İçeriğe geç

Hitler Almanyası Kitap Alıntıları – Jane Caplan

Jane Caplan kitaplarından Hitler Almanyası kitap alıntıları sizlerle…

Hitler Almanyası Kitap Alıntıları

&“&”

kendini savunurken, İflah olmaz bir hırsız olduğumu reddediyorum," diye açıklıyordu yetkililere, "bütün hırsızlıklarımın nedeni, çektiğim sıkıntılardır.
Sakın o saçma sapan siyasete bulaşma
Eski dünyam, savaşta yaşadıklarımın ağırlığı altında ezildi
Savaş bitmeden önce Stalin, Hitler’ler gelir gider, ancak Almanya ve Alman halkı kalıcıdır," demişti.
en büyük haksızlık herkesin aynı oranda masum olduğunu kabul etmektir.
kendimize kötü bir kaderin kurbanları olarak acımamalı, çektiğimiz çileler yüzünden de övgü beklememeliyiz.
19 Mart 1945 günü Hitler Neron Emri" olarak bilinen emri verdi, ilerleyen müttefiklerin önünden kaçan Almanlar geride düşmana hiçbir şey bırakmayacaklardı.
Üçüncü Reich’ın ekonomik politikalarının geleceğine egemen olan en önemli unsur silahlanma oldu.
Amok, Malay dilinde kontrol edilemez öfkeyle" delirmek anlamına gelir, Amok sendromu bir hastalıktır. Cinnet halinde bulunma ve sonuçlarını hesap edemeden şiddet kullanma durumudur.
Erkeklerin çokeşliliğine hoşgörüyle bakılırken, birden fazla cinsel partnere sahip olan kadınlar asosyal" olarak sınıflandırılıp kısırlaştırılmaya layık görülüyorlardı
Kadınlar ve erkekler arasındaki geleneksel çifte standartlar değişmedi.
Uyum sağlayamayanlar, yok olmaya mahkûmdular.
Hatta Hitler’in rejimi, bazı bakımlardan saray hükümetini hatırlatıyordu.
Onlardan biri değilsen, tutuklanma ve kötü muameleye çok daha az maruz kalabilirdin.
Siyasi düzen diktatörlük için oy vermişti.
Kararname, hükümete yetkilerini aşabilme imkânı tanınmasının yanı sıra, eline yargısız tutuklama hakkı gibi önemli bir güç de veriyordu.
Hiçbir şey kaçınılmaz değildir
Hoşgörüsüzlük, şiddet ve nefret siyasetin sıradan, gündelik bir parçası haline geldi.
Onlardan biri değilsen, tutuklanma ve kötü muameleye çok daha az maruz kalabilirdin.
29 Nisan 1945 günü Hitler, Berlin’deki sığınağında son arzularını ve siyasi vasiyetnamesini yazdırdı.Almanlara &‘ırksal yasaları titizlikle incelemelerini’ ve &‘dünyadaki bütün ulusların en rezili olan uluslararası Yahudiliğe’ karşı savaşmalarını nasihat etti. Kendisinden beklenildiği üzere , savaşın kaybedilmesinin bütün kabahatini &‘uluslararası Yahudilik ve yardımcıları’nda buluyor ve Avrupa Yahudilerinin imhasını en büyük başarısı olarak tanımlıyordu. 30 Nisan günü , &‘Alman Reich’inin bir numaralı askeri’ intihar etmek için sığınaktaki odasına çekildi. Hitler’in yanında , yeni evlendiği karısı Eva Braun, sadık dostu Goebbels ve altı çocuğunu kendi elleriyle öldüren Goebbels’in karısı Magda vardı.
Almanya’daki mülteciler ve kadınlar , ilerleyen müttefiklerle özellikle de askerleri , kadınları da ganimet kabul eden Kızıl Ordu’yla ilgili dehşetengiz tecavüz ve yağma hikayeleri anlattılar.
Nazi Sosyal Darvinizminin &‘ya hep ya hiç’ anlayışının neticesinde , Almanlarınki de dahil olmak üzere bütün hayatlar ucuzladı.
19 Mart 1945 günü Hitler &‘Neron Emri’ olarak bilinen emri verdi , ilerleyen müttefiklerin önünden kaçan Almanlar geride düşmana hiçbir şey bırakmayacaklardı. Silahlanma Bakanı Albert Speer bile , bu emir uygulanırsa , Alman halkının da açlıktan öleceğini söyleyince , Hitler oralı bile olmadı. Yenilgi ihtimali konuşulduğunda ,’Alman halkı için tek damla göz yaşı bile dökmem,’ demişti. Onun mantığına göre , kendisini teslim eden bir halk , efendisi olan bir ırkın vereceği cezaya katlanmak zorundaydı.
Kont Helmuth James von Moltke gibi diğerlerinin ise ahlaki ve insani sebepleri vardı.
1942 kışında Münihli bir grup öğrenci &‘Beyaz Gül’ isimli bir örgüt kurdular. Hans ve Sophie Scholl kardeşler, annesi Rus olan Alexander Schmorell ve inançlı Katolik Willi Graf tarafından kurulan örgüt, nazizmin suçlarının kınandığı bir dizi bildiri yayınladı. &‘Ruh Yaşıyor’ başlığını taşıyan ve 1943 Şubatı’nda yayımlanan son bildiride , nasyonal sosyalizm Alman gençliğini tanrıtanımaz , utanmaz katillere dönüştürmekle suçlanıyordu. Grubun önde gelen mensuplarının yakalanmaları, devlet aleyhine habis ve bozguncu dedikodular yaymaktan yargılanmaları ve idam edilmeleri uzun sürmedi.
Hırslı doktorlar üzerlerinde rahat rahat deney yapabilecekleri sınırsız sayıda denek sahibi oldular.
SS, zaten 1941 Aralık ayında , Lodz’un 64 kilometre uzağında bulunan Chelmno/Kulmhof’ta ilk ölüm merkezini zaten açmıştı.
.. ölüm merkezlerinin kurulması konusunda fikir birliğine varıldı.
Yahudi nüfusu küçük bir azınlık haline gelmişti. Bunlar da toplama kamplarına , partizan gruplara dağılmışlar kimileri ari kimliği edinmiş , kimileri de ahırlara , tavan aralarına , gardroplara , hatta kanepelerin içine bile saklanmışlardı.
Rejim, halkın maneviyatını yükseltmek için ortamı biraz yumuşattı; kiliselerdeki kısıtlamaları azalttı, sigaraya karşı başlattığı ateşli kampanyayı yavaşlattı. Bununla birlikte , durumu eleştirenleri de ezmekten geri kalmadı , 1943 başından itibaren &‘bozgunculuk’ ölümle cezalandırılabilecekti.
Kendileriyle savaşan partizanları bahane ederek , zaman zaman içindeki insanlarla birlikte köyleri yaktılar. Herkesin gözünün önünde asmalar, işkence, tecavüz, cinsel kölelik öylesine yaygınlaştı ki , işgal edilen bölgelerde yaşayanlar Stalin’i bile Hitler’e tercih eder oldular.
Karşılaştığı sorunlar için ilk başvurduğu çözüm , ölüm ve yıkım olunca da, bu cinayetlere daha fazla insan karıştı,daha geniş ve daha korunaklı çıkar gruplarının varlığı şiddeti kolaylaştırdı, meşrulaştırdı ve sürdürdü.
Daha 1935 yılında Hitler, savaş başladığı zaman &‘engelli’ Almanlar meselesini halledeceğini açıklamıştı.
1935 Haziranı’nda von Ribbentrop, İngiliz hükümetini Alman donanmasını İngiliz donanmasının yüzde 35’iyle sınırlandıran bir anlaşma imzalamaya ikna etti. Bu anlaşmayı ihlal eden ilk Alman savaş gemisinin projesi aynı yıl daha önce yapılmış ve omurgası kasımda kazığa konulmuştı; İngilizler Bismarck’ın gerçek boyutlarını ancak 1941 Mayısı’nda battıktan sonra hayatta kalanlardan öğrendiler.
Mussolini ,1919 barış anlaşması ile kurulmuş küçük bir Avusturya’yı , kuzey sınırında çok daha güçlü bir Alman komşuya tercih ediyordu.
Hitler , uzun zamandır 1922’de iktidarı ele geçiren ve tek parti diktatörlüğü kuran İtalyan lider Benito Mussolini’ye hayrandı.
Almanya , Sovyetler Birliği ve İtalya gibi Hitler’in örnek aldığı ülkelerde olduğu gibi, tek bir parti devleti olacaktı.
Ancak , yolculuğun şu anda bu noktaya gelmesi , savaş sonrası yıkıntıların altından kalkan Almanların önce başkalarına verdikleri acıları değil, kendi yaşadıkları acıları ifade edebilmesiyle mümkün olmuştur. Belki de , yalnızca iyilikseverlik değil, tarihsel hafıza da evde başlıyor.
Almanların 1950’lerden ve Almanların kurbanlaştırılmasının egemen olduğu bir hatırlama siyasetinden, 2005’e ve Almanların kolektif faili oldukları bir geçmişi kabul edişlerine nasıl geçmiş olduklarının tam resmini bu bölümde verebilmek imkansız.
2005’te yaşanan bu kamusal hatırlama dalgasının zirvesine altmış yıl önce Alman komuta kademesinin teslim olduğu 8 Mayıs günü gelindi , bu anma gününe damgasını sadece Alman kurbanların anılması değil , &‘Avrupa’nın öldürülen Yahudileri anıtı’ nın açılması da vurdu. Berlin’nin ortasına – Brandenburg Kapısı’na , Amerikan büyükelçiliğine , 1933 Şubatı’nda yakılan Reichstag binasına ve şansölyelik binasıyla parlementonun çelik ve camdan yeni yapılmış binalarına yürüme mesafesinde – çeşitli boylarda dikilen 2711 beton levha bazı Almanların nasıl Avrupa’daki bütün Yahudileri imha etmeye kalkıştıklarını sürekli olarak hatırlatıyor.
Sürgünlerin ve batırılan gemilerin öykülerinin (Im Krebsgang) yanı sıra , düşen bombalarla ilgili sayısız hikaye ortaya çıktı.
Nasyonal sosyalizmin ve İkinci Dünya Savaşı’nın 1940’larda ve 1950’lerde dolaşımda olan anılarının , bugün birleşmiş Almanya’da da hala dolaşımda olması birçok bakımdan dikkate değer. 2005 Mayısı’nda İkinci Dünya Savaşı’nın bitişinin 60. yıldönümü yaklaşırken ,’Berlin Cumhuriyeti’nde yaşayan Almanların savaşın son yıllarında çektiklerini tekrar tekrar anlatmaya istekli oldukları görüldü. Sayısız televizyon belgeselinde durmadan konuşan akademisyenleri dinlediler.
Hem doğuda hem de batıda Almanların işlediği &‘insanlığa karşı suçlar’ kabul edildiği zamanlarda , acı çekmiş olan ötekilerin Almanlara çektirdikleri cefalar söz konusu olduğunda , genellikle aynı ses duyuldu. Doğu Alman Devleti , kurbanlarının hepsini &‘faşizmin kurbanları’ kategorisinin içinde aynı kefeye koyarak, kurbanların başına gelenler arasındaki farklılıkları ortadan kaldırdı.
Doğu Almanya’nın yıkıntılarından doğmuş olmasının Batı’daki karşılığı 1954’te büyük formatta basılan, yıkıntılarla başlayıp yenilenmeyle biten bol resimli bir kitabın başlığı olan &‘Yoktan var olmak’tı. Her iki Almanya’da da , yıkıntıları temizlemek ve yeniyi kurmak , yıkıntıların temsil ettiği savaş dönemindeki sefaleti temizlemek anlamına geliyordu.
Savaşta kayıp olarak kayıtlara geçen yüz binlerce kişinin akıbetinin belirsizliği 1950’lerde bunların yüz bininin hala Sovyetlerin elinde olduğu iddiasının ortaya atılmasına neden oldu: Bu kişiler kayıp değillerdi, sadece Sovyetler yaşadıklarını bildirmiyordu , demek ki insanlığa karşı suç işleyenler , sadece Almanlar değillerdi.
Geri dönen savaş esirleri , özellikle de Sovyetlerden dönenler, &‘hayatlarının en güzel yıllarını’ kaybettikleri için tazminat talep ettiler ve Alman ordusunu bir suç örgütü olarak tanımlayan Nuremberg Mahkemesi’nin bu tanımı açıkça geri almasını ısrarla ve yüksek sesle istediler. Müttefiklere silah altındaki Almanların cephenin öteki tarafındaki mukabillerinden farklı bir şey yapmamış olduğunu kabul etmesi çağrısında bulundular : onlar ülkelerini ve sevdiklerini korumak görevini yerine getirmişlerdi.
Batı Almanya’nın ilk şansölyesi Konrad Adenauer demokratik seçimlerle oluşan ilk parlementoda yaptığı konuşmada savaştan geriye kalanları anlattı. Kadınların belki de hiç evlilik teklifi alamayacaklarını , çocukların elinden güvenli bir aile hayatının çalındığını söylerken , Almanların savaştaki askeri kayıplarını ve resmi kayıtlarda hala &‘savaşta kayıp’ olarak yer alan olan askerleri kastetmişti.
Soğuk savaş Doğu Almanların failler ve kurbanlar listesine yenilerinin eklenmesine yol açtı. 1950’lerin sonunda Kore Savaşı’nın patlaması , &‘Gökyüzünde gezen Anglo-Amerikan haydutların’ da Almanları canice öldüren fanatik Nazilere katılmasını sağladı. Kore’ye yıkım yağdıran kapitalist emperyalistler 1945 Şubatı’nda Dresden’de masum sivillere karşı imha silahları (Massenvernichtungwaffen) kullanan aynı kapitalist emperyalistlerdi.
Geri dönen savaş esirlerinin savaş sonrası toplumuyla yeniden bütünleşmeleri kolay olmadı. Birçoğu, olağanüstü şiddetli muharebelerin ve savaş sonrası mahkumiyetin açtığı fiziksel ve ruhsal yaraları taşımaya devam ettiler, sevdikleriyle yeniden biraraya gelmeleri aşırı derecede zor oldu. O dönemin gözlemcilerinden biri , birçok evliliğin savaşın kurbanı olduğunu ve &‘evlilik enkazlarının’ bombaların yol açtığı enkazların yanında yükseldiğini belirtiyordu. 1948’de zirveye vuran boşanma sayısı 87.000’di. Kasvet dolu istatistikler , sadece 1948 yılında 80.000 çocuğun &‘boşanmadan dolayı yetim’ kaldığını kayıtlara geçiriyordu, savaş sonrası Almanların gözünde bu da 2.Dünya Savaşı’nın yol açtığı kayıplardan biriydi.
Silah altına alınmış olan Almanların 11 milyondan fazlası , müttefiklerin esir kamplarını boylamıştı. Fransa’nın , İngiltere’nin ve Amerika’nın elinde bulunan 8 milyon savaş esiri 1948 yılında ülkelerinin yolunu tutmuştu ama Sovyetler Birliği’nin elinde bulunan savaş esirlerinin dönüşü için verilen mücadele 1950 baharına kadar sürdü , bunların &‘savaş suçlusu’ olarak mahkum olmuş 26.000’i 1955-1956’ya kadar Sovyetlerin elinde kaldı. Üçte biri evine hiç dönemedi. Yaklaşık bir milyon asker serbest bırakılmadan önce öldüler.
&‘Bol bol atıfta bulunulan geçmişi ıslah etme işi (Aufarbeitung der Varangenheit) henüz başarılmadı, hatta geçmişin çarpılmış görüntüsü içinde , boş, soğuk, ve unutulmuş bir şekilde yozlaşıyor.’

Theodore Adorno

Hatırlama ve Unutma, Bilme ve İnkar etme
Filozof Theodore Adorno 1959 yılında, Federal Almanya Cumhuriyeti’nde yaşayan vatandaşlarını nasyonal sosyalizmin suçlarının sorumluluğunu üstlenmedikleri için şiddetle eleştirmişti, &‘geçmişle hesaplaşmak’ gibi önemli bir görevi yerine getirmedikleri için suçluyordu onları.
Nasyonal sosyalist rejim , sosyal ve siyasi hesaplarının içindeki dört en büyük ve en önemli gruba -işsiz kalmış işçiler, köylüler, büyük işadamları ve ordu- verdiği sözleri tuttu.
Şöyle ki eğer nazizim bir siyasi din idiyse, dünyevi bir dindi, kendini öbür dünyada değil , bu dünyada bin yıl sürecek bir Reich kurmaya adamıştı.
İnsan iradesinin herhangi bir maddi engeli aşma yeteneği , Nazi ideolojisinin en fazla bağrına bastığı prensiplerden biriydi.
Nazilerin soykırımsal cinnetlerinin yegane ırksal ve dinsel hedefi, yalnızca ve yalnızca Yahudiler olmuştur.
Hristiyanlığın kutsal metinleriyle Alman değerleri arasında bir yakınlık olduğunu görüyor ve ..
Nuremberg yasaları , kabullenme ve kayıtsızlık karışımıyla yaygın kabul görürken , 1938 pogromunda kullanılan aşırı şiddet , birçokları tarafından reddedildi.
Rejimin eleştirilmesinin suç olduğu bir toplumda, halkın görüşlerini ölçmek kolay değil.
Hitler’in engelli çocukların öldürülmesine izin vermesinin ardından , 1939’un başından itibaren ayrıntılı planlar yapıldı ve bu planlar 1939 yazından itibaren uygulanmaya başlandı. Bu süre zarfında Hitler , muhtemelen engelli yetişkinlerin de kitleler halinde öldürülmesini onayladı. İlk cinayetler savaş sırasında işlendi. Ancak canice &‘ötenazi’ girişimi savaş daha başlamadan önce biçimlenmeye başlamıştı.
2.Dünya Savaşı sırasında &‘dışlama politikası’ , &‘imha politikası’na dönüştü. Kitlesel cinayetler gündelik olaylar haline geldi.
Naziler, Yahudileri sınıflandırırken, dinsel kökenlerine , ebeveynlerine ve büyük ebeveynlerine bakıyorlardı, bu her ne kadar Nazi ırkçı kuramının saçmalığını ortaya koyuyor olsa da , teşhis ve dışlamaya dair bürokratik işlemlere net bir ölçüt getiriyordu. Ancak Çingeneler için böylesine net bir tanım yoktu. Bunun üzerine yetkililer , ırk bilimi dedikleri bir düzmeceye güvendiler ve Çingeneleri ırksal olarak sınıflandırmak ve haklarında bilgi toplamak için yeni bir kurum oluşturdular. Savaş sırasında Alman Çingenelerinin Auschwitz’e gönderilişleri sırasında kullanılan bu çalışma , savaş öncesi dışlama politikalarından en önemlileri arasındaydı.
Çok daha sıkı önlemler alınmaya başlandı , bunların arasında çok büyük bir veritabanının oluşturulması vardı , Reinhard Heyrdrich 1939 Martı’nda ,’Çingenelerin Alman halkından ırksal bakımdan ayrılmasının gerekliliği’ üzerine bir konuşma yaptı, Çingenelerin sosyal tehdit yerine , ırksal tehdit olarak görülmeye başlanması bu döneme dair ikinci büyük gelişmeydi. Bu değişim aslında , 1935 yılında ilk sinyallerini vermişti. Nuremberg yasalarının yürürlüğe girmesinden kısa bir süre sonra , yasalar &‘yabancı kanı’ taşıdıkları için Çingeneleri de kapsayacak şekilde genişletildi. Bu da Çingenelerin tek tek nasıl teşhis edilecekleri sorununu ortaya çıkardı.
Yetkililerin gözünde daha da önemlisi , Çingenelerin oluşturduğu tehditti. Çingeneler, Yahudilerden çok daha küçük bir azınlıktı , Hitler iktidara geldiğinde Almanya’daki sayılarının 20.000 ile 26.000 arasında olduğu tahmin ediliyordu. Hitler, Yahudilere olan takıntısının tam tersine, onlara uygulanan zulümle hiç ilgilenmedi.
Irksal tehlike ve bayağılık suçlamasıyla başkalarına da saldırıldı. Bunların arasında 1.Dünya Savaşı’ndan sonra Rhinland’ın işgali sırasında siyah askerlerle Alman annelerden doğan çocuklar da vardı, bunlar 3.Reich sırasında zorla kısırlaştırıldı.
Şiddeti başlatan kıvılcım, Paris’te bir Alman diplomatın , ailesinin Almanya’dan Polonya sınırına gönderilmesini protesto etmek isteyen Herschel Grynzspan adlı bir Yahudi genç tarafından öldürülmesi oldu. Diplomatın ölümü Nazi liderliğince Almanya’daki bütün Yahudilere karşı başlatılan imha harekatı için bahane oldu. Pogrom, Hitler’in açık desteği ile Joseph Goebbels tarafından 9 Kasım 1938’de kışkırtıldı. Birkaç saat içinde üstleri tarafından nefretlerini kusma iznini alan yerel Nazi eylemciler çığrığından çıktılar. Yüzlerce sinagog ateşe verildi, Yahudilerin mezarları kirletildi , binlerce ev ve dükkan yerle bir edildi , sahipleri taciz edildi veya dövüldü , yüzlerce Yahudi öldürüldü ya da intihar etti.
1938 Ekimi’nin sonunda , çoğu Almanya’da doğan 18.000 Polonyalı Yahudi ülkeden sınır dışı edildi.
Alman yargıçlar çok geçmeden yasayı ellerinden geldiği kadar geniş bir şekilde uyguladılar ve Yahudilerle Yahudi olmayanların öpüşmesine bile ceza verdiler.
Pogrom; dinsel, etnik veya siyasi nedenlerle bir gruba karşı yapılan şiddet hareketleridir. Bu şiddet hareketleri genellikle evleri, işyerlerini veya ibadet yerlerini tahrip etmek, insanları dövmek, yaralamak, tecavüz etmek veya öldürmekten oluşur. Bu deyim ilk olarak tarihin çeşitli dönemlerinde Yahudilere karşı yapılan şiddet hareketlerini tanımlamak için kullanılmış, sonra da anlamı diğer gruplara karşı yapılan benzer şiddet olaylarını kapsayacak şekilde genişletilmiştir.
Bu mahkumların büyük bir kısmı tehlikeli değildiler , ancak aralarında toplumun dışında yaşayan küçük suçlular , yemek , giysi ve bisiklet çalmak gibi küçük hırsızlıkları tekrarlayanlar vardı. Bunlardan biri olan adi hırsız Gustav T. , almak üzere olduğu cezaya karşı kendini savunurken ,’ İflah olmaz bir hırsız olduğumu reddediyorum,’ diye açıklıyordu yetkililere , &‘bütün hırsızlıklarımın nedeni , çektiğim sıkıntılardır.’

C.Müller , Das Gewohnheitsverbrechergesetz vom 24 November 1933, Baden-Baden,1997,s.75

Ayrıca kısırlaştırma için en yaygın gerekçe olan insanların &‘doğuştan kafası işlemeyen’ olarak sınıflandırılmasının da ardında bu düşünce yatıyordu.
Hedef alınan gruplar , peşlerine düşülmesi için ortaya atılan bahaneler kadar çeşitliydi. Yetkililerin niyetlerinin arasında, suçu ve sosyal sorunları ortadan kaldırmak gibi halkı aldatıcı amaçların yanı sıra , ırksal hijyene fanatikçe inanmak , derinlere kök salmış önyargılar ve hatta ekonomi için çok daha fazla emek gücünü sömürmek vardı. Bu birbiriyle alakasız fikirler , tek bir amaç için biraraya getirildi , o da &‘ulusal toplum’a uyum sağlamayan ya da sağlayamayan herkesi dışlamak!
Nazilerin toplum dışındakilere olan saldırıları – dışlama politikasının çok önemli bir parçası – 2.Dünya Savaşı’ndan sonra çabucak unutuldu. Tarihçilerin , aralarında sapkınlık olarak nitelendirilen her davranışa uygulanabilen &‘asosyal’ ya da &‘yozlaşmış’ sövgüsüne maruz kalanların da bulunduğu bu &‘unutulmuş kurbanların’ kaderlerini ortaya çıkarmaya başlamaları için onlarca yıl geçmesi gerekti.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir