İçeriğe geç

Hepimiz Katiliz Kitap Alıntıları – Jean-Paul Sartre

Jean-Paul Sartre kitaplarından Hepimiz Katiliz kitap alıntıları sizlerle…

Hepimiz Katiliz Kitap Alıntıları

Yine de, işkence edilen bir çocuğun çığlıklarını, dehşete kapılmadan. dinleyebilecek kadar derin saplanmadık batağa. Bu çığlıklar, bir kez, sadece bir kez ulaşabilseydi kulağımıza, her şey ne kadar kolaylaşır, her şey ne kadar çabuk yoluna girerdi. Oysa iyilik yapıp bu çığlıkları boğuyorlar. Bizi yozlaştıran küstahlık değil, nefret değil; hayır, bizi, içinde tutulduğumuz yapay bilgisizlik yozlaştırıyor.
“Eğer bir halkın, kendi ölüm biçimini seçmekten başka hiçbir şeyi kalmadıysa eğer ezenlerden aldığı tek armağan umutsuzluksa halkın kaybedecek neyi olabilir?”
Bir ulusun, akıttığı kanın miktarıyla değil, çözümlediği insani sorunların sayısıyla büyüdüğünü kavramak zorundayız.
Bizi, içinde tutulduğumuz yapay bilgisizlik yozlaştırıyor.
Nedir sorun? Sorun, bağımlı kılınmış ülkelerde endüstriler
kurmak mıdır? Kesinlikle değil: Fransa’nın fazla sermayesi geri
kalmış ülkelere yatırılmıyor: çünkü bu durumda rantabilite sağlanamayacak,
karların gerçekleşmesi uzun zaman alacaktır; önce her
şeyin kurulması, geliştirilmesi gerekir. Bütün bunlar gerçekleşse
bile, anayurdun üretimi için hiç yoktan rekabet yaratmanın neresi iyidir?
Ferry açıkça söylüyor: Sermaye Fransa’da kalacak, mamul
maddeleri sömürgeleştirilmiş ülkelere satılacak yeni endüstrilere
yatırılacak. Bunun doğrudan sonucu 1884 gümrük birliğiydi. Bu
birlik hala yürürlüktedir: Bu, uluslararası pazarda, fiyatları yüksek
olduğu için engellenen Fransız endüstrisine Cezayir pazarında tekel
güvencesi sağlamaktaydı.
Dayanağımız müslümanlara güzel bir armağan vermekti: başlarına medeni kanunumuzu sardık.
Sürekli sermaye fazlası olan ve önemli miktarda sermaye ihracı yapan Fransa için, sömürge sorununu bu açıdan değerlendirmek yararlıdır. Sömürge sorunu, endüstrisinin niteliği gereği, büyük boyutlu ihracata gereksinimi olan bizim gibi ülkeler için, asli
bir sorun, yani pazar sorunudur Nerede politik bir egemenlik varsa, orada ürünlerin egemenliği, ekonomik egemenlik de vardır.
Eğer insan açlıktan ölüyorsa, seçim hakkının ona ne yararı olabilir?
“İnsanlar genellikle birbirlerini öldürürler: kollektif, ya da tikel çıkarlar için her zaman savaşmışlardır. Fakat işkencede, bu tuhaf maçta, hizmet son derece radikal görünüyor: işkenceci, işkence gö­renle, insan sıfatı uğruna mücadele etmektedir ve her şey, sanki iki­sinin aynı zamanda insan türüne ait olamayacakları biçimde ger­çekleşmektedir.

İşkencecinin amacı, sadece konuşturmak, ihanete zorlamak değildir: kurban kendisini, çığlıklarıyla, boyun eğişiyle bizzat in­sanlıktan çıkaracaktır. Herkes için, kendisi için. İhaneti onu param­ parça etmeli, sonsuza kadar işini bitirmelidir. İşkenceye yenilen sa­dece konuşmaya zorlanmış olmaz, ona, bir alt-insan statüsü, sonsu­ za kadar zorla dayatılır.

Hizmetin bu radikalleşmesi dönemin özelliğidir. Çünkü insan yaratılmalıdır. Özgürlük isteği, hiç bir zaman bu kadar bilinçli ve güçlü olmamıştı; baskı, hiç bir zaman bu kadar zorbaca ve iyi do­natılmış değildi.”

J. P. Sartre , gerçek bir aydın gibi sömürge devlet gerçekliği üzerine şeffaf şekilde eğilmiş , bu konuda tüm zamanların en iyi örneklerindendir. Farklı tarihlerde yazdığı yazılarından oluşan bu kitabında da ülkesi Fransa’nın sömürge politikalarına yönelik tutumunu korkmadan dile getirmiştir. Politik eleştirinin yanı sıra Sartre , kitapta toplumsal duruma ve savaş psikolojisine yönelik de kabul gören tespitler yapmıştır.
“Tedavi olanağı var mı? Evet. Achilleus’un mızrağı gibi, ancak şiddetin kendisi, kendi yol açtığı yaraları iyileştirebilir. Bugün kor­ku bizi hasta, alçak ve tutsak hale getirmiştir, hem de en kötü bi­çimde.”
“Bizi yozlaştıran küstahlık de­ğil, nefret değil; hayır, bizi, içinde tutulduğumuz yapay bilgisizlik yozlaştırıyor.”
“Bir ulus, önce ahlakı çökertilerek değil, ahlaki değerleri lekelenerek yoz­laştırılır. Bu yöntem herkesçe bilinir: bizi iğrenç bir serüvene ite­rek, dışardan gelen bir toplumsal suç içerisinde boğmak istiyorlar. Fakat seçen biziz ya: temsilcilerimizi biz seçiyoruz ve bunları belli yollarla düşürme olanağımız var, kamuoyu düşüncesi bakanları de­virebilir: bütün bunlara son vermek bizim elimizde olduğuna göre, bizim adımıza işlenen suçların kişisel suçlusu olmaktan kurtulama­yız. İçimizde, bize yabancı ve hareketsiz duran bu suçu yüklenme­miz ve taşıyabilmek için kendimizi aşağılamamız gerekir.
Yine de, işkence edilen bir çocuğun çığlıklarını, dehşete kapıl­madan. dinleyebilecek kadar derin saplanmadık batağa. Bu çığlık­ lar, bir kez, sadece bir kez ulaşabilseydi kulağımıza, her şey ne ka­ dar kolaylaşır, her şey ne kadar çabuk yoluna girerdi. Oysa bize iyilik yapıp bu çığlıkları boğuyorlar. Bizi yozlaştıran küstahlık de­ğil, nefret değil; hayır, bizi, içinde tutulduğumuz yapay bilgisizlik yozlaştırıyor. Yöneticilerimiz, huzurumuzun bozulmaması için, bi­ze karşı özenlerini, düşünce açıklama özgürlüğünün altını oymaya kadar götürüyorlar: gerçek gizleniyor, ya da bulandırılıyor. Fellahlar bir Avrupalı aileyi katlettiklerinde, büyük gazeteler bizi, hiç bir şeyden, parçalanmış cesetleri görmekten bile, esirgemezler. Fakat bir Arap hukukçu, kendisine işkence eden Fransızlar karşısında intihar etmekten başka bir çare bulamadığında ise, bu olayı bize, duygularımızı incitmemek için, üç satırla yansıtırlar. Gizlemek, yanıltmak, yalan söylemek: anayurdu bilgilendirmeleri gerekenler için görevdir bu. Bizleri huzursuz etmek suçların en büyüğü olurdu.“
Batıyoruz. Hakkımızda hüküm verildiğini bilmemiz bi­le, öfkeye kapılmamıza yolaçıyor ve bu öfke bizi daha çok suç or­taklığına batırıyor: Amerika’nın hiç bir şey söylemeye hakkı yok. Onların karaderililere yaptıklarını, biz de yapacak olsak!.. Doğru, Amerika’nın herhangi bir şey söylemeye hakkı yok. Sömürgeye sa­hip olmayan İsveç’in de. Hiç kimsenin bir şey söylemeye hakkı yok: bir şeyler söylemek görevi bize düşüyor. Oysa hiç bir şey söy­lemiyoruz. Bildiklerini her gün, ya da her hafta aktaran dürüst, yü­rekli haberciler var: bunların işini bitirmek, ya da hapisaneyi boyla­malarını sağlamak istiyorlar, böylece dinleyenler çoğalmamış ola­cak.
Sürekli sermaye fazlası olan ve önemli miktarda sermaye ihracı yapan Fransa için, sömürge sorununu bu açıdan değerlendirmek yararlıdır. Sömürge sorunu, endüstrisinin niteliği gereği, büyük boyutlu ihracata gereksinimi olan bizim gibi ülkeler için, asli
bir sorun, yani pazar sorunudur Nerede politik bir egemenlik varsa, orada ürünlerin egemenliği, ekonomik egemenlik de vardır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir