Claude Allègre kitaplarından Herkese Biraz Bilim kitap alıntıları sizlerle…
Herkese Biraz Bilim Kitap Alıntıları
Einstein “deha uzun bir sabrediştir” der; buna şunu ekleyebiliriz: “ çoğunlukla ortaklaşa, kiminde tek başına.”
“Destana katılmadan önce ona inanmak gerekir.”
“Kimya aşk gibidir- zaten kimilerine göre aşk, kimyadır.”
Son sürat giden bir gemide olduğumuzu varsayalım. Bir denizci havaya oldukça ağır bir cisim atıyor. Nereye düşecek? Geminin hızı yeterliyse, denize, diye düşünür kimisi. Ama hayır. Havaya atılan cisim denizcinin ayaklarının dibine düşer. Neden? Çünkü geminin üzerindeki her cisim gemiyle aynı hıza sahiptir. Eylemsizlik bir rol oynar oynamasına, ama geminin oluşturduğu dayanağa görece bir roldür bu.
Kendi döneminin fazla ilerisinde olmak ancak kuşku uyandırır. Bu ne yazık ki Bilimin ilerlemesinde de görülen bir özellik!
Bir petank* topunu ve bir tenis topunu aynı anda elimden bıraksam, kütleleri birbirinden farklı olmasına karşın, yere aynı anda varacaklarını kaç kişi bilir?
* tenis topundan çok daha ağır toplarla oynanan bir fransız oyunu.
Yalnızca bilginin ilerlemesi ya da fiziğin kendisi için değil, aynı zamanda evren bilimleri ve yer bilimleri için de vazgeçilmez bir serüvendi bu. Çünkü fizik bilimlerini kullanmadan nedenselliği açıklayamayız.
Telaşa hiç gerek yok, çünkü her şeyi anlamış olmaktan, dolayısıyla da canlının üzerinde her istediğimizi yapabilmekten çok uzağız.
Özümüzün derinliklerin oluşturan, hücrelerimizin, çekirdeklerimizin değiştirilebilmesi düşüncesi bizi biraz korkutuyor.
Her hücre, her organ, her işlev nasıl oluyor da bir bütüne katılıyor?
İnsan beyninin hemen kapıp kullanacağı yeni düşünceleri almaya hazır beklediğini nasıl söyleyebiliriz? İnsan beyni fazla sivri yenilikleri sevmez.
Yetenekli bireyseniz, yeteneğiniz kabul görüp görmeyeceği konusunda endişeye gerek yoktur!
DNA çoğalmayı, kendisinin tam bir kopyasını yapayı bilir ve çoğalırken bireylerin ve türlerin özgün karakterlerini nesilden nesile aktarır.
Canlı bir varlık için çoğalma, yaşam demektir.
DNA’nın önemi, genetik kodu taşıyor olmasındadır. DNA, kalıtımın mesajını, başka bir deyişle, canlı varlıkların nasıl çoğaldıklarını, geliştiklerini, yapılandıklarını tanımlayan ve gerçekleştiren mesajı kendinde taşır.
Tahminlerimizi, ölçümlerimizi ve değerlendirmelerimizi asla mutlak olarak değil, hep bir şey göre yaparız. Öyleyse, evet gerçekten mutlak’ı işlemekten kaçınalım.
Her şey görelidir. Düşünceler, kanılar, inançlar da öyle değil mi?
Işık hızı geçilmez hızdır! Eğer onu geçebilseydik, zaman içinde geri gidebilirdik.
Zaman mutlak bir değer değil, göreceli bir kavramdır.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Bir gemi üzerinden dikey olarak atılan bir topun çizdiği yolun gemiden mi, kıyıdan mı baktığımıza bağlı olarak değişir.
Mutlak sabit nokta yoktur!
Uzayda hareket, sabit olduğu isteğe bağlı olarak kararlaştırılan bir referansa göre bir kabullenmedir.
Uzayda sabit gösterge yoktur, neyin hareketli neyin durgun olduğunu belirlemek için dayanacağımız mutlaka bir referans yoktur. Her şey görelidir.
Fiziğin sıradan bir sağduyu olmadığını, tersine, zaman içerisinde sabırla hazırlanmış bir öğretiler toplamı olduğunu, bunların sezgiye dayanmadığını ve bir eğitim gerektirdiğini hatırlamak gerekir.
Yeni kavram devrimi gereğince, gerçeğin her türlü belirlilik tanımından vazgeçmek zorunda kalınacak ve bunun yerine olasılıklar cinsinden bir tanımlama konacaktır.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Artık deneyi kuramla açıklamak değil, kuramı deneyle doğrulamak söz konusuydu. Kuram, öngörücü duruma gelmiştir.
Öyleyse her birinin değerleri üzerine yargılarımızı hep ötekileri de göz önüne alarak değerlendirmek gerekir.
Tarih hep tersten okunur, sondan başlayarak. Bugün, geçmişi aydınlatır. Gerçekse daha karmaşıktır. Buluşlar için olduğu kadar buluş yapanlar için de.
Her şey birbirine karışmış, bir araya toplanmıştır, tam bir saydamlık yoktur.
Doğal olarak her işlemde ele alınan gruplar arasındaki etkileşim yasalarını düşünmek gerekir.
Gerçekte, günümüz fiziğinin en büyük iki atılımının kaynağı Einstein’dır; görelilik ve kuantum mekaniği.
Doğada durum karmaşıktır; minimum enerji ve düzensizlik bazen bir aradadır bazen de birbirine karşıttır. Bu son durumda güçlü olan kazanır.
Düzen doğaya terstir, hep başka şey ister.
Evrenin düzensizliği sürekli artar. Ayrı ayrı her sistem kendiliğinden düzensizliğe yönelir.
Atomlar ne kadar çok çalışırsa ısı o kadar artar!
Karmakarışık sistemin davranışını anlamak için, her parçacığı birer tanımlamak düşüncesini bir kenara bırakıp, ortalama bir parçacığın davranışlarının ve bundaki sapmaların istatistiksel bir tanımını yapmayı yeğlemeliyiz.
İstatistik, doğanın çeşitliliğini hesaba katmaya olanak verir.
Sonuca ne derece güvenebileceğimizi incelemek, yani şu veya bu biçimde örneklerden yapabileceğimiz hatanın payını saptamak gerekir.
Olasılıklar teorisini uygulayarak toplulukların davranışı üzerine güvenilir öngörülerde bulunabileceğimiz düşüncesi kendisini inceden inceye kabul ettirdi.
Ekonomik getirisi en yüksek buluşların en beklenmedik buluşlar olduğu unutulmuyor.
Bilimsel araştırma budur işte: Önce anlamaya, sonra da beklenmeyeni keşfetmeye!
Sorun burada; enerji üretiyoruz, taşıyabiliyoruz, ama onu çabucak kullanmak gerekiyor, yoksa kaybolur, dağılıp gidiyor.
Her sistem, mekaniğin potansiyel enerjisi en az olduğunda durgun bir dengededir.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.