İçeriğe geç

Her Gün Kitap Alıntıları – David Levithan

David Levithan kitaplarından Her Gün kitap alıntıları sizlerle…

Her Gün Kitap Alıntıları

Yalnız kalma korkusuyla baş edilemediği için yanlış insanla birlikte olma korkusuna katlanmak. Şüpheyle lekelenmiş umut, umutla lekelenmiş şüphe.
Ona geri dönmek istiyordum. Düne geri dönmek istiyordum.
Herkes özgürce yargılıyordu.
Gelgitle savaşamazdım, ben de suyla akıp gitmeye karar verdim.”
Bedeni kabuk olarak düşünmek hatadır. Herhangi bir zihin ya da ruh kadar etkindir.
Büyümenin bir kısmı, gerçekliğin tamamıyla zihninizde canlandığı kadarıyla sınırlı olmadığım fark etmektir.
Bazen, en güzel olan, uzakta olandır.
Normali mutlulukla kabul ederiz çünkü genellikle normal yeterlidir.
Gelgitle savaşamazdım, ben de suyla akıp gitmeye karar verdim.
Çok yakınsın ama ben sana erişemiyorum.
Hayatta kalmanın tek yolu, bazı sorulardan vazgeçmektir.
İşte aşk size bunu yapar: Size dünyayı tekrar yazma isteği verir. Size karakterleri seçme, arka planı kurma, kurguya yön verme isteği verir. Sevdiğiniz kişi karşınızda oturur ve siz, elinizden gelen her şekilde bunu mümkün kılmak, sonsuza kadar mümkün kılmak istersiniz. Bir odada, baş başa kaldığınızda da, böyleymiş, böyle kalacakmış gibi yapabilirsiniz.
Bir kez daha insanların korktukları her şey için nasıl da şeytanı kullandıkları aklıma geldi. Etki ve tepki tersine dönüyordu. Şeytan kimseye bir şey yaptırmaz. İnsanlar bir şeyler yapar ve suçu şeytana atar.
Hiçbir şey istemediğimde her şey daha kolaydı.
İstediğinizi elde edemeyince zalimleşebiliyordunuz.
Kaybedecek pek bir şey yoktu. Ancak tabii ki her şeyi kaybetmişim gibi gelecekti.
Aşkın her şeye galip gelmesini istedim. Fakat aşk hiçbir şeye galip gelmiyordu. Kendi başına hiçbir şey yapmıyordu.
Onun adına galip gelelim diye bize güveniyordu.
Kelimelere muhtaç kalmaktan yorulmaya başlamıştım. Kelimeler anlamlıydı, evet ama histen yoksundu. Ona yazmak, dinlerken yüzünü görmekle bir değildi. Ondan cevap almak, sesini duymakla bir değildi. Teknolojiye her zaman minnettardım ama o anda her dijital etkileşimde bir parça ayrılık varmış gibi geliyordu. Orada olmak istiyordum ve bundan korkuyordum. Artık mevcudiyetin sağladığı rahatlığı gördüğümden, bağlantı kurmadığım zamanlarda hissettiğim olağan rahatlık elimden alınmıştı.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Bedeni kabuk olarak düşünmek hatadır. Herhangi bir zihin ya da ruh kadar etkendir. Kendinizi ona ne kadar kaptırırsanız hayatınız o kadar zorlaşır. Kendini aç bırakanların, bilerek kusanların, oburların ve bağımlıların bedeninde bulundum. Hepsi de davranışlarının hayatlarını güzelleştirdiğini düşünüyor. Ancak sonunda beden hep onları yeniyor.
Sadece yenilginin ben içerideyken gerçekleşmediğinden emin olmam gerekiyordu.
farkli olman, essiz oldugun anlamina gelmiyor.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
ugruna yasanilan bir sey oldugunda dusulen tuzak budur iste;
diger her sey ruhsuz gelir.
Saat sürekli tik tak eder. Duymadığımız zamanlar olur, duyduğumuz zamanlar olduğu gibi.
Aşkın her şeye galip gelmesini istedim. Fakat aşk hiçbir şeye galip gelmiyordu. Kendi başına hiçbir şey yapamıyordu. Onun adına galip gelelim diye bize güveniyordu.
Hep daha çok soru olacaktı. Her cevap daha çok soruya yol açacaktı. Hayatta kalmanın tek yolu, bazı sorulardan vazgeçmektir.
Ama yolunu kaybetmiş çocukları seven kızların başına ne gelir biliyor musun? Kendileri de kaybolurlar. Hiç şaşmaz.
Güzelliğiniz sorgulanmıyorsa birçok şey de sorgulanmayabiliyor.
Diğerleri sizi farklı gördüğünde, sonunda siz de onları farklı görmeye başlarsınız.
Kelimelerin söylendikleri zaman çıkardığı ses, duyulduğu halinden hep farklıdır. Çünkü konuşan kişi sesin bir kısmını da içeriden duyar.
Bedeni kabuk olarak düşünmek hatadır. Herhangi bir zihin ya da ruh kadar etkilidir. Kendinizi ona ne kadar kaptırırsanız hayatınız o kadar zorlaşır.
Onu sevmek istemiyordum. Âşık olmak istemiyordum.

İnsanlar, aşkın sürekli var olacağını sanırlar, tıpkı bedenlerinin sürekli var olacağını sandıkları gibi. Aşkla ilgili en güzel şeyin, şimdiki zamandaki varlığı olduğunu fark etmezler. Bir kere buna sahip olduysanız, hayatınıza fazladan değer katar. Fakat varlığını sürekli hissedemiyorsanız, elinizde sizi destekleyecek sadece temeli kalır.

Nezaket, kim olduğunuzla ilişkilidir, kibarlık ise nasıl görünmek istediğinizle.
Hüzün, yüz ifademizi kile döndürür, porselene değil.
Âşık olunan anın ardında yüzyıllar varmış gibi geliyordu, kuşaklar varmış gibi Sanki hepsi kendini ayarlamıştı ki bu kusursuz, kıymetli an yaşanabilsin.
Aramızda bir nefeslik mesafe vardı, hepsini içimize çektik.
Sanki zamanın dışına çıkmıştık. Öyle bir yer olmasa da.
Artık gözlerinin mavi olduğunu görebilecek kadar yakınındaydım. Artık kimsenin, gözlerinin ne kadar mavi olduğunu görebilecek kadar ona yaklaşmadığını bilecek kadar yakınındaydım.
Ne yaptığım hakkında hiçbir fikrim yoktu. Tek bildiğim, bunu yaptığımdı.
Şüpheyle lekelenmiş umut, umutla lekelenmiş şüphe.
Daha önce de birçok kez görmüştüm; bu anlamsız tapınma halini. Yalnız kalma korkusuyla baş edilemediği için yanlış insanla birlikte olma korkusuna katlanmak.
Bu, beni derinden üzdü.
Onu görmek istiyordum.
Bilgi, giderken yanımda götürdüğüm tek şey oluyor.
Geçmiş, gözlerimi köreltmiyor ve geleceğe yönelik bir amacım da yok. Şimdiye odaklanıyorum çünkü böyle yaşamak kaderimde var.
Herkesi bir bütünün parçaları olarak görebiliyorum ve parçalara değil bütüne yoğunlaşıyorum.
Bu kadar ayrılığa katlanmak kalbimi fazlasıyla kırıyordu.
Hızla ve sonsuza dek kopacağını hesaba katmadan bağlar kuruyordum.
Daha gençken arkadaşlık ve yakınlık özlemi çekiyordum.
İlk zil çaldı. Sonra görüşürüz, dedim.
Ne kadar da basit bir sözdü. Fakat Rhiannon’a dünyaları verdi.
Öğrendiğim bir şey varsa, o da şu: Hepimiz, her şeyin yolunda olmasını istiyoruz. Muhteşem ya da müthiş ya da sıra dışı olmasını ummuyoruz bile. Normali mutlulukta kabul ederiz çünkü genellikle normal yeterlidir.
Sadece aramızdaki her şeyin yolunda olmasını istiyorum.
Uzanıp elimi tuttu. Ne kadar iyi hissettirdiğine şaşırdım.
Hüznüne öyle kapılmıştı ki dışarıya ne kadar yansıttığının farkında değildi.
Sıradan duran her kızın sakladığı bir sır olduğunu deneyimlerime dayanarak biliyordum. Sırrını saklıyor ama aynı zamanda keşfetmemi de istiyordu.
Ona bakmakta zorlanıyordum.
Hepimiz gizemlerle doluyuz, özellikle de içeriden bakıldığında.
Bilgilere erişebiliyorum ama hislere değil.
Bir süre sonra kendinizi olduğunuz gibi kabul etmek zorunda kalıyorsunuz.
Şimdiden bugünün hoşuma gitmeyeceğini biliyordum.
Gözleri açılmak istemiyordu. Uykusuzluk çekiyordu.
Öğrendiğim bir şey varsa, o da şu: Hepimiz, her şeyin yolunda olmasını istiyoruz. Muhteşem ya da müthiş ya da sıradışı olmasını ummuyoruz bile. Normali mutlulukla kabul ederiz çünkü genellikle normal yeterlidir.
Kelimelere dökülmeyi bekleyen bir sesten ibaretti.
Nasıl normal bir insan kendi varoluşunu kavrayamıyorsa, ben de bunu asla anlayamayacağım.
Her gün başka biriyim. Ben, kendimim; kendim olduğumu biliyorum ama ayrıca başka biriyim de.
“Birine aşık olmak, onun nasıl hissettiğini daha iyi anlayacağınız anlamına gelmiyor. Sadece nasıl hissettiğinizi bildiğiniz anlamına geliyor.”
“Öğrendiğim bir şey varsa, o da şu: Hepimiz, her şeyin yolunda olmasını istiyoruz. Muhteşem ya da müthiş ya da sıradışı olmasını ummuyoruz bile. Normali mutlulukla kabul ederiz çünkü genellikle normal yeterdir.”
“Farklı olman, eşsiz olduğun anlamına gelmiyor.”
İki insanın arasındaki şefkat havayı, odayı, zamanı bile yumuşacık kılabilirdi.
Asla gerçekten tutunamayacağı bir hayatta asla gerçekten görmediği bir bedensem, nasıl o bulanıklığın ötesini görmesini sağlayabilirdim ki?
Kendi gerçeğinizin sınırları içinde yaşamak istediğinizde başlarda acı veren ama en sonunda rahatlatan keşfetme sürecinden geçmeniz gerekir.
Daha fazlası için söz vermek istedim ama veremeyeceğimi biliyordum.
İkimiz de orada, ikimize ait cambaz ipinde duruyorduk. Aşağı bakmıyorduk ama kıpırdamıyorduk da.
Kendime normal insanların da böyle hissettiğini hatırlatmam gerekti: Bir anın sonsuza dek sürmesini sağlama arzusu. Gerçekten olabileceğinden çok daha uzun süre bir şekilde kalabilme arzusu.
Ben kenarlarda dolaşıyordum. Winslow Homer resimlerindeki insanlar gibiydim, onlarla aynı odayı paylaşıyordum ama gerçekten orada değildim. Akvaryumdaki balık gibiydim, farklı bir dilde düşünüyordum, doğal ortamım olmayan bir hayata uyum sağlıyordum.
Koşuyordum. Koşmak için yaratılmıştım. Çünkü koştuğunuzda herhangi biri olabilirsiniz. Kendinizi bir bedene hapsedersiniz, bir bedenden ne fazlası ne de eksiği olursunuz.
“Ben olduğumu nereden anladın?”diye sormak zorunda kaldım.
“Bana bakış şeklinden,” dedi. “Başka kimse olamazdı.”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir