İçeriğe geç

İçebakış Fragmanları Kitap Alıntıları – Mecit Ömür Öztürk

Mecit Ömür Öztürk kitaplarından İçebakış Fragmanları kitap alıntıları sizlerle…

İçebakış Fragmanları Kitap Alıntıları

Her sabah, güneşin doğuşuyla hayat da insan da yeniden kurgulanır. İmanın inkişâfı, ibadetlerin sıhhati için gerekli irade gücü yalnız bugüne yetecek ölçüde insana hibe edilir. İnsan yalnızca bugünü düşünürse, onu ibadetlerden alıkoymak isteyen tembel nefsini ve demagog şeytanını ikna edip susturabilir.
Korku, insanı Allah’ın dergâhına sevk eden ilahi bir çağrıdır. İnsan, yaratılmışların binlerce kasvetli korkusundan, Yaratıcının tek olan nurâni korkusuna sığınmalıdır.
Taparcasına sevdiği biri, gün gelip ondan nefret duymaya başladığında, onu yeterince sevmemiş olmakla suçlar kendini insan.Oysa asıl sebep, onu yeterince sevmemiş olması değil, aşırı ve dengesiz sevmesidir. Cenab-ı Hakkın zat, sıfat ve esmalarına yöneltmesi için fıtratına yerleştirilen muhabbet duygusunu başkalarına hesapsız ve duyarsızca dağıtmış olmasının neticesidir bu.
İnsan, kendisine verilmiş sabır gücünü yanlış ve lüzumsuz işlere dağıtmazsa, bu güç, yaşadığı her zorluğa ve her musibete yeterli gelir. Bütün sabır gücünü, düne hiç harcanmamış haliyle, yarına hiç pay bırakmayacak şekilde, yalnızca bugün için kullanarak, mükemmel bir güç elde edebilir, böylece Allah sabredenlerle beraberdir ayetinin anlamını bütün hücreleriyle hissedebilir.
“Şimdi durmadan su içmek, yarınki susuzluğu gidermez; şimdi hızlı hızlı nefes almak, bir dakika sonraki nefes ihtiyacını ortadan kaldırmaz.Geçmiş ve gelecekteki acılı zamanlar için şimdiye ait sabrı kullanmak ,o acıları hafifletmeyeceği gibi, şimdi yaşanan dertlere karşı insanın dayanma gücünü azaltır. Gelecekteki muhtemel musibet ve hastalıkların; şimdiki zamanda var olmayan acılarını bugünden çekmek, insanın kendisine kasten eziyet etmesinin bir ifadesidir.”
“Düşman istersen nefis yeter.”
Ömür boyu yemek yiyen insanoğlu, acıkmayı sona erdirebilmiş midir? Hayat boyu su içmiş insan, susuzluğu yenebilmiş midir? Doğduğundan beri nefes alan insan, nefes ihtiyacını sona erdirebilmiş midir? Hırsla peşinden koştuğunda malı mülkü olur insanın; ama bu onun mal ve mülke olan açlığını arttırmaktan başka bir işe yaramaz.Elde ettiğin başarılar başarıya olan şehveti arttırır.Eriştiği her koltuk,ondaki makam arzusunu azdırır. “Kavuştum” sandıkları,onlara olan açlığı daha da kamçılar.İnsan dünyada doyumsuz bir varlıktır.Tanıştığı her tatmin bir başka arzuyu tetiklemektedir.
Sevdiklerini sevme demiyoruz. Belki onları Cenab-ı Hakkın hesabına Onun muhabbeti namına sev deriz. Dünyayı ve ondaki mahlukatı mana-yı harfiyle (Allah’ı ilişkilendirerek) sev. Mana-yı ismiyle (Allah’ı ilişkilendirmeden) sevme. Ne kadar güzel yapılmış de. Ne kadar güzeldir deme.
Kader, insanın iyilikleri ve başarıları kendisinden bilmemesi ve gurura kapılmaması; cûzi irade ise kötülükleri ve sorumlulukları üzerine alması için imanın şartları arasına girmişken, insan tam aksini yapmakta, iyilikleri kendiyle, olumsuzlukları kaderle ilişkilendirip takdiri ilahi diyerek kader ilmini suistimal etmektedir. Kuranı Kerim de buyurulur ki;(ey insan!) sana her gelen iyilik Allah’tandır; başına gelen her kötülük de nefsindendir*. Başınıza gelen her musibet,işlediğiniz günahlar, ihmal ve kusurlarınız sebebiyledir, hatta Allah günahlarımızın çoğunu da affeder. *
Düşman istersen, nefsin yeter.
Aklın varsa bütün muhabbetleri topla, hakiki sahibine ver, su belalardan kurtul.
Hangi maksadım beni gaflete sevk etmişse, onun aksiyle tokat yerdim.
Dünyayı ve ondaki mahlukatı Allah ile ilişkilendirerek sev, Allah ile ilişkilendirmeden sevme. Ne kadar güzel yapmış de, ne kadar guzeldir deme.
Bir musibeti atlatmanın, bir imtihanı geçmenin, bir dertten, bir zorluktan kurtulmanın yolu onu görmezden gelmek değil, iliklerine kadar yaşamaktır.
İnsan öyle fakir bir varlıktır ki ancak ve ancak Allah ile doyabilen bir ruhun açlık sancıları içerisinde yaşayıp gitmektedir.
İnsan, her an ihtiyaçlar içerisinde kıvranan bir varlıktır. İşte bu, onun fakirlik ve muhtaçlığının büyük resmidir.
İnsan Rabbini, kendini sevmekte, savunmakta ve övmekte kullandığı potansiyelle sevmelidir.
İnsanın kendine hayran olurken kullandığı ve benlik üzerinden hissettiği şey, ilâhi tecellilerin perdesidir.
Ben sevgisi perdesi kaldırıldığında, onun hakikatte Allah sevgisi olduğu görülecektir.
Önüne konan menüdeki yemek isimleri insanı cezbedebilir. Ama menünün geri alınma sebebi, listedeki yemeklerin asıllarının gelecek olmasıdır. Menünün gitmesi yemeklerin de ondan uzaklaştığı anlamına gelmez. Menüyü asıl zannedip onun gitmesine üzülmek bir akıl tutulma-sıdır. Dünyadaki nimetler de cennet nimetlerinin fihristi, menüsüdürler; ahiretteki asıllarına ait dünyaya düşen gölgelerdir.
Elma ağacındaki elmalar çürüyebilir. Ama lezzetlendirme ve nimetlendirme hakikati çürümez ve ölmez; başka bir ağaçtan, başka bir elmadan aynı lezzeti vermeye devam eder. Renkler silinebilir ama Mülevvin esması, yani Renklendiren silinmez, ölmez, o hep diridir. Nimetin gerçek kaynağı olan kesintisiz varlığın idrakinde olmak, nimetin yok olmasının verdiği burukluğu giderir ve o nimetten gelen mutluluğu baki kılar. Nimetin tükenmesi sonucunda, nimet verenin yok olmaması, lezzetlerin acıya, mutlulukların kedere dönüşmesini önler. Allah’la ilişkilendirilmiş nimetin tükenmesi, elem vermez; aksine ondan alınan mutluluğu garantiye alır. Zihinde Allah’ la bağlantısı kurulmamış nimetin sona ermesi bir elem kaynağı olacağı gibi, o nimetin var olması dagi bir saadet sebebi değildir.
Her insan kendisi için özelleştirilmiş hususi kainatı içerisinde, Rabbinin ona özel rububiyet tecellilerine muhataptır. Bu açıdan her bir insan, kainatın tamamı kadar önemlidir. Hususi tecelliler açısından bir insanın işlerinin organizesi kainat sistemindeki işlerin organizesi kadar mühimdir. Kainatta her varlığın ihtiyaç içerisinde olası, o insanın ihtiyaçlarının önemini azaltan veya değersizleştiren bir durum değildir. Varlıkların çokluğu, her birinin ihtiyaçlarının çeşitliliği herkesin her an Rabbisinden farklı talepler içerisinde oluşu, insanın biricikliğini ortadan kaldırmaz. Rabbimiz her varlığın ihtiyacını, kimseye havale etmeksizin bizzat giderir. Her canlının derdini, araya bir aracı koymaksızın bizzat dinler. Kainatta daha büyük ve daha önemli gibi görünen meselelerin varlığı, bazı icraatlerin bir an bile sekteye uğramayan kanunlarla yönetiliyor olması, O’nun, kuluna bizzat yapacağı yardımlara mani değildir. Muhatap, her zaman Rabbimizin bizzat kendisidir. Ne bir temsilcisi, ne bir yardımcısı, ne de bir veçhidir. İlahi tecelliler, eksilmeden, bölünmeden, parçalanmadan, bir bütün halinde kulun bizzat muhatabıdır. Kulda, Rabbi açısından kainatın bütünlüğü nispetinde değer ifade etmektedir.
Taraftarı olduğu takımının şampiyonluğuyla, desteklediği partinin seçim kazanmasıyla, takip ettiği dizinin bir sonraki bölümünde neler olacağıyla ilgilendiği kadar, ahiretteki akıbetiyle ilgilenmez insan. Fani bir sevgiliyi düşündüğü kadar, kendisini ve tüm sevdiklerini yaratan Baki’yi düşünmez. Faturalarını ödeyememekten çekindiği kadar olsun cehennemden çekinmez. Sefil bir günahı arzuladığı kadar bile, cenneti arzulamaz. Fani dünya namına hiçbir şey fazla önemsenmeye layık değildir. Kur’an-ı Kerimde Rabbimiz, Ey Resulüm, sen de öleceksin, onlar da ölecek buyurur. Bu demektir ki, seni küçümseyen, hafife alan, yadırgayan, aldatan, sana ihanet ve zulmeden her kim olursa olsun onlar da ölecekler. Mazhar olduğun nimetler de başına gelen musibetler de günün birinde yokluğa karışıp gidecek. Sen de öleceksin sevdiklerin de . Seni üzenler de, sevindirenler de ölecek. İçerisinde bulunduğun dünya gezegeni de, o gezegeni taşıyan Güneş Sistemi de, onu kapsayan Samanyolu Galaksisi de, sonu şimdilik bulunamamış evren de ölecek.
Hayatının güzelleşmesini, işlerin yoluna girmesini istiyorsa insan; nefsani değil ilahi yöntemlerle kendi hayatına müdahalelerde bulunmalıdır; tevekkülü, iktisadı, şükrü, kanaati, duayı ve tevekküle boyanmış gayreti kullanmalıdır.
Acelecilik, mahrumiyet sebebidir.
zorlukları zihninde üretip var etmeye çalışmamalıdır insan.Yarın henüz gelmeden, yarının günah ve bağımlılıklarını bugünden terk edebilecek güce sahip olamadığı gerçeğini kabullenmelidir.
Hakikat şudur ki, kötülükleri insan yapmakta, iyilikleriyse Allah nasip etmektedir. Bu yüzden olumsuzlukları kendiyle, iyilik ve güzellikleriyse Yaratıcısıyla ilişkilendirmeyi öğrenmelidir insan. İşte bu bakış ihlastır, riyanın yok oluşu ve kib-rin ölümüdür.
Kalpte ya yaratılmışlardan ya da Yaratan’dan ötürü korku olur. Bu iki korku bir kalpte beraber barınamaz. Lüzumsuz konuIarda gereksiz yere endişelenen insan, gerçekten kaygılanması gereken temel konularda gitgide duyarsızlaşır. İnsan endişeIenecekse, hayatının bilançosundan, kabre iman mahrumu olarak girmekten, kabir hayatının sıkıntılarından, cennete girememekten, cehennemden çıkamamaktan, Allah’ın nza. sına eremeyip gazabına duçar olmaktan endişe duymalıdır. Dünyayı kaybetmekten değil, ebedi hayatta bedbahtlardan olmaktan çekinmelidir.
Haşyet (Korku) duyması gereken tek varlıktan yeterince haşyet duymayan birinde o büyük korku potansiyeli yüzlere, binlere bölünmüştür.
Yavaşlatılmış, yıllara yayılmış cenaze törenini insan, yaşamak sayar.
Göz görmekle, kulak işitmekle, burun koku almakla nasıl övünebilir? Düşen bir insanı yerden kaldırmak, yalvaran birine el uzatmak insan için nasıl olur da övünme sebebi olabilir ?
Allah, insanı yılan olarak yaratmamıştır ki ısırsın, aslan olarak yaratmamıştır ki pençelesin, yırtıcı bir hayvan olarak yaratmamıştır ki parçalasın Allah, insanı insan olarak yaratmıştır. Kişi insanlığın gereğini sergilediğinde, anormal bir şey yapmış olmaz ki, onunla övünebilsin.
ceza,yapılan hata cinsinden olacaktır.insan kalbiyle işlediği hatanın cezasını ,bedeniyle değil, kalbiyle;kalbine yerleştirmeye çalıştığı fanilerin onu terk etmeleriyle çeker.
Sahip olduğu bir varlığı yitirmek, nefs için keder sebebiyken, ruhta bir doygunluğa, bir itminana vesile olur. Çünkü dünyalık bir şeyi yitirdiğinde. insanda varlığını hep sürdürmüş olan ‘o şeyi kaybetme’ ihtimalinin verdiği olumsuz duygu da kayıplara karışır. Nefsin çektiği acıya hüzün dense de, dünyevi zararların, uhrevi kazançlara dönüştüğünü bilen kalp ve ruha göre bunun anlamı sevinç ve mutluluk tur. Geçici acıları dert etmemeli, geçici hazlara bel bağlamamalıdır insan.
İnsanın hazza adım attığı an, o hazdan tamamen ayrılacağı vakte giden sürecin de başlangıç anıdır.
Bugünkü sorunlar, dün yüzleşmediklerinin kişinin önüne çoğalarak çıkarılması olduğu gibi; yarının dertleri de bugün yüzleşmediği geçeklerin daha büyük yüzleşmelere gebe olarak ona geri dönüşünden ibaret olacaktır. Bu bedeller, insanın onlardan kaçmasını değil, onları misafir edip ağırlamasını bekler. Onlarla yüzleşmek, insanın kendisiyle yüzleşmesi; onları anlamak, insanın kendisini anlaması demektir. Bir musibeti atlatmanın, bir imtihanı geçmenin, bir dertten, bir zorluktan kurtulmanın yolu onu görmezden gelmek değil, iliklerine kadar yaşamaktır.
Bütün çiçek türlerine yansıyan güneş, bir çiçek türüne yansıyan güneşten, o çiçek türünün güneşi alma kabiliyetine bağlı olarak ayrılır. bu yüzden güneş aynı olmasına rağmen çiçeklerin renkleri değişmiştir. Gülün güneşi ile, papatyanın âlemlerinde birbirinden farklıdır Çünkü her iki çiçeğin de güneşten elde edebildikleri nitelikler farklıdır.
Varlıkların çokluğu, her birinin ihtiyaçlarının çeşitliliği, herkesin her an Rabbisinden farklı talepler içerisinde oluşu, insanın biricikliğini ortadan kaldırmaz. Rabbimiz her varlığın ihtiyacını, kimseye havale etmeksizin bizzat giderir. Her canlının derdini araya bir aracı koymaksızın bizzat dinler.
Aklı başında olan insan, ne bu dünyanın fani işlerinden kazandıklarına sevinir ne de kaybettiklerine üzülür. Zira dünya nehri durmuyor, akıp gidiyor. İnsan da bu nehirle birlikte akıp giden bir varlıktır.
Kulluktaki eksiklikler manevi hastalıkları körükler. Kulluk ilacını kullanmamakla işi yokuşa sürüp, bu amansız hastalıklara davetiye çıkardığında, kabahat, insanın kendisine aittir, işte bu yüzden şikayete hakkı yoktur.
Hayat keyiflidir. Yediği yemekler, yaşadığı şehir, baktığı gökyüzü harikulade ve güzeldir insanın.. İhtiyaçlarından çok daha fazla imkâna da sahiptir; ama o bütün bunlarla mutlu olamamaktadır. Çünkü üzerine almaması gerekli sorumlulukları ve haliyle yersiz korkuları yüklenerek manevi ve psikolojik hastalıklara tutulmuştur.
Her şey insanın içinde oluyor, dışında değil.
Sen de öleceksin sevdiklerin de Seni üzenler de, sevindirenler de ölecek
“Yavaşlatılmış,
yıllara yayılmış cenaze törenini insan, yaşamak sayar.”
“İnsanın mevcut acıları, dünkü amellerinin cehenneminden bir parça; bugün gördüğü lütuflarsa, dünkü iyiliklerinin cennetinden bir kesittir.”
“İnsan, peşin olana sevdalı olduğu için dünyadaki karşılıkların peşine düşmüş, ahiretteki büyük mükafatları aradaki izafi uzaklıktan dolayı hafife almıştır.”
“Zira aklı besleyen fen bilimleri, ruh ve vicdanı besleyen ise dini ilimlerdir.”
İnsan , karşısındaki insanı değerli olduğu için değil , onun kendisinde meydana getirdiği hissi ve heyecanı sever .
Denemeye değmez mi? Yeniden doğmaya değmez mi?
Mehasinin hep mevhubedir; seyyiatın meksûbedir.
Annesinden korkan çocuğun yine annesinin kucağına sığınması gibi o da korku gücüyle Allah’ın merhamet kucağına sığınmalıdır. Ta ki, korkuları lezzete ve endişeleri saadete dönüşsün.
Zira kalpler, kendisine haksız yere duyulan sınırsız sevgiyi, kendilerinin bu denli alakaya layık olmadığını bilerek içten içe reddeder.
Bu kadar hırsla, bunca çaba ve çalışmaya rağmen elde edemediği şeyleri, Allah’ın nazargâhı olan kalbe onları yerleştirmiş olmasından bilmelidir.
Allah sevgisine vesile olabilecek sevgileri, Allah’tan uzaklaştıran sevgiler haline getirmekle işlediği suçun cezasını kalbinin içiyle, vicdanının derinlikleriyle çekmektedir.
Mutluluk içerisinde geçen bin yıllık dünya hayatı, cennetin bir saatine karşılık gelmiyor ve cennetin bin yılı, cemalullahı müşade etmenin bir saatine yetişemiyorken, bu büyük mükafatlarla ilgilenmeyip, bir kaç yetişkin oyuncağı karşılığında kendini dünyaya satabilecek bir varlık olmamalıdır insan.
“Acaba sırf dünya için mi yaratılmışsın ki bütün vaktini ona sarf ediyorsun.”
Nimet kendi miktarınca acıyı, acı da kendi miktarınca mutluluğu içerisinde saklı tutar.
İnsanın fanilere duyduğu abartılı sevgiler, ona Allah’a muhabbet duyması için verilmiş bir yeteneğin suistimalidir.
Çektiği cezada, kişiye göre sebep ihmaldir ama aslında sorun ihmal değil aşırı önemsemek tir.Ona göre, yeterince sevmediği için maşukundan ayrı düşmüştür, oysa hakikatte ölçüsüz sevdiği için ayırmıştır onları kader.
Allah’ın kalplerde kendisine ayırdığı özel yeri, başka varlıklarla doldurur insan. Allah’ın nazargâhı olan kalpte başkalarına nazar eder. İşte bu yüzden yaşadığı hayatı sevgilerle, aşklarla tatlandırmak ve renklendirmek isterken, hayatının tadını kaçıran, rengini solduran yine bu abartılı sevgiler olur.
Bazen bir mutluluk hızla sona erer;ama bıraktığı elem kalıcı olur.Düşündükçe,hatırlandıkça,o acı,çekilmeye,o yara deşilmeye devam eder.
Yazıklar olsun onlara ki,âhirete inanmalarına rağmen,bile bile dünyayı âhirete tercih ederler.
Acaba sırf dünya için mi yaratılmışsın ki bütün vaktini ona sarf ediyorsun?
İnsan Allah’a inanıyor veya inanmıyır olabilir;O’na ibadet ediyor veya etmiyor olabilir;ama birini sevdiği zaman ölçüsüzce seviyor,gece gündüz sevdiğini düşünecek kadar seviyor,bazen intihara sürüklenecek kadar seviyor.
Ey insan! Sen kendini,kendine mâlik (sahip) sayma.
Çünkü sen kendini idare edemezsin.O yük ağırdır;kendi başına muhafaza edemezsin,belâlardan sakınıp levazımatını (sana lazım olanları) yerine getiremezsin.
İnsanı asıl üzen,asıl sevindiren,ona lezzet veya acı veren şey,yaptığı kıyaslamalardır.
Sana usanç veren,sonsuza dek yaşam kuruntusudur.
Şu anda sırtında bulunan yükleri,sorumlulukları,sonsuza kadar taşıyacağını vehmeder insan.
Sana gelen her iyilik Allah’tandır;başına gelen her kötülük de nefsindendir.
Bütün hamdler,övgüler,kimden kime ve hangi sebeple olursa olsun Allah’adır.
Güzellik onda değil,ona güzelliği yansıtandadır.
“Allah’tan geldik ve dönüş yine O’nadır.”
Yanlış sevginin cezasını,sevdiği varlıklardan nefret görerek çeker.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir