İçeriğe geç

Her Yerde Kan Var Kitap Alıntıları – Ayşe Kulin

Ayşe Kulin kitaplarından Her Yerde Kan Var kitap alıntıları sizlerle…

Her Yerde Kan Var Kitap Alıntıları

Ne demişti krallardan biri:Kimsenin sonunu görmeden ona bahtiyar kişi demeyiniz!
Ne demişti krallardan biri:
”Kimsenin sonunu görmeden ona bahtiyar kişi demeyiniz! ”
Demek içimdeki fırtınayı yüzüme aksettirmiyorum, çok iyi!
“Dünyada mümkün olmayan, sadece ölüme çaredir,”
Aksaray’dan kar geliyor,
Ben sandım ki yar geliyor,
Çıktım baktım pencereye,
Çerkez Hasan can veriyor..

Beyazıt’ın meydan yeri,
Hanımların seyran yeri,
Çerkez Hasan’ı astılar,
Sol yanımda ferman yeri..

Seni tahttan indirdiler,
Üç çifteye bindirdiler,
Topkapı’ya gönderdiler,
Uyan Sultan Abdülaziz uyan,
Kan ağlıyor şimdi cihan

Unutturulmaya çalışılan gerçek, en umulmadık bir zamanda ortaya çıkar, çekilen çilelerin, katlanılan hareketlerin tortuları gelir, yüreğimizin bir köşesine yerleşir, sızlar da sızlar
1861 Yılının 25 Haziranında, beş çifteli kayıkla Topkapı Sarayı’na getirilen, Hırka-ı Saadet dairesinde duasını ettikten sonra, altın kaplama merasim tahtında cülus töreni yapılan ve saatler süren biat kuyruğu sona erince yedi çifteli, altın yaldızlı saltanat kayığı ile Beşiktaş Sarayı’na götürülen, 32. Osmanlı Padişahı Abdülaziz Han’ın 16 yıl süren saltanatı işte böyle sona ermişti. Naaşı menteşelerinden aceleyle sökülen bir tahta kapının üzerinde taşınarak!
Padişah bedduası:
“ tez devrilsin karşımdan ve geri geri giderken halıya takılıp kıç üstü düşsün inşallah. O kısa bacakları havada kalsın, sırtını yerde kaşımaya çalışan süs köpekleri gibi debelensin ”
Osmanlı tahtında oturan padişahı tahttan indirmenin ancak iki şartı vardır! Padişahın İslam dininden çıkması veya akli melekelerini kaybetmesi
Ben öte dünya da olması lazımken, yerini şaşırdığı için bu dünyada kalakalmış bir ölüydüm artık!
Geçmişten adam hisse koparmış Ne masal şey!
Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?
“Tarih”i “tekerrür” diye tarif ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?

Mehmet Akif Ersoy

Bir cinayet işletecek ise eğer Serasker Avni, önce beni yani Sultan II.Mahmut Han’ın, Abdülmecit ve Abdülaziz Hanların hemşiresi, Sultan V.Murat Han’ın halası Adile Sultan’ı çiğnemesi lazım ki, o dahi buna cüret edemez!
İşte o meşum gece, daha gün yeni ağarırken, bir elleri tabancalı, diğer elleri kılıçlı subay, başlarında Süleyman Paşa nam nankör, arkalarında ise süngülü birkaç asker daha, haremin önündeki karakola gelmişler. Küllü mabeyn halkı şu ise bakın ki, o akşam evlerindeymiş, nöbetçiler ise derin bir gaflet uykusunda!
Halbuki ben bir kukla meclis değil, düşündüğünü ifade eden korkmayan, mert, zeki, malumatlı insanların doldurduğu, fikir teatilerinin yapabildiği bir meclis hayal etmekteyim. Allah’ın izniyle muvaffak olacağım. Mecburum buna yoksa Osmanlı’nın batılını durdurmak mümkün olmaz!
Bu mümkün değil, Paşa! Hiçbir mazereti kabul edemem. Bir padişah haledilebilir hatta katledebilir lakin ama hakaret edilemez. İkametinin en iyi ahvalde sağlanması lazımdır. Aksi halde, bütün cihan Müslümanlarının ve küllü Osmanlı halkının onun şahsında hakaret gördüğü farz edilir. Tahttan indirilmiş dahi olsa bir padişahı ve ailesini Topkapı sarayı gibi harap bir mekanda yaşatmak asla kabul edebileceğim bir şey değildir. Osmanoğullarının seferine leke sürdüremem!
Sultan III.Selim’in çabalarıyla başlatılan asrileşmeyi, II.Mahmut Han çok kanlı ve ısrarlı bir mücadele vererek Vaka-ı Hayriye zaferiyle sürdürmüş, oğlu Abdülmecit Han ise Gülhane Hatt-i Hümayunu ile taçlandırmıştı. Yerine gelen Abdülaziz ise bu fermanın getirdiği yeniliklere sahip çıkmıştır.
Velhasıl, II.Mahmut Han’ın peş peşe tahta geçen iki oğlu, muasır medeniyete yakışır, adaletli bir idareyi saltanatları süresince devam ettirmişlerdi.
Nasıl sızlanmasındı yüreğim Bu ahdin sona ermekte olduğuna şahitlik etmiştim bugün.
Liyakat ve adaleti bir kere daha rüşvete, şahsi hırslara kurban etmiş, hünkar cinayetlerinin çoktan kapanmış kapısını bugün yeniden aralamıştık!
Ne yazıktır ki, hiçbirimizde şer karşısında dimdik duracak omurga yoktu! İçinde debelenip durduğumuz devran, benimde bir halkasını oluşturduğum paslı bir zincirdi, er veya geç kopmaya mahkumdu!
Vaziyeti benim gibi görebilenlerin içinde, atiye karşı hep bir korku ve kendimizi emniyete almanın endişesi vardı.
Bizler Osmanlı’nın valide sultanları, kadınefendileri, şehzadeleri, sultanları, hanım sultanları, damatları, sadrazamları, seraskerleri, nazırları maziden ders alabilmişsek, başımıza gelebilecek belalara karşı her daim tedbirli olmak zorundaydık!
Sanırım işte bu yüzden kurnaz, sinsi ve aç gözlüydük hepimiz.
Ve işte bu yüzden derin, huzurlu uykulara bırakmıyorduk gece yastığa koyduğumuz başlarımızı!
Saatler sonraydı, odamın penceresinden rengi gül kurusuna dönüşmüş ufka baktım. Bugün bir sultan daha geçip gitmişti tarihin sayfalarından.
Ben, bir sultanın gidişine, bir diğer sultanın gidişine şahit olmuştum.
Yarının neler getireceği ise meçhuldü.
Ve şu an itibariyle, Abdülaziz Han’dan geriye ilk yarısı halkta hayranlık ve memnuniyet, diğer yarısı sukutuhayal uyandırmış on altı yıllık bir saltanat, Aziziye deninen Avrupai – Osmanlı karışımı kıyafetle yassı fes, yine Aziziye denen altın paranın hoş sedası ve Avrupa bankalarına altından kalkılması mümkün olmayan bir borç kalmıştı.
“Unutturulmaya çalışılan gerçek, en umulmadık bir zamanda ortaya çıkar, çekilen çilelerin , katlanılan hakaretlerin tortuları gelir yüreğimizin bir köşesine yerleşir, sızlar da sızlar.”
“Dilerim çekmekte olduğum acı, bir başkasına şifa veya saadet olmuştur.”
“Kimsenin sonunu görmeden ona bahtiyar kişi demeyiniz!”
“Biz de bilmeden her ne suç işledik ise, bu dünyada ödüyoruz kefaretini.”
“Allahım sen sabır ihsan eyle bana ve yalvarırım söyle lütfen, acaba ben kaş yapayım derken göz mü çıkartmaktayım? Dimyat’a pirince gideceğim diye, evdeki bulgurdan olma ihtimalim mi belirdi?”
“Ümitlerim tarumar.”
“Ümitlerim tarumar.”
Ben, balon muyum çocukları sevindirecek? Kimseyi sevindirecek halim yok.
On yedi günden beri ilk defa tarifsiz huzur duyuyorum.

Fırtınam dindi!

verilmemiş hesaplara, dilenmemiş özürlere, sağır olmuş vicdanlara yüreğimizde birikip dışarı taşamayan isyanımızla büyüdük.
Çok çile çekmiş, mezalim görmüştü atalarımız.

Dünya, çektiklerimize sağır kalmıştı.

Biz Osmanlı Devleti, oyunun şaşkın baş aktörü olarak ve gözlerimize inanamayarak, seyreylemiştik etrafımızda olup biteni. Ve biten de biz olmuştuk!
devlet resmen iflas etmişti.

Avrupalıların eli armut toplamıyordu, hepsi bu fırsatı ganimet bildiler!

Tahttan indirdiğimiz Aziz deli değildi lâkin tahta çıkardığımız Murat, söylemeye dilim varmıyor, delirdi.

Allah’ın gazabına uğradık resmen!

Yine kim hangi oyununun peşinde, kim bilir?

Osmanlı saraylarında oyun bitmez!

olup bitenler hakkaniyetli işler değildi, lâkin adil bir dünyada yaşadığımızı kim iddia edebilirdi ki!
biliyordum, emindim, saraylar dışardan cenneti andırsalar da aslında cehennemin ta kendisiydiler!
“Sen, sadece sana verilen emre riayet et!” diye telkin ettim kendime, “öyle bir zamanda yaşamaktasın ki, gözünün yaşma bakmaz tependeki ceberut, hayatını karartır!”
iktidarlar, sultanlar, paşalar değişir. Kim idarenin başındaysa onun emri demiri keser. Tamam mı?
Yalvarırım Rabbim beni de al! Bana can ne lazım bu âlemde! Beni de oğlumla beraber al, hemen şimdi al, Rabbim Beni de al beni de al!
Beni tahttan indirmeleri öldürmek içindir validem, zira bir memlekette iki padişah olmaz.
Zira biz saraylılar hislerimizi belli etmeyi, başkalarının önünde gözyaşı dökmeyi sevmeyiz.
Ne diyeyim, Allah onlara huzuru bari öbür dünyada nasip etsin!
Saray tarihimizde görülmemiş şeydir haremde hadım olmayan erkek hizmetkâr!
Temennim odur ki, yüce Rabbim beni duysun, her ikisine de çektiğim çilenin bin mislini versin.

Amin!

Ah, paranın gücü!

Bahçıvanından sadrazamına, cahilinden münevverine, seraskerinden damadına, para herkesi esir ediyordu kendine!

Paraya ihtiyacı olanı da, olmayanı da

eğer biraz akılları varsa, muhtemelen belalı bir işe bulaşacaklarım tahmin etmişlerdir.
kendilerine sadık, güvenebilecekleri adamlar arıyorlardı ve sadakatlerini para ile sağlama bağlıyorlardı herhalde.
İktidarda olanın yerini koruması için her yerde gözü, kulağı olmalıydı!
ben bir kukla meclis değil, düşündüğünü ifadeden korkmayan, mert, zeki, malumatlı insanların doldurduğu, fikir teatilerinin yapılabildiği bir meclis hayal etmekteyim.
Ümitlerim tarumar!
Sabahki iç ferahlığından eser kalmadı bende! Bedbin ve son derece bitkinim.
biraderim ziyafete gelmeyecekmiş! Gelse ne olacak, başımız göğe mi erecek?
Pederimden dinlemiştim, rüşvet ve suistimal Osmanlı devletinin içine o kadar işlemiş, öyle vazgeçilmez bir alışkanlık haline gelmiş ki
hiç alkol kullanmadığı, alafranga hayattan hoşlanmadığı, hareminde validesi dışında yedi kadını, yedi sultan kızı ve dört şehzadesiyle, yirmi kişilik bir aile babası olarak sakin bir hayat sürdüğü bilinirdi!
Kadın kısmı birbirine girişti miydi, ne yaparsan yap, hiçbirini memnun edemezsin, bu yüzden her zaman onların çekişmelerinin dışında kal.
Nefretimizi sahte gülücüklerin, sahte iltifatların ardına saklayarak, bugünlere kadar da geldik!
Kurnaz ol, kafanı kullan, kimseyle dalaşma, herkesin yüzüne gül, kimse ne düşündüğünü hiç bilmesin!
Benim devrim, valide sultan olduğumda başlayacaktı!

Gölgede kalmışlığımın hesabı ödenecekti!

“Dünyada mümkün olmayan, sadece ölüme çaredir.
Velhasıl, padişah kadınları için haremde hayat, kalabalıklar içinde çok endişeli bir yalnızlıktır.
Güldükçe gülüyordum, tutamıyordum kendimi. Nerdeyse gözlerimden yaşlar akacaktı.
Şahsi menfaatleriniz için devletin ve milletin menfaatlerini ayaklar altına aldınız. Utanmadan bu haltınız için devlet ve millet adını kullandınız! Bu yüzden göreceksiniz tez zamanda memleketin dahilinde ve haricinde ne fenalıklar zuhur edecek! Allah belanızı versin!
Cülusunda merasim tahtında oturamayan sultandan hayır mı gelir!

Bu işte bir uğursuzluk var!

Denizde boğulacağız ve cezamız böyle verilmiş olacak!

Her türlü ceza revadır bana!

Azamet taslamanın zamanı değil diyerek, bindim terbiyesiz herifin arabasına.
O anda bir yudum alkol alsam sakinleşecektim ama mümkünü yok!
Yok, şimdi bu günahım kadar hoşlanmadığım, hatta amcamın dahi hoşlanmadığını bildiğim iğrenç adamı düşünmenin zamanı değil.
1861 yılının 25 Haziranında, beş çifteli kayıkla Topkapı Sarayı’na getirilen, Hırka-ı Saadet dairesinde duasını ettikten sonra, altın kaplama merasim tahtında cülus töreni yapılan ve saatler süren biat kuyruğu sona erince yedi çifteli, altın yaldızlı saltanat kayığı ile Beşiktaş Sarayı’na götürülen, otuz ikinci Osmanlı padişahı Abdülaziz Han’ın on altı yıl süren saltanatı işte böyle sona ermişti; naaşı menteşelerinden aceleyle sökülen bir tahta kapının üzerinde taşınarak!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir