İçeriğe geç

İçimdeki Ben Kitap Alıntıları – Leopold von Sacher-Masoch

Leopold von Sacher-Masoch kitaplarından İçimdeki Ben kitap alıntıları sizlerle…

İçimdeki Ben Kitap Alıntıları

Kendisini kırbaçlatan, kırbaçlanmayı hak eder.
tek başına zevktir var olmayı değerli kılan, zevk alan, yaşamdan zor kopar, cefa veya sıkıntı çeken, ölümü bir arkadaş gibi selamlar; ama zevk almak isteyen, neşe ile yaşamalıdır
Bazı oyuncaklar tehlikelidir.
Tanrı onu cezalandırdı ve onu bir kadının eline bıraktı.
+Bir erkeği belli bir süreden daha fazla sevebileceğimi sanmıyorum.
-Bir yıl.?
+Bir ay belki.
-Beni de mi?
+Sizi Sizi belki iki ay.
Dürüstlüğünüz, beni büyülüyor
Kadınların kendini ne kadar teslim olmuş bir biçimde gösterirse erkek o denli çabuk kendine gelecek ve otoriter olacaktır; ama kadın ne kadar gaddar ve sadakatsiz olursa, erkeği ne kadar çok kötüye kullanır, onunla ne kadar alçakça oynar, ne kadar az merhamet gösterirse, erkeğin şehveti o denli artacak, erkek tarafından o denli sevilecek ve tapılacaktır.
Erkek arzulayan, kadın arzulanandır. Doğa kadına erkeği, erkeğin tutkusu aracılığıyla teslim etmiştir ve erkeği itaatkâr tebaası, kölesi, evet oyuncağı yapmayı ve ona sonunda gülerek ihanet etmeyi beceremeyen kadın akıllı değildir.
Seven erkek için, sevdiği kadının sadakatsizliğinden daha büyük bir gaddarlık var mıdır?
Neden çıkarmayayım diye haykırdı Severin hararetle, Goethe nin ‘Ya çekiç olmalısın ya örs’ lafı hiçbir yere kadın erkek ilişkisine uyduğu kadar iyi uymuyor, laf arasında, rüyanda Bayan Venüs de bunu göstermişti sana. Erkeğin ihtirasında kadının gücü saklıdır, ve erkek dikkat etmezse kadın bu gücü kullanmasını iyi bilir. Erkeğin, bir tiran veya kadının kölesi olmak arasında bir seçim yapmaktan başka şansı yoktur. Kendisini teslim ettiği anda boyunduruk kafasına geçirilmiştir ve kırbacı teninde hissedecektir.
“Kendimi öylesine vidalanmış zayıf ruh insanı olarak hissediyorum ki! Ve asıl rezillik: ondan nefret etmek isteyip, nefret edemeyişimde.”
«Kadın! Tanrıça! hiç kalbin yok mu sen hiç sevemez misin», diye haykırıyor Alman, «sevmenin, hasretle, ihtirasla yanmanın ne demek olduğunu hiç bilmiyor musun, ne acılar çektiğimi tahmin de edemez misin? Benim için merhametin yok mu?»
«Hayır!» diye gururla ve alayla karşılık veriyor, «ama kırbacım var.»
“…Resim gerçekten hârika oldu, benzerlikte benzersiz olan bir portre, ve bir ideale benziyor, demek istiyorum ki, renkler öylesine şevkli, öylesine şeytanî. Ressam tüm eziyetini, tapışını ve lanetini resmin içerisine çizmiş.”
“Ressam korkunç sararmıştı, o güzelim, romanesk, mavi gözleri ile sahneyi yutuyordu, dudakları açıldı, ama konuşamadı.
«Evet, resim hoşunuza gitti mi?»
«Evet sizi böyle resmedeceğim», dedi Alman, ama söyledikleri bir lisan değildi, dillenmiş bir inlemeydi, hasta, ölümcül hasta bir ruhun ağlamasıydı.”
Güç, insanı kibirli yapar.
Bir evlilik sadece eşitlik ve hem fikir olmak üzerine kurulabiliyorken, en büyük tutkular görüş ayrılıkları sayesinde doğar.
Aşkta eşitlik yoktur.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Goethe’nin ‘Ya çekiç olmalısın ya örs’ lafı hiçbir yere kadın erkek ilişkisine uyduğu kadar iyi uymuyor
“…Aynen böyle diyorum – eh – insan kendisine karşı ya çok uysal olur, ya da çok kaba.
Kendi kendime şöyle diyorum: Eşek!”
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
«Sevmek, sevilmek, ne büyük bir saadet! Ama nasıl da bu saadetin parlaklığı, bizi oyuncağı yapan kadına tapmanın, bizleri merhametsizce tekmeleyen güzel bir despotun kölesi olmanın ıstıraplı cennetmekânlığı karşısında soluklaşıyor…»
Amor’a!
«O çifte kanat sahte, Birer pençedir o oklar, Boynuzcukları gizliyor o çelenk, Hiç kuşku yok, Bütün tanrıları gibi Yunanistan’ın, Maskeli bir şeytandır O da.»
“İçinde alevleri azdırmana rağmen, üşüyorsun. Sarıl o despotların kürküne, sarıl, sana, güzelliğin ve aşkın gaddar tanrıçasına yakışmayacak ta, kime yakışacak!”
“…Aslında yukarıdaki güzel kadın beni fazlaca ilgilendirmiyor, çünkü başkasına aşığım, hem de bedbaht bir şekilde aşığım, derebeyi Toggenburg’tan ve Manon l’Escault’daki şövalyeden daha bedbahtım, çünkü sevgilim taştan.”
«Sen doğaüstü şehvanî namzet,
Bir kadın aldatsın seni!»
«Erkeğin ihtirasında, kadının gücü saklıdır ve kadın bunu, erkek dikkat etmezse iyi kullanır. Erkeğin sadece, kadının despotu veya kölesi olma seçeneği vardır. Kendisini teslim ettiği andan itibaren boyunduruk altına girmiştir ve kırbacı hissedecektir.»
«Tuhaf maksimler.»
«Goethe’nin ›Ya çekiç olacaksın, ya da örs‹ lafı, erkek ile kadın ilişkisine uyduğu mükemmellikte, başka hiç bir şeye uymaz.»
Tanrı onu cezalandırdı ve bir kadının ellerine teslim etti.
Dudaklarımızla birbirimizi içtik
Hâkimiyet küstahlaştırır.
Bu yüzün harikulâde çizgilerinin, bu yeşil ateşli gözlerin, bu şeytanî saçların, bu ihtişamlı bedenin dünyadan yok olması korkunç, ve bu düşünce, beni ölümün, yok oluşun tüm dehşetinin sarmasına neden oluyor; bir sanatçını eli ise seni bu yok oluştan kurtarmalı, sen, biz diğerleri gibi, var oluşunun bir izini bırakmadan tamamen yok olamazsın, vücudun çoktan toprağa dönüşmüş olsa da, güzelliğin ölüme galip gelmeli!
Bazen kendimi böylesine koşulsuz, tamamiyle bir kadının eline teslim edişim, beni korkutuyor. Ya ihtirasımı, hükümranlığını kötüye kullanırsa?
O zaman köleliğin olduğu bir ülkeye gideriz biz de, şarka, Türkiye’ye örneğin.
Her kadın çekiciliğini kullanma içgüdüsüne, yatkınlığına sahiptir, ve aşksız, zevk almadan kendini teslim etmenin iyi yanları var, insan hayli soğukkanlı kalıyor ve kendi yararına davranabiliyor.
Yaşamın her ilişkisinin, yeni bir kişi araya girdiğinde nasıl başka bir yüz kazanıyor olması gerçekten de çok garip.
Siz iptilâya, eğer dürüstse, hale takıyorsunuz. İdealiniz, cesur ve zekî bir kurtizan.
Küçük bir oğlanken, kadınlara karşı bilinmez bir çekingenlik gösteriyordum, aslında bu, kadınlara olan müthiş bir ilgi anlamına geliyordu.
ve herkes, şehvet ile gaddarlığın ne denli yakın olduğunu bilir ve hisseder.
Eğer bir evlilik sadece eşitlik ve anlaşılabilirlik üzerine kuruluyorsa, buna karşılık en büyük ihtiraslar uyuşmazlıklardan doğar. Biz, neredeyse düşmanlar gibi karşı karşıya duran böylesi uyuşmazlıklarız, bendeki, yarı nefret, yarı korkudan oluşan aşk bundan. Ancak, böylesi bir ilişkide birisi yalnız çekiç, diğeri yalnız örs olur. Ben, sevdiğime yukarıdan baktığımda mutlu olamam. Ben, kadına tapmak isterim.
Aşkın mutluluğunu tam ve bütün olarak tadamazsam, acılarının, eziyetlerinin sonuna kadar tadına bakmak isterim.
Neden bütün bilimlerde ders gördüm, bütün sanatları denedim, üstesinden gelemeyeceksem, bu küçük güzel kadının.
Aslında bu kadın küçük değil ve kendini bana müthiş saydırıyor.
Hükümdar olma ya da esarete düşme gibi bir seçeneğim olursa, güzel bir kadının kölesi olmayı daha çekici bulurum. Ancak, müşkülpesent bir hırlaşma bağımlılığı ile nüfuz edinmek yerine, sakince ve kendine güvenle
Erkeğin ihtirasında, kadının gücü saklıdır ve kadın bunu, erkek dikkat etmezse iyi kullanır.
Goethe’nin ‘Ya çekiç olmalısın ya örs ‘ lafı hiçbir yere kadın erkek ilişkisine uyduğu kadar iyi uymuyor..
Erkeğin ihtirasinda kadının gücü saklıdır, ve erkek dikkat etmezse kadın bu gücü kullanmasını bilir.
Kendisini kırbaçlatan, kırbaçlanmayı hak eder.
varlığımla son hesaplaşmamı yapıyorum  tüm yaşamımı gözümün önüne getiriyor ve yaşamımı hayli sefil buluyorum, bir kaç zevk, bolca kayıtsızlık ve değersizlik, arasında ise sayısız acılar, eziyetler, korkular, hayal kırıklıkları, kırılan umutlar, keder, endişe ve hüzün.
«Eğer seçtiği, birlikte yaşayacağı erkek arslan başka birisinin saldırısına uğrarsa», diye anlatıyor Yunanlı, «dişi arslan sakince bir yere uzanıyor ve mücadeleyi seyrediyor, zevçi yenilgiye uğrarsa, ona yardım da etmiyor kayıtsızca, düşmanının pençeleri altındaki zevçinin kanlar içerisinde ölmesini seyrediyor ve galibi, güçlü olanı takip ediyor, işte bu kadının doğasıdır.»
Nihilist estetikçimiz haklıydı: gerçek bir elma, resmedilmişinden, ve canlı bir kadın da taştan bir Venüs’ten daha güzeldir.
Tüm varlığını dokunaklı bir uysallık sarmış, ve her defasında veda etmek için elini uzattığında, gözlerinde, gözlerimizden yaş akıtan, var olmanın bütün eziyetini ve ölümün bütün korkunçluğunu unuttuğumuz merhamet ve aşkın o insan üstü gücü görünüyor.
  «Şimdi tüm gölgeler karanlık, Ve peşpeşe yıldızlar uyanmış, Sımsıcak hasretin esintisi, Nasılda dolduruyor geceyi!»   «Rüyaların denizinden, Durmadan gidiyor, Gidiyor ruhum, Ruhuna doğru.»
Sevdiğin bir kadının yanında kendini hiç güvende hissetme, çünkü kadının doğası düşündüğünden çok daha fazla tehlikeleri içerir. Kadınlar ne onlara tapanların ve savunucularının onları yaptıkları kadar iyidirler, ne de düşmanlarının yaptığı kadar kötü. Kadının karakteri, karaktersizliktir. En iyi kadın anında çamura batabilir ve en kötü kadın beklenmeyen bir anda büyük ve iyi şeyler yapabilir ve hor görenlerini utandırabilir. Hiç bir kadın, en ilahî, en pis, en temiz düşünceleri düşünmeye, duyguları hissetmeye, hareketlerde bulunmaya muktedir olduğundan, ne kötü ne de iyidir. Kadın, tüm ilerlemeye rağmen, doğaya nasıl geldiyse öyledir, o anki hislerine göre hem sadık, hem sadakatsız, hem âlicenap hem de gaddar davranacak kadar vahşi bir karaktere sahiptir. Her zaman ciddî, derin öğrenim âhlakî karakteri yaratmıştır; bu nedenle erkek, ne kadar menfaatperest, ne kadar kötü niyetli olsa da, hep prensipli davranır, kadın ise her zaman hisleri ile hareket eder. Bunu hiç bir zaman unutma ve sevdiğin bir kadının yanında kendini hiç güvende hissetme.»
«Hâkimiyet küstahlaştırır.»
Şehvanîyette bir azizlik görüyordum, kadındaki tek azizliği ve varlığının tek görevi olan güzelliğinde bir ilahîlik; cinsin üremesini sağlamak ise mesleği; kadında, doğanın kişiselleşmesini, İsis’i görüyordum, ve erkekte, kadının rahibini, kölesini görüyordum ve kadını, eziyetinin, hatta kadının elinden gelen ölümünün şehvetli cennetmekânlık olduğu erkeğe karşı, aynı kendisine hizmet edeni ihtiyacı kalmayınca atan doğa gibi gaddar görüyordum.
kürkler sinirli mizacı olanları rahatlatan bir tesirde bulunurlar, bu tesir gerek genel, gerekse de doğal yasalara dayanır. İnsanın içerisini en azından aynı tuhaflıkta gıdıklayan ve hiç kimsenin karşı koyamadığı fiziksel bir cazibedir. Bilim kısa bir zaman önce elektrik ile sıcaklık arasında olan bir bağın varlığını ispatladı, her ikisinin de insan organizması üzerindeki etkileri zaten aynıdır. Sıcak mıntıka daha ihtiraslı insan, sıcak atmosferse heyecanı yaratır. Aynı elektrik gibi. Kedilerin varlığının hassas tinsel insanlar üzerindeki tılsımlı, rahatlatan etkisi bundandır, ve bu, hayvan dünyasının uzun kuyruklu yosmalarının, sevimli, kıvılcım fışkırtan elektrikli pillerin, Muhammed’in, Kardinal Richelieu’nün, Crebillon’un, Rousseau’nun, Wieland’ın sevgilileri haline gelmeleri bundandır.»
Cato misali katılığım, kadından korkum, aslında güzellik duygusunun yüceleşmiş bir halinden başkası değildi; hayalimdeki şehvaniyet bir kültür haline dönüştü, ve bu kültürün kutsal duygularını sıradan bir varlık için harcamayacağıma, ideal kadına, belki de bir aşk tanrıçasına saklayacağıma yemin ettim.
Zevk alan, yaşamdan zor kopar, cefa veya sıkıntı çeken, ölümü bir arkadaş gibi selamlar.
Ben Wanda’ya kürkü giymesine yardım ederken, o kollarını bağlamış, yanında dikiliyor. Wanda ise, ben ona diz çökerek kürklü ayakkabılarını giydirirken, elini omuzuna koyarak ona yaslanıyor ve soruyor:

«Bu dişi arslan hikâyesi nasıldı?»

«Eğer seçtiği, birlikte yaşayacağı erkek arslan başka birisinin saldırısına uğrarsa», diye anlatıyor Yunanlı, «dişi arslan sakince bir yere uzanıyor ve mücadeleyi seyrediyor, zevçi yenilgiye uğrarsa, ona yardım da etmiyor kayıtsızca, düşmanının pençeleri altındaki zevçinin kanlar içerisinde ölmesini seyrediyor ve galibi, güçlü olanı takip ediyor, işte bu kadının doğasıdır.»

Bu anda dişi arslanım bana garip bir şekilde baktı.

Ürperdim

Tanrı onu cezalandırdı ve onu bir kadının eline bıraktı», diye tekrarladım. Peki, beni cezalandırması için ne yapmalıyım?
Seven birisi için, sevdiğinin sadakatsızlığından daha büyük bir gaddarlık olabilir mi?»

«Heyhat!», dedi, «biz, sevdiğimiz sürece sadık kalırız. Ama siz kadından aşk olmadan sadakat ve haz olmadan fedakârlık bekliyorsunuz. Kim daha gaddar, kadın mı, erkek mi

«Bu iyi değil, Severin», diye karşılık verdi, neredeyse ürkerek; «beni hâlen tanımadınız mı, beni hiç tanımak istemiyor musunuz? Bana ciddî ve mantıklı davranıldığı müddetçe, ben de iyi davranırım, ama, bana çok fazla teslim olunursa, küstahlaşırım »
«Sensiz olamayacağım artık, güzel kadın», dedim, «inan bana, bu sefer inan, boş laf değil bu, bir hulya değil, ta içimde, hayatımın nasıl sana bağlandığını hissediyorum; benden ayrılırsan biterim, mahvolurum.» «Bu gerekli olmayacak, çünkü seni seviyorum, ey adam», çenemi tuttu, «aptal adam!» «Ama sen ancak koşullu benim olmak istiyorsun, ben sana koşulsuz aitken »
«ve evet, size olan sevgim, çılgınlığa dönüştü. Sizi kaybedebileceğim düşüncesi, belkide kaybedebileceğim gerçeği, beni gece gündüz eziyetler altına sokuyor.»
  Kürklü Venüs
«Koy ayağını kölenin üstüne, Şeytanî zerafete sahip sen efsanevî kadın, Agavlar ve mersin ağaçları altına, Uzat mermer bedenini.»
«Yunanlıların olduğu gibi, güzel, özgür, neşeli ve mutlu insanlar, ancak günlük yaşamın şiirsel olmayan işlerini yaptırdıkları ve öncelikle çalıştırdıkları köleleri varsa var olabilirler.»
Zevçimin neşeli, sıcak bir doğası vardı; izdivacımızdan kısa bir süre sonra yakalandığı amansız hastalık dahi, alnını uzun süre karartmazdı. Ölümünden bir gece önce dahi beni yatağına aldı ve, aylarca ölmeyi beklediği tekerlekli sandalyesinde otururken dahi, benimle ›Nasıl, sana tapan birisini buldun mu?‹ diye şakalaşıyordu. Utançtan kıpkırmızı oluyordum. Bir keresinde ›Beni aldatma‹, diye ekledi, ›bunu çok çirkin bulurum, ama kendine güzel bir adam, hatta bir kaç tane ara. Sen uslu bir kadınsın, ama daha çocuk sayılırsın, sana oyuncak lazım‹.
«Ama, toplumun kurumlarına hiddetlenen bir birey dışlanmakta, dağlanmakta ve recm edilmektedir diyecektiniz. Peki o zaman. Ben buna cesaret ediyorum, esaslarım hayli kâfirce, varlığımı yaşamak istiyorum. İki yüzlü saygınızdan feragat ediyorum, mutlu olmayı yeğliyorum. Hıristiyan evlilik kurumunun mucidleri, bununla birlikte ölümsüzlüğü de icad etmekle iyi yapmışlar. Fakat ben ilelebet yaşamayı düşünmüyorum, ve Wanda von Dunajew olarak son nefesimi verdiğimde, saf ruhumun meleklerin korosunda şarkı söylemesinden veya tozlarımın yeni bir varlığa dönüşmesinden ne kârım olacak? Böyle olduğum gibi yaşamaya devam etmedikten sonra, neye hürmet edip, mahrumiyeti seçeyim? Sevmediğim bir erkeğe, sadece onu önceden sevdiğim için ait olmak niye? Hayır, hiç bir şeyden feragat etmem, her hoşuma gideni severim, ve, beni seven herkesi mutlu kılarım. Bu çirkin mi? Hayır, bu, hazlarımı tahrik eden ıstıraplardan gaddarca hoşlanmaktan ve, hasretimden sararıp soluyan kollara iffetli bir şekilde sırtımı dönmekten daha güzel.Ben gencim, zenginim ve güzelim, ve böyle olduğum gibi, eğlenceyi ve keyfi neşeyle yaşıyorum.»
«Elenlerin neşeli şehvanîyetini acısız bir zevk olarak algılıyorum  yaşamımda gerçekleştirmeyi emel edindiğim bir ideal. Çünkü, hıristiyanlığın, çağdaşların, ruh derebeylerinin va’zettikleri aşka inanmıyorum. Evet, bakın bana, ben bir Allahsızım, ben kâfirim. «Aşk tanrıçasının hiç uzun bir süre tereddüt ettiğine inanıyormusun, İde korusunda Anchises hoşuna gittiğinde?»
«Siz aşkı ve herşeyden önce kadını düşman olarak görüyorsunuz», diye başladı, «kendinizi beyhude korumaya çalıştığınız, ama şiddetini tatlı bir ıstırap, içinizi gıdıklayan bir zulüm olarak hissediyorsunuz; gerçekten çağdaş bir bakış açısı.
«Her zaman gerçek bir hayalperesti tanımayı arzulardım  değişiklik olsun diye  gördüğüm kadarıyla, siz en mükemmellerinden birisiniz.»
«Tanrı onu cezalandırdı ve onu bir kadının eline bıraktı.»
İçinde alevleri azdırmana rağmen, üşüyorsun. Sarıl o despotların kürküne, sarıl, sana, güzelliğin ve aşkın gaddar tanrıçasına yakışmayacak ta, kime yakışacak!
Bugüne kadar nasıl resim yapıyor ve nasıl şiir yazıyorsam, öyle yaşadım, yani, astar boyanın, planın, ilk perdenin, ilk kıtanın ötesine gidemedim. Bazen, herşeye başlayan, ama hiç sonunu getiremeyen insanlar olur ya, ve ben, böyle bir insanım.
Gogol, rus Molière’i,  neredeydi?  neyse, herhangi bir yerde , «Gerçek komik ilham perisi, gülen maskenin altında gözyaşları akıtandır.», diyor. Ne kadar harikulâde bir vecize!
«Goethe’nin ›Ya çekiç olacaksın, ya da örs‹ lafı, erkek ile kadın ilişkisine uyduğu mükemmellikte, başka hiç bir şeye uymaz, hem rüyanda sana Venüs Hanımda aşağı yukarı aynısını anlatmıştı. Erkeğin ihtirasında, kadının gücü saklıdır ve kadın bunu, erkek dikkat etmezse iyi kullanır. Erkeğin sadece, kadının despotu veya kölesi olma seçeneği vardır. Kendisini teslim ettiği andan itibaren boyunduruk altına girmiştir ve kırbacı hissedecektir.» «Tuhaf maksimler.» «Maksimler değil, deneyimler», diye karşılık verdi kafasını sallayarak,«gerçekten de kırbaçlandım, ve iyileştim.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir