İçeriğe geç

Hıdır Kişisel Gelişiyor Kitap Alıntıları – Ahmet Şerif İzgören

Ahmet Şerif İzgören kitaplarından Hıdır Kişisel Gelişiyor kitap alıntıları sizlerle…

Hıdır Kişisel Gelişiyor Kitap Alıntıları

Birisi yaparsa sen de yapabilirsin işi gaz , yetenek , kapasite, beyin , fizik hep ayrı olanaklar sağlar insana..
Atlar nallanırken kurbağalar ayağını uzatmazmış.
– Ağabey, Türkiye’deki sağlık çürümesinin nedeni Yunanlılar!
– Nasıl yani?
– Ağabey doktorlara Hipokrat yemini ettiriyoruz. Bizimkiler Allah’ın Yunanlısının yeminini niye tutsun.
Abi Kibariye’ye soruyorlar, “MTV seyrediyor musun?” diye. “Em TV seyrediyom, em de radyo dinliyom” diyor.
Hem hepsi birbirinin aynı hem birinin dediği ötekini tutmuyor.
Yalnızlığı istedim. Çünkü nezaketi zayıflığın bir parçası, hoşgörüyü ödleklik, yücelmeyi böbürlenme fırsatı kabul eden kalabalığın terbiyesizliğinden usandım.”
Yalnızlığı, değer ve onur bakımından alçakça şeyleri satın alabilsin diye
ruhlarını satan adamların yüzlerini görmemek için istedim
dua kalbin şarkısıdır ve her yerden Allah’a ulaşır.
Yalnızlığı istedim.Çünkü nezaketi zayıflığın bir parçası, hoşgörüyü ödleklik, yücelmeyi böbürlenme fırsatı kabul eden kalabalığın terbiyesizliğinden usandım .
Kendi ölümüne dek ölümün yüzü yoktur
Aynı değerleri paylaştığın birçok insanla beraber olmak çok değerli.
Kadınlar görüntüleri kadar erkekler yapabilecekleri kadar güç taşırlar.
Asla, asla deme.
Kitapta okuduktan sonra en sağlam arkadaşlarının, onun en kötü gününde yanında olan dostlarının, hepsinin aslında karaktersiz olduğunu fark etmişti.
Yalnızlığı istedim. Çünkü nezaketi zayıflığın bir parçası, hoşgörüyü ödleklik, yücelmeyi böbürlenme fırsatı kabul eden kalabalığın terbiyesizliğinden usandım.”
Dua kalbin şarkısıdır ve her yerden Allah’a ulaşır.
Üç tane kişisel gelişim okudum, baktım hepsi birbirinin aynı. Üç tane iyi, üçten fazlası bayıyor. Hepsi aynı terane.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Torpille o göreve geleceksem hiç gelmeyeyim.
Şinasi torpidoyu açtı, torpidodan bir çift külotlu çorap düştü.
– Vay baba, araçta kadın çorabı taşıyoruz ha! Çapkın seni!
– Değil oğlum. Bir taksiciden duymuştum. Motor kayışı koptu mu, bunu bağlıyorsun motora, seni gideceğin yere yavaş yavaş götürüyor.
Önce doktorun muayenehanesine gider para ödersin. Sonra adam, devletin hastanesinde senin tahlillerini yaptırtır. Sonra hastanede devletin imkânlarıyla ameliyat eder, devletten maaşını alır, sen yine muayenehanesine gider, bıçak parası adı altında rüşvet verirsin.
Tasavvuf dünyasının ünlü isimlerinden Cüneyd, kalabalık bir derviş grubuyla oturmuş, sohbet ediyordu. Onları tanıyan bir tüccar geldi, cebinden bir kese çıkardı, Cüneyd’e uzattı.
“Nedir bu?” diye sordu Cüneyd. “İçinde 500 altın lira var, bunu cemaate dağıtasın diye sana veriyorum” dedi adam.
Cüneyd sordu: “Senin bu paradan başka paran var mı?”
“Tabii var” dedi adam, “Çok altınım var benim ”
Cüneyd yine sordu: “Peki sende olandan daha fazlasını ister misin?”
“Tabii isterim” dedi adam, “Neden istemeyeyim ki?”
Cüneyd keseyi geri uzattı:
“Bu parayı al, çünkü sen bizden daha muhtaçsın ”
Haberlerde bir şey dikkatini çekti mi?
– Ne?
– Aynı haberi üç-dört defa tekrarlıyorlar. Görüntüyü, metni üç-dört defa.
– Harbiden bir kere söylese anlarsın. Eskiden öyleydi.
– Beynimizi uyuşturuyorlar, küçük çocukların anlama eşiğini aşağı düşürüyorlar. Biz Mehmet Ali’yi seyrederken, onlar dünyayı yönetiyorlar.
– Şahinleri eğitirken önce gözlerini diker ve aç bırakırlar. İsyankâr hayvan boyun eğmeye başlar, sonra istediklerini yaptırırlar.
– Bence gözlerimizi diktiler, sıra aç bırakmaya geldi. Aç bırakmayı yemek anlamında söylemiyorum.
Geçen gazetede bir haber vardı: Anası, babası bir çocuğu Çocuk Esirgeme Kurumu’na bırakıp gitmiş. Çocuk zatürree oluyor, hastaneye götürüyorlar. Benim bir tanıdığım zatürree oldu, 15 gün hastanede yattı. Bu çocuk kimsesiz ya, veriyorlar bir serum, gönderiyorlar geri, çocuk dönüşte ölüyor. Cenaze namazı vardı, fotoğraf çekilir diye oraya gelmiş altı devlet görevlisi. Çocuğu küçük bez bir kefene sarmışlar, mezarlığın duvarının üstüne koymuşlar, cenaze namazı kılıyorlar. Saatlerce ağladım. Şimdi ağladığıma bakma. Bu çocuk zengin olsaydı, ölmeyecekti. Ölse gömülmesi böyle olmayacaktı.

Hıdır ağlama, ama şunu bil: Ülke ihtiyaç içinde! Hiçbir şey üretemiyorsan, al hanımı, çocuğu git Çocuk Esirgeme Yuvalarına, bir şeyler anlat onlara, kitap oku. Senin benim gibi adamlar, saat markası, 100 metre kare daha büyük ev, yeni arabayla mutlu olmazlar. Senin için en büyük kişisel gelişim orada yanağına konacak bir öpücük. Ürettiğinin sonucunu bir hayır duasıyla orada alırsın. Öteki koşturmacanın sonu yok Hıdırım.

Bakıyorsun Halil Cibran’ın Haberci’sini almış, Ermiş’ini okumuş, iki örnekle süslemiş, aynısını millete yutturuyor. Bir de kolaj çok yapıyorlar. Bir ara bir Türk yazarla yazıştım. Komik bir şey anlattı. Kitaplarında özellikle üç tane zararsız hatalı bilgi koyuyor, ondan sonra çıkan kitaplara bakıyor aynı hatalar onlarda da var. Kaynakçada kitabının adı yok. Üç tanesini söyledi, harbiden çok ilginç! En büyük eğlencesi bu. Şimdi ben de onunla beraber keyfini sürüyorum. Her kitabında bana üç hatalı bilgiyi yolluyor. Ben de sazanları onunla paylaşıyorum.
ABD’nin 350 milyar dolar dış gelir fazlasının yarısı bilgi teknolojilerinden, windows falan, diğer yarısı silah satışından geliyor. Eğer geniş çaplı savaşlar olmazsa, bu geliri kaybedecekler. Afganistan ve Irak’ın işgali olmasa, ekonomilerinin zora gireceğini tüm ekonomistler söylüyor. Üç sene içinde bir terörist saldırıya daha ihtiyaçları var.
Özgür: ‘ Oğlum bütün ABD bunu yiyor. Baksana İçerisi tıklım tıklım. Bizim Ağzımızın tadı yok galiba. Yoksa bu kadar çok satar mı?
Tarık: ‘ Abi ona bakarsan Milyonlarca sinek yanılıyor olamaz b.k yiyin diye bir laf var.
Bir diyaliz merkezine, bir böbrek hastasını bağlayan doktor oradan prim alsa ne korkunç olurdu değil mi?
Birçok ilaç arasından en iyiyi değil de, prim aldığı ilacı yazsa ne feci olurdu değil mi?
– Allah’tan öyle değil!
– Allah’tan!
Basında ikide bir Anadolu’da sağlık taraması haberleri görürsün. Bunları ilaç firmaları finanse eder ve devletin doktorları taramayı yapar. Yalnız ilginçtir, bu sağlık taramaları genelde hep iki alanda olur. Tansiyon ve diyabet hastalarını tespit etmek için. İkisinin de ortak özelliği nedir bilir misin?
– Hayır.
– Tedavisi yoktur. Hastayı tespit ettiğin an ömür boyu ilaç kullanmak zorundadır. İlaç parasını da devlet ödeyeceği için sağlık taramalarını hep bu iki alanda yaparlar.
– Vay be!
– Vay be ya!
Kocaeli depreminde beline kiriş devrildiği için kıpırdayamayan kadına tecavüz eden, bozuk telaffuzlu üç adamı bu sistem yarattı.
Bu ülke her üç dakikada bir, bir kadına tecavüz edilen bir ülke.
Ülkede olanlar korkunç değil, bizim alışmış olmamız korkunç.
Ağabey doktorlara Hipokrat yemini ettiriyoruz. Bizimkiler Allah’ın Yunanlısının yeminini niye tutsun. Çevirtsen yemini Türkçeye bize uygun yemin koysan. Hastaya iyi bakmayanı Allah bildiği gibi etsin, yüzdeyle çalışan aha böyle olsun gibi. Bir de en sonda, vallahi de billahi, çoluğumun çocuğumun ölüsünü öpiim dedirtsen, bak olay nasıl çözülüyor. Hep Yunanlıların yüzünden. Pıh pıh.
-Kızım, bir gazetede okudum NLP uzmanlarına sormuşlar, “Sınav stresini nasıl atlatır çocuklarımız?” diye. Yemin ederim, biri diyor ki “En sevdiği çikolatayı kaleminin sapına sürün. Sınavda stres olduğunda kalemin sapını yalasın. Mutluluk duygusuna kapılacaktır.”
Acı çektiğini hissetti.
İçinden “Sülaleni eşekler kovalasın” demek üzereyken, kendini zor tuttu.
– Haberlerde bir şey dikkatini çekti mi?
– Ne?
– Aynı haberi üç-dört defa tekrarlıyorlar. Görüntüyü, metni üç-dört defa.
– Harbiden bir kere söylese anlarsın. Eskiden öyleydi.
– Beynimizi uyuşturuyorlar, küçük çocuklarınanlama eşiğini aşağı düşürüyorlar. Biz Mehmet Ali’yi seyrederken, onlar dünyayı yönetiyorlar.
“Eğer birisi yapabiliyorsa sen de yapabilirsin!
Etraf o kadar çok güvensiz insanla dolu ki giydikleri markalarla özdeşleşerek güven hissedecek gençler Mutsuzluktan kırılıp happy meal menü yiyerek mutluluğa ulaşacağını sanan kaybedenler
Bu ülkede her üç dakikada bir , bir kadına tecavüz edilen bir ülke. Her dört saniyede bir suç işleniyor . Geceleri kimse sokağa çıkamıyor . Zencilerin nasıl aşağılandığını görsen inanamazsın; Ama dünyaya yaşam biçimi satıyorlar.
“Yalnızlığı istedim. Çünkü nezâketi zayıflığın bir parçası, hoşgörüyü ödleklik, yücelmeyi böbürlenme fırsatı kabul eden kalabalığın terbiyesizliğinden usandım.”

Halil Cibran

Yalnızlığı istedim çünkü nezaketi zayıflığın bir parçası, hoşgörüyü ödleklik, yücelmeyi böbürlenme fırsatı kabul eden kalabalığın terbiyesizliğinden usandım
Her şey, her zaman göründüğü gibi değildir.
ne aileniz ne işiniz kim olduğunuzu göstermez. Sadece saatiniz kim olduğunuzu gösterir.
Ruhunun derinliklerinde,bunun,sonraki yaşamın başlangıç noktası olduğunu hissetmişti,öncekinden çok daha fazla şey ifade eden bir yaşamın.
Yalnızlığı istedim. Çünkü nezaketi zayıflığın bir parçası, hoşgörüyü ödleklik, yücelmeyi böbürlenme fırsatı kabul eden kalabalığın terbiyesizliğinden usandım.”
“Not için okumayın, kültür için okuyun na koyiim!”
Ülke ihtiyaç içinde! Hiçbir şey üretemiyorsan, al hanımı, çocuğu git Çocuk Esirgeme Yuvalarına, bir şeyler anlat onlara, kitap oku. Senin benim gibi adamlar, saat markası, 100 metre kare daha büyük ev, yeni arabayla mutlu olmazlar. Senin için en büyük kişisel gelişim orada yanağına konacak bir öpücük. Ürettiğinin sonucunu bir hayır duasıyla orada alırsın. Öteki koşturmacanın sonu yok be Hıdırım.
Kaybedenler. Toplum kaybedenlerle dolu. Filmlerde, dizilerde 100’e yakın başarılı adamı, onların hayatlarını, arabalarını, düzdükleri mankenleri gösterip dururlar. Saatler, pahalı cep telefonları, şaraplar, partiler Herkes onlara özenir. Tüm bu insanlar genç ve mutludur. Seks yaparlar. Toplumun geri kalan % 99’u ise ‘kaybedendir.’ Sıradan işlerde, sıradan hayatlar yaşarlar. Bu kaybedenler ‘Ben nasıl onlar gibi olabilirim?’ koşusuna girerler. İşte tam bu noktada onlara nasıl başaracaklarını anlatan sihirli formüller devreye girer. Krem sürerek güzelleşeceklerine, kitap okuyarak başaracaklarına inanan insanlara mucizevi seminerler, kitaplar satarlar, 100 adımda zengin olmanın yolu gibi.
Kadınlar görüntüleri kadar, erkekler yapabilecekleri kadar güç taşırlar.
nezaketi zayıflığın bir parçası, hoşgörüyü ödleklik, yücelmeyi böbürlenme fırsatı kabul eden kalabalığın terbiyesizliğinden usandım.
Abi haber çıktıydı hatırlıyor musun? Belçika’da bir Türk Ferrari’sine LPG taktırmış diye.
Ali Mahmut: Brezilyalı’dır oğlum o!
Ahmedürey: Niye be kanka?
Ali Mahmut: Brezilyalılar çok akıllı olur. Adamın biri süpermarkette yarım elma almak istiyor. Tezgâhtarla kapışıyorlar, tezgâhtar müdürün yanına gidiyor, “İçeride bir hayvan var. Bu elmanın yarısını almak istiyor” diyor. Bakıyor müdür sessiz; arkasını dönüyor. Bu müşteri arkasında. Adamı görünce “Bu beyefendi de diğer yarısını almak istiyor” diyor.
Gülüşmeler.
Ahmedürey: Abi bunun Brezilya’yla ne alakası var?
Ali Mahmut:
– Beklersen görürsün, bitmedi daha! Neyse adama veriyorlar elmanın yarısını, adam gidiyor. Müdür buna diyor ki “Amma akıllı adammışsın sen. Nerelisin bakayım?” O da “Brezilyalıyım abi” diyo. Müdür “Yav ne işin var Türkiye’de, yaşasaydın ya Brezilya’da” deyince, bizimkisi “Müdürüm, Brezilya’da ya futbolcu olursun ya da hayat kadını. Başka da bir şey olamazsın” diyo. Müdür “Yalnız benim karım da Brezilyalı” deyince bir sessizlik hüküm sürüyor; bizimki soruyor: “Abi, yenge hangi takımda oynuyor?”
amerika’dayken en çok fark ettiğim o oldu. herkeste böyle bir kişisel gelişeyim, başarayım; ama bunu kişisel yapayım çabası var. bu kişisel gelişim sistemi “looser” dedikleri adamlar üzerine kurulu.

– kim ağabey bunlar?

– mesela sen! kaybedenler. toplum kaybedenlerle dolu. filmlerde, dizilerde 100’e yakın başarılı adamı, onların hayatlarını, arabalarını, düzdükleri mankenleri gösterip dururlar. saatler, pahalı cep telefonları, şaraplar, partiler herkes onlara özenir. tüm bu insanlar genç ve mutludur. seks yaparlar. toplumun geri kalan % 99’u ise “kaybedendir.” sıradan işlerde, sıradan hayatlar yaşarlar. bu kaybedenler “ben nasıl onlar gibi olabilirim?” koşusuna girerler. işte tam bu noktada onlara nasıl başaracaklarını anlatan sihirli formüller devreye girer. krem sürerek güzelleşeceklerine, kitap okuyarak başaracaklarına inanan insanlara mucizevi seminerler, kitaplar satarlar, 100 adımda zengin olmanın yolu gibi. etraf o kadar çok güvensiz insanla dolu ki giydikleri markalarla özdeşleşerek güven hissedecek gençler mutsuzluktan kırılıp “happy meal menü” yiyerek mutluluğa ulaşacağını zanneden kaybedenler her şişmanın bir “ab shaper”ı olmalı. o ürünlerde herkes genç ve mutludur. her şey pozitif enerji üzerine kuruludur. oysa kitabı kapattığında dönüp bir bakarsın, hayatın içinde mutluluk olduğu kadar mutsuzluk da var. hamburger menüyü yiyip kolanı içtikten sonra elinde ketçaplı peçeteler, ciddi bir fatura, koşu bisikletleriyle verilemeyecek kalori ve kalp damarlarında biriken doymuş yağ oranlarını göstermezler hiç. hep mutluluk vardır. geçen fark ettim; bir süpermarkette çocuk bezlerinin üzerinde bin bebekten birinin olabileceği kadar güzel bebekler ve yüz bin anneden birinin olabileceği kadar güzel genç anneler birbirlerine sarılmış gülüyorlardı. tezgâhın alt köşe raflarında yetişkin bezi vardı. onun üzerinde altını bağlamak zorunda kalacağınız, yaşlı bitkin adamın resmi yoktu. her bebeğin girdiği evde bir tane de o yaşlıdan olabilir. sırf şu mahallede üç tane yatalak hasta var hıdır. numaraları bu işte. filmlerde, kitaplarda, gazetelerde o insanlar yok. bizi de o sisteme sokuyorlar. büyük şehirlerde “kaybedenler” yaratıyorlar. onlar kadar büyük pazar olamaz. en büyük tüketiciler onlardır.

Ali Mahmut: Abi adamın arabasının lastiği patlamış, feci de yağmur var, lastiği değiştirirken, yağmur dört tane bijonu mazgaldan içeri düşürmüş.
Bizimki yağmurun altında elinde bir lastik, çaresiz kalakalmış. O sırada bir camdan beyaz gömlekli bir adam bağırmış.
-Geçmiş olsun.
– Sağ ol.
-Çaresiz görünüyorsun!
– Evet, lastiği takamıyorum yolda kaldım.
– Diğer lastiklerden birer bijon söksen ve üç bijonu kullansan. Her lastiğinde bir bijon eksik gideceğin yere kadar seni idare eder.
Adam bu müthiş fikir karşısında şok olmuş, hemen işlemi yapmış. Teşekkür etmek için başını kaldırmış bir bakmış, adamın seslendiği binada ‘’ Tımarhane’’ yazıyor.
– Ya birader senin gibi akıllı bir adam, tımarhanede ne arıyor? diye sormuş.
Deli: Birader biz salaklıktan yatmıyoruz, delilikten yatıyoruz (!) demiş.
KAHKAHALAR
“Yalnızlığı istedim. Çünkü nezaketi zayıflığın bir parçası, hoşgörüyü ödleklik, yücelmeyi böbürlenme fırsatı kabul eden kalabalığın terbiyesizliğinden usandım.”
Yusuf El Fahri.. 
“Aslında kitabın adı Şahin’ine tüp taktıran bilge olmalıydı”.
“Önemli olan kaç kere düştüğünüz değil, kaç kere kalktığınızdır.”
Doğru, filmlerde bu adamların rahipleri hep iyi, bilge adam olur. Bizim imamlar da hep kötü adamdır.
Ülkede olanlar korkunç değil, bizim alışmış olmamız korkunç.
Olmadığın gibi olmak zordur. Eğreti durur adamın üzerinde..
Olmadığın gibi olmak zordur. Eğreti durur adamın üzerinde.
Aynı değerleri paylaştığın birçok insanla beraber olmak çok değerli.
İkiz Kulelerde 2.000 kişi öldü. Bunların Afganistan ve Irak’a saldırılarında 600.000-700.000 sivilin öldüğü söyleniyor. Şimdi Arap MTV’si kuruyorlar. Çünkü yaşam biçimini benimsetemedikleri adamı yönetemiyceklerini fark ettiler.
Bak o filmlerde kim kötü kim iyi öyle bellidir ki. Şimdi belli değil. Neyin iyi, neyin kötü olduğu belli değil. Kimin aslında iyilik, kimin kötülük yaptığını da anlayamazsın.
Uygun toprağa ekilmemiş çiçeklerden farkın kalmıyor bir süre sonra.
Size kitap yazan adamların çoğu sizin kadar mutlu değildir ondan emin olun. Pozitif enerji deyip duranların belki yüzü hiç gülmüyordur.
Ülkede olanlar korkunç değil, bizim alışmış olmamız korkunç.
“Baba, Bernard Shaw’a edebiyat bilgisi ve yaratıcılığının nereden geldiğini soruyorlar. “Her gece babam bana üşenmeden farklı bir masal okudu. Tüm yeteneğimi babama borçluyum” diyor.”
“– Peki sen ne yaptın mutsuzluğun için?”
“Ben dünyayı Allah’ı bulmak için terk etmedim. Onu evimde ve her yerde bulmaktaydım. Ben insanları terk ettim. Çünkü ahlakım ahlaklarıyla, düşlerim düşleriyle uyuşmuyordu.”
“Şahinleri eğitirken önce gözlerini diker ve aç bırakırlar. İsyankâr hayvan boyun eğmeye başlar, sonra istediklerini yaptırırlar.”
“4 köşesi 4 mevsimi,

Tavlanın içindeki karşılıklı 6’şar hane 12 ayı,

Pulların toplamı ayın 30 gününü,

Siyah ve beyaz pullar gece ve gündüzü,

Karşılıklı 12’şer hane günün 24 saatini simgeler.”

“Eğer birisi yapabiliyorsa sen de yapabilirsin!“

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir