İçeriğe geç

İçdeniz Balıkçısı Kitap Alıntıları – Ursula K. Le Guin

Ursula K. Le Guin kitaplarından İçdeniz Balıkçısı kitap alıntıları sizlerle…

İçdeniz Balıkçısı Kitap Alıntıları

Grong Kavşağı kahramanı Bayan Jerry Debree güzel görünmeyi pek severdi. Tabii bu, kocası Jerry’nin iş bağlantıları için de çok önemli bir şeydi, ayrıca kendisine daha çok güvenmesini sağlıyordu, yani ambalajının yeni yapılmış, kirpiklerinin yerine güzelce yapıştırılmışve kasadaki o tatlı kızın da söylediği gibi fosforlu allıklarının elmacık kemiklerini belirginleştirmiş olduğunu bilmek onu mutlu ediyordu.
Ne yapmakta olduğum sadece bir an için söylenmişti bana ve o da öyle kısa bir andı ki reddedebilmiştim.
Zaman nehrinde seyahat etmemizi sağlayan yegâne tekneler masallardır, ama suyun hızlı aktığıyerlerde ve dolambaçlı sığlık alanlarda hiçbir tekne emniyetli sayılmaz.
Deliler, akıllılardan çok daha sıkı tartışırlar.
Tanıdığımız şeylere tutunuyoruz. Ve bir parçayı bulduğumuzda geri kalanı onun üzerine inşa oluyor.
Hey Tanrım, Shan, bu evrende erkeklerin kadınları anlayabileceği bir yer var mı acaba?
Gethen, dedi Shan.
Güç, büyük bir davul gümbürtüsüdür.
Akıntıyla birlikte akmalı. Açıklanamayan kabullen. İnanılmaz olduğu için inan. Kim anlamak nedir ilgileniyor ki zaten? Kimin buna ihtiyacı var? Eğer üzerlerinde düşünmezsen bir çok şey daha iyi bir anlam ifade eder. Belki hepimizin beyninin bir kısmını çıkartıp alırlar ve gerçekten de basit birer hayat süreriz.
Parçalanmakta olan bir dünyada kaç kişi düz bir
yolda ilerlemeye devam edebilir?
Bizi düz yolda tutan pusulamız, aklımız oldu.
Bizler, türümüzden dolayı hayatı çok, çok
karmaşıklaştırmaya bayılırız.
Hep benim sevmiş olduğum adam olmana rağmen aynı insan değilsin Hideo.
Biz ‘zekâ’ kelimesini türümüzün fiziksel karmaşıklığı ve kültürel bağımlılığını özetlemek için kullanıyorduk, dedi çeviricideki ses sonunda. Müddetsiz bir sıçramada, bilinçli bir akıl şeklindeki bir atlayıcının varlığı henüz denenmemiş bir faktördür.
İnsanlar kalplerinin neden attığını bilmeseler de uzun yıllar boyunca kalpleri atarak yaşamışlar.
İnsanoğlunun yaptığı gibi, bilmedikleri şeyler hakkında konuştular.
Para, yani vasıta, ikincil bir faktördür. Dünyaya mantıkla bakan herkes neler olduğunu yüz yıldır görebiliyordu: Tükenen kaynaklar, nüfus patlaması, hükümetlerin çöküşü. Fakat mantıklı bir anlayışı hayata geçirmek için insanın aklına güvenmesi gerekir. İnsanların çoğu ya şansa, ya Allah’a, ya da bunlar gibi kolaycı çözümlere inanmayı tercih etmişti. Akılcılık zordur. Dikkatlice bir plan yapmak, yıllarca beklemek, zor seçimler yapmak, sürekli para bulmak, başka üyeler girmesin, tamahkârlık veya yufka yüreklilik nedeniyle işbozulmasın diye gizli tutabilmek zordur. Parçalanmakta olan bir dünyada kaç kişi düz bir yolda ilerlemeye devam edebilir? Bizi düz yolda tutan pusulamız, aklımız oldu.
Aslında Bayan Debree yerlilerden korktuğunu bile söyleyebilirdi, çünkü kocası ondan daha cesur olmaktan da hoşlanırdı; ama bazen de korkmasına çok kızardı, hani Japonya’da o zehirli balığı ya da zehirli olma ihtimali hem olan, hem olmayan o balığı sadece korktuğunu söylediği için ona zorla yedirdiği ve Bayan Debree’nin kusup herkesi rahatsız ettiği zaman olduğu gibi.
Şimdi, insanların neden bilimkurgu sevmedikleri hakkında konuştuktan sonra, ben neden sevdiğimi söyleyeyim. Ben pek çok kurgu çeşidini, büyük ölçüde, hiçbiri tek bir türe has olmayan aynı özelliklerden dolayı severim. Ama bilimkurguda bulunan ve bilimkurguyla ilgili olarak sevdiğim şeyler özellikle şu meziyetlerdir: canlılık, genişlik, hayal gücünün kılı kırk yarması; oyunculuk, çeşitlilik ve mecaz gücü; geleneksel edebi beklentiler ve üsluplardan azadelik; ahlaki ciddiyet; akıl; heyecan vericilik ve güzellik.
Nehrin akışını seyreden, Hiç duruyor mu? Niye akmasını kesemiyor Çumo? diye soran küçük, ciddi bir oğlan.
Seni tutmaya çalışacağımı mı düşünmüştün? Kızım, ben senin uçtuğunu görmek istiyorum.
Mantığın uykuya dalması canavarlar doğurur,
Çocukları önünde duruyordu, uğruna tüm bu fedakârlıkların yapıldığı güzel çocuklar, umut, gelecek.
Dünyada ise, şimdi feda edilenler çocuklardı.Geçmişe kurban edilenler.
Dünyaya mantıkla bakan herkes neler olduğunu yüz yıldır görebiliyordu: Tükenen kaynaklar, nüfus patlaması, hükümetlerin çöküşü. Fakat mantıklı bir anlayışı hayata geçirmek için insanın aklına güvenmesi gerekir. İnsanların çoğu ya şansa, ya Allah’a, ya da bunlar gibi kolaycı çözümlere inanmayı tercih etmişti. Akılcılık zordur. Dikkatlice bir plan yapmak, yıllarca beklemek, zor seçimler yapmak,sürekli para bulmak, başka üyeler girmesin, tamahkârlık veya yufka yüreklilik nedeniyle iş bozulmasın diye gizli tutabilmek zordur. Parçalanmakta olan bir dünyada kaç kişi düz bir yolda ilerlemeye devam edebilir? Bizi düz yolda tutanpusulamız, aklımız oldu.
Bir zamanlar nehirde yüzdüğü gibi şimdi de yaşamın içinde yüzüyordu, kendi yuvasındaki bir balık gibi.
Beş dakika öncesine kadar kendimden, ihtirasımdan, kaderimden o kadar rahat ve parlak bir şekilde memnunken şimdi bir tarafa fırlatıp attığım dünyaya bomboş, sessiz, zavallı bir halde bakakalmıştım.
Aşkın söylenme hakkı vardır.
Yani birinin bizi sevdiğini, bizi sevebileceğini bilmeliyiz.
Belki de en çok ihtiyacımız olan şey budur.
O an için olan her şey “bir süreliğine” idi.
Ah o günlerin o yalan tatlılığı.
Zaman nehrinde seyahat etmemizi sağlayan yegane tekneler masallardır, ama suyun hızlı aktığı yerlerde ve dolambaçlı sığlık alanlarda hiçbir tekne emniyetli sayılmaz.
Deliler, akıllılardan çok daha sıkı tartışırlar.
Endişe idrak ile ilgili anormallikleri artırır.
Tanıdığımız şeylere tutunuyoruz ve bir parçayı bulduğumuzda geri kalanı onun üzerine inşa oluyor.
Dünyadan belli bir maksatla bir anlam çıkartırız.
Kaosla karşılaşınca, bildik bir şeyler arar veya yaratır ve bununla bir dünya kurarız. Bebekler öyle yapar, hepimiz öyle yaparız; duygularımızın bize rapor ettiği birçok şeyi süzeriz. Neyin farkında olmamız gerekiyorsa veya neyin farkına varmak istiyorsak sadece onun farkında oluruz.
Nefret, denizdeki bir dalga gibi onu tuzlu bir buruklukla doldurdu, sonra çöktü ve yok oldu.
Zaman bir süre değil, bir yoğunluktur; zaman tempo ve müddettir.
Eğer sebat edersen, sonunda oraya varıyor musun?
Çünkü ruhumuzu koymadığımız hiçbir şey çalışmaz, tehlikeyi göze almadığımız hiçbir şey emniyetli değildir.
Kapıları kapatın, ateşin yanına gelin; yatmadan önce soğuk geceyi dışarıda bırakalım.
Duvarların ötesini görmek sizi rahatsız etmiyor mu?
Bir çocuğun kırk ebesi olursa ya kör doğar, ya topal.
Kalbin, insan aklının anlayamadığı kendi nedenleri var.
Tanrılar yok etmek istediklerini önce delirtirlermiş.
Soru şu: Paylaşılan ve etkileşim öğeleri içeren bir deneyimi genellikle hangi noktaya kadar hayal kavramıyla tanımlayabiliriz?
Mantığın uykuya dalması canavarlar doğurur.
Bizler hayatı çok, çok karmaşıklaştırmaya bayılırız.
İnsan hatalarına bakıp keşifler yapabiliyor; genellikle beklenmeyene yolu açan şey gayret değil de yanlışlar oluyor.
Knasıl? diye bağırdı. Knasıl olduğunu anlatmaya çalışıyorum ya? Mesaj, bilgi, hayır hayır hayır, bunlar eski, o yanıssal teknolojisi. Bu bir sıçrama? Vasıtasal bir tutarlılık aracılığıyla gerçek dışı zaman aralığının sanal olarak etkin hale geldiği alanın, sanal bir alan olarak algılanması gerekir anlamıyor musunuz?
Hayır, dedi Lidi. Vasıtasalla neyi kastediyorsun?
Dinleyen Çumo davulu ve söğüt yaprakları arasındaki kuzey rüzgârının fısıltısını duyuyordu. Sadece, sedyenin üzerinde, hasırdan kefenindeki Kwatewa, Çalgıcı’nın ona hangi türküyü çaldığını duyuyor, bunun bir utanç türküsü mü, bir keder türküsü mü, yoksa bir kucak açma türküsü mü olduğunu biliyordu.
Esther?
Sesi hafifçe koridor boyunca yankılandı.
Esther, göremiyorum. Bana nasıl görüleceğini göster?
Mantığın uykuya dalması canavarlar doğurur, dedi Esther Rose yüksek sesle.
İzi asansör sahanlığına giderken mutlu olduğunu, tam anlamıyla mutlu olduğunu fark etti. Atmosferdeki negatif iyonlarla bir alakası olabilir bunun, diye hatırlattı kendi kendine. Ama bu sadece bedensel bir şey değildi. Bu insanoğlunun uzun zamandır aradığı, hiç bulamadığı şeydi, dünya üzerinde hiç bulamayacağı bir şey:
Akılcı bir mutluluk.
Bakerfield Kubbesi’nden ayrılmak demek bir kez daha arınmak zorunda olmasının yanı sıra yeni ve korkunç bir virüse maruz kalması demekti. Virüs hızla mutasyona uğruyordu ve o ana kadar iki milyar insanın ölümüne yol açmıştı – yavaş radyasyon sendromundan ölenlerin sayısını sollayan, açlıktan ölenlerinkine denk bir sayıydı bu.
Çünkü insanların çoğu akıllarına güvenmek istemezler, dedi İzi. Para, yani vasıta, ikincil bir faktördür. Dünyaya mantıkla bakan herkes neler olduğunu yüz yıldır görebiliyordu: Tükenen kaynaklar, nüfus patlaması, hükümetlerin çöküşü. Fakat mantıklı bir anlayışı hayata geçirmek için insanın aklına güvenmesi gerekir. İnsanların çoğu ya şansa, ya Tanrıya, ya da bunlar gibi kolaycı çözümlere inanmayı tercih etmişti. Akılcılık zordur. Dikkatlice bir plan yapmak, yıllarca beklemek, zor seçimler yapmak, sürekli para bulmak, başka üyeler girmesin, tamahkârlık veya yufka yüreklilik nedeniyle iş bozulmasın diye gizli tutabilmek zordur. Parçalanmakta olan bir dünyada kaç kişi düz bir yolda ilerlemeye devam edebilir? Bizi düz yolda tutan pusulamız, aklımız oldu.
“Deliler akıllılardan çok daha sıkı tartışırlar.”
“Ama gerçekten en itibarlı rahiplikler erkeklere ayrılmış gibi. Büyük ihtimalle çocuk doğuramamalarını telafi etmek için.”
Tanrılar yok etmek istediklerini önce delirtirlermiş.
Akıl dışı güdülere boyun eğmemek için elinizden geleni yaparken, karşılık olarak sadece duygusallıkla karşılaşmak moral bozucu bir şeydi.
Bir keresinde İsako bana, dedi, annenin çocuğuna ışık yılları mesafesinde rahatlıkla gerilebilen çok ince, çok cılız bir bağla, göbekbağı gibi bir bağla bağlı olduğunu söylemişti. Bunun acı verip vermediğini sormuştum, o da, ‘Yo, hayır, sadece böyle bir bağ var işte, uzuyor uzuyor ama hiç kopmuyor’ demişti. Bana sanki acı verirmiş gibi geliyor. Ama bilmiyorum. Benim hiç çocuğum olmadı ve annelerimden iki günlük mesafeden daha uzağa hiç gitmedim.
Sebep-sonuç zinciri tanımlaması kolay bir şeydir; ama sebep ve sonuç arasında bir fasıla olursa kolay olmaz. Zaman içinde yaşayanlar için ardışıklık bir düsturdur, tek modeldir; eşzamanlılık kargaşa gibidir, düzensizliktir, ümit vermeyen bir karışıklıktır ve böyle bir karışıklığın tanımı da insanın aklını çok fena karıştırır.
Böyle bir şey yapmaya hakkımız yok, o yüzden neden olduğumuz acının sorumluluğunu kabul ediyoruz.
Ben gerçekten de gittiğimiz her yere kendi çamurumuzu da götürmemiz gerektiğine inanıyorum. Biz çamuruz. Biz Dünyayız.
Sıçrama tabiri, insanın kulağına hafif, ehemmiyetsiz bir şey gibi geliyordu. Bilim insanları her şeyi ehemmiyetsizleştirmeyi sever.
Ebeveynlerimize karşı ne kadar acımasız oluyoruz!
Ama gerçekten en itibarlı rahiplikler erkeklere ayrılmış gibi. Büyük ihtimalle çocuk doğuramamalarını telafi etmek için.
Kendi özlemlerim oldukça ilkel, saf ve romantik bir yer bulduğuma inanmama neden oldu. Ama budama kancalarıyla kılıçlarını jilet gibi bileyen zeki barbarlar arasındaki hizipleşen ve cinselliğe dayanan bir rekabetin tam ortasında kaldık.
kırmızı ve san kilden duvarlar, testi rengi çıplak göğüsler ve omuzlar, mor, kırmızı, kavuniçi ve koyu kahverengi çizgili ve işli pelerinler, yelekler, etekler, altının pırıltısı, tüylerin salınışı, yağ, tütsü, toz, duman, yemek, ter kokuları, bir sürü insanın sesleri, sandaletlerin patırtısı, çıplak ayakların taş veya toprak üzerindeki hışırtısı, çanlar, gonglar, ışık farkları, hiçbir şeyin bilinmediği ve her şeyin olduğu gibi olduğu, olması gerektiği gibi olduğu bir dünyanın teması, kokusu ve temposu, sapsarı güneşin alnında alev alev, taştan, çamurdan, harika yontulardan müteşekkil kaba, harika ve insanca olan küçük bir şehir.
çünkü ruhumuzu koymadığımız hiçbir şey çalışmaz, tehlikeyi göze almadığımız hiçbir şey emniyetli değildir.
Ben güneşler arasındaki karanlığım, dedi biri.
‘’Komik öyküler, salakça öyküler ne büyük bir ihsan. İnsan böyle bir öykü yazmak için masa başına oturmaz, böyle bir şeye niyetlenilmez; onlar insanın ruhunun karanlık yanlarının armağanlarıdır.’’
‘’Yanıssal Einstein’a karşı çıkıyor. Haber, maddesel bir şey değildir ve o yüzden (Ah. Bilimkurgusal o yüzden lere bayılıyorum!) yanıssal tarafından anında iletilebiliyor. Ne bir paradoks var, ne de zaman kayması. X’ten Y’ye yüz ışık yılı bir yolculuk yaptığımızda, Y’de bizi, X’in geçmiş bir asırlık tarihi bekler; bizi yollayan anarko-sendikalist ütopyacıların yerine kaçık teokratik bir diktatörlüğün geçip geçmediğini merak etmemize gerek yok. Gerçekten de onları yanıssal ile hemen arayıp öğrenebiliriz. Alo? Yoldaş? Hayır, ben kaçık bir teokratik diktatörüm.’’
”Tabii ki kendi öykülerimin güzelliğinden bahsedecek değilim. Onu eleştirmenlere bırakıp fikirler hakkında konuşmama ne dersiniz? Mesajlar hakkında değil ama. Bu öykülerde mesaj yoktur. Bunlar kader kısmet çeken tavşanların çektiği notlar değil. Öykü bunlar. ”
”Birçok insan gerçekten de tam anlamıyla tanımadığı herhangi bir şey hakkında düşünmek zorunda kalmaktan ürker veya böyle bir şey karşısında karamsarlığa kapılır; denetimini yitirmekten korkar. Zaten son derece iyi bildikleri bir şey hakkında değilse okumazlar, başka bir renkse nefret ederler, McDonald’s değilse yemezler. Dünyanın onlardan önce de var olduğunu, onlardan büyük olduğunu ve onlarsız da yoluna devam edeceğini bilmek istemezler. Tarihi sevmezler. Bilimkurguyu sevmezler. Tanrı onlara McDonald’s’ta yemek ve Cennet’te mutlu olmak nasip etsin. ”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir