İçeriğe geç

Hear the Wind Sing Kitap Alıntıları – Haruki Murakami

Haruki Murakami kitaplarından Hear the Wind Sing kitap alıntıları sizlerle…

Hear the Wind Sing Kitap Alıntıları

Herkes bir gün ölür. Ama ölene kadar bir şekilde elli yıl falan yaşamak zorundasındır ve bir sürü şeyi düşünerek elli yıl geçirmek, açık konuşayım, hiçbir şey düşünmeden geçireceğin beş bin yıldan çok daha yorucudur.
Gerçekten güçlü olan kimse yoktur. Güçlüymüş gibi yapanlar vardır yalnızca.
Ama, herkes bir gün ait olduğu yere dönüyor işte. Dönecek yeri olmayan bir tek bendim. Yer kapma oyununda olduğu gibi.
Koşullar hepimiz için aynı. Arızalı bir uçağa binmişiz gibi. Şansı yaver gidenler olduğu gibi şanssız olanlar da vardır. Güçlü kişiler olduğu gibi zayıf olanlar da vardır, nasıl ki zenginler olduğu gibi fakirler de varsa. Fakat sıra dışı bir güce sahip olan kimse yoktur. Herkes aynıdır. Bir şeylere sahip olanlar sahip olduklarını bir gün kaybetmekten endişe eder, hiç bir şeye sahip olmayanlar da ömür boyu asla bir şeye sahip olamayacak mıyım acaba diye düşünürler. Herkes aynıdır. Bu yüzden, bunu fark eden kişi bir an önce daha güçlü olmak için çaba göstermelidir. Güçlüymüş gibi yapsa da olur. Sence de öyle değil mi? Gerçekten güçlü olan kimse yoktur. Güçlüymüş gibi yapanlar vardır yalnızca.
Bu dünyada değiştiremeyeceğin şeyler vardır.
Ne gibi?
Mesela, çürük diş gibi. Bir gün aniden ağrımaya başlar. Kim seni avutmaya çalışırsa çalışsın, ağrının duracağı yoktur. Böyle olunca da, kendine çok sinirlenirsin. Sonrasında da onlara kızarsın, çünkü onlar kendilerine kızmamıştır. Anlıyor musun?
O sırada hissettiklerimi sözcüklere dökemem. Hayır, his demek doğru olmaz. Sanki bir şeylere tamamamen sarmalanmışım gibi bir farkındalık haliydi. Demeye çalıştığım, ağustosböceleri, kurbağalar, örümcekler, rüzgar; sanki hepsi tek bir bütün olmuş, evrende akıp gidiyordu.
Herkes bir gün ait olduğu yere dönüyor işte. Dönecek yeri olmayan bir tek bendim. Yer kapma oyununda olduğu gibi.
Gökyüzünü seviyorum. Gökyüzüne ne kadar bakarsam bakayım bıkmam, hem bakmak istemediğin zaman da bakmak zorunda değilsindir.
Lisenin bitimine doğru, hissettiklerimin sadece yarısını dile getirmeye karar vermiştim. Nedenini hatırlamıyorum ama kararımı yıllarca uyguladım. Sonra bir de baktım ki, artık duygularımın yarısını söyleyemeyen biri haline gelmişim.
Bir kızın teninin sıcaklığı, eski bir rock’n roll şarkısı, yeni yıkanmış bir gömlek, havuzun soyunma kabinindeki sigara kokusu, belli belirsiz bir gelecek öngörüsü; hiç sona ermeyecek gibi gelen yaz hayalleri. Ve sonra bir yaz (Hangi yılın yazıydı acaba?) hayallerim bir daha geri dönmemek üzere uçup gitti.
Dürürstçe yazmak çok zordur. Dürüst olamaya çalıştıkça, sözcüklerin karanlığın içine doğru kayıp gidiyormuş gibi olur.
Çünkü, yazmak kendi kendine terapi uygulamak değil sonuçta, olsa olsa kendi kendine terapi yapmaya yönelik zayıf bir deneme olabilir, o kadar.
Herkes yürekten verdiğinin karşılığını alır.
Kalpleri karanlık olanlar kötü rüyalar görür. Kalpleri çok daha karanlık olanlar ise rüya bile görmezler.
Her şey geçip gider. Bu gidişi kimse durduramaz. Bizler böyle yaşarız..
Herkes yürekten verdiğinin karşılığını alır
Biliyor musun, başımın üzerinde hep kötü rüzgarlar esiyor sanki
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Yalan ve sessizlik günümüz toplumunun içine işlemiş iki büyük günah desem yeridir. Gerçekten de bizler hem yalan söylüyor, hem de sık sık susuyoruz..
Beni bu kadar umursamana gerek yok. Birilerini önemsemek istiyorsan parktaki güvercinlere yem atabilirsin.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Denize bakıp durdukça insanları özlerim ben, insanlara bakınca da denizi..
Uygarlık iletişimdir. Eğer bir şeyi ifade edemezsen, o şey var sayılmaz.
-Neden sürekli kitap okuyorsun?
+Okumakta olduğum Duygusal Eğitimi elime aldım ve sayfalarını çevirdim.
+Çünkü Flaubert çoktan ölmüş biri.
-Yaşayan yazarların kitaplarını okumuyor musun?
+Yaşayan yazarların hiçbir değeri yok ki.
-Niye?
+Ölmüş yazarlar daha hoş görülebilir gibi geliyor bana çünkü..
Ne var ki, eninde sonunda herkes ölür
Orası öyle. Herkes birgün ölür. Ama ölene kadar bir şekilde elli yıl falan yaşamak zorundasındır, ve bir sürü şeyi düşünerek elli yıl geçirmek, hiçbir şey düşünmeden geçireceğin beş bin yıldan çok daha yorucudur
Bütün zenginler bok yesin
”Farkında olmak için uğraştığımız şeyler ile gerçekten farkında olduğumuz şeyler arasında derin bir uçurum vardır.
Yazmak eğlenceli bir uğraştır. Çünkü yaşamanın zorluklarıyla karşılaştırıldığında, yazmaya anlam yüklemek çok daha kolaydır
Kusursuz metin diye bir şey yoktur. Tıpkı kusursuz umutsuzluk diye bir şeyin olmadığı gibi.
“ Herkes yürekten verdiğinin karşılığını alır. “
Birilerini önemsemek istiyorsan parktaki güvercinlere yem atabilirsin.
‘Uzayın karmaşıklığıyla kıyaslayınca’ der Hartfield, ‘bizim dünyamız bir solucanın beyni kadar bir şeydir.’
Farkında olmak için uğraştığımız şeyler ile gerçekten farkında olduğumuz şeyler arasında derin bir uçurum vardır.
Öğle vakti aydınlığında anlaşılır mı gece karanlığının derinliği?
Biliyor musun, başımın üstünde hep kötü rüzgarlar esiyor sanki.
Rüzgarlar yön değiştirir.
Yalan ve sessizlik, günümüz toplumunun içine işlemiş iki büyük günah desem yeridir. Gerçekten de bizler hem yalan söylüyor, hem de sık sık susuyoruz.
Hayat boştur. Ancak, kurtuluş da vardır. Demek istediğim, en başta, her şey bu kadar boş değildi. Aslında bizzat biz çalışıp çabalayarak, var gücümüzle uğraşarak anlamın içini boşaltıp onu bomboş hale getirdik.
Eğer sanat ve edebiyat arıyorsanız, antik Yunanların yazdıklarını okuyabilirsiniz. Gerçek sanatı doğurmak için, kölelik sistemi olmazsa olmaz bir gerekliliktir. Antik Yunanlar da böyle düşünüyorlardı; köleleri tarlalarını ekip biçerken, yemeklerini hazırlayıp gemilerinde kürek çekerken şehirliler Akdeniz güneşinin altında kendilerini şiire verip matematikle uğraşıyorlardı. Onlar için sanat, böyle bir şeydi.

Gece yarısı saat üçte uyanıp buzdolaplarını karıştıran türde insanlar, ancak bu kadarını yazabilirler.

Ve ben de onlardan biriyim.

Uygarlık iletişimdir, demişti bana. Eğer bir şeyi ifade edemezsen, o şey var sayılmaz.
Gerçek sanatı doğurmak için, kölelik sistemi olmazsa olmaz bir gerekliliktir. Antik Yunanlar da böyle düşünüyorlardı; köleleri tarlalarını ekip biçerken, yemeklerini hazırlayıp gemilerinde kürek çekerken şehirliler Akdeniz güneşinin altında kendilerini şiire verip matematikle uğraşıyorlardı. Onlar için sanat, böyle bir şeydi.
Herkes yürekten verdiğinin karşılığını alır.
Herkes yaşamının bir döneminde cool olmayı istemiştir.
Her şey geçip gider. Bu gidişi kimse durduramaz.
Bizler böyle yaşarız.
Ancak hiçbir şey eskisi gibi değildi; sürekli sağa sola kayıp görüntüyü bozan şeffaf kopya kağıdıyla çoğaltılmış gibiydi her şey ve öncekinden geri dönülmeyecek biçimde farklıydı.
Öyle zamanlar oluyor ki bazen her saat başı yaşlandığımı hissediyorum adeta. Ve işin korkunç yanı, bunun doğru olması.
Henüz oldukça gencim ama eskisi kadar da değil. Eğer bu durum beni çok rahatsız etseydi bir pazar sabahı kendimi Empire State Binası’nın çatısından aşağı atmaktan başka yapacak bir şey olmazdı.
Orası öyle. Herkes bir gün ölür. Ama ölene kadar bir şekilde elli yıl falan yaşamak zorundasındır ve bir sürü şeyi düşünerek elli yıl geçirmek, açık konuşayım, hiçbir şey düşünmeden geçireceğin beş bin yıldan çok daha yorucudur. Sence de öyle değil mi?
Öyleydi.
Gece yarısı saat üçte uyanıp buzdolaplarını karıştıran insanlar, ancak bu kadarını yazabilirler.
Ve ben de onlardan biriyim.
Çeşit çeşit insan gelip bana hikayesini anlattı, sanki anlata anlata üzerinden geçtikleri bir köprüydüm ben; sonra da çekip gittiler ve bir daha da geri dönmediler.
Buzlarının çözülmesi için tam bir yıl gereken eski bir buzdolabına cool denirse, ben de öyleydim.
Uygarlık iletişimdir. Eğer bit şeyi ifade edemezsen, o şey var sayılmaz.
Acaba bir inek neden bu kadar lezzetsiz birşeyi, acınası bir şekilde sanki çok önemli birşeymiş gibi çiğneyip çiğneyip durur?
Birinci sınıf aklın sınavı, aynı anda iki karşıt düşünceye sahip olarak işlev görme yetisidir.
Defalarca sert darbeler aldım, defalarca kandırıldım, defalarca yanlış anlaşıldım, bununla birlikte bir sürü garip deneyim de yaşadım. Çeşit çeşit insan gelip bana hikayesini anlattı, sanki anlata anlata üzerinden geçtikleri bir köprüydüm ben ; sonra da çekip gittiler ve bir daha da dönmediler. Bu arada ben ağzımı sımsıkı kapalı tuttum, tek bir şey bile demedim.
Farkında olmak için uğraştığımız şeyler ile gerçekten farkında olduğumuz şeyler arasında derin bir uçurum vardır. Kullandığımız cetvel ne kadar uzun olursa olsun, bu derinliği ölçmek mümkün değildir.
Farkında olmak için uğraştığımız şeyler ile gerçekten farkında olduğumuz şeyler arasında derin bir uçurum vardır .
Ağlamak istedim ama insan ağlamak isteyince tek bir damla gözyaşı bile dökülmez. Hep böyledir
Ancak hiçbir şey eskisi gibi değildi; sürekli sağa sola kayıp görüntüyü bozan şeffaf kopya kağıdıylz çoğaltılmış gibiydi her şey ve öncekinden geri dönülmeyecek içimde farklıydı.
Sen gidince kendimi yalnız hissedeceğim gibi bir his var içimde.
Hem zaten, sözcükler benim için bir şey ifade etmiyor
Hayat boştur. Ancak, kurtuluş da vardır. Demek istediğim, en başta, her şey bu kadar boş değildi. Aslında bizzat biz çalışıp çabalayarak, var gücümüzle uğraşarak anlamın içini boşaltıp onu bomboş hale getirdik.
Ama, herkes bir gün ait olduğu yere dönüyor işte. Dönecek yeri olmayan bir tek bendim. Yer kapma oyununda olduğu gibi.
Şehir, yüreğime kök salmış, hatıralarımın çoğu da orayla bağlantılı. Ne var ki, üniversiteye başladığım bahar, bu şehri terk ederken, yüreğimin derinliklerinde bir ferahlık hissetmiştim.
Ve sonra bir yaz hayallerim bir daha geri dönmemek üzere uçup gitti.
Kesinlikle güzel biri değildi. Ancak güzel biri değildi demekle ona haksızlık etmiş olurum. O, kendine yakışır bir güzelliğe sahip biri değildi demek daha doğru bir ifade olur.
Farkında olmak için uğraştığımız şeyler ile gerçekten farkında olduğumuz şeyler arasında derin bir uçurum vardır.
Kalpleri karanlık olanlar kötü rüyalar görür. Kalpleri çok daha karanlık olanlar ise rüya bile görmezler.
bazen düşünüyorum da hiç kimseyi rahatsız etmeden yaşayıp gitmek ne güzel olurdu. bu yapılabilir mi sence?
Herkes yürekten verdiğinin karşılığını alır.
Herkes yürekten verdiğinin karşılığını alır.
Her şey geçip gider. Bu gidişi kimse durduramaz.
Bizler böyle yaşarız.
İnsan ne kadar zavallı bir duruma düşerse düşsün bundan ders çıkarabilir; işte bu da her gün biraz da olsa yaşama devam etme gücü veren şey bana.
Yalan ve sessizlik, günümüz toplumun içine işlemiş iki büyük günah desem yeridir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir