İçeriğe geç

Heklberri Finnin Macəraları Kitap Alıntıları – Mark Twain

Mark Twain kitaplarından Heklberri Finnin Macəraları kitap alıntıları sizlerle…

Heklberri Finnin Macəraları Kitap Alıntıları

&“&”

&” Aman ya Rabbim! Kimseye bir şey oldu mu ? &”
&” Hayır, bayan. Sadece bir zenci öldü. &”
&” Neyse, şansımız varmış ; çünkü bazen insanlar da zarar görüyor… &”
&” .. bana her gün dua edersem istediğim şeyi elde edebileceğimi söyledi. Ama elde edemedim. Denedim. Bir keresinde misinam vardı, ama iğnem yoktu. İğne olmadan misine hiçbir işe yaramazdı..&”
İnsanlar birbirlerine karşı nasıl da zalim olabiliyor.
Kendimi öyle yapayalnız hissettim ki keşke ölsem dedim.
Bazı insanlar böyledir işte. Bilmedikleri şeye çamur atarlar.
•İnsanların yollarını en çok pürüzsüzleştiren şeyler, küçük şeylerdir.
Dünya alçaklarla dolu evlat
&”Maggiore fretta, minore otto.&”
Ne kadar acele edersen o kadar yavaş gidersin.
Vicdanın hiç mantığı yoktur, her halükarda sızlar durur.
Evet… Aslına bakağsan şimdi de zenginim ben. Kendime sahibim…"
Ama hep böyle değil midir; sizin doğru mu yanlış mı yapmanız bir şeyi değiştirmez, vicdanın hiçbir mantığı yoktur, her halükarda sızlar durur.
… artık kendimi ilk baştaki gibi neşeli değil, adi, aşağılık ve suçlu hissediyordum – halbuki hiçbir şey yapmamıştım. Ama hep böyle değil midir; sizin doğru mu yanlış mı yapmanız hiçbir şeyi değiştirmez, vicdanın hiç mantığı yoktur, her halükârda sızlar durur.
Sonra da gidip yattım. Yalnızlık çektiğinde yapılacak en iyi şey budur; öylece oturup dinmesini bekleyemezsin yalnızlığın.
Müzik iyi bir şey ve onca ruh yağı ve saçmalıktan sonra hiçbir zaman her şeyi bu kadar tazelediğini ve kulağa çok dürüst ve zorba geldiğini görmüyorum.
Madem öyle doğru şeyi yapmaya çalışmanın ne faydası var, hem doğruyu yapmak daha sıkıntılı ve yanlış olanı yapmanın da hiç zararı yokken, sonuçta aynı şey olmuyor mu ? Bu sorunun cevabını veremiyordum.
Başka yerler hep sıkış tepiş, insanın üstüne üstüne geliyor, ama sal öyle mi ya ? İnsan saldan başka nerede kendini bu kadar özgür, huzurlu ve rahat hissedebilir ki ?
Some things weren’t exactly true, but everybody lies sometimes.
..artık kendimi ilk baştaki gibi neşeli değil, adi, aşağılık ve suçlu hissediyordum – halbuki hiçbir şey yapmamıştım. Ama hep böyle değil midir; sizin doğru mu yanlış mı yapmanız hiçbir şeyi değiştirmez, vicdanın hiç mantığı yoktur her halükârda sızlar durur. Vicdanım kadar akılsız bir köpeğim olsa hemen zehirlerdim. Bu meret insanın içindeki geri kalan her şeyden daha fazla yer kaplıyor ve hiçbir işe de yaramıyor."
Artık kendimi ilk baştaki gibi neşeli değil, adi, aşağılık ve suçlu hissediyordum — halbuki hiçbir şey yapmamıştım. Ama hep böyle değil midir; sizin doğru mu yanlış mı yapmanız hiçbir şeyi değiştirmez, vicdanın hiç mantığı yoktur her halükârda sızlar durur. Vicdanım kadar akılsız bir köpeğim olsa hemen zehirlerdim. Bu meret insanın içindeki geri kalan her şeyden daha fazla yer kaplıyor ve hiçbir işe de yaramıyor.
İnsanlar birbirlerine karşı nasıl da zalim olabiliyor.
Zenci hırsızı Tom Sawyer!
Geç kalmamızın sebebi karaya oturmamız değildi. Silindir kapaklarından biri patladı."
"Aman ya Rabbim! Kimseye bir şey oldu mu?"
"Hayır, bayan. Sadece bir zenci öldü."
"Neyse, şansınız varmış; çünkü bazen insanlar da zarar görüyor.
Az biraz ilerlediğimde bir çıkrığın kâh yükselip kâh alçalan vınlamasını duydum; işte o zaman Tanrı canımı alsa da kurtulsam, dedim
— insana kendini bu kadar yalnız hissettiren bir ses yoktur.
Aman be, cehenneme gidersem giderim.”
Onlara bakarken ben insanlığımdan utanıyordum.
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
Kğallağın böyle yaşaması seni şaşığtmıyoğ mu, Huck?"
"Yoo," dedim, "hiç şaşırtmıyor."
"Nasıl şaşığtmaz be Huck?"
"Çünkü bu onların kanında var. Galiba hepsi aynı kalıptan çıkmış."
"Ama Huck, bizim kğallar ğesmen dolandığıcılık yapıyoğ; buna başka biğ şey denmez, düpedüz dolandığıcı bunlağ."
"Ben de onu diyorum işte; anladığım kadarıyla kralların hepsi namussuz."
"Öyle mi?"
"Onlar hakkında yazılanları okusaydın anlardın. Sekizinci Henry’ye baksana; onunla karşılaştırırsan bizimkiler melek sayılır. İkinci Charles, On Dördüncü Louis, On Beşinci Louis, İkinci James, İkinci Edward, Üçüncü Richard ve daha kırk tanesi farklı mı; hele bir de eski zamanlarda etrafı dağıtan ve kıyameti koparan Sakson yedi kralları var. Sekizinci Henry’yi gençlik zamanında görmelisin. Aklından zoru vardı adamın. Her gün yeni bir kadınla evleniyor ve sabah olunca kellesini uçuruyordu. Bunu sanki kahvaltıya yumurta sipariş eder gibi kayıtsızca yapıyordu hem de. &‘Nell Gwynn’i getirin,’ diyordu. Getiriyorlardı. Sabah olunca &‘Kellesini uçurun!’ diyordu ve kızın kellesini uçuruyorlardı. &‘Jane Shore’u getirin,’ diyordu ve kız getiriliyordu. Sabah olunca &‘Kellesini uçurun’ — kızın kellesi gidiyordu. &‘Güzel Rosamun’un kapısını çalın.’ Güzel Rosamun’un kapısına dayanıp kızı getiriyorlardı. Ertesi sabah, &‘Kellesini uçurun.’ Ayrıca kızlara her gece bir masal anlattırıyormuş; bu masalları saklamış ve en sonunda bin bir tane masal biriktirmiş, ondan sonra hepsini bir kitapta toplamış ve kitabın adına Kıyamet Kitabı demiş… Gayet uygun bir isim ve durumu da özetliyor. Sen kralları bilmezsin, Jim, ama ben bilirim; bizim bu namussuzlar tarihte gördüklerimin en temizleri. Mesela Henry bu ülkenin başını belaya sokmaya karar vermiş. Ne yapmış biliyor musun, uyarı mı vermiş, gözdağı mı vermiş? Hayır. Bir anda Boston Limanı’ndaki çayın hepsini denize dökmüş, bir de bağımsızlık bildirgesi uydurmuş ve haydi gelin sıkıyorsa demiş. Onun tarzı buydu… Kimseye şans vermiyordu. Kendi babası Wellington Dükü’nden şüphe ediyordu. Peki ne yaptı? Ondan açıklama mı istedi? Hayır onu bir varile tıkıp kedi yavrusu gibi gibi boğdurmuş. Diyelim ki millet ortalık yerde para filan mı unuttu, ne yaparmış biliyor musun? Hiç çekinmeden yürütürmüş. Diyelim ki bir iş için onunla sözleşme yaptın; parasını da verdin ve oturup işi nasıl yaptığına bakmadın… Ne yapsa beğenirsin! Kendisine söylenenin tam tersini. Diyelim ki ağzını açtı… O zaman ne olurdu dersin? Çok çabuk çenesini kapatmazsa her seferinde bir yalan atardı. Henry işte böyle bir haşereydi ve krallarımız yerine yanımızda o olsaydı kasabadakileri bizimkilerden çok daha kötü dolandırırdı. Bizimkilerin masum kuzular olduğunu iddia etmiyorum, çünkü işin aslına bakarsak öyle değiller. Ama Henry denen o ihtiyar tekenin yanında solda sıfır kalırlar. Tek söylemek istediğim, kralın kral olduğu ve bunu daima göz önünde tutman gerektiği. Topuna bakınca anlıyorsun ki, epeyce adi herifler hepsi. Yetiştirilme tarzlarından kaynaklanıyor hep."
"Ama bizimki pek de beğbat kokuyoğ, Huck."
"Hepsi öyle kokar Jim. Bir kralın kokusuna çare bulamayız, tarihte bunun örneği yok."
"Geğçi dük daha katlanılabiliğ biğ adam."
"Evet, dükler biraz farklıdır. Ama çok farklı da değildir. Bizimki bir dük için orta halli denebilir. Kafayı bulmuşken onu da kral sanmak işten değildir kartal gibi gözlerin yoksa yani."
"Heğ neyse, daha fazlasını göğmek, bilmek istemem, Huck. Bu kadağına ancak dayanabiliyoğum."
"Bir de bana sor, Jim. Ama şimdi atsan atılmazlar satsan satılmazlaı; ayrıca ne olduklarını hatırlamalı, ona göre davranmalıyız. Umarım bir gün kralsız bir ülkede yaşayabiliriz."
sahneye çıkıp oyunculardan hesap sormaya yeltendiler. Ama iriyarı ve iyi giyimli bir adam bir sıranın üstüne fırlayıp bağırdı:
Durun! Hele bir buraya bakın, beyler." Durup dinlediler. "Kandırıldık… Hem de fena kandırıldık. Ama bütün kasabanın halimize gülmesini istemeyiz herhalde, ölene kadar bizimle dalga geçip dururlar. Hayır. Yapmamız gereken şey buradan sessizce çıkmak, gösteriyi övmek ve kasabanın geri kalanının da kandırılmasını sağlamak! O zaman hepimiz aynı gemide oluruz. Haksız mıyım?" ("Kesinlikle haklısın… Yargıç doğru söylüyor!" diye bir ağızdan bağırdılar.) "Peki o zaman… Kandırılmakla ilgili hiçbir şeyden bahsetmek yok. Evinize gidin, herkese gelip oyunu izlemesini tavsiye edin."
Sizin birini linç edeceğinizi düşünmek! Eğlenceli doğrusu. Bir erkeği linç edecek yüreğiniz olduğunu düşünebilmeniz! Kimi kimsesi olmayan sürülüp gelmiş kadınları katran ve tüye bulayacak kadar cesursunuz diye, bir erkeğe el sürmeye cesaretiniz yeter mi sandınız? Gündüz vaktiyse ve sırtından vurmazsanız sizin gibi on bin tanesi bir adama dokunamaz.
Sizi tanıyor muyum? Gayet iyi tanıyorum. Güney’de doğdum ve büyüdüm, Kuzey’de yaşadım; bu yüzden her yerdeki ortalamayı bilirim. Ortalama adam korkağın tekidir. Kuzey’de dileyen herkesin sırtına çıkmasına izin verir; sonra da evine gidip buna katlanacak mütevazı bir ruh için dua eder. Güney’de ise tek bir erkek, adamlarla dolu bir arabayı güpegündüz durdurup hepsini donuna kadar soymuştur. Gazeteleriniz sizin için o kadar çok cesur insanlar diyor ki başkalarından daha cesur olduğunuzu sanıyorsunuz… Halbuki ancak başkaları kadar cesursunuz, daha fazla değil. Jürileriniz niye katilleri asamıyor? Çünkü adamın arkadaşlarının karanlıkta onları sırtından vuracağından korkuyorlar — zaten adamın arkadaşları da aynen böyle yapıyor.
Bu yüzden katiller daima aklanıyor; sonra bir erkek geceleyin arkasına yüz tane maskeli korkak alıp alçak herifi linç ediyor. Sizin hatanız yanınızda bir erkek getirmemiş olmanız; bu birinci hatanız, diğer hatanız ise karanlıkta gelmemeniz ve maskelerinizi takmamanız. Başınızda bir erkek bozması getirmişsiniz… Şu Buck Harkness’ı… O sizi harekete geçirmeseydi, siz anca çenenizi yorardınız.
Gelmek istemediniz. Ortalama adam belayı ve tehlikeyi sevmez. Siz de belayı ve tehlikeyi sevmezsiniz. Ama şuradaki Buck Harkness gibi bir yarım adam &‘Linç edelim, linç edelim!’ diye bağırınca geride kalmaktan korkarsınız… Ne olduğunuzun anlaşılmasından, korkaklığınızın ortaya çıkmasından çekinirsiniz ve bu yüzden siz de bağırmaya başlar yarım adamın eteğine tutunur ve öfke içinde buraya gelirsiniz, çok büyük şeyler yapacağınızı haykırır durursunuz. Böyle bir güruh kadar acınası bir şey yoktur; ordu da böyle bir şeydir — bir güruh; içlerindeki cesaretle savaşmazlar, kitleden ve subaylardan aldıkları cesaretle savaşırlar. Ama başında bir erkek olmayan güruh acınası bile sayılmaz. Şimdi yapacağınız şey kuyruğunuzu bacaklarınızın arasına kıstırıp evinize gitmek ve bir deliğe girmek. Gerçek bir linç yapılacaksa karanlıkta yapılır, Güneyli tarzında; ancak kalabalık maskelerini getirirse ve yanlarında bir erkek varsa. Şimdi gidin… Şu erkek bozmasını da yanınızda götürün…"
Ciğeğimin köşesi.
İnsanın kendi salı gibisi yoktu. Başka her yer sıkışık ve boğucu geliyordu, ama sal öyle değildi. Salın üstünde insan kendini alabildiğine özgür; tasasız ve rahat hissediyor.
Kendimi berbat hissediyordum, çünkü yaptığım şeyin yanlış olduğunu pekâlâ biliyordum ve doğruyu yapmayı öğrenmeye çalışmamın boşa olduğunu anlamıştım; küçükken iyi terbiye almayan, yol yordam öğrenmeyen bir insan ne kadar çabalasa boş.
İş başa düştüğünde kendine dayanak olacak, azmetmesini sağlayacak bir şey olmadığından mağlubiyete mahkûmdur.
Niye, Huck, Fğansızlağ da bizim gibi konuşmaz mı?"
"Hayır, Jim; onların söylediği tek kelimeyi bile anlamazsın… tek kelimeyi bile."
"Yapma ya, nasıl oluğ! Nasıl anlamam ben onlağı?"
"Bilmiyorum, ama anlamazsın işte. Bir kitaptan onların konuşmasına dair bir şeyler öğrenmiştim. Diyelim ki bir adam gelip sana parle-vu-franse dedi… ne düşünürsün?"
"Hiçbiğ şey düşünmem, suğatının oğtasına biğ tane patlatığım. Yani beyaz değilse. Zencileğin bana öyle demesine asla izin veğmem."
"Ama sana bir şey demedi ki. Sadece Fransızca konuşabiliyor musun diye sordu."
"Haa, tamam da, niye doğğu düzgün soğmuyoğ?"
"Ama soruyor işte. Fransızlar böyle sorar."
"Ama bu çok abuk olmak, başka biğ şey duymak istemem. Hiç akıl kâğı değil."
"Dinle şimdi, Jim; kediler bizim gibi mi konuşur?"
"Hayığ, kedileğ öyle konuşmaz."
"Peki ya inek?"
"Yok, inek de konuşmaz."
"Kediler inek gibi konuşur mu ya da inekler kedi gibi konuşur mu?"
"Yok, olmaz."
"İkisinin de birbirinden farklı konuşması gayet doğal, değil mi?"
"Tabii ki."
"Peki kedinin ve ineğin bizden farklı konuşması normal ve doğru değil mi?"
"Tabii, ööle elbet."
"O zaman bir Fransızın bizden farklı konuşması da normal ve doğru değil mi? Buna cevap ver bakalım."
"Kedi insan mı ki, Huck?"
"Hayır."
"O halde aklın kesiyoğ mu senin? Kedi niye insan gibi konuşsun ki? Peki inek insan mı? Veya inek kedi mi?"
"Hayır; hiçbiri değil."
"O zaman bunlağdan hiçbiği öbüğleri gibi konuşmaz. Fğansız insan mı?"
"Evet."
"Tamam o zaman! Lanet olsun, bu Fğansız niye insan gibi konuşmaz? Sen buna cevap ver hadi!"
Daha fazla nefesimi yormamın faydası yoktu… Bir zenciye tartışmayı öğretemezsin. Ben de vazgeçtim.
Gerçekten haklıydı; hemen her seferinde haklıydı zaten; bir zenci için alışılmadık bir zekâsı vardı.
Sabahları gün ışımadan önce mısır tarlalarına dalar ve bir karpuz, kavun, balkabağı ya da taze mısır filan ödünç alırdım. Babam, bir şeyin bedelini daha sonra ödemeyi düşünüyorsan onu ödünç almaktan zarar gelmez, derdi; ama dul bayan bunun hırsızlığı allayıp pullamak olduğunu ve dürüst birinin asla hırsızlık yapmayacağını söylerdi. Jim’e göre dul bayan da biraz haklıydı, babam da biraz haklıydı; bu yüzden en iyisi listemizden birkaç şeyi çıkarıp onları bir daha ödünç almayacağımızı söylemekti
— o zaman diğerlerini ödünç almaktan zarar gelmezdi. Bir gece nehirden aşağı doğru sürüklenirken uzun uzadıya meseleyi konuştuk ve listeden karpuzu mu, kavunu mu, yoksa başka bir şeyi mi çıkaracağımıza karar vermeye çalıştık. Gün ışırken ikimiz de meseleyi yeterince düşünmüş ve listeden yabani elma ile hurmayı çıkarmaya karar vermiştik. Ondan önce doğru bir şey yaptığımızdan emin değildik, ama artık ikimizin de gönlü rahattı. Zaten benim için hava hoştu, çünkü yabani elmalar hiç güzel değildi ve hurmanın olgunlaşmasına da daha iki-üç ay vardı.
Neyse, Jim, boş ver gitsin, zaten sen ileride bir gün zengin olacaksın."
"Evet… aslına bakağsan şimdi de zenginim ben. Kendime sahibim ve tam tamına sekiz yüz dolağ ediyoğum. Keşke o pağa bende olsa, başka biğ şey istemem."
Dalların arasında kendime iyi bir yer seçip orada bir kütüğün üstüne oturdum ve ekmeği yiyip vapuru izleyerek keyif sürdüm. Sonra aniden aklıma bir şey geldi. Dul bayan, rahip ya da başka biri bu somun beni bulsun diye dua etmişti ve gerçekten de gelip beni bulmuştu. Demek ki bu somun işinin içinde muhakkak bir iş vardı. Yani dul bayan ya da rahip dua edince işe yarıyordu, ama benim gibiler edince bir şey olmuyordu, anlaşılan sadece doğru kişiler dua edince işitiliyordu.
Sabahleyin üstümün başımın hali yüzünden bizim Bayan Watson’dan sağlam bir azar işittim; ama dul bayan hiç kızmadı, gerçi yağı ve kiri temizlerken o kadar üzgün görünüyordu ki becerebilirsem bir süre terbiyeli davranmaya karar verdim. Sonra Bayan Watson beni dolabın içine çekip dua etti, ama yine bir faydası olmadı. Bana her gün dua edersem istediğim her şeyi elde edeceğimi söyledi. Ama elde edemedim. Denedim. Bir keresinde misinam vardı, ama iğnem yoktu. İğne olmadan misina hiçbir işe yaramazdı. Üç-dört kere olta iğnesi için dua etmeyi denedim, ama bir türlü işe yaramadı. Sonra bir gün Bayan Watson’dan benim yerime denemesini istedim, fakat benim salağın teki olduğumu söyledi. Sebebini hiç anlatmadı ve ben de hiçbir anlam veremedim.
Bir seferinde ormana gittiğimde oturup bunu uzun uzun düşündüm. İnsan dua ederek bir şey elde edebiliyorsa, papaz yardımcısı Winn domuz eti ticaretinde kaybettiği parayı niçin geri alamıyor? Dul bayan niçin çalınan gümüş enfiye kutusunu bir türlü bulamıyor? Niçin Bayan Watson şişmanlayamıyor? Hayır, dedim kendi kendime, dua denen şeyin işe yarayacağı yok. Gidip dul bayana bundan bahsettim ve o da insanın dua ederek ancak manevi armağanlar" kazanabileceğini söyledi. Bu kadarını da kafam almazdı artık, neyse ki sonra açık açık anlattı -başka insanlara yardım etmeliymişim, başkaları için elimden gelen her şeyi yapmalıymışım, sürekli onları kollamalıymışım ve asla kendimi düşünmemeliymişim. Anladığım kadarıyla buna Bayan Watson da dahildi. Tekrar ormana giderek, uzun süre buna kafa yordum, ama hiçbir iyi yanını göremedim- yani anca başkalarına yararı vardı. En sonunda bu konuda daha fazla kendimi yormamaya, her şeyi oluruna bırakmaya karar verdim. Zaman zaman dul bayan beni bir kenara çekip Tanrı’dan insanın ağzının suyunu akıtacak şekilde bahsediyordu; ama belki hemen ertesi günü Bayan Watson beni yakalıyor ve tüm öğrendiklerimin tersini anlatıyordu. En sonunda iki Tanrı olduğunda karar kıldım. Gariban bir oğlan dul bayanın Tanrı’sını dinlemeye doyamazdı, fakat Bayan Watson’ın Tanrı’sının eline düşerse hiç şansı yoktu. Tüm bunları evire çevire düşündükten sonra, beni kabul ederse dul bayanın Tanrı’sına ait olmaya karar verdim. Gerçi bu Tanrı eskisinden daha iyi davranır mıydı bilemiyordum; çünkü çok cahil, alelade ve alt tabakadan biriydim.
Kendimi öyle yapayalnız hissettim ki keşke ölsem dedim.
Soğanı ağlamak için kullanır; gözyaşlarınla da çiçeği sularsın!
… Bitmiş, tükenmiş, kalbi kırık bir adamım.
Ama hep öyle değil midir; sizin doğru mu yanlış mı yapmanız hiçbir şeyi değiştirmez, vicdanın hiç mantığı yoktur, her halükarda sızlar durur."
İnsanlar birbirlerine karşı nasıl da zalim olabiliyor."
İnsanların yollarını en çok pürüzsüzleştiren şeyler, küçük şeylerdir.
Vicdanım kadar akılsız bir köpeğim olsa hemen zehirlerdim. Bu meret insanın içindeki geri kalan her şeyden daha fazla yer kaplıyor ve hiçbir işe de yaramıyor.
Ama hep böyle değil midir; sizin doğru mu yanlış mı yapmanız hiçbir şeyi değiştirmez, vicdanın hiç mantığı yoktur her halükârda sızlar durur.
Ezenlerin demir ökçesi altında çamurlara bulanmak benim kaderim. Talihsizlik mağrur ruhumu çoktan alıp götürdü; boyun eğiyorum, teslim oluyorum; kaderim bu benim. Bu dünyada yapayalnızım…
Günün birinde o mezarın içine girecek ve her şeyi unutacağım, işte o vakit kırgın yüreğim huzura erecek.
Ah, ne yazık!"
"Neye yazıklanıyorsun?" diye sordu kel kafalı.
"Böyle bir hayat sürecek hale geldiğime, böyle insanlar arasında yaşayacak kadar düştüğüme."
Onu korumamız gerekir, haksız mıyım? Tabii ki değilim.
Bizim ihtiyar sövmeye başladı, aklına gelen
her şeye ve herkese sövdü, sonra kimseyi atlamadığından emin olmak için hepsine bir daha sövdü ve nihayet genel olarak her
şeye iyice söverek son bir cila attı.
Okumaya başladın mı tutar dindarlığa da soyunursun sen. Böyle evlat olmaz olsun.
İnsan dua ederek bir şey elde edebiliyorsa, papaz yardımcısı Winn domuz eti ticaretinde kaybettiği parayı niçin geri
alamıyor? Dul bayan niçin çalınan gümüş enfiye kutusunu bir türlü bulamıyor? Niçin Bayan Watson şişmanlayamıyor? Hayır,
dedim kendi kendime, dua denen şeyin işe yarayacağı yok. Gidip dul bayana bundan bahsettim ve o da insanın dua ederek ancak “manevi armağanlar” kazanabileceğini söyledi.
Kadınları öldürmek ha? Hayır; kitaplarda buna benzer bir şey yazdığını gören olmadı bugüne dek.
Senin kadar cahil olsam pek fazla ağzımı açmazdım.
Ama hep boyle degil midir; sizin dogru mu yanlis mi yapmaniz hicbir seyi degistirmez, vicdanin mantigi yoktur, her halukarda sizlar durur. Vicdanim kadar akilsiz bir kopegim olsa hemen zehirlerdim. Bu meret insanin icindeki geri kalan her seyden daha fazla yer kapliyor ve hicbir ise de yaramiyor.
En iyisi oluruna bırakmak. Öbür türlüsünün kimseye faydası olmaz zaten.
Ne kadar acele edersen, o kadar yavaş gidersin.
Günün birinde o mezarın içine girecek ve her şeyi unutacağım, işte o vakit kırgın yüreğim huzura erecek.
Ben ben miyim, yoksa kimim?
Evet… aslına bakarsan şimdi de zenginim ben. Kendime sahibim ve tam tamına sekiz yüz dolar ediyorum. Keşke o para bende olsa, başka bir şey istemem.
Vicdanım kadar akılsız bir köpeğim olsa hemen zehirlerdim. Bu meret insanın içinde ki geri kalan her şeyden daha fazla yer kaplıyor ve hiçbir işe de yaramıyor.
Sizin doğru mu yanlış mı yapmanız yapmanız hiçbirşeyi değiştirmez, vicdanın hiç mantığı yoktur, her halükarda sızlar durur.
Ezenlerin demir ökçesi altında çamurlara bulanmak benim kaderim. Talihsizlik mağrur ruhumu çoktan alıp götürdü; boyun eğiyorum, teslim oluyorum; kaderim bu benim. Bu dünyada yapayalnızım… Çilemi çekmeliyim; katlanabilirim.
…kimseyi suçlamıyorum. Hepsini hak ettim. Bırakın acımasız hayat elinden geleni ardına koymasın; tek bildiğim şudur ki… benim için de bir yerlerde mezar vardır. Bu dünya nasıl dönerse dönsün, isterse herşeyimi alsın elimden ama bunu benden alamaz.
Yalnız kaldığınızda oyalanmanın daha iyi bir yolu yoktur; ama çok uzun süre kendini yalnız hissetmezsin zaten, zamanla geçer.
…vicdanın hiç mantığı yoktur, her halükârda sızlar durur. Vicdanım kadar akılsız bir köpeğim olsa hemen zehirlerdim. Bu meret insanın içindeki geri kalan her şeyden daha fazla yer kaplıyor ve hiçbir işe de yaramıyor.
Geri gelmedim," dedim, "çünkü hiç gitmemiştim."
…kendimi çok yalnız ve kimsesiz hissettim, sanki benden başka herkes ölüp gitmişti.
Kulun bildiğini Tanrı’dan saklamak mümkün değildi. Kendimden de saklayamazdım.
Tom Sawyer’ın Maceraları adlı kitabı okumadıysanız beni tanımazsınız, ama ziyanı yok. O kitabı Bay Mark Twain yazdı ve kendisi çoğu yerde doğruyu söylüyor. Kimi şeyleri abartmış, fakat söyledikleri doğru çoğunlukla. Ne çıkar ki zaten. Öyle ya da böyle yalan söylemeyen kimseyi tanımadım, Polly Teyze hariç, bir de dul bayan, belki bir de Mary.
Bir ihtimal daha var, o da ölmek mi dersin?
Ne kadar acele edersen , o kadar yavaş gidersin…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir