İçeriğe geç

Herkes Kendi Hayatının Kahramanı Kitap Alıntıları – Gülcan Özer

Gülcan Özer kitaplarından Herkes Kendi Hayatının Kahramanı kitap alıntıları sizlerle…

Herkes Kendi Hayatının Kahramanı Kitap Alıntıları

Ben bir dostumdan duydum,hocası Sami Zan söylermiş,pek güzel,kulağınıza küpe yapmanızı dilerim: Kızlarım lafım size, koca terbiye edilmez, terbiyelisi alınır.
İnsanın bildiği, iyi tanıdığı ilişki tipini seçişi, kendi mağduriyetinden vazgeçmekteki zorluğu, tahsil edemediği alacakları, benzer bir adres bulup ondan tahsil etmek isteyişi, yani alkolik babadan alınamayan, ancak alkolik kocadan alınarak iyileşir, kader, kısmet hepsi kabul. Ancak kendi tarihimizi iyi okumaya çalışmalıyız, hayat tercihlerimiz için de hayat öykümüzün tamamı için de bu çok kıymetlidir.
Hepimiz kendimizi, geçmişimiz ve hayallerimizle harmanlıyoruz. Önce kendimiz, sonra dünyayla ilişki kuruyoruz. Hepimiz ailemizin izlerini taşıyoruz, bu bazen arkada bırakacağımız yük bazen ise yolumuzu aydınlatan ışık oluyor. Hayal kırıklıklarımız, kırgınlıklarımız, güçlü yanlarımız var. Kendimizi tanımaya, evrilmeye, hayat öykümüzü tekrar tekrar yazmaya muhtacız. Yoksa kendi hayatımızın esas oyuncusu olmanın özel ve biricik yanını kaçırırız.
Konuşmak lazım, en çok da eşle, onun da kaygıları, ezberleri vardır. Güvenmek lazım, hatıraları, iyi kötü hissedişleri, bir çocuğun anne babası olmanın olağanüstü ortaklığını ve lezzetini konuşmak lazım.
Aydınlık bir yazı yazasım var
içinde mesajı olmayan
insana iyi gelen
anılarının karanlığında boğulmayan
kendini de anılarını da yıkamış yumuş
başına geleni çekmiş
öne geleni yaşamış
takılıp kalmamış
çektiysede çektirene dönüşmemiş
bilgeleşmiş ama bilgiçleşmemiş
sormuş ama sorgulamamış
Kendini kandırmanın zahmetini yaşamış ve vazgeçmiş
İnsanın kendi varoluşunu tek alan üzerinden tariflemesi, tek alan sarsıldığında varlığın, kimliğin de sarsılmasına yol açıyor. Varoluş da kimlik de yenilenmeyi, vazgeçmeyi, yeniden yazılıp çizilmeyi, durmayı ister
sevgi sahiden emek ister, hem de zorlusundan..
Evlilikte ne kadar az biriktirirsen o kadar iyi denir. Öfke de, muhabbet de biriktirdikçe acılaşır. Müsade edin aksın, iyi gelir.
Anneler oğullarını verirken kederli ve sevinçlidir. Kaybetmekten korkarlar ve nihayetinde her kadın bir diğer kadının bir adam üzerindeki gücünü bilir.
Pek sevgili anneler, oğlunuzun tedarikçi olmak zorunda kalmadığı, kocanızın yerini yurdunu doldurduğu, oğlanı güle oynaya serbestlediğiniz bir hayat dilerim.
Elinizdeki tek alet bir çekiçse,her problemi bir çivi olarak görürsünüz.
Kant’a göre hayatın güçlüklerine karşı üç şey hediye edilmiştir; ümit, uyku ve gülmek.
Annelik , insanın en vahşi aidiyet duygusu; kirpi yavurusunu “pamuğum” diye sevme halidir.
Evlilikte iletişimin uzantı tanımı da kendisi kadar önemlidir:”Uzlaşamayacağınız alanlar olacağı kısmında da uzlaşmalısınız.”
Kant’a göre, hayatın çeşitli güçlüklerine karşı üç şey hediye edilmiştir: Ümit , uyku ve gülmek !
Adama güvenmek kendine emanet etmek başka onun uzantısı olmak başkadır
“Birini mutlu etme meselesinin ayarını kaçıranlar vardır ve onlar kendilerini bilir. Sevilmekle ilgili yarası beresi olan, sevilmeye münasip ve layık olmadığını düşünen ve hisseden bu kişiler, çareyi mutlu ederek mutlu olmakta aramaktadır.
.
Bu meseleyi istendiği kadar yaygınlaştırmak, hayat şekli yapmak mümkündür. Misal, en yaygın cümleler, “fark etmez, sen nasıl istersen; ben sen mutlu olunca mutlu oluyorum, başkalarının mutlu olması bana yetiyor” tadında uzar gider.
.
Kadın cinsinin bu mevzudaki performansına adamların yetişmesi zordur ve pek az adam bu mevzuya taliptir. Toplumsal bilgi, “şefkat, hoşgörü, mutlu edip mutlu olma hali kadının teninde daha iyi durur, ona yakışır” şeklindedir.
.
Üstüne birkaç tutam babadan alınan “sevilmeye layık mıyım?” sorusu eklenir ve annelikle meselenin şahikasına ulaşılır. Anneler, çocuklarını ve kocalarını mutlu ederek mutlu olan kanatsız meleklerdir. Alanın ve verenin mutlu mesut olduğu durumlara söyleyecek laf yok ve fakat mutlu edileceklerin oyundan çıktığı vakitler olduğunda mevzu karışır. Ya ısrar edilir, baskının her türlüsü yapılır, iyilik ile ezilir ve mutlu edilen gönderilmez, yahut yeni bir adres ile aynı senaryo yaşanır. Ömür öyle de böyle de geçer, yaşadık, yaşıyoruz, bildiğimiz mevzu. Kendimizi iyi ve samimiyetle tanıdığımız, derindeki beter ihtiyaçlarımızı fark ettiğimiz, geçiştirmediğimizde, dertlerimizi yeni dertlerle değil kendimizle çözmeye kafaya koyduğumuzda hayat daha çekilebilir olur.
Adam ömrünü insanlığa adıyor bilmem ne mikrobu için,sonra eve geliyor karısıyla kavga ediyor bluzunun düğmesi açık diye.Muhtemeldir ki insan canlısının duygusal olarak eşitlendiği , seviyorum abi ne yapayım cümlesinin her kültürde ve coğrafyada ağırlığının olduğu kadın- erkek ilişkisi, gücünü gelişmiş oluşundan değil azgelişmiş oluşundan alıyor.
İnsan canlısı kendini ehlileştirmeye bir ömür adıyor, öğreniyor, evriliyor, devriliyor, yine tekliyor, yine tıkanıyor. ‘Tamamdır, oldum’ diyor, yeni yepyeni olmamış bir yanı ortaya çıkıyor.
Dilerim aşkı kaybetmenin insan öyküsünün bir paragrafı olduğunu, duygunun da insanın kendisi gibi evrildiğini, iyi yahut kötü dönüştüğünü, sevebilme ihtimalinin aşkın vefasızlığı yanında çok kıymetli olduğunu, evliliğin ömrünün aşktan bağımsız olduğunu ve fakat bir ömrü olduğunu, insanın insana iyi geldiğini ve bunun zor mevzu olduğunu öğreniriz.
İnsan canlısı uzun yaşamak istiyor, fıtratı bu. Bedenine ve ruhuna iyi bakmalı, kendini tariflerken tek alanı olmamalı, insan biriktirmeli, vazgeçebilmeli, yeni insanları yeni hayatları kabul buyurmalı, yeni doğrular edinmeli, hayatını ve önceliklerini elden geçirmeli, yük atmalı, yavaşlamalı ama durmamalı, torunlarını sınırsızca şımartmalı, anın kıymetini bilmeli, kıymet bilmeyeni göndermeli hayatından. Bedeninin sesini dinlemeli ve esiri olmamalı bu sesin, en çok da özgürleşebilmeli insan, geçmişinden ve geleceğinden
Ayarınca yaşanmış hayat, çeşitlenmiş kimlikler ve doymuş olmayı gerektirir. Misal işiniz kimliğinizse, kim olduğunuzu yaptığınız iş ile tarif ediyorsanız, o vakit iş elbiseniz çıktığında, yaşlanıp iş yapamaz olduğunuzda yahut emekli olduğunuzda kendinizi, ne yapacağını, nasıl yapacağını bilmeyen hayat acemisi, üstelik yaşlı bir kişi halinde bulursunuz. Hayattaki rol kaybedilmiştir ve yenisi yoktur. Rolsüzlük denilen durum tastamam budur.
Mevzu; ne kadar yaşandığı mı yoksa nasıl yaşandığı mı? Yoksa bilinmezlik mi mevzuya damgasını vuran? Bu mevzuların muhabbetinde, kızım “Hayat cümlenin tam ortasında bitiyor, cümle de, hayat da yarım kalıyor” dedi. O konuştu ben sustum.
Bu coğrafyada doğan her kız çocuğu, muhtemel kayınvalidesi ve onun oğlu, kendisinin muhtemel kocası olacak adam konusunda ezberlere sahiptir. Her Türk kadını kayınvalide sorunsalına az çok hakimdir ve içinde bir yerlerde eli belinde gelin hanım beklemektedir.
Ortada bir adam, bir yanında ona yıllarını vermiş anne, diğer yanında geleceğini tarifleyecek eş. Kim ne der bilmem, ancak zannımca memlekette evliliklerin açık ara en önemli derdi budur.
Mutsuz ve fakat çocukları için saçını süpürge eden anneyle büyüyüp onu kurtaracak oğul Yeni jenerasyona pek de tanıdık gelmeyen bu durum, şimdilerdeki yetişkin grubun iyi bildiği bir mevzudur. Annenin mutlu edilmekle ilgili ertelenmiş ihtiyaçları oğul tarafından karşılanacaktır. Bu yazılı-çizili olmayan ve hayırlı evlat olmanın önkoşulu zamanı gelince test edilecektir.
Malum coğrafyanın aile fotoğrafının merkezinde çocuklar oturur. Ne vakit anne olunur, koca karşıya itilir ve çocuklarla saf tutulur. Alan memnun veren memnun olur ve kayınvalide mevzusunun tohumları tam da bu vakitlerde atılmaya başlar.
Kız çocuk, zaten annesinin çektiklerini görmüş, fedakarlığın altında ezilmiş, erkek cinsine karşı şimdiden gardını almıştır. Oğlan çocuk ise bütün zayıf algısına, umursamazlığına rağmen başrolü kapmıştır. Kocadan alınamayan ilgi, fena halde sevilmek, gözünün içine bakılmak, sözünden çıkılmamak… Ne var ne yok istekler paketlenir ve günün birinde oğlandan tahsil edilmek üzere rafa kaldırılır.
Aşka aşık olma durumunun muhtemel final cümleleri; umudunu kaybetmeyen yahut kaybeden… Bu durumun sosyolojisi bizi aşar ancak aşkın, daimi aşkın, hayatın anlamı olduğu üzerine inşa edilmiş bir endüstrinin var olduğunu söylemek çok mümkün.
Yaşlılıkta öğrenilenler aslında daha önce unutulanlardır. Önce kendimizi unutup hayat mesaisi yaparız, sonra yaşlanırız ve kendimizi hatırlarız.
Yaşlanmanın en yakın ahbabı olan ölüm yaklaşırken hayat uzaklaşır insandan, gönül küskündür artık. Yaşadıklarına, yaşamadıklarına, en çok da yaşayabilecek olma ihtimalinin yok oluşuna küskündür.
Evlilikte iletişimin uzantı tanımı da kendisi kadar önemlidir:Uzlaşamayacağınız alanlar olacağı kısmında da uzlaşmalısınız
Kazanmak esastır, haklı olmak ile mutlu olmak arasından daima haklı olmak seçilir ve mutlu olma treni kaçırılır. Burada bütün hattı iktidar mücadelesi üzerinden geçiren ve döndüren çiftler vardır. Durmaksızın restleşirler, içeriye hiç bakmazlar, aslolan kimin, kimin kalesine gol atacağıdır. Aslında iki kale de evliliğe aittir ve gol yiyen evliliktir.
Sadeleşelim; başımıza gelen talihsiz insanlar yahut olaylar, ıstırabı yaşanıp mesajı alındıktan sonra bırakılmalıdır. Ki özgürleşelim, kendimize dönelim, olgunlaşalım, pişelim. Yoksa hayat akar, biz seyrederiz.
Rahat bırakın kendinizi.Ailelerinizi kopyalamayın, reddetmeyin, farklı ve yeni, eşi benzeri olmayan bir aile olmayı göze alın. Tüm aileler PARMAK İZİ gibi; siz kendi parmak izinizi yaratın, korkmayın, sahici olan güçlüdür.
Dert çok, geçmişten gelen, talihsizliğin dibine vuran dertlerimiz var ve fakat derman bizde. Olduğu kadar çok mücadele ederek , “ kederimizin kaderimiz olmasına müsaade etmeyerek “ yola devam etmeliyiz.
Misal; ilgisi ve müdahalesi yüksek, yediğine içtiğine, giydiğine çıkardığına karışan, karar veren kadının ve bunu ilgilenilmek/sevilmek olarak okuyan ergen adamın evliliği şıkır şıkır gider. Ve fakat ergen adam büyüdüğü ve bu ihtiyacı ortadan kalktığında, “ Annem gibisin, ben kadın istiyorum “ der, oyun bozulur.
Aşık olmak cesur olmayı gerektirir. Duygusundan korkan,arkasını sağlama almayı hayat düsturu yapan, kontrolüm her şeyimdir diyen aşık olamaz. Olsa olsa heyecan kıpırtılarını hisseder, ondan da kaçar zaten.
Gücünüz yeterse kendi ruhunuzla tanışın, ahbaplığın zevkine varın, kendinize samimi olmanın hafifliğini yaşayın, yetmiyorsa bu mecralardan uzak durun.
Evlilik insanın kendi alt kültüründeki bilgileri ortaya çıkarır ve tanıdığımız sevgilinin, tanımadığımız eşe dönüşmesini seyrederiz.
Kendini gizleyerek ilişki kurma hevesi olanlar için şahane bir mecradır.
Hayatımızı ister aynı insan, ister başkasıyla sürdürelim. Elden geçirmeli, sallamalı ve yenilemeliyiz. Bazılarının altını, bazılarının üstünü çizmemiz, önümüze çıkmalarını önlememiz, mağduriyetlerimizi anıların karanlığında serbestlememiz, öğrenmemiz ve yol almamız gerek. Yoksa mağduriyet kimliğimiz haline geliyor. Şikayet ediyoruz konuşacak konumuz oluyor. Eş, dost, ahbap haklısın diyor. Haklısın sabret senin günlerinde gelecek. Mağduriyet acayip bir duygudur. İyi kötü hepimizin yaşamışlığı, yaşatmışlığı vardır. Güçlü, lezzetsiz, doyurucu, kolay alışılıp zor vazgeçilen bu duygu sinsice yol alır. Ve kendimizi şaşkınlıkla mağduriyetimizi korurken buluruz. Memleket mağduriyeti iyi tanır ve sever.
Çocuklar; göründüklerinden daha güçlü ve oyuncudur.
İnsanın kendisiyle, geçmişiyle ve muhtemel geleceğiyle baş edebilmesinin ön koşulunun; kendisini, geçmişini ve muhtemel geleceğini; iyisiyle, kötüsüyle doğru okumaktan geçtiğini düşünürüm.
Hayat; bir içe bakma oyunudur.
Kim olursanız olun, Kimden boşanıyor olursanız olun. Boşanma hemen daima keder barındırır. Bu keder öyle yüklüdür ki, boşanmanın ardından yaşanan yas ölümden sonraki ikinci sırayı alıyor.
Dünyanın her yerinde kadının kocayı aldatması sıklık olarak daha azdır. Ve içerik olarak duygusal taleplerin karşılanması önceliklidir.
( ) Aşık olmak ise ister evli, ister bekar zaten kontrol dışıdır. Evliyken aşık olduysanız başınız beladadır. Sahip olduklarınızla, yaşayacağınızı düşündüklerinizi teraziye koyarsınız. Allah kurtarsın denecek durumdur bu !
Anneler oğullarını verirken kederli ve sevinçlidir. Kaybetmekten korkarlar ve nihayetinde her kadın bir diğer kadının bir adam üzerindeki gücünü bilir.
Evlilikte ne kadar az biriktirirsen o kadar iyi denir. Öfke de, muhabbet de biriktirdikçe acılaşır. Müsade edin aksın, iyi gelir.
Evliliği akıl mantık sularından kurtarıp, istek duygu sularına çekin lezzeti artar, iyidir.
Birini sevebilmenin formülünü bilmiyoruz. Gönül coşkuyla ota ve bilimum başka şeye konuyor. Sonra aynı coşkuyla vazgeçiyor.
Evlilik bir akıl oyunu değil. İstek ve duygu oyunudur.
Haklı olmakla, mutlu olmak arasından daima haklı olmak seçilir ve mutlu olma treni kaçırılır.
Evliliği doyurmaz, keyfini iyi etmezseniz. O da sizi sizin keyfinizi kaçırır.
Elinizdeki tek alet bir çekiçse, her problemi bir çivi olarak görmeye başlarsınız.
Maslow
Hepimiz kendimizi, geçmişimiz ve hayallerimizle harmanlıyoruz. Önce kendimiz, sonra dünyayla ilişki kuruyoruz. Hepimiz ailemizin izlerini taşıyoruz, bu bazen arkada bırakacağımız yük bazen ise yolumuzu aydınlatan ışık oluyor. Hayal kırıklıklarımız, kırılganlıklarımız, güçlü yanlarımız var. Kendimizi tanımaya, evrilmeye, hayat öykümüzü tekrar ve tekrar yazmaya muhtacız. Yoksa kendi hayatımızın esas oyuncusu olmanın özel ve biricik yanını kaçırırız.
İnsanın kaderini şöyle doya doya yaşaması, kıymetini bilmesi, sarıp sarmalayıp vedalaşması, karanlığa teslim ederken ardından uzun uzun bakması lazım. Acıyı zamana emanet edip yaşamazsak, o da ya kendi karanlığına sizden bir parçayı alıp gidiyor ya da gidesi olmuyor; kalıyor.
Ömür dediğimiz, kendinden insan yaratma macerasıdır ve samimiyetsizlik sevmez.
Mükemmel mümkünün düşmanı..
“ Sadeleşelim; başımıza gelen talihsiz insanlar yahut olaylar, ıstırabı yaşanıp, mesajı alındıktan sonra bırakılmalıdır. Ki özgürleşelim, kendimize dönelim, olgunlaşalım, pişelim. Yoksa hayat akar, biz seyrederiz. “
Ne yaparsa yapsın sevemediklerim var benim, bir de çanıma ot tıkasa da sevmekten vazgeçemediklerim demiş İlhan Berk
İnsan canlısı kendini ehlileştirmeye bir ömür adıyor, öğreniyor, evriliyor, devriliyor, yine tekliyor, yine tıkanıyor. “Tamamdır, oldum.” Diyor, yeni yepyeni olmamış bir yanı ortaya çıkıyor.
Nedir bu kadın milletinin biriktirme hali. Biriktirme; azına-çoğuna bakmadan, içi şişene, ruhu kararana, hayatı ezilene kadar biriktirme.
Yaşanmamış hayatlar, unutulmuş hayaller, söylenmemiş sözler, coğrafyanın kadın tarifinin özüdür.
Gün geçtikçe bilgi düşmanı oldum, insan öğrendikçe birbirine benziyor, “doğru yaşam ve doğru insan”ın içine hapsoluyor.
Tercihlerimizin ihtiyaçlarımızdan kaynaklandığını, ihtiyaçlarımızı samimiyetle fark etmenin önemli olduğunu ve ihtiyaçlarımızın değişebileceğini fark etmeliyiz.
İletişimi mümkün kılmayan başlangıç cümleleri;
Doğru evet yaptım ama sebebi vardı
Haklısın fakat
Bak anlatayım hak vereceksin
Ben olsaydım
Ruhumuz derimiz gibidir, bir okşamanın etkisi çabucak geçer ancak küçük bir sıyrığın iyileşmesi zaman alır.
İnsanın kendi varoluşunu tek alan üzerinden tariflemesi, tek alan sarsıldığında varlığın, kimliğin de sarılmasına yol açıyor. Varoluş da, kimlik de yenilenmeyi, vazgeçmeyi, yeniden yazılıp çizilmeyi, durmayı ister.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir