İçeriğe geç

Hegel’den Önce Hegel’den Sonra Kitap Alıntıları – Tom Rockmore

Tom Rockmore kitaplarından Hegel’den Önce Hegel’den Sonra kitap alıntıları sizlerle…

Hegel’den Önce Hegel’den Sonra Kitap Alıntıları

&“&”

Gündelik hayat içinde kendimizi ve dünyamızı giderek daha iyi anlayarak yaşamlarımıza yön vermeye çabalarız. Mutlak kesin bir noktadan başlamadık diye hayatın dışında kalmayız, çünkü gündelik hayatta böyle bir nokta yoktur. Eğer deneyimin getirdikleri inandıklarımızla çelişirse bu durum canımızı sıkmaz, hatta bizi şaşırtmaz; çünkü biliriz ki, pratikte hiçbir teori kesin değildir ve deneyime dayalı her teori yine deneyim tarafından çürütülmeye gebedir. İnsanlık tarihi; güvenilir bir bakış elde etmenin, tarihimizden ortaya çıkan, sonraki deneyimlerimizle sürekli güncellenen bir teori inşa etmenin uzun gayretinden ibarettir.
Hegel’e göre, doğrunun / hakikatin meydana gelme süreci; zaten sonunu, amacını veya hedefini baştan gerektiren bir daire gibidir ve yine bir daire gibi ancak çizilmesi yoluyla tamamlandıktan sonra gerçek olur.
Gerekçelendirme, o halde, zaten orada değildir, başından itibaren mevcut değildir, yani muhakeme süreci boyunca muhafaza edilen ve değişmeden kalan bir şey gibi değildir. Aksine, Hegel’in kartezyen ve hatta Fichteci muhakeme çizgisini tersine çevirmesinin sonucu olarak, gerekçelendirme teorinin geliştirilmesi sırasında yaratılır, yani üretilir. Başka bir ifadeyle, Hegel, kartezyen doğrusal gerekçelendirme biçimi yerine, döngüsel bir akıl yürütme biçimi geçirir. Artık sonu gerekçelendirilen başlangıç değildir, fakat tersine, başlangıcı gerekçelendiren sondur.
Hegel tek bir felsefi sistemden daha fazlasının mümkün olmadığı görüşündedir. Bu Kantçı sistemdir, çünkü Hegel’e göre Kant tek mümkün felsefi sistemi önerir.
Buna göre, hiçbir sınır tanımayan, politik öznenin evrensel bildiği doğrularından başka her şeye duyarsız eylemlerinde kendisini ifade eden saf idrak ancak yıkıcı sonuçlara sahip olabilir.
Hegel, hiçbir kısıtı olmayan idrakin sonucunun sadece ölüm olabileceğini ileri sürer.
Öyle ki, sonuçlarından bağımsız olarak, Devrim’e karşı belli bir sempati beslediğini söylemeye kadar vardırır işi. Kant için Devrim temel olarak etik bir olaydır. Ona göre her halkın arzuladığı anayasaya göre yönetilme hakkı vardır ve Devrim, tüm devrimler gibi, etik olarak iyi bir anayasayı getirme niyetindedir.
Felsefe, diyecektir o, kendi tarihsel anının kavramsal anlaşılmasından başka bir şey değildir.
Hegel zamandışı bir hakikat fikrini reddeder. O, bir işleyişin ürünüyle o ürünü ortaya çıkartan işleyiş arasındaki ilişkinin her zaman farkındadır. Yazılarında düşünce ile bağlamı arasındaki ilişkiye, son çözümlemede, felsefe ile tarihsel uğrağı arasındaki ilişkiye durmadan vurgu yapar.
Kant, bilimi reddeden septisizmi hasmı olarak görür; çünkü ona göre, kesin bilgiye sahip olmamamız tartışmanın sonu değil, ancak başlangıcı olabilir.
Çıkarımsal ilişkide zorunlu bir kıstas bulmak bir şeydir, bu zorunlu kıstası bir temel gibi konumlandırmak çok farklı bir şeydir.
Leibniz akıl doğruları ile olgu doğruları arasında bir ayrım yapar. Leibniz her şeyi tek bir ilkeye indirgemeyi mümkün görmediği için, akıl doğruları dediği doğruların sayısını sınırlamak için çaba sarf eder.
Geometri, aksiyomlar ve postülatlar varsayar. Bunlar kendilerinden sonra gelenleri ispatlamada kullanılırlar fakat kendileri ispatlanamazlar.
Pythagoras’a bir karenin köşegeni ile kenarı arasındaki oranın eşölçülemezliğinin keşfini de borçluyuz. Bu oranın bir tam sayıyla temsil edilememesi olgusu; rasyonel olan, dolayısıyla rasyonel sayılar bakımından bilinebilen gerçeğin aynı zamanda kısmen irrasyonel ve bu nedenle bilinemez olduğunu akla getirir.
Kant’a göre birinin bilimler konusunda son derece yetenekli olması fakat kendi yaptığı çalışmalar konusunda yargı vermeye yeteneksiz olması tamamen mümkündür.
Hume’un çözümlemesi, nedenin sonuç ile ilişkisini a priori olarak düşünmenin imkansız olduğu sonucuna varır. Hume’u ve onu takip eden Kant’a göre bu ilişki deneyimde mevcut olmayan zorunlu bir bağlantıyı varsayar. Oysa Hume’a göre, nesnel zorunluluktan kaynaklandığı düşünülegelen neden-sonuç bağlantısı aslında basit çağrışımdan, yani bir nedenden sonra belli bir sonucun geldiğini deneyimleme alışkanlığımızdan kaynaklanır. Sonuç olarak Hume’a göre, neden-sonuç ilişkisini deneyimden bağımsız, a priori olarak değerlendiren ve tüm akıl yürütmelerini bu varsayım üzerine kuran metafizik, daha kesin olarak kötü metafizik, pek mümkün değildir.
Kant’a göre, henüz metafizik yoktur. Kendi çalışmasında sıraladığı koşullar asla sağlanmamış olduğundan bu bilim henüz var değildir. (…) Bu nedenle, Platon’dan beri felsefeyi bir bilgi bilimi gibi anlayan düşünürlerin upuzun listesine Kant da dahildir.
Kant için transendent"; deneyimin sınırlarının ötesine giden, bu sınırları aşan anlamına gelirken, transendental; deneyimden çıkmayan fakat deneyimi mümkün kılan koşullar için kullanılır.
Kant 1785 tarihli ünlü bir makalesinde Aydınlanma’yı, insanın kendini maruz bıraktığı çocukluktan çıkış olarak anlar. Kant’a göre, insanın kavramsal çocukluğu, aklını kullanmaktaki cesaret ve irade eksikliğine, eleştirel düşünmekteki ve dogmatizmden sakınmaktaki başarısızlığına dayanır. Kant’a göre tüm bu dönem şu sloganla nitelenebilir: Bilmeye Cesaret Et (Latince, sapere aude)!
Hegel’in düşündüğü gibi hakikat eğer bütünün kendisiyse, her yorum, parçayı bütün gibi alması bakımından hata yapar.
Kant’a göre, yorumcu, düşünürün kullandığı ama dile getiremediği fikri berraklaştırmayı dener ve iş buna geldiğinde yorumcular fikri anlamazlar bile.
Hegel devrimci bir düşünürdür. Büyük politik dönüşümlerin olduğu bir dönemde yazdı ve görüşleri yürürlükteki tartışmaları derinden etkiledi. Devrim" kelimesinin anlamı Alman felsefi tartışmasında farklı anlaşılır. Bu terim ilk olarak Ptolemaios’un (Batlamyus) yer merkezli astronomik sistem kavrayışından Copernicus’un güneş merkezli teorisine geçişe göndermede bulunuyordu. Kant’ın yazılarında astronomik anlamını hala korur. Fakat daha sonra "derin politik değişim" anlamına geldi.
Diğer filozoflarla karşılaştırıldığında Hegel, kendinden öncekilere dair güçlü farkındalığı ve onların yürüttükleri tartışmalarda değerli olan ne varsa kendi teorisine katma çabasıyla öne çıkar. Bu nedenle Hegel’in teorisini kendinden önceki teorilere ve içeriden tanıdık olduğu ve cevap verdiği çağdaşı teorilere bir tepki olarak okumak kaçınılmazdır.
Geometrik model, ilk ilkelerinin çokluğu ve bunları kanıtlamadaki yetersizliği nedeniyle zayıflıklara sahiptir. Fakat bu modeli geliştirmenin bir yolu vardır: Tüm ilk ilkeleri, doğruluğu ispatlanabilen tek bir tanesine indirgemek yeterlidir. Bu yolla, doğruluğu bilinen tek bir ilk ilkeden yola çıkarak doğruluklardan meydana gelen bir sistemi çıkarsamak mümkündür.
Alman idealizminin ayırt edici özelliği, tüm büyük Alman idealistlerinde bu ortaktır; öznenin deneyimlediğine nazaran asla pasif olmaması, her zaman aktif olmasıdır.
Hegel felsefe tarihini hakikat hakkında sürdürülen uzun bir diyalog olarak anlar. Hegel için geçmiş felsefi görüşleri basit çe reddetmek veyahut sanki daha önce hiç kimse yazmamış gibi başlangıçtan tekrar başlamak söz konusu değildir.
İlk olarak köle efendiden korkar, ölümden korkar. Bu korku kendisini bir bağımlılık ilişkisine dönüştürür. Fakat çalışması/emeği sırasında köle varoluşunun bilincine varır. Köle veyahut herhangi biri, çalışma içinde ve çalışma vasıtasıyla kendinin bilincine vardıkça efendiyle yani hakim toplumsal figürle olan ilişkisi dönüşür; çünkü kendinin-bilinci özsel olarak özgürleştiricidir. Başka bir deyişle, üretim süreci içinde nesne üzerinde tesirde bulunarak, etkin bir şekilde nesne üzerinde efendilik kazanarak köle, tahakküm ilişkisinden, dolayısıyla diğerinin tahakkümünden doğan korkuyu üzerinden atar.
Her bir kişi diğeri aracılığıyla tanınma elde etmek için uğraşır, bunu genellikle ötekini baskı altına alarak yapar ve amacı sadece kendisini onun konumundan keşfetmektir. Daha basitçe söylersek, her kişi kendi arzularını diğerinin pahasına tatmin eder, sırası geldiğinde diğeri de aynısını yapar.
Büyük bir insan, diğerlerini kendisini anlamaya mahkûm eder"
Büyük bir insan, diğerlerini kendisini anlamaya mahkûm eder."
(Georg Wilhelm Friedrich Hegel)
İlk olarak köle efendiden korkar, ölümden korkar. Bu korku kendisini bir bağımlılık ilişkisine dönüştürür. Fakat çalışması/emeği sırasında köle varoluşunun bilincine varır. Köle veyahut herhangi biri, çalışma içinde ve çalışma vasıtasıyla kendinin bilincine vardıkça efendiyle yani hakim toplumsal figürle olan ilişkisi dönüşür; çünkü kendinin-bilinci özsel olarak özgürleştiricidir. Başka bir deyişle, üretim süreci içinde nesne üzerinde tesirde bulunarak, etkin bir şekilde nesne üzerinde efendilik kazanarak köle, tahakküm ilişkisinden, dolayısıyla diğerinin tahakkümünden doğan korkuyu üzerinden atar.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir