İçeriğe geç

İhvân-ı Safâ Risâleleri Cilt 1 Kitap Alıntıları – Anonim

Anonim kitaplarından İhvân-ı Safâ Risâleleri Cilt 1 kitap alıntıları sizlerle…

İhvân-ı Safâ Risâleleri Cilt 1 Kitap Alıntıları

Eğer bir günahtan uzak durmayı başarırsan, doğru sözlü Yusuf’un dediği gibi, ‘(Bununla beraber) nefsimi temize çıkarmıyorum..’de.

{Yusuf Suresi, 53.Ayet-i Kerime.}

Aişe (ra)’ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Bu ümmetin, Peygamberinin vefatından sonraki ilk imtihanı, tokluk ve aşırı yemektir.”
Bil ki, ilim yolcusunun yedi şeye ihtiyacı vardır:
1. İlme arzulu olmak ve susmak,
2. Dinlemek,
3. Tefekkür,
4. Öğrendikleriyle amel etmek,
5. Doğru olmayı can-ı gönülden arzulamak,
6. İlmin Allah’ın bir nimeti olduğunu sıkça ifade etmek,
7. Yaptığı iyi şeylerden dolayı gururlanmayı terk etmektir.
Ey kardeşim! Bil ki, nefislerin dereceleri üç çeşittir:
a) İnsani nefisler
b) Onlardan üstün olan nefisler
c) Onlardan aşağı olan nefisler.
Sevilen şey, sevenin cezasıdır”
Müzik her ne kadar diri olmasa da, kalplerin derinliklerinden ve nefislerin sırlarından haber veren güçlü bir hatiptir.
“Mûsikînin, mantığın açıklama konusunda acze düştüğü bir üstünlüğü vardır ve mantık bunu kelimelerle ortaya çıkaramaz.
“Sanki nefsimle baş başa kalarak bedenimi terk ettim ve bedenden yoksun soyut bir cevhere dönüştüm. Zatıma (özüme) dâhil olmuş ve bütün şeylerle ilişkimi kesmiş gibiyim.
İnsan Rabbinin bilgisine kendini adamışsa, Onun bilgisine ancak nefsinin bilgisinden sonra yol bulabilir.
Gözün karanlığı ona ışık kazandırır.
Risâleler; cilâ, şifa, nur ve ışıktır. Hatta onlar ilaç olamamışsa, hastalık gibidir,
îyileştiremezse hasta eder; ıslah etmezse ifsat eder; kurtuluşa erdirmezse helâk eder. Tedavi eder, ama bazen hasta da edebilir. Öldürür de, diriltir de.”
Sıcak bölgelerde doğup büyüyen ve o ortamda yetişen kimselerin bedenlerinin karışımlarında, genellikle “soğukluk” hakim olur. Oysa soğuk bölgelerde doğup büyüyen ve o ortamda yetişenlerin bedenlerinin karışımlarında “sıcaklık” hakim olur.
Ey kardeşim! Bil ki, insanların ahlakı ve tabiatları dört yönden farklılık arz eder:
a) Bedenlerinin karışımı ve bu karışımların yapısı yönünden,
b) Ülkelerinin toprağı ve iklimin farklılığı yönünden,
c) Atalarının, öğretmenlerinin, hocalarının, kendilerini büyüten ve terbiye eden kimselerin inançları,
d) Ana rahmine düştükleri anda ve doğumları anında astrolojik hükümlerin gerekleri açısından.

Bunlar esas, diğerleri ise tali sebeplerdir.

Ey kardeş! Allah seni de, bizi de, hangi beldede olursa olsun, bütün kardeşlerimizi de doğruya muvaffak kılsın! Şüphesiz O, kerem sahibi ve cömerttir.
Çocukların nefisleri “bilkuvve bilen”, üstatların nefisleri ise “bilfiil bilen”dir. Bilkuvve bilen her nefis için, kendisini kuvveden fiile çıkaracak bir “bilfiil bilen” nefis gereklidir.
Zaten hayat, “nefsin bedeni kullanması”ndan, ölüm ise, “onu kullanmaya son vermesi”nden başka bir şey değildir.
Soru soran, fakat ne sorduğunu bilmeyen kimse, kendisine cevap verildiğinde, verilen cevabı da anlamaz.
O kendisinde, yani cisimsel bir beden ile ruhani bir nefsin bütünleşmesinden ibaret olan insanda ortaya çıkan; sadakat ile düşmanlık, fakirlik ile zenginlik, gençlik ile yaşlılık, korku ile ümit, doğruluk ile yalancılık, hak ile batıl, doğru ile yanlış, hayır ile şer, çirkinlik ile güzellik gibi birbirine zıt ve birbirinden tamamen farklı söz, fiil ve huylar arasında gidip gelmektedir.
İnsan, cisimsel bedeni itibariyle dünyada sürekli kalmayı, ebedi olarak burada yaşamayı arzular. Ruhani nefsi itibariyle ise ahiret yurduna talip olur, oraya ulaşmayı temenni eder. İnsan birçok yönüyle ve pek çok durumuyla böyle düalistik bir yapıya; hayat ve ölüm, uyku ve uyanıklık, bilgi ve cehalet, hatırlama ve gaflet, akıllılık ve ahmaklık, hastalık ve sağlık, hayasızlık ve İffet, cimrilik ve cömertlik, korkaklık ve cesaret, elem ve lezzet gibi birbirine zıt niteliklere sahiptir.
“Sevilen şey, sevenin cezasıdır.”
Bilgeler arasında ittifakla önceden kabul edilen şey “tabiatın faydası olmayan, boş bir şey yapmadığı”dır.
“Yüzlere bakanların gözleri güzellikleri teşhis eder. Çünkü nefsin âleminden bir eser vardır, ayrıca bu âlemde görülenlerin geneli güzel değildir.”
“Müzisyenin -ortaya koyduğu- manaları, bilinmeyen şeylerin sırları hakkındaki ifadelerinin güzelliğini ancak tabii arzularından temizlenmiş ve hayvani isteklerinden uzaklaşmış yüce nefisler anlar.”
“Musikinin, mantığın açıklama konusunda acze düştüğü bir üstünlüğü vardır ve -mantık- bunu kelimelerle ortaya çıkaramaz ”
Müziğin bazı peygamberlerin şeriatlarında haram kılınmasının sebebi, insanların müziği Hikmet sahiplerinin kullandığı yolda değiş bilakis oyun-eğlence yolunda kullanmaları, dünya lezzetleri-arzularına rağbet etmede ve gururlanma konularında kullanmalarıdır.
Daha önceden cisimlere -tapan- atalarımız ortak koştu. Biz ise gurur evinde ve kabirlerin zorluğunda onlardan sonra gelen günahkarlarız.
“Biz gafillerdeniz!”
Fakat filozofların icat ettiği bu sazların en mükemmeli ve en güzeli ud diye isimlendirilen sazdır.
Akciğerleri büyük, boğazları uzun, burun delikleri ve avurt içleri geniş olan hayvanların sesleri de gür olur; çünkü daha çok hava çekerler ve bunu daha şiddetli salarlar.
Ey kardeşim! Bil ki bu dünyanın işleri, devletler ve yöneticileri sayesinde, halk arasında asırlardır bir ümmetten diğerine, bir beldeden diğerine dönerek yürür.
Allah için, mahlûkatın O’nun hakkında bilgisiz olmasından daha kalın bir perde yoktur.
Dönenceli burçlar ve onların halleri, dünya ehlinin hallerindeki değişkenliğe; sabit burçlar ahiret ehlinin hallerindeki sebata; çift bedenli burçlar da dünya ve ahiret olayları arasındaki karşılıklı ilişkiye delalet eder.
Satürn ve Mars iki uğursuzdur: Satürn, dünya elinin uğursuzluğu için bir delildir. Şöyle ki etkisi altında doğan kimseler için meşakkate, ıstıraba, fakirliğe, hastalığa ve işlerdeki zorluklara delalet eder. Bu hallere sahip bir kimse de dünyada mutsuz olur. Mars’a gelince o ahiret ehlinin mutsuzluğu için bir delildir. Etkisi altında doğan kimseler için günahkarlık, ahlaksızlık, hırsızlık, cinayet ve yeryüzünde bozgunluk çıkarma gibi kötülüklere delalet eder. Dünyada bu hallere sahip olan bir kimse de ahirette mutsuz olur. ( ) Merkür’ün Uğur ve uğursuzluğu meczetmesine gelince bu dünya ve ahiretteki şeylere ve onların arasındaki karşılıklı ilişkiye bir delildir.
Jüpiter ve Venüs iki uğurludur: Venüs, dünya ehlinin mutluluğu için bir delildir. Şöyle ki etkisi altında doğan kimseler için yeme içme, evlenme ve evlat edinme gibi dünya nimetlerine delalet eder; bu hallere sahip bir kimse dünyada mutlu olur. Jüpiter’e gelince o ahiret ehlinin mutluluğu için bir delildir. Etkisi altında doğan bir kimsenin ahlakının iyiliğine, dininin doğruluğuna, hakikate olan inancı ve takvasındaki samimiyetine delalet eder. Dünyada bu hallere sahip olan bir kimse ahirette de mutlu olur.
Şanı yüce olan Yaratıcı, bir hikmet gereği olarak mevcudatın bir kısmını zâhiri ve açık, bir kısmını ise duyuların algılayamadığı bir biçimde batınî ve gizli kılmıştır. Örneğin, cisimlerin cevher, araz ve halleri zâhiri ve açık mevcudattan, nefislerin cevherleri de batınî ve gizli mevcudattandır.
Pisagor altın vasiyetinde şöyle der: Ey Diyocanus, sana söylediklerimi yapar ve bu bedeninden ayrılırsan havadaki bir arıya dönüşürsün. O zaman insana özgü vasıfları taşımayan ölümsüz bir yolcu olursun.”
Aristoteles, Esuluciya isimli kitabında benzer şeye işaret eder: “Sanki nefsimle baş başa kalarak bedenimi terk ettim ve bedenden yoksun soyut bir cevhere dönüştüm. Zatıma/özüme dahil olmuş ve bütün şeylerle ilişkimi kesmiş gibiydim. Zatımdaki iyilik ve güzelliği görüyor ve buna artık şaşırmıyorum. Şerefli ve faziletli olan en yüce alemin bir parçası olduğumu artık biliyorum ”
Kadim hikmette; bedeninin (isteklerini) terk eden, duyularından yüz çeviren ve iç huzursuzluğunu teskin eden bir kimsenin Ay üstü aleme yükseleceği ve orada en iyi şekilde ödüllendirileceği anlatılır.
Bilesin ki, akleden ve anlayış sahibi kimse gökbilimi incelediğinde; söz konusu kürelerin genişliğini ve devir hızlarını, gezegenlerin büyüklüğünü ve hayret uyandıran hareketlerini, burçların kısımlarını ve yukarıda tavsif ettiğimiz ilginç niteliklerini tefekkür ettiğinde, onun nefs Ay üstü aleme (küreler alemine) yükselerek orada bulunanları bizzat görmeyi arzular.
Oğlak burcu: ( ). Gecesel, dönenceli, sevda tabiatlı, kışa ait, Güneysel toprak burcudur.
Yay burcu: ( ). Eril, gündüzsel, çift bedenli, sonbahara ait, safra tabiatlı ateş burcudur.
Akrep burcu: ( ). Gecesel, dişil, sonbahara ait, Kuzeysel, balgam tabiatlı su burcudur.
Terazi burcu: ( ). Eril, gündüzsel, Batısal, dönenceli, sonbahara ait, kan tabiatlı hava burcudur.
Başak burcu: ( ). Gecesel, dişil, Güneysel, yaza ait, çift bedenli, sevda tabiatlı toprak burcudur.
Aslan burcu: Güneşin evidir.( ) Eril, gündüzsel, Doğusal, sabit, yaza ait, safra tabiatlı ateş burcudur.
Yengeç burcu: ( ). Dişil, gecesel, Kuzeysel, dönenceli, yaza ait, balgam tabiatlı su burcudur.
İkizler burcu: ( ). Eril, gündüzsel, Batısal, ilkbahara ait, kan tabiatlı, çift bedenli hava burcudur.
Güneş; eril, sıcak, ateşsel, gündüzsel ve uğurludur. Satürn; soğuk, kuru, eril, gündüzsel ve uğursuzdur. Jüpiter; sıcak, nemli, eril, gündüzsel ve uğurludur. Mars; sıcak, kuru, dişil, gecesel ve uğursuzdur. Venüs; soğuk, nemli, dişil, gecesel ve uğurludur. Merkür; latif, uyumlu ve uğurludur. Ay; soğuk, nemli, dişil, gecesel, uğurlu ve siyahtır.
Bilesin ki, somut geometriyi inceleme, tüm pratik sanatlarda ustalığa ulaştırır; soyut geometriyi inceleme ise bilimsel sanatlarda ustalığa götürür.
Bilesin ki, ona selam olsun Adembabamızdan gelen hatayla içine düştüğümüz bu dünyanın sıkıntı ve afetlerinden tek başına kurtulamayacağını kesin olarak anlamalısın.
Bilesin ki, tek bir insan yalnız başına ancak sıkıntılar içerisinde yaşayabilir. Çünkü insan, türlü türlü sanatların ustaca yapılmasından doğan güzel bir yaşama gereksinim duyar. Tek bir insanın tüm bu sanatları elde etmesi mümkün değildir. Çünkü ömür kısa ve sanatlar çoktur.
Her sanatta ehlinden yardım isteyin.
İnsan Rabbinin bilgisine kendini adamışsa, O’nun bilgisine ancak nefsinin bilgisinden sonra yol bulabilir.
“Bilsin ki insan için kendi çalışmasından başka bir şey yoktur. Çalışması da ileride görülecektir. Sonra ona karşılığı tastamam verilecektir. Şüphesiz en son varış Rabbinedir.”
İnsan gayreti aynı olmasına rağmen, (genelde) bir şeyde temayüz eder, ama başka bir şeyde çok geride kalır. Bazen birinin işittiği bir söz ya da gördüğü bir şey, hoşuna gider doğal olarak gönlü ona meyleder, onu tercih eder, kendini bütünüyle ona kaptırır. Zamanla ona karşı ülfet ve ünsiyeti güçlenir. Bu ülfet güçlenip ona karşı ilgi, alışkanlık haline gelerek gönlü onunla huzur bulunca, artık onu iyice bildiğinden, onunla ilişkisinin güçlenmesinden ve ona aşırı mailinden dolayı kalbine iyice yerleşince, onu başka şeye tercih eder. Hatta sürekli onu tercih ettiğinden dolayı sonunda ona aşık olur, onun dışındaki şeylere inatla karşı çıkar, -her ne kadar aşağı da olsa- Başka gerçek mezheplerden akli görüşlerden üstün görür, onun yüceliğine ve üstünlüğüne hükmeder. İşte bu itibarla farklılıklar çoğalmış farklı din ve mezhepler ortaya çıkmıştır. Oysa onlarda gerçeklik payı olabildiğince azdır ve sonraki, öncekinin devamıdır.
Hakikatte insan, bu âlemin özü, özeti ve meyvesi, bulanık yüzü ve tortusudur.
İnsan, cismanî ve ruhanî her iki alemin özetidir. Yaratılıştan yönetmeye yatkındır.
Sayı bilimi, bilimlerin aslı, hikmetin temeli, marifetlerin başlangıcı ve anlamların ana unsurudur.
“Ey kardeş!” der İhvân-ı Safâ, “bu risaleler, ilim isteklileri, hikmeti seçenler, özgürlüğü seven ve kurtuluşu tercih edenler içindir. Onları sadece hak edenlere vermek ve hak edenleri onlardan mahrum etmemek suretiyle, risaleler konusunda emanet hakkı yerine getirilmelidir. Çünkü risaleler; cilâ, şifâ, nur ve ışıktır. Hatta onlar ilaç olamamışsa, hastalık gibidir. İyileştiremezse hasta eder; ıslah etmezse ifsat eder; kurtuluşa erdirmezse helak eder. Tedavi eder, ama bazen hasta da edebilir. Öldürür de, diriltir de.”
İhvân-ı Safâ’ya göre şeytan, rüştüne ulaşmış olan insandır. Çünkü öğüt dinlemez ve şehevi arzularının peşinden gider. Davranışları ve ahlakı kötü olduğu için o da kötü insan olur.
İhvân-ı Safâ içinde birbirine bağlı dört ayrı derece vardır: Birincisi on beş yaşını dolduran gençlerin oluşturduğu sanatkâr grubudur. İkinci derece, otuz yaşını dolduran ve akıl ve hikmeti bilen “liderler” grubudur. Üçüncü derece, kırk yaşını dolduran güçlü kralların derecesidir. Dördüncüsü ise, elli yaşını dolduran ve hakikate açık biçimde erişenlerin derecesidir.
“Din, hastaların; felsefe ise sağlıklı insanların tedavisiyle ilgilenir. Peygamberler hastaları, hastalıklarının artmaması, hatta onların bütünüyle iyileşmesi için tedavi ederler. Filozoflar ise herhangi bir hastalık bulaşmaması için, sağlıklı insanların sağlığını korur.”
İhvân-ı Safâ öteki düşünce ve inançlara karşı hoşgörüyü özellikle vurgular. Hiçbir bilime düşman olunmamalı, hiçbir kitaptan uzak durulmamalıdır onlara göre. Bütün dinlerin olumlu yanına vurgu yaparlar.
Tarih keskin kılıçların olduğu kadar keskin fikirlerin de eşitsiz gelişiminde biçim alır.
Bir grup düşünürün ortak adı olan İhvan-ı Safâ, “arınmış kardeşler” veya “gönlü temiz kardeşler” anlamına gelir.
Nefsim, methedilip övülmeyi de o kadar sever ki, o esnada sanki insanların en akıllısı, en erdemlisi ve en üstünü kendisidir.
Nefs, özü gereği canlı, bilkuvve bilen, tabiatı gereği etkin(faal), birtakım bilgileri kabul eden, cisimler üzerinde etkin ve onları kullanan, bitkisel ve canlı cisimleri belirli bir zamana kadar yetkinleştiren, sonra da terk edip onlardan ayrılarak kendi unsuruna, kaynağına ve başlangıç noktasına (mebde’) -nasılsa öylece- ya kazanç ve özençle ya da pişmanlık, üzüntü ve hüsranla dönen, nûrani, göksel ve rûhani bir cevherdir.
Ey kardeşim! Bil ki, Allah kimini bir derece ve makama yükseltir de, o da oraya ulaştıktan sonra orada kalır, geri dönmez, sonra o makamın hakkını verir, şartlarını yerine getirirse, bunun karşılığı ve mükafatı olarak Allah onu bu makamdan daha yüksek bir makama, bulunduğu halden daha yüce ve şerefli bir hale yükseltir. Bu makamda bulunma nimetinden habersiz olup, o nimete şükretmeyen ve daha yüksek makama ulaşmak için çabalamayan ve bulunduğu makamda ilerlemeyi arzulamayan kimsenin göreceği karşılık ise, o makamdan ayrılmak, ameli hangi dereceye karşılık geliyorsa, orada kalmak ve daha fazlasından mahrum olmaktır. Böylece o, bunun ötesinde ve yukarısındaki derece ve makamlara ulaşamaz. Bu kayıp ve mahrumiyet, ona verilmiş cezadır.
Akıl sahibi olan bir kimse, nefisten kaynaklanan huylardan birinin kendisinde galip gelmesinden korkarsa, ruhun huylarından onun zıddı olan bir huy ile ona karşılık verir ve o huya itina gösterir. Böylelikle onu dengeli hale getirip güçlendirir. Örneğin hiddete yumuşak başlılık ile, korkuya vakar, şehvete iffet, oyuna haya, eğlenceye güzellik ile, gülmeye keder, rezilliğe şeref, düzenbazlığa cesaret, yalana doğruluk, kabalığa nezaket, aceleciliğe sabır, çılgınlığa da tahammül ile karşılık verir. Çünkü her ahlâki hastalık zıddı ile tedavi edilir.
Ey kardeşim! Bil ki, insanların ahlakı ve tabiatları, dört yönden farklılık arzeder:
a)Bedenlerinin karışımı ve bu karışımların yapısı yönünden,
b)Ülkelerinin toprağı ve iklimin farklılığı yönünden,
c)Atalarının, öğretmenlerinin, hocalarının, kendilerini büyüten ve terbiye eden kimselerin inançları,
d)Ana rahmine düştükleri anda ve doğumları anında astrolojik hükümlerin(ahkamu’n nücûm) gerekleri açısından.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir