İçeriğe geç

İklimler Kitap Alıntıları – Andre Maurois

Andre Maurois kitaplarından İklimler kitap alıntıları sizlerle…

İklimler Kitap Alıntıları

&“&”

En güzel güller, en çabuk solanlardır.
Anlaşılması güç olan insanlar daha çok sevilir.
Çok büyük bir hayat sevgisinden kurtularak
Umuttan ve korkudan kurtularak,
Tanrılara kısaca şükrediyoruz
Ne olursa olsunlar,
Hiçbir hayat yeniden yaşanmadığı için
Ölüler hiçbir zaman uyanmadıkları için
Ve hattâ en yorgun nehir bile
Denize ulaştığı için.
* From too much love of living
From hope and fear set free,
We thank, whit brief thanksgiving,
Whatever Gods may be,
That who life lives for ever,
That dead men rise up never
That even the weariest river
Winds somewhere safe to sea.
Yaşamını araştırmalara, bir mesleğe vermişti; rahat ve mutlu görünüyordu. Aşktan el çekmek olanaklıydı demek?
En sıradan tümcelerimden bile, uzak bulutlar gibi, söylenmemiş serzenişler geçiyordu.
Kafamıza yerleşen kuşkular zincirleme mayın çukurları gibi patlar ve bir aşkı ancak art arda gelen patlamalarla yıkabilir.
Sevmiyorum onu, sevmiyorum, sevmiyorum." Ama bunun yanlış olduğunu, nedenini anlayamasam bile, onu her zamankinden de fazla sevdiğimi biliyordum.
Yüreğim altüst olmuştu, ama akılca nerdeyse hoşnuttum.
Ama toplum içgüdümüz öylesine güçlenmiştir ki, ilgilenmezmiş gibi görünerek ölmeyi bile başarırız belki.
Yaşamı gereğinden fazla ciddiye alıyorsunuz, Dickie… Bir oyundur yaşam, başka bir şey değil."
"Keyifli bir oyun değil."
Kitaplara gömülmek, kendimi bir köşeye çekilip düşüncelere bırakmak yüzünden ağaçlardan, çiçeklerden, toprağın kokusundan, gökyüzünün güzelliğinden, havanın serinliğinden uzak kalmıştım.
Hemen her zaman kendi mutsuzluğumuzu kendi elimizle hazırlarız.
Tutkun adam sevdiği kadının duyguları karşısında aşırı ölçüde duyarlıdır; tepkisini de hemen gösterir.
Hem ondan nefret ediyor, hem de ona tapıyordum.
Yaşamı gereğinden fazla ciddiye alıyorsunuz. Bir oyundur yaşam, başka bir şey değil.
Hemen her zaman kendi mutsuzluğumuzu kendi elimizle hazırlarız.
İnsanları verdikleri sözlerden sorumlu tutmak ne kadar haksız, ne kadar saçma bir şey!
Biz gerçek olduğuna inandıktan sonra, aldığımız haz yalancı olmuş olmamış, ne çıkar…
Yalnız olmak için yalnız olmak istememi anlamıyorsunuz siz.
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
Hem mutsuzdum, hem tutkuyla sarılıyordum bu işe.
Yalan söylediğini sezdiğime inandım mı acılı bir sevinç, şehvetli bir acı duyuyordum.
Sizi yıkan, kendinizi olduğunuz gibi kabul etmeniz" diyordum, "sanki yaratılışımızı hazır alıyormuşuz gibi. İnsan kişiliğini biçimlendirebilir, onu yeniden kurabilir."
Ben de, aşkın, zayıflığın etkisiyle, bu gerçeğe uymayan avutucu düşleme boyun eğiyordum.
Acı çektiğimi belli edemeyecek kadar gururluydum.
İnsan kıskanç doğmaz, bu hastalığa eğilimlidir, o kadar.
Onu anlamamayı kabul edemiyordum.
Belki de insanları en çok bölen şey, kimilerinin her şeyden önce geçmişte, kimilerinin de yalnız içinde bulundukları dakikada yaşamalarıdır.
Sevinçli, yaşamaktan mutlu bir Odile kadar duygulandırıcı bir şey olamazdı; sevinç için yaratıldığı öyle güçlü bir şekilde duyuluyordu ki, bunu ona vermeyince ağır bir suç işlemiş gibi görüyordu insan kendini.
Olayları birbiri ardından gözlerimin önüne getirmeme hiçbir zaman el vermezdi söyledikleri.
Böyle bitkin, tatlı olduğu akşamlarda, tam benim yarattığım Odile masalına benziyordu. Hoştu, zayıftı, egemenliğim altındaydı. Bu bitkinlikten dolayı ona minnettardım. Gücünü kazanıp da dışarı çıkabilecek duruma gelir gelmez, gene anlaşılmaz Odile’i buluyordum.
İki yaratığın kusursuz bir biçimde aralarına en ufak bir gölge düşmeden, birbirlerine bağlanmaları sizce olanaklı mı sevgilim?”
Doğrusunu isterseniz, gerçekten âşık bir kadının kişiliği yoktur hiçbir zaman; bir kişiliği olduğunu söyler, kendini buna inandırmaya çalışır, ama doğru değildir. Hayır, sevdiği adamın kendisinde bulmak istediği kadını anlamaya, o kadın olmaya çalışır.
Ocak başı, bir kitap, siz, benim için mutluluk bu şimdi."
Kadınlar bir söz ya da bir yeminle bağlanabilirler. Yanlış. “Kadınların bir ahlakı yoktur, yaşama biçimleri sevdikleri kişilere bağlıdır.”
Evlilik başka, aşk başka…
“Uzaklık ya da ölüm, kuşku ya da ihanetten daha az zarar verir aşka.”
Hastalık bir tür ruhsal mutluluktur, çünkü arzularımızı, kaygılarımızı sağlam sınırlarla çevirir.
Bir erkek bütün yaşamını bir aşka oynamaz; işi vardır, dostları, düşünceleri vardır.
Hemen her zaman, ne yaptığımızı pek bilmeden bağlanırız. Sonra da dürüst olmak isteriz; sevdiğimiz varlıkları kırmak istemeyiz; karışık nedenlerle, sonradan pişman da olsak, önümüzdeki hazları tatmak istemeyiz. Bunda bir tür korkakça iyilik bulunduğunu, vazgeçmemize neden olanlara neden her zaman kızdığımızı, gerçekte onlar için de, kendi kendimiz için de, neyi sevdiğimizi bilmek gözüpekliğini göstermenin, yaşama dosdoğru, gözlerimizi kırpmadan bakmanın daha iyi olduğunu söylüyordum.”
Sizin anlayamadığım yanınız, bir yandan ‘Ben içtenim, hiçbir ikiyüzlülüğü kabul etmem,’ derken, bir yandan da sonuna kadar gitmeyi hiçbir zaman göze alamamış olmanız."
“Mutluluk kaygı içinde bir duraklamadır.”
Sizde sevdiğim:
Sizi düşünmeye başlar başlamaz dalıverdiğim bu uzun ve haz dolu düş.
Kendi özümden masalsı ve kusursuz bir Odile yaratmıştım. Yanılmışım. Odile fildişi ile ay ışığından yapılmış bir tanrıça değildi; bir kadındı; benim gibi, sizin gibi, bütün o mutsuz insan soyu gibi, bölünmüş ve çok yanlıydı.
Yanıbaşımda canlı bir varlığın bağımsız yaşayabilmesi benim için anlaşılmaz bir şeydi sanırım.
Sizde sevdiğim: Sizde sevmediğim
Tüm bunlar sizi oluşturan şeyler, ben de, gerçek benliğinize takılmış küçücük şeyler bir yana, değişmenizi istemem.
Sizde sevdiğim: Siz
Sizde sevmediğim: Hiçbir şey
Benim için yaşamın tüm değerini oluşturan, olmayınca ölmek istediğim bu gizemli özden sizde de var biraz. Aşk mı? Dostluk mu? Sözcüğün ne önemi var? Gönülden gelen, derin bir duygu, büyük bir umut, uçsuz bucaksız bir tatlılık.
Dokunup geçiyordu yaşama, kadın olmaktan çok ruhtu.
Odile, gözleri kapalı, müziği içine akmaya bırakırdı, mutlu görünürdü, evreni unuturdu.
Bir zamanlar kimi modalar kadınların bedenini erkeklerin gözlerinden bütünüyle gizleyerek kabarık bir giysiye değer kattığı gibi duyguların kapalılığı da, tutkuların alışılmış belirtilerini perdeleyerek dilin farkedilmez inceliklerinin değerini ve güzelliğini ortaya çıkarır.
Her söylediğinde olağanüstü bir şiir vardı. Çok neşeliydi, ama zaman zaman sözlerinden kalın bir viyolonsel sesi gibi bir şey, hüzünlü bir uyumsuzluk geçer, havayı birdenbire bulanık ve acıklı bir tehdit doldururdu.
Başımı çeviriyor, Sana hiç bakmadan beş dakika duracağım." diyordum. Hiçbir zaman otuz saniyeden fazla dayanamadım.
Öylesine güzeldi ki, gerçekliğinden kuşku duyduğum oluyordu.
En güzeli, onunla onunla birlikte olunca, o olmayan her şeyi küçümsemem, onun da ben olmayan her şeyi küçümsemesi. Kendinden geçtiğini belirten, çok hoş bir yüz hareketi var. Bu harekette bir hüzün seziliyor, şimdiki dakikayı durdurmak, gözlerinde saklamak istercesine.
Erkekle kadın başbaşayken, erkekte kadının çocuksu ağzını öpmek için yenilmez bir arzu uyandıran şeyin çoğu zaman kadının söylediği safça, hatta budalaca bir tümce olduğunu, kadının da erkeği en çok onu en ciddi, en sarsılmaz biçimde mantıklı olduğu sırada sevdiğini kim söylemişti?
Odile’den daha güzel kadın tanımadıysam da daha göz kamaştırıcı, daha akıllı kadınlar tanımıştım, hiçbiri dünyayı böylesine ellerimin altına getirememişlerdi. Gereğinden fazla okumak, yalnız başıma düşüncelere dalmak, ağaçlardan, çiçeklerden, toprak kokusundan, gökyüzünün güzelliğinden, havanın serinliğinden uzaklaştırmıştı beni, şimdi Odile her sabah bütün bunları toplayıp, getiriyor, demet demet ayaklarımın dibine bırakıyordu.
Yaşama aşkı vardı onda.
Bende uyandırdığı mutluluk anılarını belirtebilecek güçten yoksunum. Neden öylesine büyük bir eksiklik duygusu duyuyordum?
Çok kısa bir an içinde gelip geçti bu bakış, ama bilinmedik güçlerle yüklü, küçücük bir tohumdu, en büyük aşkım bu tohumdan doğdu. Tek sözcük söylemeden, bu bakıştan anladım: Olduğum gibi davranmama izin veriyordu.
Kendine göre, yani sessiz ve ağırbaşlı bir biçimde mutlu olmuştu.
İçimde birbiriyle bu denli çelişen iki yaratığı nasıl barındırabildiğimi anlamakta güçlük çekiyorum bugün. İki ayrı düzlem üzerinde yaşıyor, birbirleriyle hiç karşılaşmıyorlardı. Bağlanmaya can atan içli aşık, sevilen kadının gerçek yaşamda var olmadığını anlamıştı.
Benim gibi birçok genç, erkenden çok göz alıcı bir sevgili ya da bir eş bulmak mutluluğuna eremeyince, kendini beğenmiş bir bencilliğin pençesine düşer ister istemez.
“Paylaşılsa bile, aşk korkunç bir şey. Bir gün, kadının biri çok doğru bulduğum şu sözü söylemişti bana. “Çok iyi, yani şöyle böyle giden bir aşk zordur, ama yürümeyen bir aşk cehennemdir.” Doğru.
Erkeklerin beğenileri, yaşamlarından gelip geçmiş kadınların bulanık, birbirine karışmış imgelerini sakladığı gibi, kadınların kafası da kendilerini sevmiş erkeklerin birbiri ardına getirdiği tortulardan oluşmuştur. Çoğu zaman bir kadının bize çektirdiği korkunç acılar, başka birinde uyandırdığımız aşkın yıkımının da dolaylı nedeni olur.
Sevildim ya, kendim fazla sevmedim. Gerçekte, aşkın ne olduğu konusunda hiçbir şey bilmiyordum. Aşktan acı çekilebileceği düşüncesi katlanılmaz bir romantizm gibi geliyordu bana.
Kitaplarda yalnız kendini arayan okurlardandı.
Ağır, beceriksiz, iddialı buldular beni. Ağırdım, çünkü kendimi dizginlemekle geçiriyordum yaşamımı, beceriksizdim. Çünkü davranış ve söz serbestliğinden her zaman yoksun bırakılmıştım. İddialıydım, çünkü kendimden ya da ufak tefek, hoş şeylerden incelikle konuşamayacak kadar çekingen ve alçakgönüllü olduğumdan, ciddi konulara sığmıyordum.
Hayır, sevgili dostum, hep oyuncu olduğumuzu sanırız, ama birer seyirci olmaktan kurtulamayız hiçbir zaman.”
Hiçbir şeyi ciddiye almak istemiyordum; düşüncelere ve yaratıklara çekine çekine dokunuyordum, yitirince acı çekmeyeyim diye yitirmeye hazır bekliyordum hep.
Odile gitmişti, gene bir tanrıça oluyordu; kendisinde bulunmayan erdemlerle süslüyordum onu, onu en sonunda ölümsüz Odile düşüncesine göre biçimlendirdikten sonra, şövalyesi olabilirdim.
Elimdekinden fazlasını yitirdim.”
Başkalarında “sen” olan azıcık şeyi sevmek.
Ama kitaplar beni yeniden hüzünlü düşünceye daldırıyordu; yalnız kendi acımı arıyordum onlarda, nerdeyse istemeye istemeye, bana acı öykümü anımsatabilecek kitapları seçiyordum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir