İçeriğe geç

İmanın Şubeleri Kitap Alıntıları – İsmail Hakkı Bursevi

İsmail Hakkı Bursevi kitaplarından İmanın Şubeleri kitap alıntıları sizlerle…

İmanın Şubeleri Kitap Alıntıları

&“&”

Amel ediniz! Herkese kendisi için yaratılmış olan şey kolay edilmiştir."
Her nesnenin Hakk Teâlâ’nın iradesiyle olması; Hakkın her şeye rızâsının olmasını gerektirmez. Zira küfür ve günahlar gibi nesneler, gerçi irâdesiyledir ama rızâsıyla değildir. Bunları rızâsı olmadığı halde irade etmiştir. Bilakis o küfür, kâfirin ve o günah; günahkârın isti’dâdı-kâbiliyeti gereğidir. İrâde-i cüz’iyyesini o yönde sarf ettiği için Allah Teâlâ dilerse onu yaratır.
Muhakkak ki Allah Teâlâ âlemlerden müstağnidir." (Âli İmrân Sûresi/97)
Yani âlemleri; Esmâ ve Sıfatlarının mertebelerini izhâr etmek için yarattı. Yoksa zâtındaki bir ihtiyaçtan dolayı değil!
Hakk Teâlâ’nın celle şânühû hakîkati olduğu gibi idrâk olunmamasının sırrı şudur: Alim ne zaman bir şeyi ma’lûm edinse= bilse, ona olan ihtiyacı kesilir, başka bir ilmi talep eder. Zira bir şey ma’lum olunca, kişi ona artık yönelmez olur. Bu yüzden Hakk Teâlâ kemâl-i künhüyle kula ma’lûm olsaydı, ona kulun ihtiyacı kalmazdı. Bu bilgi onda hâsıl olunca nefsin teveccühü kesilirdi. Mevlâ daima kulun kendisine nazarının tamah etmesini ister.
Cehennemde azap gören kimsenin imânı kapıda durur. Hakk’ın inâyeti imân mahalli olan kalbe ulaşır. Kâfirlerin kalplerine ulaşan ateş, bu sayede mü’minlerin kalplerine ulaşmaz. Bu yüzden demişlerdir ki; imân saadet sebebi, ilim de kemâlât sebebidir. Yani mü’minin azabı, kâfirin azabı gibi değildir. Bilakis herkesin azabı haline göredir.
Müminden dünyada zina ve benzeri büyük günahlar sâdır olsa, imân (o esnada) gölge gibi onun üzerinde durur, o günahı terk edince imân da mahalline döner. Bundan büyük günah işleyenin kâfir olması lazım gelmez. Bunu iyi bil ve iyi
belle!
Bir mü’min gereği gibi itikâd edip şerîata tâbi olsa velâkin azabı gerektirir münkerât da kendisinden sâdır olsa, azap göreceği takdirde; kalbine ve abdest âzâlarına azap edilmez.
İmân; zarûretle sâbit olan şeylerin hepsini tasdik etmektir. Tevhid, peygamberlik, öldükten sonra dirilmek, cezâ günü ve başka şeyler gibi. Bundan icmali imânın kâfi olduğu hükmü çıkar. Fakat bazı vakitlerde tafsilî imân dahî şarttır. Binâenaleyh bir kimseye namazın farz oluşundan ve şarap içmenin haramlığından sorsalar, o da (cehâleti sebebiyle) cevap veremezse, kâfir olur. Bu nedenle şöyle demişlerdir: Her mükellefe; meşrû olan her hükmü bilmesi ve ona göre inanması vaciptir."

(Bir mü’min) Rasûlullah (s.a.v.)’e, farzlarda farz, vâciplerde vâcip ve sünnetlerde de sünnet olarak tâbi olmalıdır.

Velhasıl (bir kimse) dînî amellerle yerli yerinde amel etse, fakat (hükmünün) ne olduğunu bilmese ve hakîkati üzere itikad eylemese, amelleri bâtıl olur ve dini sahih olmaz.

Mukallidin imâni sahîhtir. Lâkin nazar ve istidlâli terk ettiği için günahkâr olur.

Mukallid; başkasının sözünü delil aramaksızın kabul eden kimsedir. Fakat usûlüddin’de (imân ve itikâdla alakalı meselelerde) ihtiyatlı olmak gerektir.

(Tarifteki) delilden maksat, mantık ilminin delili değil, eserden müessire yani eseri yapana götüren istidlâldir. Bu mana ise imân ehlinin ekserisinde mevcuttur. Mesela uzun bir ağacı veya büyük bir seli veya harikulade bir nesneyi düşünüp incelediğinde, &‘Sübhânellâh’ demek istidlâl kabilindendir. Sanki kişi bu sözüyle şöyle demektedir: Bunun gibi harikulade bir şeyi yaratmak sadece Allah Teâlâ’ya mahsustur.

şer’an haram olan her şey, tekzib inkâr alâmeti değildir. Onun için şarap içen kimseye ve emsaline kâfirdir denilmez.

Lâkin bazı haramlar vardır ki Şâri’=Kanun koyucu; onu bizzat tekzib menzilinde değerlendirmiştir. Bu tür bir günahı irtikâb eden kimse mü’min" ise de kâfir olduğuna hükmolunur. Zünnâr kuşanmak, Yahudi ve Hristiyanların giydiği takkeleri (şapka vb.) giymek, Mushafı insan pisliğine atmak, üzerine oturmak veyahut öfkelenerek sayfalarını parça parça etmek ve emsali gibi!

insanın vücudu=varlığı, iki nesneden mürekkeptir=oluşmaktadır; biri ruh diğeri cesettir. Bu nedenle tasdik ruhun sıfatı, dille ikrâr da cesedin sıfatıdır. Bundan dolayı zâhire ve bâtına riayet için kalp ve ruha tasdîk, kalıp ve cesede de ikrâr hükmü konuldu. Tâ ki (kişide) gizli ve aşikâre imân bulunmuş olsun!
Hükemanın yani feylozofların iddia ettikleri gibi alem kadim değildir. Zira Kadim olsa ebedi olup haşrın ve neşrin olmaması lazım gelir. Bu cihetten alemin kadim olduğunu hükmeden hükemayı tekfir etmişlerdir. Haşrı red nassa aykırıdır ( şerhül şuabil iman İsmail hakkı Bursevi)
Allahu Teala kendi zatı üzerine kudret sıfatı ile vasıflanmış değildir. Bilakis mahlukatı üzerine kadirdir. Buna göre kudret sıfatının eseri mahlukatta görülür.( imam bursevi -şerhi şuabül iman)
“Tevbe; bütün muhâlefetlerden Hak Teâlâ’ya dönüşe derler. Bu yüzden kişi muhalefetlerinin bazısından dönüp bazısına devam eylese, ona terk derler, tevbe demezler.”

| #İsmailHakkıBursevî, İmanın Şubeleri
Şamil Yayınevi, 1.Baskı:2020, sf:261

Muhakkak ki Allah Teâlâ âlemlerden müstağnidir." (Âli İmrân Sûresi/97)
Yani âlemleri; Esmâ ve Sıfatlarının mertebelerini izhâr etmek için yarattı. Yoksa zâtındaki bir ihtiyaçtan dolayı değil!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir