İçeriğe geç

Hikayeler Kitap Alıntıları – Nazım Hikmet Ran

Nazım Hikmet Ran kitaplarından Hikayeler kitap alıntıları sizlerle…

Hikayeler Kitap Alıntıları

Bedreddin yine gelecek diyorsak, sözü, bakışı, soluğu gelecektir diyoruz
Suların, toprakların ve yemişlerin, din, ırk ayrılığı gözetmeksizin, yeryüzünü işleyenlerin müşterek mülkü olduğunu söyledi.
Yavaş sesle, korkarak yapılan bir ihanet konuşması gibi yağmur çiseliyor. Ağacın kalın ve yapraksız bir dalında sallanan 79 yaşındaki Bedreddin’in çırılçıplak ölüsü ıslanıyordu.
İtibardan düşen adamın hali budur heeey!
Siz insanlar bazen çok ahmak olursunuz ve ekseriya en zeki zannettikleriniz en budala olanlarinizdir.
Korkuyorum
Neden? Niçin? Kimden korkuyorum?..
Bilmiyorum
Fakat korkuyorum
Ne o? Görüyorsun ki, sen de benim deliliğime hükmediyorsun!
Portakal biçiminde olduğu iddia edilen küremize, sonsuz kainatın içinden bakacak olursak, onu, alacakaranlık bir odaya giren güneş ışığındaki yaldızlı toz zerrelerinden çok, ama çok daha küçük görürüz.
Her insan gibi onunda bir şeye iptilası vardı; oda bir şeyle fazla meşgul olurdu. Bu iptilası, bu düşkünlüğü ise kitaplarınaydı
Bir insan bir vazife alırsa, bu vazife küçük ve ehemmiyetsiz de olsa, onunla öteki vazifeler arasındaki bağı unutmamalı ve ben işimi yapıyorum ya, işimden gayrisi beni alakadar etmez, bana ne dememelidir. Çünkü her iş başka işlerle bağlıdır.
Nikahsız yaşıyorlardı. Fakat altı yılın bağı nikah zincirinden daha kuvvetli değil midir?
Suların, toprakların ve yemişlerin, din, ırk ayrılığı gözetmeksizin, yeryüzünü işleyenlerin müşterek mülkü olduğunu söyledi.
Ağrı ruhu temizler. Ağrı beşeriyet için su gibi, ekmek gibi lazımdır.
Yalnızlık ve ağaçların sesini dinlemek onu insanlarla konuşamaz hale sokmuştu.
Denizlerin adamıyla ormanların adamı birbirine benzer. Bu belki denizle orman arasındaki benzeyiştendir. Denizler, sisle; ormanlar dalgalanışla; deniz yürekte doğurduğu şaşakalmak duygusuyla; orman, nereden başlayıp nerede bittiğini anlatmamasıyla birbirine yakındırlar.
Sen başka kadınlarla beraber, senin hanım namus var Senin hanım başka erkeklerle beraber, neden senin namus yok? Ben anlamadı
Gökyüzünde tek yıldız yok Gökyüzü kocaman kör bir göz gibi
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Ben, ağabeyciğim, hayatımda, bir defa, denize atılarak intihar etmek istedim Ve biletim yoktu. Yani kardeşim biletsiz müntehirlerdenim bendeniz Zaten, doğrusunu istersen, intiharımla biletsizliğin arasında sıkı bir münasebet de vardı
Her şeyden teselli aradı. Boş ömrünü doldurmak istedi. Fakat muvaffak olamadı. Ne kitaplar, ne musiki, hiçbir şey onu müteselli edemiyordu Kalbi boştu Ruhu boştu Bütün mevcudiyeti boştu
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Siz insanlar bazen çok ahmak olursunuz ve ekseriya en zeki zannettikleriniz en budala olanlarınızdır
(…) kendi rüzgarını, kendi fırtınasını kendi içinde patlatarak kaçtı
Mademki kuş değiliz, efendiciğim, mademki mahallede, evler içinde yaşıyoruz, mademki bizim mahallenin de bir sokağı var, elbette bu sokak ne kadar çamursuz olursa o kadar iyidir.
Gurbete çıkan adam köşeyi kıvrılmadan, yahut tepeyi aşmadan önce durur, döner, arkaya bakar.
Ziyaretçisi olmayan mahpus cezasını iki misli çeker.
Zaten, iki gözüm, insan neden nam şan kazanır? Nasıl dillere destan olur? Anlaşılmaz ki..
Eh Çay, kahve gamı, kasaveti siler gönülden, beyağabeyciğim, bizde millet tiryakidir, malumunuz.
Benim arkadaş yakışıklıdır, cerbezelidir, sportmendir ve kuş beyinlidir.. Yani asrımızda, âşık tipinin bütün vasıfları haizdir..
Onun insanlar içinde kimsesi yoktu. İnsanlar içinde yalnızdı..
Ne kitaplar, ne musiki, hiç birşey onu müteselli edemiyordu. Kalbi boştu..Ruhu boştu.. Bütün mevcudiyeti boştu..
Siz insanlar çok ahmak olursunuz ve ekseriya en zeki zannettikleriniz en budala olanlarınızdır.
Her insan gibi onun da bir şeye iptilası vardı; o da bir şeyle fazla meşgul olurdu. Bu iptilası, bu düşkünlüğü ise kitaplarınaydı. Evet kitaplarını umulmaz bir derinlikle severdi..

*İptila(tutkunluk)

Bir insan bir vazife alırsa, bu vazife küçük ve ehemmiyetsiz de olsa, onunla öteki vazifeler arasındaki bağı unutmamalı ve ben işimi yapıyorum ya, işimden gayrisi beni alakadar etmez, banane dememelidir. Çünkü her iş, başka işle bağlıdır.
Durup dururken hiçbir şey olmaz. Su, için için ısınır, kaynar, buğu olur. Suyun inceden kaynadığını bilmiyorsak, bu buğu oluş, durup dururkenmiş gibi gelir bize..
Eh bu ölümlü dünyada hep bekar yaşayacak değiliz a! Kumrular bile çift çift geçinip giderler… Kumru kadar olamayacak mıyız, dedim, bir hatun peydahladım. Şöyle bana göre, karınca kararınca kaderince hatuncağız…
Birisi sana çok mu yüz veriyor, seninle çokça mı senli benli? Kolla kendini, iki gözüm, muhakkak bir dalavere var bunda
Siz insanlar bazen çok ahmak olursunuz ve ekseriya en zeki zannettikleriniz en budala olanlarınızdır.
Yıl 823’tü, Çocuklar
Hünkar’ın iradesi ve İranlı Molla Said’in fetvasıyla Simavne
Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin’i bir ağaca asmıştılar.
Gecenin geç ve yıldızsız bir saatiydi. :
Yavaş sesle, korkarak yapılan bir ihanet konuşması gibi
yağmur çiseliyor. Ağacın kalın ve yapraksız bir dalında sallanan 79
yaşındaki Bedreddin’in çırılçıplak ölüsü ıslanıyordu. Dermansız,
ince kolunun ucunda bembeyaz bir ışık külçesi gibi yanan sağ eli,
bir bakırcı dükkanının kapalı kepenklerine yukardan dokunacak, kepenkleri açıp dükkanın bakır kızıltılarıyla dolu karanlığını
aydınlatacak gibiydi. .
Simavne Kadısı Oğlu Bedreddin’in bu sağ eli, naralar, aç çocuk
çığlıkları, at kişnemeleri, zincir ve kırbaç sesleriyle dolu havaların
içinde, göz alabildiğine sınırsız, dalğaları köpürmüş serin bir deniz
pırıltısıyla dolaşmıştı, çocuklar
O, Varidat ı bu eliyle yazdıydı. Suların, toprakların ve yemişlerin, din, ırk ayrılığı gözetmeksizin, yeryüzünü işleyenlerin
müşterek mülkü olduğunu söyledi. Anadolu ve Karaorman köylüleri yeryüzünün yemişlerini bu elin açtığı kardeş sofrasında yemek
için, o güne dek işitilmemiş bir kavga türküsünün sevinciyle ayaklandılar.
Devrin sultanı, sırma cepkenli, al atlas külahlı ordularından
birinin başına şehzadelerinden birini geçirip onların üstüne gönderdi. Şehzade’yi yendiler Bedrettin, sultanın özüyle çarpışmak için, Rumeli’ye geçti
Karaorman’da ihtilal ordusunun çadırlarını kurdu. Çarpışma olmadı fakat. ihtilal çadırlarının sıcaklığına dost gibi sığınan hünkar
uşakları, bir gecenin karanlığıyla anlaşarak Simaveli’yi kaçırdılar, Edirne’ye getirdiler. O vakit, dünyasının en büyük bilgini, sınırsız
toprağın, işleyen kolun, duyan yüreğin şeyhi, ihtilalin dev adamı, dinsiz Bedreddin; kendisinin idamını isteyen Molla Said’in hattı
talik ile yazılmış fetvasını, gözlerinde yenilmemiş bir pırıltı, işte bu sağ eliyle imzaladıydı, çocuklar Gece
Yağmur çiseliyor .. Simavne Kadısı Oğlu Bedreddin’in çırılçıplak ölüsü, kepenkleri inik, yüzlerini elleriyle kapatmış analar gibi dilsiz Edirne esnaf çarşısında, yapraksız bir ağacın dalından sallanıyordu.
Köşeden üç adam belirdi. Birisinin yedeğinde kır bir at vardı.
Eğersiz bir at Bedreadin’in asıldığı ağacın altına geldiler Soldaki pabuçlarını çıkardı ve Sakızlı bir gemicinin ustalığıyla ağaca
tırmandı. Aşağıda kalanlar kollarını açıp beklediler. Ağaca · çıkan adam, Bedreddin’in uzun ak sakalı altından ince boynuna bir yılan
çevikliğiyle sarılmış olan ıslak, sabunlu ipin düğümünü kesmeye başladı. Bıçağın ucu birdenbire ipten kaydı ve ölünün uzamış
boynuna saplandı. Kan çıktı. İpi kesmekte olan adam sapsarı oldu.
Sonra eğildi, yarayı öptü, doğruldu, bıçağı aşağı attı ve yarısından çoğu kesilen düğümü elleriyle açarak uyuyan oğlunu anasının
kollarına bırakan bir baba sevgisiyle Bedreddin’in ölüsünü aşağıda
bekleyenlerin kucaklarına teslim etti. Onlar, çıplak ölüyü çıplak
atın üstüne koydular. Ağaca çıkan aşağı indi ve bu üç kişiden en genci, çıplak ölüyü taşıyan atı yedeğinde çekerek, çiseleyen
yağmurla ıslanmış gecenin içinde kayboldu
Bir delikanlı bir genç kıza sevdalandı. Olur iş değildir ama,
genç kız da delikanlıya tutuldu.
Denizierin adamıyla ormanların adamı birbirine benzer. Bu
belki denizle orman arasındaki benzeyiştendir. Denizler, sisle;
ormanlar dalgalanışla; deniz yürekte doğurduğu şaşakalmak duygusuyla; orman, nereden başlayıp nerede bittiğini anlatmamasıyla
birbirlerine yakındırlar.
Durup dururken şüphelenmeye başladı, durup dururken.
Hayır, durup dururken değil, durup dururken hiçbir şey
olmaz. Su, için için ısınır, kaynar, sonra birden buğu olur. Suyun
önceden kaynadığını bilmiyorsak, bu buğu oluş, durup dururkenmiş sibi gelir bize.
Ben, efendim, bazı garip tabiatları olan bir şahısımdır. Benim,
efendim, tramvaylarda, trenlerde, vapurlaı:da ve bu gibi nakliyat
vasıtalarında bu garip tabiatiarım tezahür eder. Garip tabiadar
deyince Şunları anlamanız . lazımdır :
Ne zaman vapura, trene, tramvaya binsem, karşımdakilerin
okudukları kitaplara, gazetelere, risalelere dikkat ederim. Herkesin
okuduğu kitaptan, gazeteden ve risaleden o zatın ahlak ve tabiatını
keşfe çalışırım. Hayatını, yaşayışını, maceralarını tahmine uğraşı-
nın. Bu suretle tren, vapur ve tramvay seyahatlerimi hoşça geçirmiş
olurum.
Neyse, canımın içi, lafı uzatmayalım, söz sözü açar derler,
sözden söz açtırıp, kendimize söz getirmeyelim;
Efendim, senin anlayacağın, şeytana uyduk, bizim semtte
oturan evli bir kadına abayı yaktık.
*Elfaz-ı galize istimal etmeyiniz.
(Küfürlü söz kullanmayınız)
Kalbim yufka olduğundan, hesabım kuvvetsizdir.
Bir gün sabrettim. İki gün sabrettim Bir ay sabrettim İki ay
sabrettim Sabrın sonu selamettir, dedim Ne gezer! Sabrın sonu felakettir, kardeşim
Ölen beş yaşında, sapsarı benizli, küçücük burunlu, sıska bir
çocuktu.
Vakit nakittir Mademki naktimiz yok,
vaktimizden ziyan etmeyelim dedik
Yani, umumiyetle, nişanlanma ameliyesinden bahsetmek istiyorum Nişanlanma işleri çok süratle gidiyor aramızda Hem
öylesine süratli ki, iki gözüm efendim, insanoğlu ne zaman tanıştın,ne zaman nişanlandın, ne zaman ayrıldın diye farkında bile olmuyor
Malum ya, eski zamanlarda, İstanbul’da apartmanları, Beyoğlu
filan gibi, Frenklerin yahut tatlı su erbabının oturdukları semtlerde yaparlarmış. Babalarımızın zaman-ı cahiliyelerinde Üsküdar’da, Göztepe, Erenköy hatta Kadıköy’de, Anadolu’nun hemen hemen bütün kasaba ve şehirlerinde apartman inşası revaçta değilmiş.
Yani, sizin anlayacağınız, sabık Osmanlı İmparatorluğu’nun Müslüman tabaası, her katında bir aile oturan apartman tesmiye olunan mebaniye itibar etmezlermiş Zenginleri iki üç katlı, kırka kadar odalı, bağlı bahçeli, haremli selamlıklı konaklarda, köşklerde ikamet buyurur,·fakirleri bir iki katlı, üç dört odalı, avlulu, sarnıçlı müstakil hanelerde otururlarmış
Birisi sana çok mu yüz veriyor, seninle çokça mı senli benli?
K olla kendini, iki göz üm, muhakkak bir dalavere vardır bunda
Birisi sana karşı pek mi fazla sokuluyor, yılışıyor? Sakın
kendini, efendiciğim, çarpılırsın! ..
Uzaklarda köpekler havlamada!.. Bu havlama değil, seslerin en yürek üzücüsüyle bir ulumadır
Mademki hürriyet-i matbuat devrindeyiz, mademki serbesti-i
vicdan var, mademki demokrasi hakimdir, ben her meseleyi
ıcığından cıcığına kadar tetkik ve tefekkür edebilirim, ağabeyciğim!..
Onda çok müthiş gizli bir iş yapmak
isteyen bir irisanın hali vardı.
Köylülüğün proleterizasyonu
Tipi, zincirinden kurtulan azgın bir deliden daha deliydi.
Siz insanlar bazen çok ahmak olursunuz ve ekseriya en zeki
zannettikleriniz en budala olanlarınızdır
Her insan gibi onun da bir şeye iptilası vardı; o da bir şeyle fazla meşgul olurdu. Bu iptilası, bu düşkünlüğü ise kitaplarınaydı Evet, kitaplarını umulmaz bir derinlikle severdi.
Unutmak istedi. Unutamadı. Hatta bazen ölmek istedi, ölemedi.
Siz insanlar bazen çok ahmak olursunuz ve ekseriya en zeki zannettikleriniz en budala olanlarınızdır.
Benhur da vekilharcın güzel kızını koynuna çekerek kendini dünyanın en bahtlı âşığı kılmıştır.
O, eli yumuşak bir kadın elinde bir büyük sonsuzluğun sonuna erişmişti.
Yürüdüler Konuşmadan Eli onun eli içinde
Denizlerin adamıyla ormanların adamı birbirine benzer. Bu belki denizle orman arasındaki benzeyiştendir. Denizler, sisle; ormanlar dalgalanışla; deniz yürekte doğurduğu şaşakalmak duygusuyla; orman, nerede başlayıp nerede bittiğini anlatmamasıyla birbirine yakındırlar.
O yalnız onu doludizgin, çıldırasıya sevmiştir. O kadar sevmiştir ki, onu öğrenmeyi, onu anlamayı düşünmemiştir bile!..

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir