İçeriğe geç

Heyula Kitap Alıntıları – Halide Edib Adıvar

Halide Edib Adıvar kitaplarından Heyula kitap alıntıları sizlerle…

Heyula Kitap Alıntıları

Artık bu canlı iskelet Selma değil Selma’nın gölgesi, kendisi öldüğü, hayattan çekildiği halde ölemeyen kemikleriydi.
Artık takatim yok, gözyaşlarım yok, sana karşı muhabbetim de! Fakat zannettiğin gibi başkasını sevebilecek kabiliyette bir ruhum da yok. Bütün varlığım; soğuk, geniş bir beyaban.
Teyzem, Bak, Selma ne güzel kız oluyor, demişti. O zaman gülerek, piyano iskemlesinden kaldırarak ellerimden yakalamış yüzümü bir saniye tetkik etmiştin. Yeşil nazarlarının ruhumu delen iskandiliyle bütün hüviyetimi aradığını hissettim.
Sonra zevç ve zevce yalnız izdivacın verebileceği bir girişkenlikle birbirinde kolunda çıkarken ben arkalarından bakakaldım. Kıskanç da olmaya başlamıştım, felaketimde bir bu eksikti.
Elleri dalgın dalgın başımda dolaştı. Sonra çenemin altından tutarak çehremi kendine doğru çekti. Belki ömründe ilk defa anlaşılmaktan mütevellit bir huzur, bir hazz-ı ruhaniyle yumuşak yanağını yanağıma dayadı. Hakikatte bir saniye fakat bence bütün edebiyeti ihtiva eden bu an ruhuma saf, fakat semadani bir aşkın huzuzatı süzüldüğünü hissettim.
Şişmanlamış, kızarmış, iyi yiyip çok içen bir İngiliz’e benzemişti.
İsmini bilmediğimiz birçok akşam elvanından memzuc bir çift dalgın yorgun iki göz! Hemen gayritabii denilecek kadar uzun gölgeli kirpikler, yalnızlığın ıssızlığın verdiği ruhani korkuyu veren mahzun solgun bir alın, hele edalı bir yorgunlukla o ana gelişigüzel düşen düz ipek gibi saçlar!
İşte böylece yaşıyoruz. Daha doğrusu sürükleniyoruz.
Hayata onsuz da alışıyorum fakat bütün gördüğüm kadınlarda onu aramaktan kendimi alamıyorum.
Ben onu sevmiş olmak fazlalığıyla ruhum başka bir devre-i tekâmüle girmişti.
İnsan en çok kederlerinde en çok edildiği zaman aşkının hakikate avdet ettiği andır.
Artık takatim yok,gözyaşlarım da yok,sana karşı muhabbetim de! Fakat zannettiğin gibi başkasını sevebilecek bir kabiliyet de ruhumda yok. Bütün varlığım,soğuk,geniş bir beyaban.
İhtisatımın,idrakimin mecra ve mihverini avucun içinde tartarken hakayık-ı hayatın fevkinde,ta göklere çıkan bir hükm-i hükümranın var!
Aynı hayat devam ediyor. Günler beni biraz daha yerlere doğru eğen bir ağırlık gibi omuzlarımı iterek,birbirini vely ediyor.
Nefesinde ölüm rüzgârı var,ruhumu donduruyor.
Kendimde o kadar bir tahavvül eğer arabacı olmasaydı ona gidecek,ellerimi uzatarak,Gel birbirimizi sevelim,el ele vererek insanın edebiyen yalnızlığa mahkûm olmadığını ispat edelim. Kalbimiz bir parça atsın,ruhlarımız birbirine sığınsın,böylece sermediyete kadar gidelim diyecektim
Az zaman içinde kalbimdeki yalnızlığın yerine kendimden daha çok âlî,bütün ruhu ısıtıcı bir hissin kaim olduğunu duyuyor ve bu yeni zevke tapınmak istiyordum,artık bu kere bu çehreyi görmekle mahkûmiyet-i ademden kurtulmuştum.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Çehrenin ruhaniliğiyle bütün bütün zıt olan kırmızı kalın dudakları,beyaz dişleri haris bir kadın ağzı onun bir rüya perisi olmayıp canlı bir kadın olduğunu anlatıyordu.
-“Kalbimi mahşer haline koyan muhtelif şikayatın bir parçasını bir şekle sokup ona gösterememiştim.”
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
-“Belkiler uzayarak şu fırtınalı felakette solgun bir ufk-ı necabet göstererek beni yaşamaya sevk ediyor.”
-“Artık takatim yok, gözyaşlarım da yok, sana karşı muhabbetim de! Fakat zannettiğin gibi bir başkasını sevebilecek bir kabiliyet de ruhumda yok. Bütün varlığım, soğuk, geniş bir beyaban.”
Mavilikten ufka karışarak ikisini birleştiren beyaz duman yığınları şafağı karşılayan sevdavi renkler, denizin uykusunu örten tülümsü bir şeker renk vardı ki insan bunlara baktığı vakit dalar, düşünür, bu letafet (güzellik, hoşluk) altında bir sır uyuduğuna, bütün bu rüyamsı menazırın (manzara) bir perisi olduğuna inanmak ister.
“İnsan en çok kederlerinde en çok ezildiği zaman aşkının hakikate avdet ettiği andır.
Eskisi gibi görmek, eskisi gibi hissetmek ihtimali ölmüştü.
Belki ömründe ilk defa anlaşılmaktan mütevellit bir huzurla yanağını yanağıma dayadı.
Yalnız bence âlem değişmişti. Eskisi gibi görmek, eskisi gibi hissetmek ihtimali ölmüştü.
Görüyorsun ya, evlenmek de piyango çekmek.
Hanım sükûtun en cazibedar bir tecellisi!
Düşündüklerini bilmeden düşündüren şeyi anlamayarak düşünüyorlardı.
Gel birbirimizi sevelim, el ele vererek insanın ebediyen yalnızlığa mahkûm olmadığını ispat edelim. Kalbimiz bir parça atsın, ruhlarımız birbirine sığınsın, böylece sermediyete kadar gidelim
Şimdi ne vakit o servinin altındaki, yanındaki mini mini mezara himayekârane eğilmiş bir soğuk taşın yanından geçsem, servilerin iniltisi bana onun tatlı sesini, muattar varlığını getirir. O vakit sevmiş, eziyet çekmiş, zihnini kaybetmiş bir heyula olduğunu unutur, gül ağacının altında ebediyen dinlenmek üzere ziyadar çehresini semavata çevirmiş meleği görürüm.
Kamerin ziyasıyla parlayan alnında o ağırlıktan azade ebedi bir uyku dolaşır ki diz çökerek o rutubetli soğuk topraklara beni de dinlendirmek için yer açmasını gözyaşlarımla yalvarırım.
İşte böyle yaşıyoruz. Daha doğrusu sürükleniyoruz.
Artık takatim yok, gözyaşlarım da yok, sana karşı muhabbetim de! Fakat zannettiğin gibi bir başkasını sevebilecek bir kabiliyet de ruhumda yok. Bütün varlığım, soğuk, geniş bir beyaban.
Âlemin bigâne kaldığı efkârımı, ihtisasatımı bu kadın ince bir sevkitabiyle sezmiş, haberim olmaksızın kendisine kalbimi açtırmıştı.
Haşim’le mektepte bazen uzun müddet dargın dururduk, sonra tesadüfi olan, bu birbirimizin ta kalbine bakan uzun bir nazarla barışırdık.
Düşündüklerini bilmeden düşündüren şeyi anlamayarak düşünüyorlardı.
Düşünüyorlardı. Düşündüklerini bilmeden, düşündüren şeyi anlamayarak düşünüyorlardı
İşte o vakit büyük bir şey boğazıma tıkandığını, eğer
bir kelime söylemek istesem hiç sesim çıkmayacağını biliyordum.
Kalbimi mahşer haline koyan muhtelif şikayatın bir parçasını bir şekle sokup ona gösterememiştim.
Eğer talih bana her vakit bu kadını görebilmek lütfunu bahşetmiş olsa hayattan fazla bir şey talep etmeyecektim.
Fakat zamanın tesirinden azade hiçbir keder olamaz. Müruruzamanla ben de ıstırabımı taşımaya alışıyordum.
Artık takatim yok, gözyaşlarım da yok, sana karşı muhabbetim de! Fakat zannettiğin gibi başkasını sevebilecek bir kabiliyet de ruhumda yok. Bütün varlığım, soğuk, geniş bir beyaban.
Mamafih kadınlık daima bir muamma!
Artık takatim yok, gözyaşlarım da yok, sana karşı muhabbetim de! Fakat zannettiğin gibi bir başkasını sevebilecek bir kabiliyet de ruhumda yok. Bütün varlığım, soğuk, geniş bir beyaban.
Mamafih kadınlık daima bir muamma!
Kıskanç da olmaya başlamıştım, felaketimde bir o eksikti.
Belki ömründe ilk defa anlaşılmaktan mütevellit bir huzurla yanağını yanağıma dayadı
Görüyorsun ya, evlenmek de piyango çekmek. Bilir miydim o kadının böyle olacağını?
Düşündüklerini bilmeden düşündüren şeyi anlamayarak düşünüyorlardı
Eskisi gibi görmek, eskisi gibi hissetmek ihtimali ölmüştü
Belki ömründe ilk defa anlaşılmaktan mütevellit bir huzurla yanağını yanağıma dayadı.
Mesuliyet-i vicdaniyeyi bertaraf eder, nik u bedi farik kuva-i zihniyeyi bütün kalbin amaline muattal eder.
Mamafih kadınlık daima bir muamma!
Görüyorsun ya, evlenmek de piyango çekmek. Bilir miydim o kadının böyle olacağını?
Yetim bir çocuk gibi kendim de boynumu büküp ağlamak arzularını hissediyordum.
Bu güzel sesin yalnız rüyada işitildiğine emindim de şaşırdım. Affediniz.
Bütün hadisat-ı beşerde hususuyla dahilî olanlarda olduğu gibi, her defasında hüviyete bir şey ilave edilir de menazır ve hadisat-ı hariciyeye karşı noktainazar değişir.
İnsan en çok kederlerinde en çok ezildiği zaman aşkının hakikate avdet ettiği andır.
Artık takatim yok, gözyaşlarım da yok, sana karşı muhabbetim de! Fakat zannettiğin gibi başkasını sevebilecek bir kabiliyet de ruhumda yok. Bütün varlığım, soğuk, geniş bir beyaban.
İnsanın ömründe bazı büyük geçitler vardır ki bir zaman için mesuliyet-i vicdaniyeyi bertaraf eder, nik u bedi farik kuva-i zihniyeyi bütün kalbin amaline esir eder, muattal eder.
İnsanın en çok kederlerinde en çok ezildiği zaman aşkının hakikate avdet ettiği andır.
Az zaman içinde kalbimdeki yalnızlığın yerine kendimden daha çok âlî, bütün ruhu ısıtıcı bir hissin kaim olduğunu duyuyor ve bu yeni zevke tapınmak istiyordum, artık bu kere bu çehreyi görmekle mahkûmiyet-i Adem’den kurtulmuştum. Hayatımı vücudumu hizmetine sarf edecek sonra onu sevmek için hayatı da kısa görerek ebediyet arzuları uyandıracak bir varlığa gördüm ki tesadüf etmiştim.
Düşündüklerini bilmeden düşündüren şeyi anlamayarak düşünüyorlardı.
Mamafih kadınlık daima bir muamma!
“Artık takatim yok, gözyaşlarım da yok, sana karşı muhabbetim de! Fakat zannettiğin gibi başkasını sevebilecek bir kabiliyet de ruhumda yok. Bütün varlığım, soğuk, geniş bir beyaban.”
O vakit sevmiş, eziyet çekmiş, zihnini kaybetmiş bir heyula olduğunu unutur, gül ağacının altında ebediyen dinlenmek üzere ziyadar çehresini semavata çevirmiş meleği görürüm.
O zaten benim için ölmüştü. Heyhat! Hayata onsuz da alışıyordum fakat bütün gördüğüm kadınlarda onu aramaktan kendimi alamıyorum. Hayır, o yoktu, o başka, o solgun, o müstesna, o yetim ruhlu kadın!
Artık takatim yok, gözyaşlarım da yok, sana karşı muhabbetim de! Fakat zannettiğin gibi başkasını sevebilecek bir kabiliyet de ruhumda yok. Bütün varlığım, soğuk, geniş bir beyaban.
Gel birbirimizi sevelim, el ele vererek insanın ebediyen yalnızlığa mahkum olmadığını ispat edelim. Kalbimiz bir parça atsın, ruhlarımız birbirine sığınsın, böylece sermediyete kadar gidelim, diyecektim.
Düşündüklerini bilmeden düşündüren şeyi anlamayarak düşünüyorlardı.
“Şimdi ne vakit o servinin altındaki, yanındaki mini mini mezara himayekarane eğilmiş bir soğuk taşın yanından geçsem, servilerin iniltisi bana onun tatlı sesini muattar varlığını getirir.O vakit sevmiş, eziyet çekmiş, zihnini kaybetmiş bir heyula olduğunu unutur, gül ağacının altında ebediyen dinlenmek üzere ziyadar çehresini semavata çevirmiş meleği görürüm.”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir