İçeriğe geç

İki Şehrin Hikayesi (Çizgi Roman) Kitap Alıntıları – Charles Dickens

Charles Dickens kitaplarından İki Şehrin Hikayesi (Çizgi Roman) kitap alıntıları sizlerle…

İki Şehrin Hikayesi (Çizgi Roman) Kitap Alıntıları

&“&”


Ne oluyor?"
"Vatan hainliği davası."
"Parçalayacaklar ha?"
"Ahh!" dedi adam iştahla; "önce asacaklar, ama tam ölmeden önce indirip kendi gözü önünde karnını yaracaklar, sonra bütün iç organlarını çıkarıp o bakarken yakacaklar, sonra da kafasını kesecekler, adam dörde bölünecek. İşte cezası bu."
Kaldıramayacağım tek şey şu anda beni içinde bıraktığınız belirsizlik.”
Şehvetli bakışları, gevşek dilleri ve gayriahlaki yaşamlarıyla en dünyevi din adamları oradaydı. Hiçbiri liyakat sahibi değildi fakat hepsi rezilce öyleymiş taklidi yapıyordu…
“Unutma ki biz mutluluğumuzdan güç alıyoruz, o ise çektiği acıyla iyice güçsüzleşiyor.”
Umarım dirilmek istiyorsundur."
"Bilemiyorum."
Şahsen hayattaki en büyük arzum bu dünyaya ait olduğumu tamamen unutmak…"
İnsanlar bazen karşılarındakine kalben uzak oldukları için anlamakta güçlük çekerler.
Söylediklerin göz zevki olmayan birinin yaptığım bir tablo ya da müzik kulağı olmayan birinin yaptığım bir beste hakkında fikir beyan etmesinden daha fazla sıkmıyor canımı.
Onun bu unutkanlığı ve ilgisizliği karşısında içten içten kan ağladım ki ağlamaların en acısı budur.
“Ben talihsiz bir köleyim efendim. Bu dünyadaki hiçkimseyi önemsemiyorum ve kimse de beni önemsemiyor.”
Gelmiş geçmiş en iyi günlerdi; gelmiş geçmiş en kötü günlerdi…"
Genç yaşta ölmüş biri gibiyim ben. Hayatım boyunca böyleydi."
Her şey tersine dönmüş… Katiller masumları yargılıyorlar.
Ne çok insan ve ne büyük ıssızlık!"
Zamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü, hem akıl çağıydı hem aptallık, hem inanç devriydi hem de kuşku, aydınlık mevsimiydi, karanlık mevsimiydi, hem umut baharı hem de umutsuzluk kışıydı, hem her şeyimiz vardı hem hiçbir şeyimiz yoktu, hepimiz ya doğruca cennete gidecektik ya da tam öteki yana…
Yalvarırım anlatmaya devam edin efendim."
"Tamam. Anlatacağım. Ama dayanabilecek misiniz?"
“Dayanamadığım bir şey varsa o da şu belirsizlik."
Her insanın bir diğeri için engin bir muamma oluşu, üzerine kafa yorulması gereken şaşırtıcı bir gerçektir. Gece vakti büyük bir şehre girdiğimde karanlıkta kümelenmiş bütün o evlerin her birinin içlerinde kendi sırlarını barındırdıklarını düşünürüm, her bir evin her bir oda sında ayrı bir sır vardır ve bunların içlerinde çarpan her bir yürek de hemen yanı başındaki yüreğin bile bilmedi ayrı bir sır taşır içinde! En berbat şeyler, hatta ölüm bile böyledir.
Bugüne dek yaptığım şeylerin en anlamlısı bu. Ruhum ebedî uykunun azizliğinde, derin bir sessizlikle o huzur denizinde yüzüyor şimdi."

SON

Henüz kendimi bu dünyaya ait
hissetmiyorum…"
Ben öyle sizin kadar kolay unutamam bazı şeyleri."
…Kafası sağlıklı şeylerle uğraştığı sürece, sağlıksız bir yöne kayma tehlikesi azalır…"
Bir müzik aletinden çıkan son nota gibiydi.
Kusur aranacaksa kusursuzluğunda olmalıydı.
Zulüm ve zorbalık tohumlarını bir kez daha ekecek olsanız, sonunda ektiğiniz tohuma uygun bir meyve almanız işten bile değildir.
Nasıl ki günahkar ve ihmalkar yaşam tarzının sebep olduğu fiziksel hastalıklar her türden insanı vurursa, tarifsiz acıların, katlanılmaz zulmün, acımasızca görmezden gelinişin sebep olduğu o korkunç ahlakı yozlaşma da, ayrım gözetmeksizin herkesi kırıp geçiyordu.
&”Ben diriliş ve yaşamım,&” diyordu Tanrı, &”her kim ki bana iman eder, ölmüş olsa bile yaşar; yaşayanlar ve bana iman edenler asla ölmezler.&”
“Rüzgara ve ateşe nerede duracağını söyleyin ama bana söylemeyin.”
“Yanlış yaşanmış hayatın kıymetiharbiyesi yoktur ve hayat her türlü çabaya değer. Yoksa yan gelip yatar, ölmeyi beklerdik.”
Gece vakti büyük bir şehre girdiğimde karanlıkta kümelenmiş bütün o evlerin her birinin içlerinde kendi sırlarını barındırdıklarını düşünürüm, her bir evin her bir odasında ayrı bir sır vardır ve bunların içlerinde çarpan her bir yürek de hemen yanı başındaki yüreğin bile bilmediği ayrı bir sır taşır içinde! En berbat şeyler, hatta ölüm bile böyledir.

İki Şehrin Hikayesi, Charles Dickens

Yanlış yaşanmış hayatın kıymetiharbiyesi yoktur ve hayat her türlü çabaya değer. Yoksa yan gelip yatar ölmeyi beklerdik.
Elveda ruhumun kıymetlisi. Veda ederken tüm kalbim ve dualarım seninle. Yorgun ruhların dinlendiği o yerde yine buluşacağız!"
Monsenyör çikolatasını içip de dört adamını bu görevden azat ettikten sonra kutsallar kutsalı odasının kapısının açılmasını emredek dışarı çıktı. O nasıl bir itaaatkarlık, yalakalık, yaltakçılık, onursuzluk ve rezilce kendini küçük düşürmeydi öyle! Bedenen ve ruhen bu denli eğilip bükülünce, Tanrı katında yapılacak bir şey kalmıyordu; belki de, diğer etmenlerin yanı sıra, Monsenyör’e tapınanların cennete pek uğramamalarının sebebi buydu.
Arkadaşım, komşum, sevgilim, ruhumun kıymetlisi öldü; onun o –benim de ömür boyu yüreğimde saklayacak olduğum kendi sırrım gibi– kimselerle paylaşılamayan sırları, acımasızca perçinlenmiş ve sonsuza dek mühürlenmiştir artık.
Her insanın bir başkası için sonsuz bir muamma oluşu, üzerinde düşünülmesi gereken muazzam bir hakikattir
Zaten sevgi her zaman nefretten üstün değil miydi?"
Eğer geçmişte yasalar, yöntem ve protokoller bu denli canavarca istismar edilmemiş olsaydı böyle bir devrim olmaz, devrimin intiharı anlamına gelecek intikam ateşi, herkesi rüzgâr gibi savurmazdı. 
Eğer bu dünyada sevgi denen bir şey varsa ben onu seviyorum.
O günler en iyisiydi, ya da en kötüsüydü, akıl çağıydı ve aptallık çağıydı, inançlar zamanıydı ve inançsızlıklar zamanıydı. Işık mevsimiydi ve karanlık mevsimiydi, umut baharıydı ve umutsuzluk kışıydı; yaşayabilmek için her şey vardı önümüzde ve yaşayabilmek için hiçbir şey yoktu önümüzde; hepimiz doğrudan cennete gidiyorduk, hepimiz doğrudan cehenneme gidiyorduk. Kısacası o günler, tıpkı şimdiki gibi o kadar uzaktaydı ki, kimileri iyi ve kötü şeylerin üstelik derecelerini karşılaştırdığında, o günlerin gelmiş geçmiş en iyi günler olduğuna ısrar ediyorlardı.
St. Giles de kanunsuz malları araştıran silahşörlere serseriler ateş açıyor, silahşörler de kalabalığa. Ve tüm bu olayları olağan saymayan kimse yok
Gece vakti büyük bir şehre girdiğimde karanlıkta kümelenmiş bütün o evlerin her birinin içlerinde kendi sırlarını barındırdıklarını düşünürüm, her bir evin her bir odasında ayrı bir sır vardır ve bunların içlerinde çarpan her bir yürek de hemen yanı başındaki yüreğin bile bilmediği ayrı bir sır taşır içinde! En berbat şeyler, hatta ölüm bile böyledir.
Onca kalabalığa rağmen,bu nasıl bir yalnızlık!"
Hayata dönmeyi istiyorsun,değil mi?
Cevap hep aynıydı: Bilemiyorum.
Kederli kederli yükseldi güneş; güneş ışıklarının vurduğu hiçbir şey, yüreğindeki iyi niyeti ve sahip olduğu yetenekleri doğru kullanma beceresinden yoksun, kendi iyiliği ve mutluluğuna zerre kadar hayrı olmayan, kendi çürüyüşünün farkında olduğu halde bu çürümenin onu yiyip bitirmesine izin veren bu adam kadar kederli olamazdı.
Umudunuzu yitirmeyin. Çabalayın!"
Onun yüreğinde çok ama çok nadiren açığa vurduğu derin yaralar var. Ben o yaraların nasıl kanadığına bir kez şahit oldum.
Kaderim belirlenirken benim sesime de kulak vermeleri gerekirdi.
Onca kalabalığa rağmen bu nasıl bir yalnızlık!"
Kendimi bu dünyaya ait hissetmiyorum.”
Gece vakti büyük bir şehre girdiğimde karanlıkta kümelenmiş bütün o evlerin her birinin içlerinde kendi sırlarını barındırdıklarını düşünürüm, her bir evin her bir odasında ayrı bir sır vardır ve bunların içlerinde çarpan her bir yürek de hemen yanı başındaki yüreğin bile bilmediği ayrı bir sır taşır içinde! En berbat şeyler, hatta ölüm bile böyledir
…, zaman ve mevsimler kimseyi beklemiyordu, …
Dayanamadığım bir şey varsa o da şu belirsizlik."
Sevgi her zaman nefretten üstün değil midir?"
Önceden Londra’da ne altın kaldırımlarda yürümeyi ne de gül yapraklarıyla kaplı yataklarda yatmayı ummuştu; gözü bu kadar yükseklerde olsaydı bu kadar başarılı olamazdı zaten. Bir iş yapmak istemişti ve bunu bulmuş, yapmış, hatta bu işi yapanların içerisinde en iyisi olmuştu. Esas zenginlik buydu.
Her şey tersine dönmüş… Katiller masumları yargılıyorlar.
Kalıcı olan tek felsefe baskıdır. Korku ve esaretten kaynaklanan bu hayırsız hürmet var ya azizim," dedi marki ve tavana baktı. "Başımız şu çatının altında olduğu sürece köpeklerin kamçıya itaat etmesini sağlar."
Gelmiş geçmiş en iyi günlerdi, gelmiş geçmiş en kötü günlerdi; hem bilgelik çağıydı hem ahmaklık; hem inancın devriydi hem şüpheciliğin; hem aydınlık hem karanlık bir mevsimdi; umudun baharı, umutsuzluğun kışıydı; hem her şeyimiz vardı hem hiçbir şeyimiz yoktu; hepimiz doğruca ya cennete gidecektik ya da tam aksi istikamete.
Askeri bilgilerden yoksun subaylar; gemiler hakkında hiçbir şey bilmeyen deniz subayları; hiçbir işten anlamayan devlet memurları; ateşli gözleri, sarkmış dilleri ve dağınık yaşamlarıyla dünyanın en dünyevi ve arsız din adamları, hiçbiri bu işleri yapmaya uygun değillerdi ama yayıldıkları yerden oraya aitmiş gibi davranıyorlardı ve hepsi ucundan köşesinden monsenyörün (hükümdarın) düzenine aitti, bu yüzden ucunda para olan her türlü işe koşturuyorlar, onlarsa topladıkları paralara bakıyorlardı. İnsanlar monsenyör ya da devlete bağlı olduğu kadar, gerçek olan şeylerden de bir o kadar kopuklardı ve kendine doğru bir yol tutturmuş dürüst insanlar parmakla gösterilecek kadar azdı.
Her insanın bir diğeri için muamma oluşu, üzerine kafa yorulması gereken şaşırtıcı bir gerçektir. Gece vakti büyük bir şehre girdiğimde karanlıkta kümelenmiş bütün o evlerin her birinin içlerinde kendi sırlarını barındırdıklarını düşünürüm, her bir evin her bir odasında ayrı bir sır vardır ve bunların içlerinde çarpan her bir yürek de hemen yanı başındaki yüreğin bile bilmediği ayrı bir sır taşır içinde!
“İnsan, çevresinde olup biten korkunç şeylerin her zaman farkına varamıyor; ortalıkta onca kellesi kopmuş insan var ve insanlar, durumun vahameti üzerine kafa yormak yerine hamaliye ücretlerini düşürmenin derdine düşmüşler.”
“Ona ayrı, buna ayrı muamele olmaz.”
“(…) mesele göründüğü kadar basit değildir; madalyonun daima iki yüzü vardır.”
İnsan hiçbir şeyden emin olmamalı bu dünyada."
“Umutsuz olmaktan bahsediyorsunuz ya, bence burada hepimizin durumu umutsuz. Unutmayın!”
“Burada hiç kimsenin hayatının bir ederi yok. Bugün serbest bırakılıp evine götürülen bir insan, yarın idama mahkûm edilebilir.”
Gelecek, sorunlarla dolu ve belirsizdi ama yine de tüm müphemliğinin içinde cahilce bir umudu da barındırıyordu.
“(…) umutsuz menfaatler uğruna umutsuzca kumar oynanan umutsuz günler bunlar.”
“Bunca kalabalığın içinde olup yalnız olmak!”
kökü kazınan eski zalimlerin yerini alan bu yeni zalimlerin, tedavülden kalkmadan önce, intikam dağıtan bu aletle can vereceklerini görebiliyorum.
… ama bir düşün, senin mutluluğun eksikken benimki nasıl tam olsun?"
Herif canavar gibi bir şeydi fakat adeta ince beğenilere sahip bir insan gibi konuşuyordu.
Bu şehrin içinden geçtiğim mezarlıklarından herhangi birinde, onlara kıyasla benden, bana kıyasla da onlardan daha gizemli biri var mıdır acaba?
Bir gün yorgun bedenlerin dinlendiği yerde yeniden buluşacağız.
Kısacası umutsuz bir zamanda yaşıyoruz, umutsuz oyunlara ölü yatırımlar yapılıyor.
Zamanı geldiğinde içindeki kaplanı ve şeytanı da ortaya çıkarırsın; ama şimdilik kaplan ve şeytanı içinde zincirli tut -gösterme kimseye- gene hep hazır olsunlar.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir