İçeriğe geç

İmkansız İlişkilerden Mümkün İlişkilere Kitap Alıntıları – Bahar Tezcan

Bahar Tezcan kitaplarından İmkansız İlişkilerden Mümkün İlişkilere kitap alıntıları sizlerle…

İmkansız İlişkilerden Mümkün İlişkilere Kitap Alıntıları

Kültürümüzün acı çekmeye dair korkuları, acı çekeni de zayıf karakterli olarak adlandırması maalesef çok belirgin. Acı çeken kişi hayatla başa çıkamayan, kapasitesi yetersiz, karanlıktan beslenen, arabesk ruhlu olarak yaftalanır. Kişi bu sıfatlardan çekinerek acısını yadsır, kendine bile itiraf edemeyerek bastırır ve kaygı, öfke gibi daha kabul gören duygulara dönüştürerek yaşar. Kaynağından uzaklaşmış acı da bir bilgiye dönüşmeden, anlamlandırılmadan başka kılıklarda yaşar gider. Gözyaşının kültürün içinde değer kazanması gerekli ki kişiler içeri doğru ağlamak zorunda kalmasın, duygusuzluk akımına kapılıp gitmesin.
Yaşam akıp giderken hayatımıza kattıklarımız kadar kaybettiklerimizden de sorumluyuz hepsi değerli, anlamlı. Çünkü hepsi farklı noktalarda bize bir şey öğretmeye, farklı hikayeler anlatmaya geldiler. Gelenler gidişleriyle de bir şey söylerler. Gidenler daima bize bir meselenin üzerine basıp yükselmeniz için fırsat sunarlar aslında. Bu kadar kıymetli bir bilginin bedeli de acı denilen duygu olmasın mı?
Oysa bir ayrılıkla başladı hayat.
Annenin güvenli bedeninden kopan insan,
yaşamı da ölüm denen ayrılıkla
terk edecek.
Asıl hikâye şarkıyı her zaman doğru çalıp tamamlamak değildi. Asıl hikâye müziği arzuyla ve tutkuyla hissetmek ve yeniden bir başka notada yakalamaktı. Yani müziği yaşamaktı. Hayatı olduğu gibi
Geçmişinizde yaşadığınız deneyimler eğer size kayıplarınız karşısında, “Şimdi nerede hata yaptım da kaybettim?” demeyi öğrettiyse, terk edildiğinizde de kendinizi sorgulamanız buradan başlar. Daha sağlıklı olan aslında hemen ardından şu sorunun gelebilmesidir: “Hatalarım olsa bile birinin gitmesini mi gerektirir?”
Bazen yaşadığımız bir kaybın ardından tüm kayıplarımız yeniden canlanır. Aslında insan öncesinde yeterince akıtamadığı tüm gözyaşlarını bir yerde biriktirir.
Kalbimizi daha az sızlatması için acıları bahaneler üreterek anlamaya çalışırız. Bizi mağdur edenlere hep haklı gerekçeler ararız ki yaşadığımız bunca acının bir anlamı olsun.
Eğer çocukluğunuzda öğrendiğiniz ve en iyi bildiğiniz dil anadiliniz ise, tüm yaşamınız boyunca kendinizi ifade ederken en rahat hissettiğiniz dil de bu olur. Tanıdık acılar dili de tıpkı bu şekilde zihnimizde öncelik taşır.
Ağlamak bazen bir şeylerin yolunda gitmediğini çevremize itiraf etme biçimimizdir. Hazırlıksız yakalar çoğu zaman. Henüz kendimize bile itiraf etmediğimiz, özenle sakladığımız sorunlarımızla suçüstü yakalanırız böylelikle.
Başka bir insanla yarattığınız dramların yokluğunda anlayacaksınız ki tüm meseleniz kendinizle uğraşmayı ertelemekti.
Korku üzerine inşa edilmiş her tesis yıkılmaya mahkûmdur. Er ya da geç… Yalnız kalma korkusu yaşayan birey yalnız kalır. Değer görmeyeceğine, sevilmeyeceğine inanan birey onaylanmamanın, kabul görmemenin, sevip reddedilmenin eteklerinde yaşar. Sıradan olmaktan, görmezden gelinmekten korkan gölge haline döner. Tesadüf değildir hiçbiri. Kişi yaşamını bu sonlara doğru kurguladığından, korkuları tarafından yönetildiğinden, yanlış kişilerle yanlış adreslerde buluştuğundan olur hepsi.
Buradan baktığımızda daha net görürüz ki aslında tüm abartılı sevgi ve ilgi gösterilerinin arkasında yatan, kişinin kendi duygusal ihtiyaçlarını tatmin etme ihtirasıdır.
Sanılır ki kişi bir başkasıyla ilişkiye dahil olduğunda kendinden vazgeçmelidir. Aile yapısını özendirmek ve korumak adına yapılan bu iç içe geçme öğretisi bir yandan toplumu stabilize ediyor gibi görünse de yatkın bireylerde birlikte olunan kişiyle mesafe kaybı, onun varlığında yok olmakla birlikte giden bağımlı stilde ilişki kurmaya sebep olabilir. Psikodinamikleri bu şekilde güvensiz bağlanmaya yatkın olan birey kendinden kolayca vazgeçecektir. Oysa kendinden vazgeçenin başka yuvası, başka yaşamlarda gerçek bir yurdu da olmuyor.
Büyürken üstlendiğiniz roller her ne ise, sonrasında seçtiğiniz insanlar da bu rolleri tekrar uygulayabileceğiniz kişilerdir.
İnsanız. Kuralı yok. Yasın kuralı olmaz ama yas süreci insana kendini tanıtır. Çırpınmayın duyguları kovalamak için. Yadırgamayın. Korkmayın zarar verecek diye. Seyredin, hissedin, izin verin. İstemeseniz de geçecek. Rüzgar dinecek. Dalga düzleşecek. Rutin tekrar gelecek. Tüm bu duygular o gelecek olan geleceğe hazırlanma sürecidir işte. İçinde onun olmadığı bir geleceği kabullenme sürecidir.
İki kişi önce hastalıklı bir bağ üzerinde birleşir. Taraflardan biri doğru adımları atıp iyileşme yoluna gittiğinde ilişkinin dengesi sarsılır ve diğeri kendini artık ihtiyaç duyulmayan bir varlık olarak görmeye başlar.
Birinin iyileşmesi diğerinin daha da kötüleşmesi ile sonuçlanabilir. Çünkü ihtiyaç duyulmayı yanlış kodlamışlardır zihinlerinde..
Kendinizi başkasına adayışınızın temelinde aslında kendi hayatınızı yaşama korkunuz vardır. Kaybetmelere aldırmayarak uğraştığınız her sevilme çabanızın altında ise aslında sevilmeye layık olmadığınızı size inandırmış bir geçmiş
Büyürken üstlendiğiniz roller her ne ise, sonrasında seçtiğiniz insanlar da bu rolleri tekrar uygulayabileceğiniz kişilerdir.
Kendinden vazgeçen insanın başka bir yuvası olmazmış.
Kalbinin nerede ve neden durduğunu anlatamazdım ama bilirdim. O da çoğumuz gibi tüm hayallerini susturmuş, başka sesleri dinliyordu. Patronunun sesi paranın sesi faturalarının sesi görevlerin sesi arkadaşlarının sesi, çok sesli koronun detone sesi. Müzik seslerini susturan sesler. “ ben yoruldum”demeye utanıyordu.
Hayatın ondan esirgediği şansı benim verdiğimi zannederek mutlu oluyordum.
Sevilebilmek için başkalarının ihtiyaçlarını ve arzularını karşılamayı öğrenmiş ve kendi isteklerinin ne olduğunu öğrenememiş bir kadın olarak…
• aslında herkes kendi geçmişine mahkûm.
• yaşama gelmeyi becerebilmiş her insan gitmeyi de becerebilir gerektiğinde ; imkânsızı bırakıp mümküne.
Yalnızca cesurlar sergiler duygularını çünkü bazen bunun bedeli vardır.
Ama duygularını gizlemenin bedeli aslında daha ağırdır bilmezler.
Kendim yazıp, oynayıp, sonuçlarına katlandığım her yolda geliştim.
Maddi durumu elverdiği halde kendisini istismar eden biriyle kalmak, değersizleştirildiği halde kimseyi terk edememek, yalnız kalmamak uğruna var olan kişiye katlanmak, aldatıldığı halde zorla o ilişkiye tutunmak kimsesizliğe, köksüzlüğe, bağsızlığa ait çocukluk algılarımızın hâlâ yönetimde olduğunu gösterir.
Ben ve ötekiler arasındaki ilişkide duygularımızın ve davranışlarımızın sorumluluğunu üstlenmeli, kendimizle yüzleşmeliyiz.
Kişi karşısındaki kişiyi kendi orijinal kimliği ile değerlendirmeli, davranışlarındaki incitici yönleri kasti düşmanca tavırlar olarak ele almak yerine yargılamadan, kontrol altına almaya çalışmadan, olduğu haliyle görmeye çalışmalıdır..
– Örneğin annesinin babasını aldattığına şahit olmuş bir erkek olduğunuzu düşünelim. Babanız bilmiyordu ama siz öğrendiniz ve bunu hayatınız boyunca sır olarak sakladınız. Büyürken bu sırrı sizin bile unuttuğunuzu varsayalım. Sonra bir gün evlendiniz. Seçtiğiniz kadın başka erkeklerin dikkatini çeken, cazip ve flörtöz bir kişiliğe sahipti. Tam da bu yüzden âşık olmuştunuz ona ama ilişki ilerledikçe seçim sebebiniz olan şey mutsuzluk sebebiniz oldu. Kısıtlamaya başladınız, başka erkeklerden kıskandınız, öfkelendirdiniz, aldattığını söyleyerek suçladınız. Ve korktuğunuz şeyi ustaca hayata hazırladınız. Artık aldatılmış bir erkeksiniz. Tam da meşru bir şekilde bu sırrı tüm dünyaya duyurmaya, içinizdeki kini kusmaya hazırsınız. Size yapılanları ailenize ve tüm arkadaşlarınıza anlattınız. Artık bir sır yok! Geçmiş temize çekildi. Drenaj gerçekleşti. Öyleyse neden hâlâ çok mutsuzsunuz ?
Çünkü farkında olmadığınız bir mesele vardı ; geçmişi tekrardan yazdınız, oynadınız ve yönettiniz. Kahramanı değiştirerek Geçmişin yarım kalmış yasını tutmak için şimdiki ilişkiyi kullandınız çünkü..
Bugün yaşadığımız her şeyde ve her kimsede geçmişin hesabını sorar haldeyiz.
Acıdığımız kadar acıtırız.
Çocukluğumuzun travmaları biz onu sağlıklı bir ilişkide temize çekene kadar kendini tekrarlar durur. İmkânsız ilişkilerin içinde sürekli denemeler yaparız. Bu kez olacak umudu, aslında karanlıkta yapılan bir kör dövüşüdür.
Çocukluğumuzda bize yaşatılanlar ne kadar travmatik olursa bugün kurguladığımız ilişkilerin üzerinde o kadar fazla hüküm sürer.
Bugünkü ilişkilerimiz elbette geçmişin gölgesinden tamamıyla muaf olmayacaktır ama kendi kimliğinin gölgesini oluşturup seçimlerine, sevgilerine, ilişkilerine, öfkesine, terklerine, yenilgilerine, büyümesine kendi imzasını atarsa sağlıklı yetişkinliğin ve mümkün ilişkilerin önünü açacaktır.
Gerçek bir ilişki ancak eşinizin, sizin ona yansıttıklarınız olmadan nasıl biri olduğunu keşfettiğinizde oluşmaya başlar.
○ seçtiklerimizin daima bizim hikâyelerimizle anlamlı bir bağlantısı vardır ve onlan seçmemiz asla tesadüf değildir. Bu nedenle aynı sorun hayatınıza sürekli giriyorsa siz her seferinde buna davet gönderiyor ve travmayı tekrarlıyorsunuzdur.
Kimse kimseye değer de katamaz,
değerini eksiltemeyeceği gibi.
Birini her ne kadar geçmiş kodlarımız doğrultusunda seçsek de bu kişiye geçmişimizden aktardıklarımızı fark edersek onun asıl karakteristik özelliklerini görmeye imkânımız olur.
Bakarsam görecektim. Gördüğüm kişi bana acı veriyordu. Yok saymak en kolayıydı. Öylesine yaşamak
Çocukluk döneminde sevilmemeye alışmış biri yetişkin olduğunda da kendini sevgiye layık görmeyip, ihmale ve istismara kolay kolay hayır diyemeyecektir.
Bir çocuğun ileriki yıllarında narsistik bir bireye dönüşmesinde en büyük etkenlerden biri yoksun ve yalnız bırakılmış, değersiz hissettirilmiş, yeterince desteklenmemiş ve onaylanmamış olmasıdır.
Narsistlerin büyük korkuları ise sıradan olmaktır. Onlar okyanustaki su damlası değil okyanusun kendileridir!
°bir başkasını sizi sevmeye ikna etmek yerine, gerçek sevginin duygusal ve fiziksel ihtiyaçlarınızın karşılandığı bir alan olduğunu öğrenin. Sevmek ve sevilmek uğruna kendi yaşamınızdan vazgeçmeyin.
Bazen uçurumun kenarında olan bir kişiye ufacık bir dokunuş bile yeter.
‘insanlara tekrar tekrar şans vererek onların ruhsal sorunlarını değiştiremeyeceğini çoktan öğrenmişti..
Hayatı hiç öğrenememiş olduğumu anladım
ve insanları
Kendinden vazgeçen insanın başka bir yuvası olmazmış.
Ah biz sevgi bağımlısı kadınları mutlu etmek ne kolaydı.
Benim derdim artık kendimle..
Ona bakmak güneşe bakmak gibiydi. Ona baktıkça kendime körleşeceğimi düşünemedim. Hata yapmaktan ve onu kaybetmekten ölesiye korkuyordum. Kaybetme korkum büyüdükçe de kendi gözümde küçülüyordum.
Ne de olsa insanın en kolay kandırabildiği kişi kendisiydi.
● Cebinizde şu soruların cevaplarıyla ayrılın ve veda edin, her şeyin bir anlamı olsun :
→ Ben kimim aslında, ne isterim, neyi arzularım, neye ihtiyaç duyarım ?
→ Duygusal olarak nasıl ve kimden beslenirim ?
→ Kendimi kiminle huzurlu ve güvende hissederim ?
→ Bana ne yapılırsa incinirim, kırılırım, dökülürüm ? Sonra nasıl onarılırım?
→ Bir ilişkiden beklentim nedir ?
→ Bu ilişki için neler yapabilirim ya da nelerden vazgeçebilirim ?
→ Onun bana ne yapmasını beklerim ?
→ İlişki benim hayatımın ne kadarını kapsıyor ?
→ Onsuz ben kimim, var mıyım, hiç miyim ?
→ İlişkisiz bir ben ben miyim ?
→ Şart mı yaşamım da birinin varlığı ?
→ Tek başınalıkla barışık mıyım ? Yoksa hayatıma katmak istediğim kişi bir zorunluluk mu ? Kim için zorunluluk ? Benim ihtiyaçlarım için mi toplum baskısı mı ?
→ İhmal, istismar veya şiddet karşısında tepkim neydi, ne olabilirdi ?
→ Kimim ben ? Ben kimim ? Ve kimdin sen, bu bana gelen ? Benden giden kimdi ?
→ Benim bu dünyayla derdim neydi ?
Bazı ilişkilerde kazanmanın tek yolu o ilişkiye hiç girmemektir.
Her ayrılık önceki tüm kayıpları da getirir koyar önümüze.
Bu da yine denizin dalgalarının, çoktan yere çökmüş kum tanelerini tekrar su yüzeyine çıkarması gibidir.
Ayrılıkla bir kez tanıştıktan sonra bir daha asla onu tanımamazlıktan gelemezsiniz. Bir kez tanıştınız mı hakkında konuşursunuz, yazarsınız ve en zoru da yaşarsınız.
Olmayacak olanı olduramazsınız.
Ayrılık başlı başına bir yol hikâyesidir. Kendinizi öylece sürece bırakmanız pek de işe yaramaz. Zamana teslim olmak sanıldığı gibi ilaç değildir. İlaç olan bu yolda yaptıklarınız, duygusal ve eylemsel tutumlarınızdır.
Başka insanların kabul etmekte zorlanacağınız taraflarını içinize sindirmeye çalışmaktansa yalnızlığın sundukları sizin için çok daha iyi olabilir.
İnsan kendine iyi davrandığı sürece başkaları da ona iyi davranıyor.
– Şiddetin bahanesi yoktur.
Ancak öyle meseleler vardır ki orada tamir ve onarım çalışması yerini ayrılığa bırakmalıdır. Kişi yeniden sağlıklı olma gücünü kendisi için kullanmalıdır. Eğer bir ilişkide kasıtlı ve değişmeyen bir şekilde aşağılama, hakaret, duyguları görmezden gelme, sevgi ve anlayış sunmama, kendi ihtiyaçları dışında ihtiyaç tanımama gibi duygusal ihmal ve istismar ya da bedene yönelik şiddet ve istismar varsa orada bir alarm vardır. Hem de büyük bir yangın alarmı!
Bir ilişkide partnere yapılan duygusal yatırım ne kadar fazla ise ayrılmak da o kadar zor olur.
Yaşama geldiğimiz andan beri bir şeyleri geride bırakarak devam ediyoruz.
Ayrılmayı öğrenmek gerçek anlamda bir süreçtir.
Yas yolculuğu,
kaybettiğimizin inkârı ile başlayan, kaybı kabul ile biten bir süreçtir.
Bilgi bize sevmemek gerektiğini söyler,
aşk ise, Devam et der.
Bu ikisi daima çelişir.
Şimdiki karakterlerden geçmişin özetini istedik. Bana neden değer vermiyorsun? , Beni neden görmüyorsun? , Sevilmek istiyorum sadece bunu neden beceremiyorsun? sorularını yönelttiğimizde karşımızda duran o şimdiki sevgili geçmişimizi temsil ettiğinin farkında değildi ve biz de tam da bu eksikliği nedeniyle onu seçtiğimizin farkında değildik. Tüm eksikliği verilmemiş sevgiyi muhtaçlığı temize çeksin istedik. Şimdi ise olduramadığımız bu ilişkiye birlikte uzaktan bakıyoruz.
Evliliğin senin maddesi ise hayallerimizdir. Ancak söz konusu bir başkasının hayatına evlilik kurumu bağı üzerinden bağlanmak olunca istisnasız her hayal kırılarak yok olma pahasına doğar. Çünkü her şeyden önce evlilik gibi sınırları belirgin ve fazlasıyla yapılandırılmış bir sistemde hiçbir insan ve nesne o hayaldeki arzunun içini doldurmaya yetmez. Bu açıdan her hayal bir ölü doğumdur. Ne var ki bunu kavga dığınız da kendinizi yola çıkmış halde bulursunuz.
İmkansız bir ilişki demek; istikrarsız bir kişiye her şeye rağmen tutunmak, onun içinde gelişmek, sevmek, sevilmek olmadan umutsuzca ama mutlaka kalmak demektir.
Âşığım, seviyorum gibi hayli çekici ve karşı konulması çok güç hislerin sadece sözcüklerden değil ;
emeklerden, çabalardan, anlayıştan, şefkat ve kabulden de oluşması beklenmez mi ?
Her insan samimi ilgiyi hisseder.
Bir bakış, bir konuşma repliği, bir dokunuş kaç saatlik uğraşının yerini alabilir ?!
Ancak bu gerçekten arzu ve istek meselesidir. Yine de kullanılan en büyük mazeretlerden biri budur.
Düzelmesi için beklemek ve beklemek
Ne çok beklendi.
İyimser bir şekilde, kendimizi kandırarak, hayallere farklı kimlikler dikerek
Durumların değişmesini beklemekle değil,
kişinin iyileşmesi ve değişmesi ile mümkündür her şey.
Taşıma su ile dönmeyen değirmen eninde sonunda duruyor !

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir