İçeriğe geç

İlber Ortaylı Seyahatnamesi Kitap Alıntıları – İlber Ortaylı

İlber Ortaylı kitaplarından İlber Ortaylı Seyahatnamesi kitap alıntıları sizlerle…

İlber Ortaylı Seyahatnamesi Kitap Alıntıları

Asıl önemlisi bizler Türkiye tarihini öğrenirken Suriye-Lübnan-Filistin çizgisini ihmal edemeyiz. Buraları tanımayan, bilmeyen bir gençliğin, bırakınız uzak tarihi, çok yakındaki Türkiye tarihini bile anlayıp kavraması mümkün değildir.
Tebriz, 1905 İran Meşrutiyet Devrimi’nin ve 1979’da bugünkü İran’ı meydana getiren devrimin başlangıç noktasıdır. Şüphesiz her zaman canlı bir siyaset ve kültür hayatı olmuştur. İran’da ilk matbaa 1811’de Tebriz’de kuruldu. Eğitimde modernleşmenin ilk kurumlarından sayılan Rüşdiye 19. asır sonunda burada açıldı. İran’ın ilk belediyesi hem kuruluş hem bina olarak Tebriz’dedir.
Kendi kültür ve tarihine sahip olamayan etnik unsur, ana unsurun kültür ve tarihine karşı yıkıcı ve saldırgan bir tavır takınır, gerilim bundan başlar.
Dürziler bulundukları memleketlerin ordularını askere verir ve iyi çarpışırlardı. Bu Osmanlı devrinde böyle olduğu gibi şimdiki İsrail’de de böyledir. Dürzilerin cenazeleri de son derece özgün, sessiz ve muhteşem oluyor. Sonrası mühim değil. Ruhun anında yeni doğan bir çocuğa geçtiğine inandıkları için definden sonraki mezar kültürü kayda değmez. Yeniden dirilme inancı Dürzi’nin hayatına önemli bir dinginlik getiriyor. Ölmekte olan ihtiyar, Artık annemin kucağını özledim, bırakın da gideyim diye bir an evvel ölüm ve doğumla dirilişine özleyerek bu dünyadan ayrılıyor.
Bilgelikten ve bilgiden uzak politikalarla sadece zulüm ve karışıklık yaratılır.
Avrupalılar Jordan, İbraniler Yardan diyor; Şeria Vadisi ise Arapça ama Ürdün ülkesi aslında Bilad-ı Şam denen büyük Suriye’nin, kısmen çölün ve eski Arabistan’ın bir parçası. Bugünkü Ürdün’ün güneyinde bir zamanlar Nebatiler ve onlardan hemen, sonra Arapça konuşan Gassaniler ve Lahmiler hüküm sürmüş. Dolayısıyla bu bölge Suriye ve Filistin’in aksine sonradan değil ezelden beri bir Arap ülkesidir.
19. Yüzyıl Kafkasya’sından kovulan halkların önemli bir kısmını Osmanlı İdaresi bugünkü Suriye ve Ürdün’e yerleştirmiş. Bugünkü Ürdün, ezelden beri burada yaşayan Bedevi Araplar, yurdunu kaybeden sürgün Filistinliler, Çerkez ve Dağıstanlı gibi Kafkas asıllılar, milattan önceden beri burada bulunan Aramiler ve onların torunları Hristiyan Arapların Ülkesi.
Azerbaycanlıların bulunduğu her yere tiyatro gelir.
Bizler Türkiye tarihini öğrenirken Suriye-Lübnan-Filistin çizgisini ihmal edemeyiz. Buraları tanımayan, bilmeyen bir gençliğin, bırakınız uzak tarihi, çok yakında ki Türkiye tarihini bile anlayıp kavraması mümkün değildir.
Tarihi bilelim, ama geçmişin kinini tutmaktan çok, geleceği daha iyi kurmak için.
Bunaldığımız zaman Bosna’ya gitmeliyiz; müezzinin kendi sesiyle İstanbul usulü ezan okuduğu camileri ve şehirde Osmanlı hayatının izlerinin devamını yakından görürüz.
Zeki olmak bilge olmak demek değildir.
İnsanlığın kara yazgısı sadece kendini tekrarlıyor gibi.
San Marino’nun en güzel yanı,eteklerinde uzanıp giden güzel İtalya’yı doya doya seyredebilmek imkanıdır.Kıskanmıyorum,tabiat güzel ama Türkiye’den daha güzel olamaz.Sadece İtalya’daki ihtimam,dikkat ve her yerde olan ahlaksızlığı önleyen çevre ve imar kanunları bizde yok.
Tarihi bilelim, ama geçmişin intikamını tutmaktan çok geleceği daha iyi kurmak için
Asıl önemlisi bizler Türkiye tarihini öğrenirken Suriye-Lübnan-Filistin çizgisini ihmal edemeyiz. Buraları tanımayan, bilmeyen bir gençliğin, bırakınız uzak tarihi, çok yakında ki Türkiye tarihini bile anlayıp kavraması mümkün değildir.
Bir şeyi takdir etmek lazım;İran yönetimi ve halk,İsfahan ve Yezd gibi geleneksel şehirlerin tarihi yapısını ve çevreyi korumakta son derece başarılı,hassas hareket ediyor.İsfahan’da gökdelen yok,müsade edilmiyor.Bir tanesinin yapımı denendi fakat beğebmediler ve yıktılar.Üzerinde ısrarla durulan nokta,sadece şehirdeki abidelerin değil,civardaki tepelerin dahi profiline dikkat edilmesidir.
Ortadoğu’nun maden ve yeraltı zenginlikleri kadar medeni ve manevi bir atmosferi vardır.Onu sadece Romalılar ve Türkler anladı.(Bir de ben:))
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Hâlâ Avrupa’nın en düşük ücretle çalışan ama hayatını yaşayan orta sınıfı burada.
Sevilla Piskoposu İzidor, Pater noster duasını Latince okumaktan aciz gençlerimiz, Arap edebiyatını şerh ediyor ve Kur’an’ı öğrenebiliyorlar diye yakınıyordu.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Bırak savaşı başkaları yapsın , sen, ey mesut Avusturya, evlen.
Yunanistan’ı sevmek ise Batı Avrupalı imanının baş şartı. Stratejik önemi dışında Yunanistan’ın nesinin daha önemli olduğu hâlâ tartışılır.
Karadağ ve Hırvatistan’daki tatilin Arnavutluk’tan daha ucuza mal olduğu söyleniyor.
Tiran’daki kitapçıda her dilden kitap satılıyor. İtalyanca Bizans tarihinden Ortaçağ Avrupa tarihine; bunun yanı sıra otomobil ve mobilya dergilerine kadar her şey var. İnsanların parası yetmese bile günlerini orada geçiriyorlar. Galiba küçük Arnavutluk’un komşu Yunanistan ve Sırbistan’a üstün tarafı bu.
Bir ülkede etnik renklilik hakikaten bir zenginlik ama bu zenginliğin o ülkede yaşayan zümrelerin kendi üretimi olması lazım. Ismarlama kültür kalıplarıyla galiba renklilik ve zenginlikten çok sıkıntı doğuyor.
İnsanlığın kara yazgısı sadece kendini tekrarlıyor gibi
Volga Volga!
Baharda taşınca suların örtemez kıyıları
Topraklarımızı baştan başa saran halkımızın ızdırabı kadar
Zira kimliğini inşa edemeyen aydının toplumunu da nerelere götüreceği belli değildir.
Dünyanın hiçbir köşesi insanı her an iki bin yıl geriye götürüp sonra tekrar zamanımıza getiren böyle bir zihinsel mekanizma oluşturamaz. Hiç değilse son iki bin yılın tarihi ve coğrafyası tanınırsa Ortadoğu sevilir; bilinmezse herkes herkesten nefret eder ve asayişi sağlayacak bir yabancı kuvvet beklenir. Ne yazık ki insanların çoğu söz konusu iki bin yılı ne merak ediyor ne de bilebiliyor.
Petra’nın kayalara oyulan anıtsal mezarları kadar, o derbende yani kanyona oyulan kanalizasyon sistemi de oldukça çarpıcı. Çölün ani sağanak yağmurlarının yaratacağı su baskınları için örülmüş bentler bugün onarılarak kullanılıyor.
Hiç değilse son iki bin yılın tarih ve coğrafyası tanınırsa Ortadoğu sevilir; bilinmezse herkes herkesten nefret eder ve asayişi sağlayacak bir yabancı kuvvet beklenir
Bunaldığımız zaman Bosna’ya gitmeliyiz : Müezzinin kendi sesi ile İstanbul usulü ezan okudu camileri ve şehirde Osmanlı hayatının izlerini görmek mümkündür.
Toplantıdaki tarihçilerden biri : Her cemaatin birbirinden nefret ettiği bir bu dünyada Osmanlı yönetimini özlememek mümkün değil diyor.
• Arnavut bağımsızlığı 1878’de Rumeliyi kaybetme tehlikesi olan imparatorlukta, arnavutların Slav ve Helen denizi ortasında ezilmemek için başvurdukları bir politikaydı. Bazı tarihçilerin bulgusuna göre Sultan Abdülhamit Slavların baskısına karşı böyle bir harekete destek olmayı böle tercih etmişti.
• Tarihi bilelim, ama geçmişin kinini tutmaktan çok geleceği daha iyi kurmak için.
• Demir-çelik, sanayi, mühendislik dallarında patlama yapan Türkiye’nin diplomalılarının tarih coğrafya ve edebiyat dalındaki yavanlığı, maddi zenginliklerimizin geleceği içinde bir tehlikedir. Zira kimliğini inşa edemeyen aydının toplumunu da nerelere götüreceği belli değildir.
Bu asrın milliyetçilikleri romantizm üzerinde değil ; borsa değerleri orta sınıfın refah göstergeleri ve sosyal güvenlik etrafında dönüyor.
Evliya’nın normalin üzerinde bir zekası vardır, öyle bir eğitimi hiçbir yerde göremezsiniz.
Geçtiğimiz şehirleri bilen, yeme içmeden anlayan, coğrafyayı, ağaçları ve bitkileri taşıyan her insan memleketinin en iyi temsilcisidir.
Tarih çok otomatik mekanizmalarla işlemez, bazen olmadık olaylarla gürezgâhı değişir.
Gerileyen rejimleri gözden düşürmek için ucuz yorumlara gerek yok.
Tesadüfler acaba tesadüf müdür?
Öğretmenin kaderi öğrencisinin kapasitesiyle sınırlıdır.
Zeka ile geçinmeye ve petrol yağmalanmasına girişilirse; ayak basılan yer kavranmaz, bilgelikten ve bilgiden uzak politikalarla sadece zulüm ve karışıklık yaratır.
Tarihi bilelim, ama geçmişin kinini tutmaktan çok, geleceği daha iyi kurmak için.
Bunaldığımız zaman Bosna’ya gitmeliyiz; müezzinin kendi sesiyle İstanbul usulü ezan okuduğunu camileri ve şehirde Osmanlı hayatının izlerinin devamını yakından görürüz.
Bazı şeylerin bizim bildiğimiz eskiye göre değiştiğini kabul etmek gerekir.
Yazın ortasında kışı yaşamaya kalkarsan tabii üşütürsün.
Zeki olmak bilge olmak demek değildir.
Kendi kültür ve tarihine sahip olamayan etnik unsur, ana unsurun kültür ve tarihine karşı destruktiv (yıkıcı) ve saldırgan bir tavır takınır, gerilim bundan başlar.
Türkçenin nelere kadir olduğunu Tebriz aydınları arasında anlıyorsunuz. Unuttuğumuz dil, unuttuğumuz müzik ve etrafa bakma sanatı Tebriz’de. Ara sıra Türkçe konuşulan dünyanın merkezlerini görmek lazım ama bakmayı ve dinlemeyi bilmek şartıyla.
Öğretmenin kaderi öğrencisinin kapasitesiyle sınırlıdır.
İstanbul’u 1957 den beri görgüsüz idareciler mahvetti.
Geçtiğimiz şehirleri bilen, yeme içmeden anlayan, coğrafyayı, ağaçları ve bitkileri tanıyan her insan memleketinin en iyi temsilcisidir.
Asıl önemlisi bizler Türkiye tarihini öğrenirken Suriye – Lübnan – Filistin çizgisini ihmal edemeyiz. Buraları tanımayan, bilmeyen bir gençliğin, bırakınız uzak tarihi, çok yakındaki Türkiye tarihini bile anlayıp kavraması mümkün değildir.
“tarihi bilelim, ama geçmişin kinini tutmaktan çok, geleceği daha iyi kurmak için.”
Toplantıdaki tarihçilerinden biri, Her cemaatin birbirinden nefret ettiği bir dünyada Osmanlı yönetimini özlememek mümkün değil diyor.
Şam, İslam dünyası için Mekke, Medine ve Kudüs’ten sonra gelen önemli bir şehirdir yani Şam-ı Şerif’tir.
Toplantıdaki tarihçilerden biri, Her cemaatin birbirinden nefret ettiği bir dünyada Osmanlı yönetimini özlememek mümkün değil diyor.
Ölmekte olan ihtiyar, Artık annemin kucağını özledim, bırakın da gideyim diye bir an evvel ölüm ve doğumla dirilişini özleyerek bu dünyadan ayrılıyor
Gerileyen rejimleri gözden düşürmek için ucuz yorumlara gerek yok.
Malta dünyayı tanıyor, başkaları da onu tanımalı.
Taasup hiçbir yere gelip kendiliğinden yerleşmez. Ancak mutaasıb bir halk engizitöre ve şövalyeye teslim olur.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir