İçeriğe geç

Hu Diyen Karga Kitap Alıntıları – Misli Baydoğan

Misli Baydoğan kitaplarından Hu Diyen Karga kitap alıntıları sizlerle…

Hu Diyen Karga Kitap Alıntıları

Son nefeslerimdeyim, bilirim. Tevekkül ve huşu içerisindeyim.
Allah’ın adını bilerek, İslâm içre doğmuş olmaklıklarına şükreder, kendi görüp yaşadıkları güzellikleri başkalarına da üleştirmek isterlerdi.
Düşman hiçbir zaman tek bir yerden, tek bir silahla ve tek başına saldırmaz bozkır töresinde Kapalı keçeler ardında kimlerin kimlerle ne konuştuğunu, hangi ayan veya gizli anlaşma ile sizi içerisine gömecekleri hangi kuyunun kazılmaya başlandığını bazen hiç bilemeyebilirsiniz.
Toprağın altındaki karıncası, yerde gezen mahlukatı, gökte uçan kuşu da tanıktır fetihlere. Hem yerdeki fetihlere hem göktekilere…
Bir mecliste, bazı üstün vasıflarla meclisin geri kalanından ayrılıyorsanız, orada diğerlerine reva görülmeyen bir büyük imtihan ile sınanmaktasınızdır. Elinize verilmiş olan anahtarı hangi kilide uydurmaya gayret edeceğiniz, tekâmül dereceleri denk olmayan âdemler arasında geçirdiğiniz ömrü güzelliğe mi yoksa hırsa mı boyayacağınıza dalalettir.
Biz faniler için çizilen zaman çizgisi üzerinde, bir de olmak ve ölmek ile artmak ve bozulmak arasında incecikten bir çizgi vardır. Cümle çizgiler Sırat’ın bir teşbihiyse, üzerinde itina ile yürüyemeyip, acze meyletmekten Yaradan’a sığınırız.
Hû!
Adalet belki her nesneye lazımdır ama yalnız onu bina edebilecek olanların eliyle geldiğinde isabet bulur.
İçimdeki coşku hayrete şayandı; aklım başımdan yükselmiş de, hafifleyen bedenimi bir karış yukarıdan izliyormuş gibi hissediyordum.
Derken efendim, yorgunluğunuz gönlünüzü kurumuş bir pınara çevirir ve ümidinizin, sevincinizin, heyecanınızın bir daha geri gelmemek üzere sizi terk etmiş olduğunu anlarsınız.
İnsanlar çadırlarının, evlerinin mahremine sığınıp, şerbet kıvamlı uykuların ılık koynuna düşerler ve ben gecenin karasına bulanıp düşüncelere dalarım bazı.
Bunlar kibrin en çirkin şekline, gizli kibre kapılmış olanlardır ve evlatlarını adeta kendilerinin bir devamı olarak görürler. Sanırlar ki kendilerindeki tüm kusurlar alınmış ve her türlü üstünlükle birlikte kendi yavrularına bahşedilmiştir. Onları taparcasına severler ve bahis konusu onlar oldu mu dünyanın gayrısına kör ve sağır olurlar. Böyle insanların kendilerinden çok evlatlarına zararlarının dokunduğuna, onlara zulmettiklerine ne çok şahitlik ettim ah bir bilseniz.
Ete kemiğe büründüm, karga diye göründüm. Kutlu Selçuk neslinin kervanından seyrettim. Hû!
Bir mecliste, bazı üstün vasıflarla meclisin geri kalanından ayrılıyorsanız, orada diğerlerine reva görülmeyen bir büyük imtihan ile sınanmaktasınızdır.
Otağına konduğum o karanlık gecede, çok uzakta baykuşlar öter, kurtlar ulurken ve dahi cümle ağaç seher secdesine hazırlanırken şu gözlerim görmüştür ki, ilahi adaletin kılıcı olmakla, Çağrı Beğ yalnız Selçuklu ordularının buğu olmamış, gözümde cismine sığmayan bir ulu ruh, bir dervişe de dönüşmüştür. Nur inmiştir otağına. Şehzadesi Alparslan’ın müstakbel tahtına kut saçılmıştır. Fetih müjdeleri getirmiştir melekler. Kardeşlik hukukunun karşısında dağ taş kıyama durmuştur.
Zira bendeniz de bir saray kuşu olup, kim İmparator penceresine daha yakın yuva kurdu, kim onun sofrasından peynir, üzüm aşırdı kavgasına düşen, canını akşamdan sabahlara dek içkili, çalgılı meclislerde, öğleden akşama dek hileli düzenli toplantılarda kuyu kazmak için yoran bir karga olsam, bendeniz de üzerinde kanat çırptığım ordunun zaaflarını görecek keskinliğimi yitirirdim.
Hiç yoktur birbirinden farkları savaşan askerlerin tepelerinden bakınca. Hak ve hukuk için ayağı yere basmak gerek, yere basmak için üzerinde duracak, sahip çıkacak toprak gerek.
Zamanın önlenemez akışı ile uzak geçmişin ve geleceğin bilinmezliği arasında payına düşen aralıkta yarı kör halde yaşıyor olması, insanoğlunun Yaradan tarafından ne çok kayırıldığını gösteren en önemli nişanedir bana göre. Çünkü benim kadar çok görürseniz ve gördüklerinizin tamamının farklı toprak parçaları üzerinde, farklı soylarda, farklı otağlarda ne kadar sık ve aynı şekilde tekrar ettiğine tanık olursanız, üzerinize et, kemik ve kandan ibaret bedeninizin yaşlanmasından farklı bir ihtiyarlık çöker.
Oğuzlar tabiyatının önlerine çıkardığı her zorluğa katlanırlar da adaletsizliğin hiçbir türlüsünü rıza göstermezlerdi.
Toprağın altındaki karıncası, yerde gezen mahlukatı, gökte uçan kuşu da tanıktır fetihlere. Hem yerdeki fetihlere hem göktekilere…
Ete kemiğe büründüm, karga diye göründüm. Kutlu Selçuk neslinin kervanından seyrettim. Hû!
İnsan olmaklığın şerefi sizde kalsın lakin büyüklenmenizi sıyırıp toprağın üzerine bırakın.
Bir gün gelir ki iki nehrin arasına inmek istersin. Sulak ovaları, gür ormanları, besili hayvanları özlersin. Kendi adınla, kendi ilini yurt tutmaya, tuğunu dikmeye, soyunu soylamaya, boyunu boylamaya niyetlenirsin. Bilesin ki il tutmak sade kılıç zoruyla, kol gücüyle olmaz. Güney illeri artık İslâm halifesinin ordularına komşudur. Onlar sade komşu değil, halifenin yolunda gaza edenlerdendir. Güneye bir yağı gibi inersen, halifenin Tanrısına da savaş açmış olursun. Bir Tanrı karşısında kılıçla kazanılacak zafer yoktur. Bunu düşün ve Tanrı ile savaşmadan il tutmanın yolunu bul.
Tüm güzellikler birlikteyken ve sizin gücünüz yetmediğinde yakınlarda muhakkak yetecek birilerinin varlığına inanırken anlamlıydı ne de olsa..
gölgemi Türk’ün topraklarına düşürenin aşkına Hû!
Onlar tuzak kurarlar, Allah da tuzak kurar. Ama Allah tuzak kuranların en hayırlısıdır.
(Enfal Suresi, 30)
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
Karlı dağın başında, ılgın ovanın düzünde Sarı toprağın tozunda, mavi göğün nefesinde Çınar ulusunda, söğüt dalında, kavak yelinde At yelesinde, kartal tüyünde, ceylan gözünde Türkistan’da, Horasan’da, Anadolu’da Bir fırtına tuttu bizi. Yeri göğü dolandı. Hû!
Kardeşin kardeşte bulduğundan, kardeşin kardeşe ettiğinden ve kardeşin kardeşten çektiğinden dem vurur gün doğumundan yükselen cümle yeller. Kulak ver dinle, neler söyler!
Hû!
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
yorgunluğunuz gönlünüzü kurumuş bir pınara çevirir ve ümidinizin, sevincinizin, heyecanınızın bir daha geri gelmemek üzere sizi terk etmiş olduğunu anlarsınız.
Ben bir garip kuş, hiç incinmedim Türk’ün, Türkmen’in türesinde.
kara demek boşluk, hiçlik, fenalık değildir. Kara; dolmuş, çekmiş, emmiştir de ondan karadır. Sizin de karadır bir yanınız. Hiç değilse gölgeniz vardır.
İnsan olmaklığın şerefi sizde kalsın lakin büyüklenmenizi sıyırıp toprağın üzerine bırakın.
Tarihi gerçeklerden ilham alınarak hikâyeleştirilmiş bir özlenen devri anlatan bu kitap, FIRAT YILMAZ ÇAKIROĞLU’nun delikanlı hâtırasına ithaf edilmiştir.
Biz faniler için çizilen zaman çizgisi üzerinde, bir de olmak ve ölmek ile artmak ve bozulmak arasında incecikten bir çizgi vardır. Cümle çizgiler Sırat’ın bir teşbihiyse, üzerinde itina ile yürüyemeyip, acze meyletmekten Yaradan’a sığınırız.
Sultan son nefesini verirken Diyojen’in Doğu Roma ordusuna teslim olduğunu, saçlarını kazıyarak, ona keşiş elbiseleri giydirdiklerini, yolda şiddetli bir sayrılığa yakalandığını ve kızgın demirle gözlerinin dağlanması için emir verildiğini bilmiyordu. Romanos kendisine bu kötü lüğü yapmamaları için yalvarmış ancak acımasız emir er lerine mani olamamıştı. Yahudi bir cerrah tarafından gözlerine mil çekildikten sonra bir kenarda bakımsızlıktan, cerahatli yarasının verdiği ateşten inleyerek payitahta götürülmüştü. Kınalı Ada denilen payitahta yakın bir adaya gönderildiğinde Evdokia’nın kapatıldığı manastırdan çıkıp gelerek Diyojen’in kurtlanan yarasını temizlemeye çalıştığını, ancak artık çok geç olduğu için hiç değilse son nefesinde kocasının yanında olduğunu ve sonra bir daha ölene dek manastırdan dışarı adımını atmadığını anlatırlar
İşte koca Malazgirt destanının ardında böylesi bir hikâye yatar. Gören bir çift göz ve berrak bir akıl için, ibret cümle nesnenin gözbebeğindedir. İş bu yangısı arşı tutan ağıtlar Kazvin şehzadesi, Horasan valisi, Rey hükümdarı, Gürcü ve Ermeni ülkelerinin, Kars’ın, Ani’nin, Erciş’in, Malazgirt’in fatihi, Kirman’ın hâmisi, Halep’in sahibi, Mekke’nin sevgilisi, Çağrı Beğ oğlu Sultan Muhammet Al parslan’ın uçmağına giden yolun maddesidir. Ruhu şad, mekânı cennet olsun, cümle geçmişleriyle Hû!
Şu fani dünyada bir şey öğrendiysem o da ölenin hatırasına her ne şartta olursa olsun saygıda kusur etmemek gerektiğidir.Ölen her kim olursa olsun.Şimdi hepsi de toprak oldular.Bu dünyada sınavını verip gidenin ardından, neyi nasıl söylediğiniz, gideni değil, sadece ve sadece kendi sınavınızı etkiler.
İnsan olmaklığın şerefi sizde kalsın lakin büyüklenmenizi sıyırıp toprağın üzerine bırakın.
Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu? Hû!
Ölen her kim olursa olsun. Bu dünyada sınavını verip gidenin ardından, neyi nasıl söylediğiniz, gideni değil, sadece ve sadece kendi sınavınızı etkiler. Çünkü ölüm Ademoğlu için niyetin de , sözün de , hareketin de bittiği noktadır.
Yazık ki her doğan günün kaderidir batmak. Tıpkı tek tek insan hayatları gibi, medeniyetler için de başı ve sonu tastamam biçilmiş bir zaman çizgisi var.
Hem hakan hem de baba olmak bir başkadır. Zorların içinde ayrı zordur. Kendi otağında adalet hissi veremeyen bir baba, obasında sözü tutulur, önünde, ardında savaşılır ve uğruna ölüm dâhil her türlü musibet göze alınır bir hakan olamaz.
Şu fani dünyada bir şey öğrendiysem o da ölenin hatırasına her ne şartta olursa olsun saygıda kusur etmemek gerektiğidir. Ölen her kim olursa olsun. Şimdi hepsi de toprak oldular. Bu dünyada sınavını verip gidenin ardından, neyi nasıl söylediğiniz, gideni değil, sadece ve sadece kendi sınavınızı etkiler. Çünkü ölüm Âdemoğlu için niyetin de, sözün de, hareketin de bittiği noktadır.
Bir öncekinin toprağa girdiği yerden bir yenisiyle yolculuğa devam ettiğimiz nesil bizimdi. Başlangıç çizgisinden, bitişe kadar kesinti olmadan bize verilen görev yerine getirdiğimiz tarih bizimdi.
Ayaklarındaki ceylan derisi çizmeleri, belindeki al kemeri ve sırtındaki samur kürkünü giyer gibi atasının onun için biçtiği kaderi alıp giyinmiştir.
Bu dünyada sınavını verip gidenin ardından, neyi nasıl söylediğiniz, gideni değil, sadece ve sadece kendi sınavınızı etkiler. Çünkü ölüm Âdemoğlu için niyetin de, sözün de, hareketin de bittiği noktadır.
Bilmem ki ille kuş olup tepeden izlemek mi gerekirdi cehenneminizi hep içinizde, aranızda, yanı başınızda taşıdığınızı görebilmeniz için?
Sizlere indirilmiş olan tüm kitaplarda sözü geçen cehennem adlı yeri nasıl olup da başka yerlerde hayal ediyorsunuz
Hangi türlü yazılmış olursa olsun, kıyısında gözlerini açtığın buduna o kaderi bağlayıp, ömrünü onun yolunda harcamaksa yediğim lokmalara duyduğum hürmetin hükmüncedir.
Derken efendim, yorgunluğunuz gönlünüzü kurumuş bir pınara çevirir ve ümidinizin, sevincinizin, heyecanınızın bir daha geri gelmemek üzere sizi terk etmiş olduğunu anlarsınız.
Zamanın önlenemez akışı ile uzak geçmişin ve geleceğin bilinmezliği arasında payına düşen aralıkta yarı kör hâlde yaşıyor olması, insanoğlunun Yaradan’ı tarafından ne çok kayırıldığını gösteren en önemli nişanedir bana göre.
İnsanlar çadırlarının, evlerinin mahremine sığınıp, şerbet kıvamlı uykuların ılık koynuna düşerler ve ben gecenin karasına bulanıp düşüncelere dalarım bazı.
Bilesin ki il tutmak sadece kılıç zoruyla, kol gücüyle olmaz.
Bir zamanlar dünya, kardeşlerin birbirlerini öldürecek kadar gözlerini hırs bürüdüğü bir yer değil, birbirleri için ölümü göze aldıkları bir misafirhane gibiymiş.
Dedim ya az evvel size, kara demek boşluk, hiçlik, fenalık değildir. Kara; dolmuş, çekmiş, emmiştir de ondan karadır. Sizin de karadır bir yanınız. Hiç değilse gölgeniz vardır.
Ve karanlığın boşluktan değil, kâinatı emmekten doğduğunu da tutun aklınızda.
Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu?
Hû!
Ete kemiğe büründüm, karga diye göründüm. Kutlu Sekçuklu neslinin kervanından seyrettim. Hû!
Ete kemiğe büründüm, karga diye göründüm. Kutlu Selçuk neslinin kervanından seyrettim. Hû!
Dedim ya az evvel size, kara demek boşluk, hiçlik, fenalık değildir. Kara; dolmuş, çekmiş, emmiştir de ondan karadır. Sizin de karadır bir yanınız. Hiç değilse gölgeniz vardır.
İnsanların bunca sükuneti nedendir? diye sordu Alp Arslan’a
-Hadlerini bilmektendir,diye yanıtladı.
Sözün bundan sonrası saf acıyla yüklü bir hazin sona dairdir. Aynı toprak üzerinde yaşayıp aynı buğdayı yiyen aynı pınardan su içen ve aynı havayı soluyan insanların harekete geçtiklerinde birbirlerinden bu kadar farklılaşabilmesini fıtrat üzerine açıklamaya kalkışsak acep ahvali tam olarak dile getirmiş olur muyuz?
Vaziyet böyleyken Bir de farklı türde ana babalık türü vardır ki zannederim insan en sevdiği ile imtihan edilir sözü tastamam Bu kişiler için söylenmiş olsa gerektir.Bunlar kibrin en çirkin şekline gizli kibre kapılmış olanlardandır ve evlatlarını adeta kendilerinin devamı olarak görürler. Sanırlar ki kendilerindeki tüm kusurlar alınmış ve her türlü üstünlükle birlikte kendi yaradılışları yavrularına bahşedilmiştir. Onları taparcasına severler ve bahis konusu onlar oldu mu dünyanın gayrısına kör ve sağır olurlar.
Bazı insanların yaratılışı ise bu düzene girip yerleşmelerini müsaade etmeyecek kadar çetindir.Kendi bildiği gibi yaşamak,kendi bildiğine dilediği şekilde inanmak ömürlerinin elbet bir hududu varsa da haddini kendileri tayin etmek isterler.
Ne mutlu şerdeki hayrı hayrın bağrında gizli şerri ve görebilene Ne mutlu Yaradan’ın tüm sıfatlar ile nesnede tecellisine boyun eğene
insanın nefsi ise aciz bir kuştan bile zayıftır.Tövbeler bozulmaya niyetler dönülmeye meyyaldir.
Şu fani dünyada bir şey ögrendiysem o da ölenin hatırasına her ne şartta olursa olsun saygıda kusur etmemek gerektiğidir. Ölen her kim olursa olsun. Şimdi hepsi de toprak oldular. Bu dünyada sınavını verip gidenin ardından neyi nasıl söylediğiniz gideni değil sadece ve sadece kendi sınavınızı etkiler. Çünkü ölüm Ademoğlu için niyetin de sözün de hareketin de bittiği noktadır.
Atlar, kılıçlar,oklar ve insanlar ne içindi acunda? Savaşmak,yenmek ve il tutmak için değil mi?
Bir tanrı karşısında kılıçla kazanılacak zafer yoktur.
Bir zamanlar dünya kardeşlerin birbirlerini öldürecek kadar gözlerini hırs bürüdüğü bir yer değil birbirleri için ölümü göze aldıkları bir misafirhane gibiymiş
İnsan nesli artık bir adım geri gitmesi mümkün olmayan bir çizgi üzerinde ilerliyordu.
Gaflet uykusu bir tatlı uykudur ki tedbir de, temkin de bana mısın demez, kapanıverir bir ılık ağırlıkla göz kapaklarınız.
Bu dünyada sınavını verip gidenin ardından, neyi nasıl söylediğiniz, gideni değil, sadece ve sadece kendi sınavınızı etkiler.
Şu fani dünyada bir şey öğrendiysem o da ölenin hatırasına her ne şartta olursa olsun saygıda kusur etmemek gerektiğidir.
Dünya bundan çok uzun yıllar önce büyüklerin her koşulda küçüklerin iyiliğini ve selametini gözettiği, küçüklerin de tam itimat duyarak onların sözünden çıkmadığı bir yerdi.
Bilir misiniz, şehitlerin ardından bir sessizlik çöker ortalığa
Kıyama durur ağaçlar ve kuşlar artlarından. Ortalığı huşu içinde bir teslimiyet duygusu kaplar. İbrahim gelir akla, İsmail gelir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir