İçeriğe geç

Hikayem Paramparça Kitap Alıntıları – Emrah Serbes

Emrah Serbes kitaplarından Hikayem Paramparça kitap alıntıları sizlerle…

Hikayem Paramparça Kitap Alıntıları

Düşleri gerçek sanmaya başlarsan onlarda kusur da bulmaya başlarsın.
Acılarımız da birbirine benziyor artık. Birbirine benzeyen parmaklar gibi ama. Her birinin eşsiz bir izi var. Bazen gözlerim doluyor karanlıkta. Ama fısır fısır konuşmaya başlıyor yine kulağımın dibinde, hiç susmuyor, ağlamama asla müsaade etmiyor. Her şey affedildi, diyor. Hiç ayrılmayacağız, diyor. Keşke kadın olsaydın, diyorum öyle konuştuğunu duyunca. Bu kış çok kar yağar belki beraber kayboluruz, diyor o da bana.
Ayrıca yalanlara inanmaya ihtiyacı varmış. Bütün çaresiz insanlar gibi Bütün hasta yakınları gibi Dağılan bir okul gibi
Herkes uzmanı olduğu konunun zalimi olmuş.
Karanlıkta nüfus sayımı şöyle yapılır: yaşayanlar bir sigara yakar.
O kalibrede sevda görmedim.
Öptüm ama içime çekmedim.
Otuzuma basmadan otuz tabut kaldırdım musalladan. Babamdan öncekileri babamla beraber kaldırdık ama ölen hep babammış gibi geldi bana yıllarca.
Sonra yine zaman geçti zaman geçmesi önemli değildir bundan bahsetmiştik. O zaman bir şeyleri reddetmeye ihtiyacım vardı ve sen tam bunun üstüne gelmiştin dedi. O kadar iyiydin ki o zaman. Annem sanki bu yüzden yedi ay daha yaşadı.
Matkapla göğsünün ortasına açılmış bir pencere düşün. Perdeyi aralayıp kendi yarandan bakıyorsun dünyaya. Eskisi gibi acımıyor ve de asıl bu acıtıyor.
kim istemez ki bir uçurtmayla yer değiştirmeyi.
Kendimizi özgür zannediyoruz oysaki sadece ipimizi biraz uzun bırakmışlar. Sınırlara gelince fark ediliyor bu. Dışarı çıkmak isterken kendini cama vurup duran yarı delirmiş karasinekler gibiyken. Sadece geceleri, yapayalnız ve yalınayakken anlaşılabilecek şeyler var.
İnsanların benim hakkımdaki düşüncelerine hep çok önem verdim. Her kişiliği bir saplantı şekillendirir. Benimkini şekillendiren de bu oldu sanırım.
Hatıralar ve şairler, kötü evler ve ara sokaklar, polisler ve özel güvenlikler tarafından hırpalanmıştım. Sınır dışı mı ederlerdi yoksa kendi imkanlarımla mı giderdim bilmiyordum, ama bir hicrete ihtiyacım olduğu kesindi.
“Seni başka türlü ummuştum,” diyorsun. “Nasıl?” Belki ben hariç herhangi biri gibi… Bu da benim hatam. İnsan içine hiç çıkmayacaktım.
Bu hızla ölmeye devam edersek bütün dünya mezarlık olacak.
Yaşadıklarım, duygularımın çeşitlenmesinden başka bir işe yaramadı. Duygularım da çeşitlenerek yok oldular. Çoğaldıkça etkileri azaldı, azalmayanlar dönüştü. Eskiden beni duygulandıran şeyler şimdi sinirlendiriyor.
İnsan en az üç kişidir. Kendisi, olmak istediği kişi ve aradaki farkta yaşayan üçüncü. En sahicisi de bu üçüncüsüdür. Olmak istediğin kişiden kendini çıkardığında, aradaki farkta yaşayan kişidir en çok sana benzeyen…

…Ve o zaman anlarsın hayatının uzun zamandır neden başka birinin hikayesiymiş gibi gözükmeye başladığını.

Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
beni anlatamadın
insanlar pusuda beklerler, mahvetmek için
nereden geleceklerini, ne yapacaklarını asla bilemezsin
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Bana kitap dolu bir bahçeyle çiçek dolu bir ev ver.
Hep senin suçun değil, insan kendi felaketini seçemez. Kendi felaketine aktif katılım içinde olabilir ama yine de onu seçemez. Yıkılmak için dizilen domino taşları gibiyiz. Biri gelir sana çarpar, seni yıkar ama onu da başka biri yıkmıştır. Herkes birbirini yıkar. İnsana kim vurduya gitmek yakışır.
Ayşenur’un ablası ilgisizlikten öldü. Otuz altı yaşında. Bir sefer mutfakta tencere tava arasında ağlarken görmüştüm onu. Alakasız yerlerde ıstırap çekmek ıstırabı ikiye katlar. Bir mezar başında ağlamak çok daha makuldür, kimse neden diye sormaz.
Bu gezegende, iki insanın birbirlerine duydukları sevgi, bir terazide dengelenmiş midir hiç? Eşitlik fikrine en çok âşıkken inanırız. Çünkü en çok o zaman ihtiyaç duyarız.
Ve ben senin için yaratıldım. Herkes sustuğunda seninle konuşmak için buradayım. Hep burada olacağım.
Bir isteğimiz karşılandığında mutlu olmayız. Geçici bir mutluluk yanılsaması yaşarız. Bir istek her zaman başka bir isteği doğurur. Sırada ne olduğunu asla bilemeden, kör isteklerin peşinde manasızca yürüyoruz. Hedef, amaç, vizyon, kariyer, uydurulmuş kelimeler…
İnsan ziyan olmak için yaratılmıştır!
Beni içine çekip yavaş yavaş boğan şey ne?
En sevdiğim şeyler.
gitmek istemediğin şehirlerden geliyorum geceleri. rüyalarında kuruyan nehirlerden geliyorum. bir kaplumbağanın kalbiyle geliyorum. bir kaplumbağanın kalbini sökersen o kalp bir saat daha atar. bir dere elli sene sonra taşar, bir telefon yüz yıl çalar. ne öğrendik bu aşktan: insan bir gün herkesi unutabilir.
İnsan zamanını durdurmak istediği yere aittir.
Ölenlerin ölü taklidi yaptığını düşünüyordum ben o zaman. Yaşayanların yaşıyor taklidi yaptığını hissediyorum şimdi.
bir piyanonun önündesin, o piyanodan daha güzelsin.
şimdi dilediğim sayfadan başlayabileceğim bir kitap öner bana. başsız sonsuz ve ortasız bir hikaye öner.
İnsanı delik deşik eden sessizlikler var, geceyi bölen çığlıklardan daha beter
Ancak şimdiki halinden memnunsan geçmişi hatırlatacak organizasyonlardan keyif alırsın. Hatta geçmişin ne kadar boktan olursa aldığın keyif de o kadar artar. İşler yolunda gitmiyorsa hiçbir yere de gidemezsin.
Bir sefer mutfakta tencere tava arasında ağlarken görmüştüm onu. Alakasız yerlerde ıstırap çekmek ıstırabı ikiye katlar. Bir mezar başında ağlamak çok daha makuldür, kimse neden diye sormaz.
Aslında o kadar önemli biri olmadığımızı anladığımızda neden üzülüyoruz ki? diye sormuştu o gece. Bunun temel bir aydınlanma anı olması gerekmez mi? Hepimizi önemli insanlar olduğumuza inandırdılar. Sonra da çekip gittiler.
Bazen konuşurken birbirimize dokunuyormuşuz gibi hissediyorum, demişti bir ara. Sanki konuşmuyoruz da sarılıyoruz.
İki insanın birbirlerine duydukları sevgi, bir terazide dengelenmiş midir hiç? Eşitlik fikrine en çok aşıkken inanırız. Çünkü en çok o zaman ihtiyaç duyarız.
İnsan en az üç kişidir: Kendisi, olmak istediği kişi ve aradaki farkta yaşayan üçüncü. En sahicisi de bu üçüncüdür. Olmak istediğin kişiden kendini çıkardığında, aradaki farkta yaşayan kişidir en çok sana benzeyen. Ne kendin kadar huzursuz ne de olmak istediğin kişi kadar hayalidir o.
Şimdiki aklım olsa öyle yapmazdım. Ama öyle yapmasaydım da şimdiki aklım olmazdı.
Eskisi gibi acımıyor ve de asıl bu acıtıyor.
Herkesin kalbinin çizildiği bir yer var. Orada görünmez bir duvara çarpıyorsun. Daha öteye gidemiyorsun. Bütün dünyan o çakıldığın yerden uzanabildiğin yere kadar oluyor artık. Ben de o günlerde bir yerde çakıldım işte.
Konuşulmaması gereken yerler vardır. Çocuklara ve ihtiyarlara anlatamazsın bunu.
Benim, Çehov’dan ve o yazdan öğrendiğim şey şu: Fırsatı varken ağlamalı insan. Ele güne sergilenmeyecek duyguları olduğunu düşünmemeli. Sadece gözüne sabun kaçmış çocuklara bırakmamalı bu işi. Derdini anlatabilecek kadar ağlayabilmeli en azından. Ve önündeki yol yürüyebileceğinden uzun olsa da yürümeli o yolu, yürüyebildiği yere kadar. Sonunda perişan olacağını bilse de, zihni karmakarışık ve kalabalıktan kendisi yapayalnız kalacağını bilse de yürümeli.
Bir insan pencereyi açıp sokağa atlayabilir ama hickimse pencereyi açıp Bana acıyın, diye bağıramaz.
Yağmur durur, saçaklardan ve ağaç dallarından düşmeye devam eden taneleri kalır. Hiçkimse bıçakla kesilmiş gibi terk edemez bu dünyayı. Bir insanın tam manasıyla ölmesi için onu hatirlayan hiç kimsenin kalmaması gerekir.
Toza dumana gidelim yine, şenliğin kalbine. Çünkü ölüm döşeğinde bir ihtiyar tanımıştım. İnsanlara gerçekten bakmak istiyorsan oğlum, onların sana bakmayacağı bir yere git, demişti. Kıyametin ortasına git.
Herkes kendi kâbusunu görür. Bir kâbusu kâbus yapan şey ondaki aktarılamayan noktalardır. Başkasına anlattığın şey kâbus değildir artık
Yıkılmak için dizilen domino taşları gibiyiz. Biri gelir sana çarpar, seni yıkar ama onu da başka biri yıkmıştır.
Bazen konuşurken birbirimize dokunuyormuşuz gibi hissediyorum.
Karanlıkta nüfus sayımı şöyle yapılır ; yaşayanlar bir sigara yakar.
Kurtuluş Parkı’nda Yaprak Dökümü Hava açık… Yıldızlar yere yakın… Taş atsak bir ikisini düşürebiliriz. ‘Neden olmaz,’ diye soruyorum. ‘Mutsuz oluruz,’ diyorsun. ‘Herkes mutlu olacak diye bir kural yok, biz de mutsuz olalım.’
Birbirimizin yüzüne bakıyoruz. Sanki az önce, orada bir yerde, kaybettiği anahtarlığı arar gibi.
Alakasız yerlerde ıstırap çekmek ıstırabı ikiye katlar
İlk başta tam olarak hissedemediğimiz kırılma anları var. Zamanla harap edici duygulara dönüşüyorlar. Yaralanmanın sıcaklığıyla ilk anda hissedilmeyen kurşunlar gibi. Böyle durumlarda biraz zaman her şeyi daha da beter ediyor.
Bu hızla ölmeye devam edersek bütün dünya mezarlık olacak. Ama sen hâlâ ölümü kişisel bir şey olarak algılıyorsun.
Felaketlerden zevk alan bir mizacın mı var? diye sormuştum bir seferinde. Gerçeklere tahammül edecek gücüm var, demişti.
Edebiyat tarihi şahane şeyler yazmış berbat adamlarla dolu.
Ellerini tuttuysam uçuruma düşmemek içindi.
Sevdiğiniz biri öldükten sonra yaşamaya devam etmek bisiklet kullanmayı öğrenmeye benziyor. Ama yokuş aşağı giden bir bisiklet oluyor bu.

Dengeyi sağlamanın tuhaf coşkusunu kastetmiyorum burada ya da sadece bundan bahsetmiyorum. Kafayı gözü yarmak üzere olmanın korkusundan da bahsediyorum.

Konuşulmaması gereken yerler vardır. Çocuklara ve ihtiyarlara anlatamazsın bunu. Hepsi doğal anarşist
Bir gün öyle bir dil gelişecek ki tek laf etmeye gerek kalmayacak. Herkesin yüzünden anlaşılacak ne demek istediği.
Galip, Ben âşık oldum kardeşim, dedi.
Farkındayım, dedim.
İlk defa âşık oldum.
Onu da biliyorum.
Ne yapacağım?
Hiçbir şey, dedim. Oturup çorbanı içeceksin.
Hayır, dedi. Nuran Hemşire için ne yapabilirim?
Hiçbir şey yapamazsın. Belki şarkı sözlerine biraz daha dikkat edebilirsin bu aralar.
İnsan en az üç kişidir:
Kendisi, olmak istediği kişi ve aradaki farkta yaşayan üçüncü.
Karanlıkta nüfus sayımı şöyle yapılır; yaşayanlar bir sigara yakar.
Gerçekse nedir biliyor musunuz? Bartın Karabük yolunda satılan bir çilektir.
Eskiden bizim evin karşısında armut bahçeleri vardı. Çocuklar armut çalardı. Şimdi açık otopark var. Çocuklar oto teybi çalıyor.
Herkes birbirini yıkar. Insana kim vurduya gitmek yakışır.
O zaman onu sürekli suçla, dedi. Bazen suçlama sürekli suçla. Suçsuzluğunu kanıtlayamadığı sürece sana kötü davranamaz.

Niye öyle yapsın ki?

Çünkü biz kadınlar doğuştan suçlu olduğumuza inanırız.

Görünmez bir kadın, görünmez bir duvara çarptı ve kimse bunu görmedi.
Bir insanın tam manasıyla ölmesi için onu hatırlayan hiç kimsenin kalmaması gerekir. Memlekette milyonlarca ölü yaşıyor bu hesapla bakarsak.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir