O. Henry kitaplarından Hikayeler kitap alıntıları sizlerle…
Hikayeler Kitap Alıntıları
Paulding moruğuna söyle cehenneme kadar yolu var.
Ebeveynleriniz o kadar eğitime rağmen içinizde o kadim değerlerin uyanmasını sağlayamazken dik arkalıklı bir sandalyeye oturur da bu öğretileri kırk defa tekrarlarsanız bu değerler şıp diye yerine oturabilir.
Para zamanı satın alamaz diyorsun, öyle mi? Tabii ki ebediyeti paket yaptırıp alamazsın, ama Zaman Baba’nın altın madenlerinde dolaştığında topuklarının yaralandığı da olmuştur.
Fakirliği icat edenin ağzına tüküreyim.
Küfür edemeyecek kadar mutluyum şu anda Ted.
“Sana önce de söylediğim gibi,” dedi Jeff Peters, “hilekârlık konusunda kadınlara güvenmem. En basit dalavere işinde bile onlarla ortak olmak veya ortak bir tecrübe yaşamak istemem.”
“Böyle bir iltifatı hak ediyorlar doğrusu,” dedim. “Kadınların erkeklerden daha dürüst olduğunu söyleyebilirim.”
Yakamdan o görünmez ipliği çekip aldı (kadınların sahiplik iddiasında bulunmak için başvurdukları evrensel bir harekettir bu)
Filadelfiyalı bir oğlan tanıyırdım, (vərəm) səndən də ağır xəstə idi. Bir dəfə necə olursa, Qvadelupada azır və iki həftə qoyun otlağında yaşayıb, quru torpağın üstündə yatmalı olur. Sonra sürətlə sağalmağa başlayır.
Zamanın bir dəqiqəsini belə pulla almaq mümkün deyil; əgər mümkün olsaydı, varlılar hamıdan çox yaşayardı.
– Yaxşısı budur, mənə yanınızdan ötüb öz yolları ilə gedən bu adamlar barədə danışasınız. Onlar hara gedirlər? Nə üçün belə tələsirlər? Xoşbəxtdirlərmi?
Gənclik acgöz olur və ən yaxşısı olmadıqda keyfiyyəti kəmiyyətlə əvəz edə bilər.
Həzzdən məhrum həyatı yaşamağa dəyərmi?!
– Siz pula nifrət etmirsiz ki, cənab Kelli?
– Mən? Mən kasıblığı icad edəni öldürərdim
– Mən? Mən kasıblığı icad edəni öldürərdim
Əsl sevgidən söhbət gedən yerdə pulun heç bir mənası yoxdur.
– Elə şeylər var ki, pulla almaq mümkün deyil..
İncəsənəti sevirsənsə, qurban verməkdən qorxmamalısan.
Görəsən, bu fəlsəfi fikir haradan meydana çıxıb ki, guya, həyat göz yaşlarından, ahlardan və təbəssümlərdən ibarətdir, özü də guya, ahlar daha çoxdur?..
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Yardımseverliğin elinden alınan her lokmanın karşılığı parayla değilse bile, mutlaka ruh ezikliğiyle ödenirdi.”
İyi huyun iyi ilkelerden daha iyi olduğu söylenir.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Utangaçlık çok can sıkıcıydı zira.
Bazılarına göre ise insanı rahatsız edecek kadar az konuşurdu ve bu da ya çok utangaç ya da çok derin biri gibi görünmesine neden olurdu.
Çok tembelim, her şeyi hep böyle son dakikaya bırakırım.
Hayalet görenlerin lehine çalışan bir durum var, o da anlattıkları hikâyenin doğruluğunun çürütülememesi.
Belki de hayaletler, tıpkı aşk gibi, insanın ‘gözünde yarattığı’ bir şeydir.
Aşkla karşılaştırılınca para bir hiçten ibarettir.
Hakiki sevgi karşısında servetin hiçbir önemi yoktur.
Seni sıkan o şey neyse unut gitsin.
Paranın satın alamayacağı şeyler de vardır.
İnsan kaybettiğini sandığı şeyleri bulunca nasıl da toz pembe görünüyordu dünya gözüne birdenbire!
Her şeyden çok kendi gözlerine güveniyordu.
Yüreği zıt duygularla doluydu: Minnet duygusu ile isyan duygusu, huzur ile huzursuzluk
Ben ne istediğimi biliyorum artık: Enginlik, uçsuz bucaksızlık, ferah yerler!
Gitmek istiyorum ve unutmak, unutmak istiyorum!
Burada yaşadığım hayattan bıktım artık.
Asla geçmişimi inkâr etmem ben.
Hiçbir felaket bir çocuğun kaybolması kadar yakmaz insanın yüreğini. Çocukların ayakları şaşkın ve dermansızdır, sokaklarsa yalçın ve yabani.
Sessiz, merhametsiz, devasa şehir kendisine lanet okuyanlara daima karşı gelmiştir.
Bu, hayatın gözyaşlarından, hıçkırıklardan ve kahkahalardan, ama en çok da hıçkırıklardan ibaret olduğunu düşündürtüyordu insana.
Beklemekten yoruldum. Düşünmekten yoruldum. Her şeyi bırakıp o zavallı yorgun yapraklardan biri gibi süzüle süzüle gitmek istiyorum.
Bir insan ne istediğini biliyorsa ve istediği bu şeyi elde edebiliyorsa, kırk milyon doları olan bir adamdan ne farkı var?
When one loves one’s Art no service seems- ‘
But Delia stopped him with her hand on his lips. No, she said – ‘just’ When one loves.
But Delia stopped him with her hand on his lips. No, she said – ‘just’ When one loves.
A Service of Love. O.Henry
Ben paranın her şeye kadir olduğuna eminim. Ansiklopedide A’dan Z’ye kadar paranın alamayacağı bir şey aradım, bulamadım; gelecek hafta da ek bölümüne bakacağım. Kim ne derse desin, ben paradan yanayım.
İnsan kaybettiği sandığı şeyleri bulunca nasıl da toz pembe görünüyordu dünya gözüne birdenbire! Sarı ratama çiçeklerinin tatlı kokularını taşıyarak pencereden giren şu sabah meltemi ne muhteşemdi!
Onun eski duygusallığı, her an değişen o coşkulu aşık yaratılışı, hayallerle dolu Don Kişotvari sadakati, yürek paralayıcı kederli tavırları, o tuhaf şefkati ve kibirli gururu neredeydi?
Yüreği zıt duygularla doluydu: Minnet duygusu ile isyan duygusu, huzur ile huzursuzluk, yalnızlık ile bir çeşit koruyucu sevgi ve mutluluk ile kapanmamış, eski bir yaranın sızısı.
Enginlik! dedi Octavia heyecanla. Bu etkiyi yaratan işte bu alabildiğine uzanan topraklar. Ben ne istediğimi biliyorum artık: Enginlik, uçsuz bucaksızlık, ferah yerler!
Ufacık bir binek arabasıyla bir çift beygir ve böyle bir bahar sabahı insanı mutlu etmeye yeterken insanlar yat satın almaktan veya saray arabalarında dolaşmaktan ne anlıyorlar sanki?
İlk kez yaşadığımı hissetmeye başladım. Bana sakın yapmacıklı şeyleri hatırlatayım deme. Ah, şu hava şişe içine doldurulup saklanabilseydi keşke! Sırf havası için bile buraya gelmeye değer. A, bak, bak, bir geyik!
Teddy başını çevirmeden, Tavşan o dedi.
Teddy başını çevirmeden, Tavşan o dedi.
Hayatım çetin ve yalnız geçecekmiş, geçsin ne çıkar! Bunu bunu hak ettim zaten. Yüreğimi o sefil tutkudan başka her şeye kapadım. Ben, ah, gitmek istiyorum ve unutmak, unutmak istiyorum!
Geceleri mehtabın bakır bir tepsi gibi dünyanın üzerine çöküşünü seyredeceğim ve çocukluğumdan beri kendileriyle tek kelime konuşmadığım yıldızlarla yeniden arkadaş olacağım.
Polis memuru Cleary sokağın köşesinde göründü. Metal, porselen ve fırlatılan bilumum mutfak eşyasının çıkardığı seslerin eskisi kadar güçlü geldiği McCaskey’lerin dairesine şaşkın bir ifadeyle kulak kabarttı. Polis memuru Cleary cebinden saatini çıkardı:
Olacak iş değil! dedi, saate bakılırsa Jawn McCaskey ve karısı bir saat on beş dakikadır kavga ediyorlar. Bayan McCaskey’nin ondan yirmi kilo fazlası var. Tanrı kollarına kuvvet versin Jawn McCaskey.
Olacak iş değil! dedi, saate bakılırsa Jawn McCaskey ve karısı bir saat on beş dakikadır kavga ediyorlar. Bayan McCaskey’nin ondan yirmi kilo fazlası var. Tanrı kollarına kuvvet versin Jawn McCaskey.
Sessiz, merhametsiz, devasa şehir kendisine lanet okuyanlara daima karşı gelmiştir. Ona lanet okuyanlar şehri demir gibi sert olarak tarif ederler; onun göğsünde acımanın a’sı olmadığını söylerler; onun sokaklarını balta girmemiş ormanlara ve lavlarla kaplı çöllere benzetirler. Ne ki, ıstakozun sert kabuğunun altında latif ve lezzetli yiyecek vardır.
Evin köşesindeki kaldırımda polis memuru Cleary durmuş, pürdikkat kırılan ev eşyalarının sesini dinliyordu.
Jawn McCaskey ile karısı yine iş başında, diye düşündü polis memuru. Yukarı çıkıp bu kavgayı durdursam mı acaba? Yok, boşver. Karı koca arasına girilmez. Sonra şunun şurasında pek az eğlenceleri var zaten. Hem uzun sürmez. Kavgayı sürdürmek için daha fazla tabağa ihtiyaçları olacak.
Jawn McCaskey ile karısı yine iş başında, diye düşündü polis memuru. Yukarı çıkıp bu kavgayı durdursam mı acaba? Yok, boşver. Karı koca arasına girilmez. Sonra şunun şurasında pek az eğlenceleri var zaten. Hem uzun sürmez. Kavgayı sürdürmek için daha fazla tabağa ihtiyaçları olacak.
Saçlarına bakamıyordunuz, çünkü gözlerinizi gözlerinden ayıramıyordunuz. Ama saçlarının farkındaydınız, tıpkı alacakaranlıkta ormanın derinliklerine bakarken şafağın farkında olduğunuz gibi.
İnsanı neşeli müzikle, güzel kızlarla ve insanoğluyla ilgili grotesk, aşırı, tuhaf parodilerle dolu, gizemli, hoş diyarlara götüren tiyatro ve teras bahçelerinin o sihirli halılarında kendimden geçtim. Zaman ve mekan kısıtlaması, hareketlerime ölçü koyma zorunluluğu olmadan gönlümün çektiği yere gittim. Tuhaf kabarelerde, daha da tuhaf salaş mekanlarda Macar müziği ve sağı solu belli olmayan sanatçı ve heykeltıraşların bağırtıları eşliğinde yemekler yedim. Gece hayatının elektrik ışıltısı altında kinetoskop fotoğrafları gibi titrediği, dünyanın tüm tuhafiye eşyasının, mücevherlerinin, onların süsledikleri kişilerin ve bu üçünü mümkün kılan insanların neşelenmek ve bu ihtişamı yaşamak için bir araya geldikleri yerlerde dolaştım.
Ya şehrin misafiri olursun ya da onun kurbanı.
Müthiş bir neşenin, vahşice, artıcı bir neşenin, sınırsız bir özgürlük duygusunun, yeni fırsatlarla karşı karşıya olduğum duygusunun tüm vücudumu sardığını hissettim. Dünyaya daha yeni gelmiştim. Ellerimle ayaklarım bana köstek olan o eski prangalardan (onlar her ne iseler) kurtulmuştu. Tıpkı bir bebek gibi önümde bomboş bir yol vardı
Müneccimler, bildiğiniz gibi, bilge kişilerdi, yemlikteki bebeğe* hediyeler getiren harika insanlardı. Noel’de hediye verme fikrini onlar bulmuştu. Bilge oldukları için hediyeleri de bilgeliklerine yakışır hediyelerdi.
Kadınlar için iyi bir savunma zafere bedeldir.
Fakirliği icat edenin ağzına tüküreyim.
Ellen hala. “Ah Anthony,” diye içini çekti. “Paraya bu kadar değer vermeseydin keşke. Hakiki sevgi karşısında servetin hiçbir önemi yoktur.
Dakikalar parayla satın alınamaz!
“Paranın satın alamayacağı şeyler de vardır.”
parayı bastın mı beyefendi olursun. Hem de en alasından.
İnsan kaybettiğini sandığı şeyleri bulunca nasıl da toz pembe görünüyordu dünya gözüne birdenbire!
Burada yaşadığım hayattan bıktım artık.
“Beni tanıdığınıza emin misiniz? diye sordum.
“Hayır,” dedi, gülümseyerek.
“Bundan hiçbir zaman emin olamadım.”
Kadınlar da az anasının gözü değil hani. Her şey bittikten sonra gözünün içine bakarlar. Mümkün olduğunca bilimsel bir ifadeyle tabii, sonra da, “Beni hipnotize etti, ne yapayım.’ derler.”
“Ölümü istemek günahtır.”
“Dünyanın en kimsesiz şeyi, esrarlı yolculuğa hazırlık yapan ruhtur.”
“ içinde yaşadığı fındığı yiyip boşalttıktan sonra kabuğunu yenebilir kiracılarla doldurmaya çalışan zararlı bir kurda benzetmişti.”
“Ve işte genç adam o anda kalbinin gizli portreler salonundaki eksik tabloyu bulduğunu anladı.”
“Yardımseverliğin elinden alınan her lokmanın karşılığı parayla değilse bile, mutlaka ruh ezikliğiyle ödenirdi.”
Güldün mü seninle gülerler,
ağladın mı sana gülerler
ağladın mı sana gülerler