İçeriğe geç

İhlâs Risalesi Kitap Alıntıları – Şair’ül İslam Yunus Kokan

Şair’ül İslam Yunus Kokan kitaplarından İhlâs Risalesi kitap alıntıları sizlerle…

İhlâs Risalesi Kitap Alıntıları

Evet; iman, ilim, amel, ihlâs ve mahviyet olmadıkça terakkiyat mümkün olmadığı gibi hüsrandan ve ziyandan kurtulmak da mümkün değildir.
Bu yol sırat-ı müstakimdir. Bu yol nezaket yolu, edep yolu, ittifak ve istişare yoludur. Bu yol kırmadan, incitmeden halkı Hakk’a davet yoludur. Bu yol kardeşlik, sevgi, birlik ve dayanışma yoludur. Bu yol asla enaniyet, benlik, kendini beğenme, kibir ve gurur yolu değildir. Bu yol “Rabbinin adını zikret! Bütün varlığınla O’na yönel!” (Müzzemmil Sûresi, 73/8) âyetinin gereğince Allah’ı anma ve yalnız O’na dayanma yoludur.
O hâlde bu yol “Ben! Ben! Ben!” diyenlerin değil, ihlâsla “Hak! Hak! Hak!” diyenlerin yoludur. Samimiyet, istikamet ve mahviyet yoludur. Ne mutlu bu yola girenlere ve bu dosdoğru yolda ilerleyenlere!
Sizden, hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.

Âl-i İmrân Sûresi, 3/104

Ekoller tebliğ ve davet vazifesini hiç kimseyi kırmadan, incitmeden yerine getirmeli Üstad-ı Mutlak Resûlullah’ın (s.a.v) “Kolaylaştırınız! Zorlaştırmayınız! Müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz!” emrine uygun hareket ederek Allah’ın lütuf ve ihsanından, rahmetinin genişliğinden ve sevabının büyüklüğünden, bahsederek hep müjdeleyici olmalı, tebşir edici âyet ve hadisleri hiç zikretmeden sadece korkutucu ve tehdit edici âyet ve hadislerlerden bahsederek ürkütmemeli, nefret ettirmemeli.
“Müminin mümine bakması ibadettir”.
“Hakiki tevazu, herkesi kendisinden hayırlı görmek ve insanların kendisini iyilik ve takva ile anmasını hoş görmemektir”.
“İnsanları idare etmek, sadakadır”.
“Her zorlukla beraber, bir kolaylık vardır”.
“Bazıları sıkıntı ile imtihan olurken,
Bazıları rahatlık ile imtihan olur”.
Allah’tan ne gelirse ona razı ol!
(İblis) dedi ki: Rabbim! Beni azdırmana karşılık ben de yeryüzünde onlara (günahları) süsleyeceğim ve onların hepsini mutlaka azdıracağım!
Ancak onlardan ihlâslı kulların müstesna.

Hicr Sûresi, 15/39-40

Vücutta kalbin yeri, görevi, fonksiyonu ve işlevi ne ise ihlâsın da dindeki yeri, görevi, fonksiyonu ve işlevi odur.
Evet, ihlâs mükemmel, muhteşem ve harika bir sırdır; lakin nefse pek ağırdır. Zira ihlâsta nefsin nasibi ve payı yoktur. İhlâs ile çok uzak mesafeler kısa sürede alınır. Hem uzun yıllar isteyen ameller ve işler, kısa zamanda ele geçer.
İhlâs, riyanın aksi ve zıttıdır, samimi olmak, dine içtenlikle bağlanmak, din esaslarını yalnızca Allah (c.c) rızası için uygulamak, başka hiçbir maksat gözetmemektir.
Yâ Rab! Senin rızan için telif ettiğimiz bu İhlâs Risalesi’nin hürmetine bize ve talebelerimize ihlâs lütfet! Ey Rabbimiz! Ey yücelik ve ikram sahibi! Ey âlemlerin Rabbi Allah’ım! Bizi ve talebelerimizi dünya ve âhirette her an Sana ihlâsla bağlı kıldığın kullarından eyle!
Rabbinin adını an ve bütün benliğinle O’na yönel!

(Müzzemmil Sûresi, 73/8)

De ki: ‘Şüphesiz benim namazım da, diğer ibadetlerim de, hayatım da, ölümüm de âlemlerin Rabbi Allah içindir.’

(En’âm Sûresi, 6/162)

Resûlullah (s.a.v), “Sizin hakkınızda en çok korktuğum şey küçük şirktir.” dedi. “Yâ Resûlullah (s.a.v)! Küçük şirk nedir?” diye sordular. Resûlullah (s.a.v), “Riyadır.” buyurdu.
Üstad-ı Mutlak Resûlullah’a (s.a.v) kulak verelim. O (a.s.m) bu hususta ne buyuruyor, birlikte dinleyelim.

“Ameller niyete göredir. Herkes sadece niyetinin karşılığını alır. Kim Allah ve Resûlü için hicret ederse, hicreti Allah ve Resûlü’nedir. Kim de erişeceği bir dünyalık veya evleneceği bir kadından dolayı hicret ederse, onun hicreti de hicretine sebep olan şeyedir.”

(Müslim, İmâre, 155)

“Allah, ancak samimiyetle ve kendi rızası gözetilerek yapılan ameli kabul eder.”
“Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki, onlar namazlarını ciddiye almazlar. Onlar (namazlarıyla) gösteriş yaparlar.”

Mâ’ûn Sûresi, 107/4-6

“Ey iman edenler! Allah’a ve ahiret gününe inanmadığı hâlde insanlara gösteriş olsun diye malını harcayan kimse gibi, sadakalarınızı başa kakmak ve gönül kırmak suretiyle boşa çıkarmayın! Böylesinin durumu, üzerinde biraz toprak bulunan ve maruz kaldığı şiddetli yağmurun kendisini çıplak bıraktığı bir kayanın durumu gibidir. Onlar kazandıklarından hiçbir şey elde edemezler.”

(Bakara Sûresi, 2/264)

“O, hiç kimseye karşılık bekleyerek iyilik yapmaz. (Yaptığı iyiliği) ancak yüce Rabbinin rızasını istediği için (yapar).”

Leyl Sûresi, 92/19-20

“Kim ihsan derecesine yükselerek özünü Allah’a teslim ederse, onun mükâfatı Rabbinin katındadır. Artık onlara korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir.”

Bakara Sûresi, 2/112

Âlemlerin Rabbi Allah, Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır:

“Oysa onlar, doğruya yönelerek, dini yalnız Allah’a has kılarak O’na kulluk etmek, namazı kılmak ve zekâtı vermekle emrolunmuşlardı. Dosdoğru olan din de budur.”
(Beyyine Sûresi, 98/5)

Her Müslüman her dem kendi kendine şu soruyu sormak mecburiyetindedir: “Ben bu işi niçin yaptım ve yapıyorum? Allah rızası için mi yoksa başkaları görsün, bilsin ve beni methetsin diye mi?” Vicdanından gelen cevap Allah rızası içinse ne mutlu o Müslümana! Yok başka başka cevaplar işitiyorsa hemen tövbe etmeli ve Hakk’a dönmelidir.
Evet, insanın iman, ilim, amel ve dahi ihlâs ve samimiyet gibi çok önemli vazifeleri vardır.
Allah Azze ve Celle insanı en güzel şekilde yaratmış, hikmetle donatmış ve yalnızca kendisine kulluk etmekle tavzif ederek bu meydan-ı imtihana yollamıştır.
İhlâs ile sıradan ameller olur ibadet,
İhlâssız ibadet dahi olur helaket.
Üstad-ı Mutlak Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurur:

“Kıyamet Günü’nde bir adam getirilip Cehennem’e atılır. Bağırsakları karnından dışarı fırlar ve o hâlinde değirmen çeviren merkep gibi döner. Cehennemdekiler onun yanına toplanır ve: Ey filan, bu ne hâl? Bize iyiliği emreden ve bizden kötülüğü nehyeden sen değil miydin? derler. O da: Evet, iyiliği emrederdim fakat onu ben yapmazdım. Kötülükten nehyederdim de onu kendim yapardım, diye cevap verir.”

(Buhârî, Bed’ül-halk 10)

İnsan ilmiyle amel etmediği, öğrendiklerini teorikten pratiğe, söylemden eyleme geçirmediği sürece öğrendiği ilim asla kendisine fayda vermez ve veremez.
Ey insan! Unutma ki helâk olanlar ahirette: “Şayet (vahye-ilme) kulak vermiş veya aklımızı kullanmış olsaydık, (şimdi) şu alevli cehennemin mahkûmları arasında olmazdık.” (Mülk Sûresi, 67/10) diyen kimselerdir.
İnsanı insan yapan akıldır, aklı akıl yapan felsefedir, felsefeyi felsefe yapan hikmettir, hikmeti hikmet yapan vahiydir, ilimdir. O hâlde insan ancak aklını kullanmak ve ilimle donanmakla insan olabilir. “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu ancak akıl sahipleri bunları hakkıyla düşünür.” (Zümer Sûresi, 39/9)
Abdurrahman bin Ebûbekir (r.a) babasından Peygamberimizin (a.s.m) şöyle dediğini rivayet etmiştir:

“Ya âlim ol, ya talebe ol, ya (öğrenmek için) dinleyenlerden ol, yahut bunları sevenlerden ol, beşincisi olma helâk olursun.”

Evet, aslolan ilim değil, kendisiyle amel etmek üzere ilim öğrenmektir. Söylemi eylemini, eylemi söylemini yalanlamayan insandır Müslüman.
Evet, okuma Allah adına olacak. Allah’ın kelam sıfatından gelen Kur’an âyetleri de irade sıfatından gelen kâinat kitabındaki tekvini âyetler de Allah adıyla
okunacak. İşte bu Oku! emri basit ve anlamsız bir okuma değil, Allah adıyla ve O’nun namına olan, tefekkürle bütünleşen, insanı hikmete ve Yaratıcısı’na ulaştıran bir okumadır.
Hem Oku! emrinin ardından nasıl okumamız gerektiğine işaret eden Yaratan Rabbinin adıyla ifadesiyle âyet “Yaratan Rabbinin adıyla oku!” şekliyle okuma eyleminin Allah’ın adıyla olması gerektiğini emrediyor ve öğretiyor.
Ne demektir okumak? Hem niçin okumak? Bu soruları kendimize sormak, bunun üzerinde düşünmek ve hikmetini ve sebebini anlamaya çalışmak zorundayız.
Biliyoruz ki Kur’an-ı Kerim’de ilk emir Oku! ile başlamıştır. Biz akıl sahipleri ise, elbette bunu tefekkür etmek ve düşünmekle mükellefiz.
Ekoller tebliğ ve davet vazifesini hiç kimseyi kırmadan, incitmeden yerine getirmeli Üstad-ı Mutlak Resûlullah’ın (s.a.v) “Kolaylaştırınız! Zorlaştırmayınız! Müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz!” (Buharî, 3:72 emrine uygun hareket ederek Allah’ın lütuf ve ihsanından, rahmetinin genişliğinden ve sevabının büyüklüğünden, bahsederek hep müjdeleyici olmalı, tebşir edici âyet ve hadisleri hiç zikretmeden sadece korkutucu ve tehdit edici âyet ve hadislerlerden bahsederek ürkütmemeli, nefret ettirmemeli.
Birbirinizle anlaşın, iyi geçinin, ihtilâfa düşmeyin!

(Buharî, 3:72)

“Sen Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et!”

(Nahl Sûresi, 16/125)

Sen sevdiğini hidayete erdiremezsin; bilakis, Allah dilediğine hidayet verir ve hidayete girecek olanları en iyi O bilir.

(Kasas Sûresi, 28/56)

O hâlde aklı zahiri ilimlerle doldurup da kalbi bâtıni ilimlerden mahrum bırakmak bir nevi manevi ölümdür ki insanı malumatfuruşluğa, riyakârlığa, rekabete ve hasede sevk eder. Hem böyle kimselere âlim de denmez, denilmez ve denilemez. Zira cep telefonuna, bilgisayara, flash belleğe yüklenen kitaplar nasıl o yüklendikleri eşyayı âlim yapmıyorsa öyle de zahiri ilmi olup da bâtıni ilmi olmayan, aklı doldurup da kalbi donduran, bildiği ile hakkıyla amel etmeyen kimseler olsa olsa Kur’an’ın tabiriyle kitap yüklü merkep olurlar.
Zahiri ilmi olup, bâtıni ilmi olmayan kimse eli, ayağı, gözü, kulağı olup da kalbi olmayan kimseye benzer. Kalp olmayınca ne el tutar ne ayak, ne göz görür ne de işitir kulak.
İlim okumakla amel çalışmakla elde edilse de ihlâsı kazanmak ve kaybetmemek ancak tasavvufla ve onda derinleşmekle yani bâtıni ilimle mümkün olur.
Evet, ihlâs kaybolunca riya zuhur eder ve bütün güzel hasletler yerini çirkin hasletlere bırakır. Gıpta hasede ve gıybete inkılap eder, hüsn-i zan su-i zanna, doğruluk yalan ve iftiraya, tevazu kibir ve benliğe ve hakeza… İşte bu da felaket ve helâketten başka bir şey değildir.
Demek ki İslâm pratiğe geçirilmeyen teorik bilgiyi, eyleme dökülmeyen söylemi, özümüz olmayan sözümüzü vesile-i necat ve kurtuluş sebebi göstermeyerek ilmin amele yansımasını yani söylemde kalmayıp amelimiz olmasını istemektedir.
Şüphesiz hak din İslâm’da ve İslâmi eğitimde soyuttan ve teorik boyuttan ziyade somut adımlar ve pratik boyut çok daha etkin ve belirgindir. Binaenaleyh İslâm ve İslâmi eğitim yalnızca teorik bilgiler boyutunda ele alındığında gerçek yani yaşanan ve yaşanabilir İslâm’ın asli özelliği, pratik yönü ve eylem ve aksiyon boyutu kaybolmaya mahkûmdur ki Kur’an’da “İman edenler ve salih amel işleyenler.” âyeti değişik sigalar ve fiil çekim şekilleri ile mutlak ve mukayyed olarak defalarca geçmektedir.
şamalıdırlar.
Demek ki Müslümanın; İslâm’ın dünya hayatındaki davranışlarını kontrol etmek ve düzenlemek için tevhid ve şirk, iman ve küfür, takva ve fısk, helâl ve haram, sevap ve günah, hayır ve şer, iyilik ve kötülük gibi birtakım kavramlar getirdiğini, her İslâmi ilim ve fikrin bir nevi kanun olduğunu ve eylemlerini kontrol altına almak için bu ilkeler ve kurallar çerçevesinde hareket etmesi gerektiğini idrak etmesi ve kavraması elzemdir.
Amele dönüşmeyen ilmin, eyleme dönüşmeyen söylemin, pratiğe geçirilmeyen teorik bilgilerin insana faydası olmadığı gibi böyle malumat ve malumatfuruşluk nevinden ilim çok çetin bir akıbetle burun buruna gelmeye, yüz yüze ve karşı karşıya kalmaya dahi neden olur.
Amelden yoksun bir şekilde ilimleri öğrenmek ve bu şekilde ilmi bir amaç hâline getirmek, amel etmek için değil de yalnızca bilgi sahibi olmak için okumak kişinin helâk sebebidir. Zira ilim emredileni yapmak, yasaklanandan kaçınmak için bir araç olmalıdır, yoksa başlı başına bir amaç değil.
Ey insan! Unutma ki helâk olanlar ahirette: “Şayet (vahye-ilme) kulak vermiş veya aklımızı kullanmış olsaydık, (şimdi) şu alevli cehennemin mahkûmları arasında olmazdık.” (Mülk Sûresi, 67/10) diyen kimselerdir.
Abdurrahman bin Ebûbekir (r.a) babasından Peygamberimizin (a.s.m) şöyle dediğini rivayet etmiştir:

Ya âlim ol, ya talebe ol, ya (öğrenmek için) dinleyenlerden ol, yahut bunları sevenlerden ol, beşincisi olma helâk olursun.

Demek ki İslâm pratiğe geçirilmeyen teorik bilgiyi, eyleme dökülmeyen söylemi, özümüz olmayan sözümüzü vesile-i necat ve kurtuluş sebebi göstermeyerek ilmin amele yansımasını yani söylemde kalmayıp amelimiz olmasını istemektedir.
Demek ki Müslümanın; İslâm’ın dünya hayatındaki davranışlarını kontrol etmek ve düzenlemek için tevhid ve şirk, iman ve küfür, takva ve fısk, helâl ve haram, sevap ve günah, hayır ve şer, iyilik ve kötülük gibi birtakım kavramlar getirdiğini, her İslâmi ilim ve fikrin bir nevi kanun olduğunu ve eylemlerini kontrol altına almak için bu ilkeler ve kurallar çerçevesinde hareket etmesi gerektiğini idrak etmesi ve kavraması elzemdir.
Müslümanlar Kur’an ve sünnetin hükümlerini amel etmek ve hayat boyu eylemlerini ve hareketlerini düzenlemek amacıyla gelen ilkeler ve kurallar bütünü olarak kavramalı ve nefislerinde yaşamalıdırlar.
Ne İslâm ne İslâmi ilimler ne de İslâmi fikirler sadece soyut ve teorik bilgiler ve fikirler değil, aynı zamanda amelle ve eylemle somutlaştırılması ve pratiğe dökülmesi gereken mefhumlar ve kavramlardır. İslâmi ilimler ve fikirler, şu meydan-ı imtihan olan dünya hayatında insanın amellerini, eylemlerini ve davranışlarını kontrol eden ve düzenleyen, Allah’tan sakınan ve korkan kimselerin dualarına icabet ve bir hidayet ve rahmet ve inayet ve rehber olarak gönderilen ve gelen, insan için bir pusula olan, insanın problemlerine çözümler getiren, davranışlarının nasıl olması gerektiğini belirleyen mükemmel, muhteşem ve harika bir pusula ve ulvi ve kudsi bir kılavuzdur.
Amele dönüşmeyen ilmin, eyleme dönüşmeyen söylemin, pratiğe geçirilmeyen teorik bilgilerin insana faydası olmadığı gibi böyle malumat ve malumatfuruşluk nevinden ilim çok çetin bir akıbetle burun buruna gelmeye, yüz yüze ve karşı karşıya kalmaya dahi neden olur.
Evet, amelden yoksun bir şekilde ilimleri öğrenmek ve bu şekilde ilmi bir amaç hâline getirmek, amel etmek için değil de yalnızca bilgi sahibi olmak için okumak kişinin helâk sebebidir. Zira ilim emredileni yapmak, yasaklanandan kaçınmak için bir araç olmalıdır, yoksa başlı başına bir amaç değil. İnsan ilmiyle amel etmediği, öğrendiklerini teorikten pratiğe, söylemden eyleme geçirmediği sürece öğrendiği ilim asla kendisine fayda vermez ve veremez.
İnsanlar helâk oldu-âlimler müstesna. Âlimler de helâk oldu- ilmiyle amel edenler müstesna. Amel edenler de helâk oldu-ihlâs sahipleri müstesna. İhlâs sahiplerine gelince, onlar da pek büyük bir tehlike ile karşı karşıyadırlar.”
İhlâslı kullar, iman edip yalnızca Allah’a dayanan ve yalnızca O’nu vekil olarak tanıyanlardır. İblisin azdırdıkları ise müşriklerdir, Allah’ı bırakıp da şeytanı ve onun taraftarlarını dost edinenlerdir.
“(İblis:) Rabbim! Öyle ise, (varlıkların) tekrar dirileceği güne kadar bana mühlet ver, dedi.

Allah: Sen bilinen bir vakte kadar kendilerine mühlet verilenler- densin, buyurdu.

(İblis) dedi ki: Rabbim! Beni azdırmana karşılık ben de yeryüzünde onlara (günahları) süsleyeceğim ve onların hepsini mutlaka azdıracağım!

Ancak onlardan ihlâslı kulların müstesna.

(Allah) şöyle buyurdu: “İşte bana varan dosdoğru yol budur.”

(Hicr Sûresi, 15/36-41)

Evet, ihlâs mükemmel, muhteşem ve harika bir sırdır; lakin nefse pek ağırdır. Zira ihlâsta nefsin nasibi ve payı yoktur. İhlâs ile çok uzak mesafeler kısa sürede alınır. Hem uzun yıllar isteyen ameller ve işler, kısa zamanda ele geçer.
İhlâs, riyanın aksi ve zıttıdır, samimi olmak, dine içtenlikle bağlanmak, din esaslarını yalnızca Allah (c.c) rızası için uygulamak, başka hiçbir maksat gözetmemektir.
Evet, ihlâs ve samimiyetin zıttı riyadır, gösteriştir. Riya dahi gizli şirktir.
Resûlullah (s.a.v), “Sizin hakkınızda en çok korktuğum şey küçük şirktir.” dedi. “Yâ Resûlullah (s.a.v)! Küçük şirk nedir?” diye sordular. Resûlullah (s.a.v), “Riyadır.” buyurdu.

(İbn Hanbel, V, 429)

Kim, insanların hoşnutsuzluğuna rağmen Allah’ın rızasını kazanmayı isterse, Allah onu insanların sıkıntılarından kurtarır. Kim de Allah’ın hoşnutsuzluğuna rağmen insanların hoşnutluğunu kazanmak isterse, Allah insanları ona musallat eder.”

(Tirmizî, Zühd, 64)

Ameller niyete göredir. Herkes sadece niyetinin karşılığını alır. Kim Allah ve Resûlü için hicret ederse, hicreti Allah ve Resûlü’nedir. Kim de erişeceği bir dünyalık veya evleneceği bir kadından dolayı hicret ederse, onun hicreti de hicretine sebep olan şeyedir.”

(Müslim, İmâre, 155)

“De ki: ‘Şüphesiz benim namazım da, diğer ibadetlerim de, hayatım da, ölümüm de âlemlerin Rabbi Allah içindir.’ ”

(En’âm Sûresi, 6/162)

Âlemlerin Rabbi Allah, Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır:
“Oysa onlar, doğruya yönelerek, dini yalnız Allah’a has kılarak O’na kulluk etmek, namazı kılmak ve zekâtı vermekle emrolunmuşlardı. Dosdoğru olan din de budur.”

(Beyyine Sûresi, 98/5)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir