İçeriğe geç

İçeriden Kıyıdan Konuşmalar Kitap Alıntıları – Ece Temelkuran

Ece Temelkuran kitaplarından İçeriden Kıyıdan Konuşmalar kitap alıntıları sizlerle…

İçeriden Kıyıdan Konuşmalar Kitap Alıntıları

Hayat, komik olmaya çalıştıkça zavallılaşan bir şaka şimdi..
Ne zamandan beri bir daha asla yaralanmaması gerekecek kadar cılızlaştı içimiz? Oysa geçer hepsi. Bugüne kadar geçmiştir.
Daha kaç bahar kaldı göreceğin?
Daha kaç yıl bayır aşağı koşabilirsin ağzına rüzgar doldurarak?
Bugün, şu anda hiçbir şeyden korkmasan, sürdürür müydün şimdi sürdürmekte olduğun hayatı? Yalnızlıktan, düşmemekten, sevilmemekten, yenilmekten ve onca şeyden işte, korkmasaydın, yine de seçer miydin bğtğn bu şimdi ki hallerini?
“Bende böyleyim arkadaş,” diye ne zaman söyler insan? Kendinden memnun olduğun o an nerede başlar? İnsan ne zaman “tamamlanır”? Ne zaman düşünmeyeceğiz “O konuşmada niye öyle dedim şöyle diyemedim?” diye. “Öyle dedim, gerisini de diyemedim. Ne yapalım ben de buyum arkadaş!” cümlesi ne zaman kurulur bir insanın hayatında?
Bütün söylenmemiş cümlelerimiz içimizde birikmeye devam edecektiyse eğer, niye büyüdük biz?
Hepimizin aynı yerlerden geçmesi, aynı yerlerde düşmesi, hatta kimi kez aynı sözcüklerle ağlamamız kötü bir şaka gibi gelmiyor mu size? İnsanlığın bu ilerlemeyişi yani, enteresan değil mi? Herkesin, eninde sonunda tek başına büyümesi… Merhametsiz bir gerçek gibi.
Hayatı hep aynı bedenle, aynı kafayla sürdürmek mecburiyetinin sıkıcılığı yetmiyormuş gibi bir de dublör kullanma hakkı vermiyorlar insana.
Belki de yaralarından tanırlar insanlar birbirlerini. Belki de sırf bu yüzden diyorum, kıymetlidir vaktiyle canımızın acımış olması.
Ben hayatın “bir işe yarasın” diye yaşanmayacağını, henüz şimdi, yeni öğrendim. Sonunda mutlaka bir işe yarayacaktır herhalde, bir şeyler yazıp çizeceğizdir, ama adını koymadan bir çiçeğe bakmayı ben yeni temrin ediyorum. Öylesine bakmayı. Öylesine.
“İnsan kendini bir kez kötü olana alıştırınca iyi şeylere uyum sağlamak da en az çok kötü bir şeyi sindirmek kadar sarsıcı olabiliyor.”
Hayat, onu erken anladığını sananlardan çok fena alır öcünü..
Sen kendini hırpalayan birisin belki. Belki bu dünya ne yapsa yapamaz senin kendine ettiğini. “Kaçma kendinden” diyenler bunu nereden bilecek ki? Sen gözlerini versen onlara, bakalım bir gün bile o gözlerle yaşamaya dayanabilecekler mi? Sen olarak yaşamanın ne olduğunu onlar nereden bilecek ki?
“Seni seviyorum cümlesi mümkün değildir sanki. Mümkün olan, seni sevmiştim, demektir. Çünkü sevmek şimdiki zamanla, dünya zamanıyla ilgili bir şey değildir. Kalbinin meridyenleri yeryüzü meridyenleri kadar düzgün değildir.”
“Yaşamak hakikaten böyle bir şey midir? Yürümek değil de ağır ağır sağdan sıvışmak mıdır?”
“Serçe telaşıyla yaşayan kadınlar, zamanın ağırlığıyla uçabilen büyük kanatlı adamları seçerler.”
“İnsan kalabalık bir şeydir oysa. Bazı kalpler ana baba günü.”
“Tatilde güneşin altında hiçbir şey yapmadan, hiçbir şey düşünmeden duramaman bu yüzden mesela. Gerginliğe o kadar alıştın ki, gergin olmamak geriyor seni.”
biri sıradanlığın kalabalık otobanından çıkıp denenmemiş yollara sapmaya kalktığında?
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Enteresan olan ve nice sosyoloğu ruhen çökerten mesele ise şudur:
Bu kadar kapalı bir ülke nasıl olup da sıra televizyon ekranına gelince bağırsaklarına kadar kendini açabilmektedir ? Sinemaya gitti diye kızlarını öldüren insanlar nasıl Seda Sayan’ı dekoltesine rağmen komşu kızı yakınlığında bulur? Oğullarını mümkün olan en erkek biçimde yetiştiren bu insanlar nasıl Huysuz Virjin’i en sevilen gösteri dünyası kahramanı yapabilir? Nihayetinde Hülya Avşar en okumuş yazmış kadınlar da dahil nasıl bir ülkenin kadın modeli haline gelebilir?
Yüzlerimiz, sözlerimiz, benliklerimiz yaralardan mı bina edilir aslında? Acaba hiç şekilsiz mi olurdu ağzımız, seslerimiz, ellerimiz, yaralarımız hiç olmasa? Belki de yaralarından tanırlar insanlar birbirlerini. Belki de sırf bu yüzden diyorum, kıymetlidir vaktiyle canımızın acımış olması. Bizi, biz yapan izlerin, görünen ve görünmeyen izlerin yüzümüze, gözümüze, içimize, kalbimize kaydolması, gövdelerimizi adlandırması
Sus şimdi, konuşma, dilin kanıyor yine
Peki neden mutlu değilim ben? Diyorum ki bazen, durayım öyle, hiç çabalamayayım artık. Geçsin gitsin bitsin. Ne olur ki?
“Devletler, ordular, dinler Bütün bunlar, herkes, hep birlikte inandığı için gerçekmiş sanılan dev yalanlar değil mi mesela?”
“İnsan kalabalık bir şeydir oysa. Bazı kalpler ana baba günü.”
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Hayat, komik olmaya çalıştıkça zavallılaşan bir şaka şimdi..
“Belki de bütün yıllar içinde,yavaş yavaş değil de tam yaşını düşündüğü anda,aniden yaşlanır insan ”
“Gerginliğe o kadar alıştın ki,gergin olmamak geriyor seni.”
“ Durmak isteyince ‘Aslan geliyor! Kaplan geliyor! Tıp!’ desen o eski çocuk oyunundaki gibi. Konuşan yansa. Sana ilişen yansa bu oyunda. Sen hiç yanmasan. Bir değişiklik olarak sen yanmasan bu sefer!”
“ Çünkü hayat,onu erken anladığını sananlardan çok fena alır öcünü. Bir şeyi vaktinde yaşamadan geçersen,çok sonra,seni rezil etme pahasına,sana yaşatır o eksik bıraktığın bölümü.”
Çocuklar gülerse, hayat iyileşir.”
Sevmek sürekli bir şey değildir belki; bir anın yarılması ve bütün zamanın o anın içine akmasıdır.
Çünkü birbirine girmiş iki ruh birbirinden sökülürken, kendileri de yerlerinden sökülürler.
Tekinsiz gecelerde, karnının ta içinden istiyorsan bir şeyi, birini ensesinden tutup,çekmeyi,öpmeyi Herhalde, böyle gecelerde birini öpebilmek için sırtında başkalarını taşımıyor olmak gerekirdi.
Her darbe yeni bir korku inşa eder insanın içinde.
Bugün, şu anda hiçbir şeyden korkmasan, sürdürür müydün şimdi sürdürmekte olduğun hayatı? Yalnızlıktan, düşmekten, sevilmemekten, yenilmekten ve onca şeyden işte, korkmasaydın, yine de seçer miydin bütün bu şimdiki hallerini?
Hayat canınıza kast edecek kadar başka birine dönüştürmeye çalışıyorsa sizi, siz de kendinizi korumayı öğrenmelisiniz aslında. Çünkü bir hayatınız var ve ne olacaksa burada olacak. Sanki çoğumuz deneme tadında yaşıyoruz hayatı. Öyle değil işte, ne yapıyorsan o; hayal edip ertelenenler için ayrıca bir ek süre verilmeyecek yarışmacılarımıza! Her gün de böyle düşünülerek yaşanmaz ya, neyse.
Öfkeleneceğin yerde gülümseyerek geçiştirmeye çalışıyorsun durumları. Kafayı mı yediniz kardeşim? diyeceğin yerde, Demek dünya böyle. Ne yapalım? Yapayalnız kalacak değiliz herhalde, deyip susmaya başlıyorsun. Sonrası zaten çorap söküğü gibi geliyor. Kendine ettiğin minnacık ihanetle başlıyorsun işe. Zamanla bakıyorsun ki, başlangıçta öfkelendiğin, nefret ettiğin, tiksindiğin ne varsa tam ortasında buluyorsun kendini.
Aslında insan dertlenmeyi bırakıp, otuzuna gelmeden evvel ne yapıp edip zayıf yerlerini koruyarak yaşamayı öğrenmeli. Böyle olmuyor çünkü. Olmuyor.
Bütün söylenmemiş cümlelerimin içimizde birikmeye devam edecektiyse eğer, niye büyüdük ki biz?
Oysa zaman, harcanmadığında biriken bir şey değil yazık ki!
Gerginliğe o kadar alıştın ki, gergin olmamak geriyor seni.
Aslında uzun düşmanlıklar da bir sadakat meselesidir.
Hayatlar evler gibi olsa keşke. Kapısına kilidi vurup biraz dışarı çıkabilseniz..
En çok neyi özlüyor insan? Beyaz peyniri değil, rakıyı değil, şunu bunu değil. En çok Türkçe’yi özlüyor giden. O yüzden muhtemelen her giden, er ya da geç geri dönüyor. Efkar, Türkçe bir duygu çünkü ve bu ülkede doğanlar efkarlanmadan yapamıyor
Sen kendine bir bedel biçmeyince seni değersiz kılıyorlar
Ve adamlar, ekseriyetle, kadınları eğitilebilecek kuşlar sanırlar. Bilir misiniz? Eğiticiler, eve dönsünler, uzaklara uçmasın diye önce kuşların kanatlarını biraz kırarlar Ama kimi kuşlar ve kadınlar, gökyüzü kadar uçmayacaklarsa ölüvermeyi tercih ederler
Kadınlık ve kadınlar çok uzun bir hikaye nasılsa. Onlar hep yazılsa bile bitmeyecek
Bir kadının en güzel hali, onu izleyen bir erkek gözü olmayınca ortaya çıkar aslında
Karaya vurmuş, gurbette bir sudur göl. O yüzden içine kapanıktır, gurbet sebebiyle durgun biraz
Bahar her seferinde ilk kez baharmış gibi yapıp insanı komik durumlara düşürüyor
Ne zamandan beri bir daha asla yaralanmaması gerekecek kadar cılızlaştı içimiz? Oysa geçer hepsi. Bugüne kadar geçmiştir. Ve kurduğumuz cümlelerin hepsi yaralarımızdandır. Yara yoksa bir hayat cümlesi de yoktur aslında.
Oysa zaman, harcanmadığında biriken bir şey değil ne yazık ki!
Ama işte bu hayat da eşekten bir kere düşmeyince öğrenilmiyor
O çocuklar nasıl olup da böyle adamlara ve kadınlara dönüşüyorlar daha sonra?
Kaybolmuş, adlandırılmadığı için unutulmuş hisler vardır geçmişte. Zamanın, hareketin içine sıkışıp gittiği için kıymeti yeterince bilinmemiş
Niye bazı konuşmalar sonradan dert olur insanın içine?
anneler, hayatta kendileri nerelerinden kırıldılarsa, kızları için tasarladıkları çelik zırhların tam o noktasına çifte su vermek isteyeceklerdir. Kızlar, annelerin, hayatı “bari bu kez yenme hamlesidir çünkü. Hic bir zırh “hayat geçirmez” değildir halbuki.
Düşen yapraklar acıtsa da ağacın canını, onlar yerlerine yapışmaz ki! Yaralar alınmamış gibi yapılmaz ki!
Herhalde bir yaradan mütevellit, başka türlü görüyoruz baktıklarımızı
Belki de yaralarından tanırlar insanlar birbirlerini
Taşı delip çıkan çiçekler, taşla hesaplaşır. Taş durur, çiçek yürür. Aslında uzun düşmanlıklar da bir sadakat meselesidir. Yani çiçek de taş da birbirini bilir. Ama esas mesele yoldan öylesine geçen birinin, yani öylesine geçiverirken, çiçeği öylesine koparıvermesi ihtimalidir. Taştan çıkan çiçeğin göze aldığı asıl budur
Çünkü hayat, onu erken anladığını sananlardan çok fena alır öcünü. Bir şeyi vaktinde yaşamadan geçersen, çok sonra, seni rezil etme pahasına, sana yaşatır o eksik biraktığın bölümü. Âşık mı olmadın on altı yaşında? Gelir seni kırk beşinde bulur, en olmaz zamanda. Maceraya mı çıkmadın yirminde? Sürükleye sürükleye götürür seni otuz beşinde. Yırtık kot, yer bezinden hallice bir kazak giyip, nasıl göründüğüne aldırmadan geçiremedinse öğrencilik yıllarını mesela, elli yaşında, artık kalabalıkların gözleri seni hiç de öyle görmeyi beklemezken, sana giydirir o kot pantolonu. Hayatı sakın erkenden yaşama, sonradan çok fena komik eder adamı. Serserilik ederek geçirmeli insan serserilik edilecek yaşları. Zira atlayıp geçtiğin ne varsa dönüp dolaşıp bulur insanın yakasını. Kendini yaşatıncaya kadar yapışıp kalır.
Çünkü bilirsiniz, tam zamanında gelirse bir kitabın arasından çıkan eski bir not, kurumuş bir papatya bile değiştirir insanın hayatını
Hayat, komik olmaya çalıştıkça zavallılaşan bir şaka şimdi.
Sonra biri giriyor kapıdan. Annesinin bir tanesi falan. Paldır küldür, ayaklarını bile silmeden Anlarsınız işte. Bazen ellerimiz dökülür su gibi kucağımızdan
Orta yaşın güzelliği bu belki, her şeyle ve bilhassa kendileriyle gırgır geçiyor insan.
En sevdiğim yazar demek yetmez, en sevdiğim bilgedir Sait Faik.
Bilmiyorum ama kafanın içinin bir bahar temizliğine ihtiyacı var gibi geldi bana. İyi olmaz mıydı yani, açıp başımızı, çıkarsak beynimizi, yıkasak bakır leğenlerde Sabun tozlarıyla, çitileye çitileye Şöyle foşurdata foşurdata
Sayın Tanrı bey, mevsimlerde bir şımarma dikkatimi çekmiş bulunuyor. Maşallah havalar bin beş yüz! Tuhaf tuhaf huysuzlanmalar, Gelsem mi gelmesem mi?’ tarzında nazlanmalar Baharın bu küstah davranışlarını sizin yüksek dikkatinize sunmak isterim. Prosedürde bürokratik bir aksama olmuş olabilir mi acaba? Bir baktırıverseniz efendim. Saygılarımla arz ederim.
Hayatı boyunca sadece sigara içip ne sorulsa Fasulye demiş adam, başka da bir şey dememiş. Herhalde Ben size bulaşmıyorum, siz de bana bulaşmayın manasında.
Şimdi şuracıkta aniden ve büsbütün delirip olayı toptan koparasın var senin.
Ne zaman bu kadar kıymetli olduk biz? Kimselere, hiç kimselere teslim edilemeyecek kadar stratejik bir önemi kazanmamız ne zamana denk gelir? Bu hayatlar ne zamandan beri çuvallamaması , tökezlememesi gereken büyük birer proje?

Ne zamandan beri bir daha asla yaralanmaması gerekecek kadar cılızlaştı içimiz? Oysa geçer hepsi. Bugüne kadar geçmiştir. Ve kurduğumuz cümlelerin hepsi yaralarımızdandır. Yara yoksa bir hayat cümlesi de yoktur aslında. Ancak ve sade ce Bir daha mı? Birine teslim olmak mı? Asla! cümleleriyle yaşayanlar değil mi aslında kendini en çok karın serin koynuna bırakmak isteyenler? Hiçbir şey istemiyorum diyenler değil midir aslında bu hayattan en temiz, en sonsuz ve en yumuşak kar yatağını bekleyenler? Umduğundan utananlar.. Karı yoklaya yoklaya delik deşik edenler

Her şey iyi, her şey güzel olacak değil ya Sendeki bu şansla hikâyenin sonu kesin sırtına giren bir zalim taşla bitecektir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir