İçeriğe geç

İki Deli Derviş – Yazyalnızı Kitap Alıntıları – Behçet Çelik

Behçet Çelik kitaplarından İki Deli Derviş – Yazyalnızı kitap alıntıları sizlerle…

İki Deli Derviş – Yazyalnızı Kitap Alıntıları

Düş kurmanın da bir mantığı var. Gülme, gerçekten var. İnsan bazı gerçeklikleri bilince düş kuramıyor.
Her cuma mutlaka telefonlaşıyoruz. Ya ben çeklerle, senetlerle uğraşırken o; ya o özne, yüklem, tümleç savaşındayken ben.
Bir de düş kurardım bunları yaparken. Dünyada nükleer savaş çıkacaktı. (O yıllarda bundan çok emindim ve çok korkardım.) Bu savaşta insanlığın bütün kültürel nesneleri yok olacaktı. Ne bir arşiv ne bir kitap Başka dünyalardan gelenler benim tarih defterimi bulacaklar ve gerçek tarih sanacaklardı. Aslında tarihi öğrendiğimiz yazıtların ve hiyerogliflerin de, arsız ve düşsever bir çocuğun ürünleri olabileceğine inanmayı sürdürüyorum.
Gizemli insanın kendine güveni vardır, benim suskunluğum güvensizliktendi.
Hani ortak bir dili vardı insanlığın? Her yerde aynı gamzeyle gülerdi çocuklar.
Hiçbir sobanın üzerinde, ben varınca sofraya alınacak bir tencere inceden fokurdamıyor.
Kaçacağız. Bir gün mutlaka. Yaşanmaz buralarda.
Düşümde seni görmek istiyorum. Kaç gel yanıma İlgisiz bir yerinde giriver. Gülümse yeter.
İnsanlar; umudu insanların.
Böyle bir yaşamda insan her şeyi yapar.
Kabahat bende değil. Bana dayatılan yaşamda.
Severim aslında, konuşmayanları, az konuşanları.
Konuşmadan anlaşan insan kalmadı.
Hayatı yakalayamadık, ondan oldubittiye geldi yaşamımız.
Her yerde aynı gamzeyle gülümserdi çocuklar.
Kitaplarda yazılanları paylaşmak yetmiyordu.
İncecik bir yara, hiç iyileşmiyor.
Kuru bir çiçek olup kitap aralarına konmayı ve unutulup orda, bir gün sana ulaştırılmayı.
Bir yer hem aşk yuvası hem kasvet yuvası olabilir değil mi?
Gizemli insanın gizemli insandan başka dostu yoktur.
Hayatımda bir şeyler hoşuma gitmedi mi, ya evi toparlarım ya da üstüme başıma çeki düzen veririm.
İşe gitmeyi iple çeker olmuştum.
İnsan susmayı bilmeli.
Biliyor musun ağlamıştım o kendi yoluna gitmek istediğinde.
Tek seni düşünüyorum. Bunun için de kızmıyorum kendime. Ne düşünülür ki başka? En güzeli seni düşünmek. En korkusuzca sen varsın, en kuşkusuz, yaşamımda Kim bilir belki bir daha olmayacaksın. Zamanla. Uzaklık da var. Ama bir an kuşkulanmayacağım sevginden, inancından
Belki sen de şimdi aya bakıyorsun.
Keşke sen olsan ürkme nedenim. Sevincim gibi, kıpırtısı gibi yüreğimin Sen olsan. Güzeldir, her zaman güzeldir, ne varsa senden doğan.
Sensizliğe rağmen mutluluk olmalı duyduğum rahatlık.
Islak toprak kokusunu herkes sevebilsin isterdim. Herkesin sevdiği bir dünya düşlerdim. Ama düşlemekle olmuyor.
Herkes sevemiyor oğul. Kan kokusu, para kokusu burunlarını kapatıyor. Bazılarıysa koku alacak, koku sevecek durumda değil. Dilerdim ki herkes sevsin.
Ne çabuk büyüyor çocuklar Kimse yaşını yaşamıyor. Herkeste bir acele. Bugünden kesmişler umudu. Büyüsek de yarın olsa. Hem yarının belkisi var.
Uzun uzun bakmıştı her bir heykele. Nasıl da güzeldi kadınlar. Erkekler güçlü, sorunsuzdular. Bütün yaşamları yontucuya poz vermek.
Gideceğim yere buradan kalkmaz ki otobüsler.
bu bir kabahatse, kabahat bende değil. Bana dayatılan yaşamda.
Hani ortak bir dili vardı insanlığın?
Kalkıp gideyim. Umudumu da tükettiler, varıp yatayım odama, uykuma sığınayım.
Varlığında değil de yokluğunda aklı başına gelir. Tren kaçınca anlarsın, binmen gerekiyordu, gitmen gerekiyordu.
Kışı da sevebilir insan, hava erkenden kararsa da. Pencereden yağmuru seyretmek gibisi var mı?
Evlerimizden pek çıkmıyor, ayrı yerlerde benzer duyguları yaşıyorduk. Her şeyi çok zordu ikimiz için de; insan içine çıkmak, gülmek, konuşmak. Kendimizi dışarı çıkmaya, birilerini görmeye, hayata dönmeye zorladığımızda aklımıza ilk birbirimiz geliyorduk. Çeken bilir. Ben sana imrenirdim, sen benim yalnızlığıma.
Evet, bitenler oldu. Biz kaldık. Eksildik belki. Bir daha yıkılmamak için kendi kendimizi budadık. Yine de kaldık, bizimle kaldı o sabahlar, o yıkım, o kış.

Kalanlardan birisi de o kışki kadar olmasa da karanlık kış sabahlarında birbirimizi anmak oldu. Açıp telefonu Tam seninle çay içilecek bir sabah, der olduk. Sık olması da görüşüyorduk. Her buluştuğumuzda aynı şeyleri konuşuyor olmuştuk. Üç ay sonrası, altı ay sonrası. Senin bulacağın iş, benim tasarılarım. Bu tekdüzelik sıkıcıydı, ama sana söyleyemezdim. Aynı şeyleri konuşmak yorucuydu, ama seni görmeme engel değildi.

Sakınılan, insanın kendisini koruduğu sevdası olur mu? Sevdalandın mı dünyayı alacaksın karşına, pısıp saklanarak sevilir mi? Böyle sevda olur mu?
Hani ortak bir dili vardı insanlığın?
ve mehtapta dışarı çıkmak
Bekleyenin yoksa değmiyor
Ama hafıza-i beşer nisyan ile malul. Biz de, kendi adımıza beşerden olmanın her türlü cefasını yıllardır çekmekteyiz.
Sizde de olur mu bilmem, bazen iki şeyi birkaç kez birlikte andım mı, artık sürekli biri, ötekini hatırlatır.
Kaçacağız. Bir gün mutlaka. Yaşanmaz buralarda.
“Film yıldızı olmak isterdim ben de. Ama şimdi bir filmi yaşıyorum. Daha güzel.”
Seni iyisi mi bir sabah gün ışırken gel. Masada iki tabak, iki bardak olsun Sevgili olamazsak, kahvaltı da yasak değil ya bize
İnsanlar gibi, duygular, umutlar, sevinçler de ölüyor sürekli.
“Ne çabuk büyüyor çocuklar Kimse yaşını yaşamıyor. Herkeste bir acele. Bugünden kesmişler umudu. Büyüsek de yarın olsa. Hem yarının belkisi var.”
“Mutlu olun demesi kolay. Siz mutlu musunuz?”
İnsanlar umudu insanların. Savaşta ya da barışta her zaman seven, sevilen, kimi zaman umudunu yitiren, kötüleşen, yalnız kendini düşünen, yanılan, koşullar yüzünden semi yeteneklerini bile yitiren ama güzel bir müzikle yeniden doğan, güzel bir insana saatlerce bakabilen insanlar
Sakınılan, insanın kendisini koruduğu sevdası olur mu? Sevdalandın mı dünyayı alacaksın karşına, pısıp saklanarak sevilir mi? Böyle sevda olur mu?
Birileri, çok sevdiğimiz birileri ikimizi de yıkıp gitmişti. Biz de çok hazırdık yıkılmaya. Hazırlıksızdık. İçi çürümüş ağaçlar gibi koftuk belki de. Evlerimizden pek çıkmıyor, ayrı yerlerde benzer duyguları yaşıyorduk. Her şey çok zordu ikimiz için de; insan içine çıkmak, gülmek, konuşmak.
“Varlığında değil de yokluğunda aklı başına gelir. Tren kaçınca anlarsın, binmen gerekiyordu, gitmen gerekiyordu.”
Kalkıp gideyim. Umudumu da tükettiler, varıp yatayım odama, uykuma sığınayım.
Şaşıyorum bu içimdeki umuda. Her anı, her yeri yadırgamalarla, kimsesizliklerle dolu bu şehirde yine de elimden tutuyor, “yalan da olsa” yüzüme gülüyor.
Zaten her ayrılık, birliktelik öncesine geri dönüş değil mi? Acının büyüklüğü bunda. Bakarsın, ta en baştasın. Onca yaşanan yaşanmamış gibi. Kimse inandıramaz geri döneni, bir zamanlar bir dolu şeyin yaşandığına.
Kuru bir çiçek olup kitap aralarına koymayı ve unutulup orda, bir gün sana ulaştırılmayı.
Sanki bugünlerde herkes gitmek zorundaydı, minik ya da büyük bir parçasını bırakıp herkes gitmek zorundaydı.
İncecik bir yara, hiç iyileşmiyor.
“Balıkçıları görmüyor musun?” demişti. “Nasıl da tutunmuşlar takanın dümenine. İşte, yaşamla bütün bağları bu tutuş eyleminde. Bırakıvermek ne kadar yakın değil mi?”
Oysa yıllardır kendisiyle konuşmaktan sesi kısık biriyim.
Beklesen de, “Beklerim,” diyemezsin Nurhayat Beklemesen de, “Beklemem,” diyemezsin.
Evet, her inanç, ne olduğunu bilmediğimiz, bilmeye korktuğumuz bir şeyi varıyor.
Onu unutup küçük inançlarla yaşayıp gidiyoruz.
Kaçacağız. Bir gün mutlaka. Yaşanmaz buralarda.
Belki de gecenin hiç de karanlık olmadığını öğreniyoruz. Hele böyle bir ay varsa.
İnsanlar gibi, duygular, umutlar, sevinçler de ölüyor sürekli.
Bir başka yanına geçemezsin
Bir yanını yaşayıp bitirmeyince

Afşar Timuçin

Ne çabuk büyüyor çocuklar Kimse yaşını yaşamıyor. Herkeste bir acele. Bugünden kesmişler umudu. Büyüsek de yarın olsa. Hem yarının belkisi var.
Onlar eşlik ediyorlar çalan müziğe, bizse kendi türkümüzü kendimiz mırıldanıyoruz.
Mutlu olun, demesi kolay. Siz mutlu musunuz?
Güzel bir gündü, buna ağladı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir