Ahmet Hamdi Tanpınar’ın kitaplarından Huzur Kitap Alıntıları sizlerle.
Huzur Kitap Alıntıları
Kendi kendime biz gurbetin insanlarıyız diyorum. Mesafelerin terbiye ettiği insanlar…
Haksızlığı her kabul ediş , daha büyüğünü doğuruyor..
Gittin amma ki kodun hasretinle canı bile
İstemem sensiz olan sohbet-i yaranı bile
İstemem sensiz olan sohbet-i yaranı bile
Vücutlarımız, birbirimize en kolay vereceğimiz şeydir. Asıl mesele, birbirimize hayatlarımızı verebilmektir. Baştan aşağıya, sadece bir aşkın olabilmek, bir aynanın içine iki kişi girip oradan tek bir ruh olarak çıkabilmektir.
Görünmezsen ne çıkar, ben seni kendimde taşıyorum!
… çünkü her erkek biraz çocuktur ve idareye muhtaçtır,…
Artık hür olduğunu, istediği gibi gezip tozacağını, istediği şeyleri okuyacağını düşündükçe sevinci artıyordu.
Düşünce, sanat, yaşama aşkı, hepsi sende toplandı. Hepsi, senin hüviyetinde birleşti. Senin dışında düşünememek hastalığına müptelâyım.
O gün büsbütün güzeldi. Hiç yaşamamış şeyler gibi güzeldi. Hayatın eşiğinde, düşüncenin eşiğinde son bir defa gördüğümüz şeyler gibi güzeldi…
Ben trajedinin kendisini seviyorum. Asıl büyüklük, ölüm şuuruna rağmen gösterdiğimiz cesarette.
Acaba hep böyle mi düşünürüz; ölümün mü, hayatın mı çocuklarıyız? Bu saati hangisi kuruyor, mevsimlerin eli mi, mutlak karanlığın parmağı mı ?
Elbisem çok eski olsun… Fakat bahçemde en iyi güller yetişsin.
Biliyordu ki, şartlar değişince insanlar da değişir.
Yoksulluğa alıştım, ihtiyarlığa alışamadım..
Her düşüşün altında bir başkası vardır. Ve herkes kendinin mezarıdır.
Bazı kapıların bize kapalı görünmesi, önünde değil, arkasında bulunduğumuz içindir.
Asıl garibi bu kadar tecrübeye rağmen yaşanan hayata müdahale edememekliğimiz…
Gitse, diyordu; ne olur, bıraksa ve gitse… Gelişi o kadar ani oldu ki, kendi kendime kalmaya ihtiyacım var.
Çocuklarımızı muayyen yaşlara kadar okutmayı âdet edindik. Bu çok güzel bir şey! Fakat günün birinde bu mektepler sadece işsiz adam çıkaracak, bir yığın yarı münevver hayatı kaplayacak…O zaman ne olacak? Kriz…
Bir zihinde yaşayanlar daima güzeldirler.
Kendi kendime, biz gurbetin insanlarıyız, diyorum. Mesafelerin terbiye ettiği insanlar.
+Mümtaz, bir günde ömrünü kaç defa yaşarsın?
– Vallahi bilmem ama, bazen beş on defa.. fakat şimdi değil artık…
+Hah.. şimdi anı yaşamayı, onunla kalmayı öğrendin demek.
– Vallahi bilmem ama, bazen beş on defa.. fakat şimdi değil artık…
+Hah.. şimdi anı yaşamayı, onunla kalmayı öğrendin demek.
Bir yığın iç parçalayıcı yokluktan ibaret bir dünya idi bu.
Ne yaparsınız, hayatımızı olduğu gibi kabul etmek lazım. İnsan istediği kadar hür olamıyor…
Yaşamak, başkaları tarafından muhasara altına alınmak, yavaş yavaş boğulmaktı. Yaşamak…
Vücutlarımız, birbirimize en kolay verebileceğimiz şeydir; asıl mesele, hayatımızı verebilmektir. Baştan aşağı bir aşkın olabilmek, bir aynanın içine iki kişi girip, oradan tek bir ruh olarak çıkmaktır.
Ya hep, ya hiç. Hayır, her şeyden biraz.
… ihtimallerin cetvelinde mağlubiyet de vardır.
Niçin bugünü yaşamıyorsun Mümtaz? Neden ya mazidesin, ya istikbaldesin. Bu saat de var.
Hangimiz yıldızlı bir gecede kainatı bütün ağırlığıyla sırtımızda taşımayız. Hiçbir şey insanoğlunun cesareti kadar güzel olamaz.
İnsanlıktan ümit kesmedim, fakat insana güvenmiyorum. Bir kere bağları çözüldü mü; o kadar değişiyor, o kadar kurulmuş makine oluyor ki…
Okuduğu ve beğendiği şairler, başta Poe ve Baudelaire olmak üzere hepsi “asla”nın prensi değil miydiler? Onların beşikleri hep “olamaz” burçlarında sallanmış, ömürleri “imkansız”ın ülkesinde geçmişti. Hayatımızı geri dönemeyecek bir uca taşımazsak, şiirin peteğini nasıl doldururduk? Onun için gürültülü neşesine, riyazi denebilecek bir tahlil kabiliyetine, geniş hayat iştahına rağmen Mümtaz, o zamana kadar ömrünün ve gençliğinin kendisine üst üste açtığı sofraları reddetmekle kalmamış, hayatının acı taraflarını ancak yaşanacak iklim gibi kabul etmişti.
Yolun büyüğü, küçüğü yoktur. Bizim yürüyüşümüz ve adımlarımız vardır. Fatih, yirmi bir yaşında İstanbul’u fethetmiş. Descartes yirmi dört yaşında felsefesini yapar. İstanbul bir kere fethedilir. Usul üzerinde konuşma da bir kere yazılır. Fakat dünyada milyonlarca yirmi bir, yirmi dört yaşında insan vardır. Fatih veya Descartes değillerdir diye, ölsünler mi? Keşif yaşasınlar yeter. Yani büyük yollar dediğimiz şeyin büyüklüğü bizim içimizdedir.
Varsın, her gün tekrarlanan şeylerden olsun, varsın yüz binlerce kişi bu hisleri hayatında bir defa, yüz defa tatmış olsun; bundan hiçbir şey çıkmazdı. O da biliyordu ki, sevmek, mesut olmak, sevmeden evvel tanışmak, sevdikten sonra unutmak, hatta düşman olmak olağan şeylerdi. Fakat denizde yıkanmak da öyleydi; uyumak da öyleydi. Her şey, herkeste olduğu gibiydi. Tecrübenin yeni ve ilk olmaması onun ruhundaki şevki eksiltmiyordu.
Bu derinden kavuşmalar ve bırakınca duyulan hasret tek başına bir ömre sığmazdı. Bu ancak derin ve karanlık zamanda biz bilmeden, mevcut olmadan evvel hazırlanmış şeylerin netİcesi olabilirdi. Tek başına tabiat bu yakınlığa varamazdı. Bir insan kendi içinde bir başka insanı bu kadar kuvvetle bulabilmek için, sade tesadüfler kâfi değildi.
Hayır, insan sadece ölürken ayrılmıyor, arkada bırakmıyordu. Belki bütün ömrünce her an birçok şeyler onu arkada bırakıyordu. Sonra olduğu yerde birdenbire kabuklaşıyor, çok ince, görünmez bir şeyle o anda etrafında olanlardan ayrılıyordu. Biz mi gidiyoruz, onlar mı? Sual buydu…
Yaşamak güzeldi; sabahlar, akşamlar vardı. Bin türlü güzel şeylerle doldurduğumuz saatler vardı. Uyumak ve uyanmak vardı; rüyalar vardı, hayaller vardı. Bu sevimli budalanın kollarında kendisini kaybetmek ve sonra gene orada, onun için kendini bulmak vardı.
… Ötekiler sanat yapıyor. Biz sadece duadayız. Bilirsin, bazı tarikatlarde değil eser vermek, kabrinin üzerine adını yazdırmak bile iyi sayılmadı.
İşte bu şarktı. Mümtaz’a göre hem şifasız hastalığımız, hem de tükenmez kudretimiz olan şark!
İşte bu şarktı. Mümtaz’a göre hem şifasız hastalığımız, hem de tükenmez kudretimiz olan şark!
Yaşadığımız dünyada başında doktor olmadan ölmek adeta ayıptı. Bu ancak muharebe meydanlarında, insanlar toptan, binlerce, on binlerce öldükleri zaman olabilirdi. Çünkü ölüm aslında pahalı bir şeydi. Fakat bazen ucuzlar, herkesin olurdu.
Belki de beni santimantal ve ukala buluyor. Hakkı da var, o kadar çok şeyden bahsediyorum ki.. Fakat ne yapabilirim. Madem ki o benim için artık her şeydir, o halde bütün kainatımla ona taşınacağım!..
Nihayet, ne yapsam bir türlü ölümden kurtulamayacağım. Hiç olmazsa beni bir uçta, bir kutup yolculuğunda bulsun. Yahut toplu bir halde Enternasyonal söylerken, yahut, kaz ayağı adım atarken…