Aklın üzerinde irade,iradenin üzerinde ruh,ruhun üzerinde ise bilinç vardır. İrade bilincin elindedir.’
‘Nefis,insan için yetinilmesi düşünülmeyecek en alt basamaktır.’
Yeniçağ insanı, her bilimsel kuralın önüne Yaratıcı ile bağlantı kuracak bir özne yerleştirirse, yaptığı işin kutsallık (ibadet) taşıdığını söylemek, abartılı olmayacaktır.
İnsanın psikolojik ihtiyaçları, arzuları ve hedefleri sınırsız iken, beş duyu ile algılayabildiği ve hükmedebildiği şeyler çok sınırlıdır. Evrene hâkim olmak, sonsuza dek yaşamak, ölümün farkında olup ondan korkmamak sıradan bir insanın tipik arzularıdır. Bir yandan bu kadar geniş ve ileriye yönelik istekleri, diğer taraftan da karşılanması gereken psikolojik ihtiyaçları varken, insan bir virüse yenik düşebilir. Doğaya hâkim olmak istediği halde, tansiyonunu hatta kalp çarpıntısını bile kontrol edememesi, ironik bir gerçektir.
‘Beyin enerji ve bilgiyi içeren kapalı bir sistem değil;soyut düşünce,semboller ve anlamlar üreten açık bir sistemdir.’
Şeytanî güçlerin karanlığı , Rahmâní güçlerin ışığının beslenmesine yaramaktadır.
İbadet ve duanın insana verilen peşin bir ücreti vardır : Yalnız olmadığını hissetmek….
Evren bizim anlayacağımız kadar basit olsaydı, bu bizim evreni anlayamayacak kadar aptal olduğumuzu gösterirdi.
Zira inanma, sorgulayarak gerçekleştiğinde kalıcı olur. Akla yatkın, bilime uygun bir dini öğretiyi onaylamak daha kolaydır. Ayrıca yalanlar üzerine kurulu bir din anlayışına karşı çıkmak, ilahi hedefe de uyar.
Collin’in Nisan 2008’de o sırada piyasaya çıkacak olan Tanrı’nın Dili " kitabıyla ilgili ingiliz The Times Gazetesi &‘ne yaptığı konuşma şöyleydi : "Artık mucizelere ve meleklere inanıyorum ; laboratuvarda çalışırken Tanrı’yı hissettim. Kesinlikle bizden daha bir büyük güç var ve ben ona inanıyorum. DNA’nın şifresini çözmek, beni Tanrı’ya yaklaştırdı. Hastalıktan kırılan insanlar gördüm. Bilim onlardan umudunu kesmişti ama mucizevi olarak hayata dönüyorlardı. Bu da Tanrı’nın işidir. "
Evren bizim anlayacağımız kadar basit olsaydı, bu bizim evreni anlayamayacak kadar aptal olduğumuzu gösterirdi."
Fizikçilerin Big Bang dedikleri büyük patlamaya neyin sebep olduğu hala bilinmiyor. Mantıken bakıldığında, bu patlamayı oluşturan gücün zamandan ve mekandan münezzeh olması gerekir. İslam dininin Ol" emri şeklinde açıkladığı, Yaratıcı’nın arzusuyla vücut bulan her şeyin evrenin oluşumundaki büyük patlamaya da enerjiyi veren güç olduğu ve zamanın da böylece vücut bulmuş olması, akla en yakın açıklamadır.
Akıl ve bilim devrini yaşayan yeniçağ insanı, inandığı şeylerin gerçek olmadığını düşündüğünde, hareketlerinde dinden kaynaklanan sorumluluk duygusu yok olur.
Kendini yoktan var eden, her şeyi bilen ve kontrol eden bir güce, aşkın bir gerçeğe inanan insanda iç sorumluluk gelişir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir