İçeriğe geç

Hayy bin Yakzan Kitap Alıntıları – İbn-i Sina

İbn-i Sina kitaplarından Hayy bin Yakzan kitap alıntıları sizlerle…

Hayy bin Yakzan Kitap Alıntıları

Ayrı yüreklere dağılmış ruhları bir kapta toplamak mümkün olabilse, tümünün aynı ruhun parçaları oldukları görülürdü.
Çile insanı eğite eğite, ahlakını arıta arıta öyle bir noktaya getirir ki, o, uzaktan görünen ve kimi zaman parlayan, kimi zaman sönen bir ışığa döner.
Biber tanesi de siyah, ay yüzlü sevgilimin beni de siyahtır. Her ikisi de can yakıcıdır, ama bu nerede, o nerede..
Bilgiyi ve krallığı, yetkin ve tam olan yücelerden iste Eksikliler, yalnız eksiklikleri verebilirler!
Dile getirilemeyecek gerçeklere, sözcüklerle tahakküm etmeye kalkışmak tehlikelidir.
Bu dünya ile öte dünya, iki kuma gibidir. Hangisinin gönlünü yapsan diğerini gücendirmiş olursun.
her sayının varlık nedeninin, kendinden önceki sayı olması
Anlatamayacağım haller yaşadım
Hayra yor ve nasıl olduğunu sorma.
Kalp kulağıyla dinle, akıl gözüyle görmeye çalış. Belki bunlarda seni doğru yola götürecek bir kılavuzluk bulursun.
Çünkü, kuşku duymayan kişi bakmaz, bakmayan görmez, görmeyen kör ve şaşkın kalır
iki dünyanın bir arada bulunması mümkün değildir. Bu dünya ile öte dünya, iki kuma gibidir. Hangisinin gönlünü yapsan diğerini gücendirmiş olursun.
Sakın, hiç kimsenin kalbinden geçmeyen bu durumu tanımlama, betimleme sevdasına kapılma. Düşün ki, insanın kalbine gelen şeylerin bile birçoğunu tanımlamak, betimlemek mümkün olmuyor. Böyleyken, kalpten geçmesi mümkün olmayan, kalbin bulunduğu dünyanın dışında ve bu dünyada bulunanların eşi ve benzeri olmadığı şeyleri tanımlamak, nasıl mümkün olabilir?
Sonradan gözlerini yitiren kimselerin acısı, koklama gücünü yitirenlerin acısından daha büyüktür.
Bütün amacı mal toplamak, yemek içmek, cinsel isteklerini doyurmak, içindeki kin ve nefreti başkalarını ezerek yatıştırmak, mevki ve makam istediğinde bulunmak, öğretinin buyurduğu yükümlülükleri insanları aldatmak için yerine getirmek gibi aşağılık ve değersiz şeylerden öte gitmeyen insandan daha çok ziyanda olan kimse düşünülebilir mi?
İnsanlar, kendileri için bir felaket demek olan dünya mallarını toplamakta bitimsiz bir yarış içine girmişlerdi. Ölünceye kadar süren bu mal biriktirme yarış ve hırsı, onları ölümsüz mutluluğa eriştirecek eylem ve çabalardan habersiz bırakmıştı. Öğüt vermenin hiçbir yararı yoktu onlara….Gözlerine perde çekilmişti. Doğru yolu görmeleri mümkün değildi.
Kuşkusuz bedenin yaratılışı büsbütün saçma ve anlamsız değildi. Ruhla birleştirilmesi amaçsız ve gereksiz olamazdı.
…Nitekim suyun ateş nedeniyle havaya, havanın şiddetli soğuk nedeniyle kara dönüşmesi, bu anlamda bir bozulmaydı. Bütün cisimler arasında yaratılmış olmayan, bağımsız Özne’ye gereksinim duymayan tek bir cisim bulamadı. Bunun üzerine yerel cisimler, gözündeki bütün önem ve değerini yitirdi.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Önceden tanıdığı, üzerlerinde düşündüğü cisimleri yeniden incelemeye başladı. Bunların tümü, sürekli bir oluş ve bozuluş içimdeydi.
…Cisimlik başka nesnelerde de vardı, fakat tümünde hayvansal ruh yoktu.
Hay, hayvansal ruhun cisim ve cisimlikten ayrı bir şey olduğunu kavrayınca, cisimlik, gözünde bütün değerini yitirdi. Onu önemsememeye başladı. Bütün ilgisi, hayvansal ruha yöneldi ve onun gerçekliğine ulaşma hissi uyandı içinde….
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Hay bin Yakzan’ın akıl yürütmeler yoluyla kavradığı ilk şeylerden biri de, yürekte bulunan hayvansal ruhtu. Ruhun özü ve gerçekliği, cisme eklenerek ona duygu, hareket ve algı gibi kendine özgü, türlü türlü eylem ve etki yeteneği kazandıran cisimlikten başka bir nitelikti.
Eğer bir nitelik olmasaydı, bütün cisimlerin her konuda eşit olmaları gerekirdi.
Hay, bir açıdan baktığında, bütün nesneleri, bütün varoluşu, tek bir nesne gibi algılıyordu. Bir başka açıdan baktığında ise, varoluşta, sınırsız ve sonsuz bir çokluk gözleniyordu. İki bakış açısının çatışması, bir süre ikircim içinde kalmasına neden oldu.
Rousseau’nun Emile’ine, Thomas More’un Ütopya’sına, Daniel Defoe’nun Robinson Crusoe’suna Hay bin Yakzan’ın çocuğu gözüyle bakanların sayısı hiç de az değildir. Batı’nın büyük filozofu Spinoza da, kendi felsefesini kurarken büyük ölçüde Hay bin Yakzan’dan aldıklarına dayanmıştır.
ALLAH Bizi Ve Sizi, Kendisinden
Taşan Şerefli Ruhuyla Doğrulasın .
~
Hele şu yıldızlı haplar yutturucu atılgan yok mu?… Ant içerek sana güvence vermedikçe ona kesinlikle güvenme!… Böyle güvence verirse, o zaman ona İnan ve güven…. Her ne kadar yalanı doğrusu karışıksa da, onun sana vereceği haberlere kulak vermekten vazgeçme!…Bu haberler içinde araştırmaya değer olanlar da yok değildir.
Dile getirilemeyecek gerçeklere, sözcüklerle tahakküm etmeye kalkışmak tehlikelidir.
Anlatamayacağım hâller yaşadım
Hayra yor ve nasıl olduğunu sorma.
Bilgi ve krallığı, yetkin ve tam olan yücelerden iste. Eksikliler, yalnız eksiklikleri verebilirler.
Mazlumun hakkı zalimden, mahkûmun hakkı hâkimden alınır.
Adım sanım Yakzan (Uyanık) oğlu Hay’dır (Diri).
“Bilgiyi ve krallığı, yetkin ve tam olan yücelerden iste…Eksikliler, yalnız eksiklikleri verebilirler!..”
Kalp kulağıyla dinle, akıl gözüyle görmeye çalış. Belki bunlarda seni doğru yola götürecek bir kılavuzluk bulursun.
İnsanın, yapamayacağı bir şeyi yıkmaya kalkışması, yakışıksız bir davranıştır.
Bu dünya ile öte dünya, iki kuma gibidir. Hangisinin gönlünü yapsan diğerini gücendirmiş olursun.
Hay, evreni başlangıçsız varsaydığında da, sonradan olma, yaratılmış varsaydığında da, ulaştığı sonuçlar aynı olmuştu. Evrenin başlangıçsız ya da yaratılmış oluşu konusundaki kuşku ve ikircimi, ulaştığı sonucu etkilemiyordu
Bütün varoluş, ister yoktan yaratılmış olsun, ister başlangıçsız, yani yokluk kendisini önceleyip zaman bakımından başlangıcı ve öncesi bulunmamış olsun, o Özne’nin eseri, yarattığıdır. Varlıklar, her iki durumda da eserdirler ve bir Özne’ye zorunludurlar.
Evrenin kendi kendine var olması mümkün değildir. Onu var edecek bir Özne, Yaratıcı bulunmalıdır. Bu Özne’yi beş duyu ile algılamak olanak dışıdır. Çünkü, duyularla algılanabilecek bir şey, cisimlerden bir cisim, bu nedenle de evrenin parçalarından bir parça olacaktır kaçınılmaz olarak.
Çünkü evrenin, yokluktan sonra yaratılmış olması, zamanın ona öncelik kazanması demektir. Sonradan olmaktan(hudus) çıkan anlam budur. Oysa zaman, yaratılmış olduğunu varsaydığımız evrenin bir parçasıdır ve ondan ayrılması mümkün değildir. Bu nedenle, evrenin zamandan sonra olması, yaratılması anlaşılır bir şey değildir.
Hay, yaratıcı Özne’yi tanıma konusunda yerel cisimlerde aradığını bulamayınca, gözlerini göğe ve gök cisimlerine çevirdi.
Gökler ve içindeki yıldızlar da ene, boya ve derinliğe, yani bir uzama sahiptiler. Bir uzama sahip olan şeylerin cisim olması gerektiğinden, gökler ve yıldızlar da birer cisimdi.
Hayvanları canlı kılan şey, sıcak buhardır. Diğer bütün hayvanların yüreğinde de aynı sıcak buhar bulunmaktadır. Sıcak buhar, yürekten ayrılır ayrılmaz hayvanlar ölür.
kuşku duymayan kişi bakmaz, bakmayan görmez, görmeyen kör ve şaşkın kalır.
Anladım ki öte bilimleri ikidir
Bu ikiden fazla değildir.
Birisi öğrenilemeyen gerçeklik,
Diğeri öğrenilmesi yararsız yanlış.
Çünkü, kuşku duymayan kişi bakmaz, bakmayan görmez, görmeyen kör ve şaşkın kalır.
“İnsanın, yapamayacağı bir şeyi yıkmaya kalkışması, yakışıksız bir davranıştır. Çok iyi bilirsiniz ki, gökten inen oklara hiçbir şey siper olamaz. Mazlumun hakkı zalimden, mahkûmun hakkı hâkimden alınır.
Yalana inan olmaz ve açgözlü insan krallığa ulaşamaz.
Eski ruhbilimciler, insandaki dış duyulardan başka, beş de iç duyu kabul ederlerdi. Bunlar bellek (hafıza), sezgi (vahime), imgelem (muhayyile), anımsama (müzekkire) ve düşünme (müfekkire) idi. Bu beş duyu, bir ortak duyuda (hiss-i müşterek) birleşirdi.
Dıştan içe doğru dokuz gök vardır. Bunlar birbirleriyle iç içedirler. En dıştaki gök, Atlas Göğü’dür (Felek-i Atlas). En içteki de Dünya’dır. En dıştaki Atlas Göğü’nden en içteki Dünya’nın üstünde bulunan Ay’a kadar, Ay ile birlikte dokuz gök vardır. Bunlar şunlardır:
1. Atlas Göğü, en uzak gök katıdır (felek-i aksa),
2. Sabit Yıldızlar Göğü, Burçlar Göğü, Gezegenler Göğü,
3. Zuhal,
4. Müşteri,
5. Merih,
6. Güneş,
7. Zühre,
8. Utarit,
9. Ay.
Birbirlerini kuşatmış olan bu dokuz göğün ortak merkez noktaları da bizim Dünya’mızdır. Ay’ın altında olduğundan, Dünya’ya “Ay altı gök” derler.
Karanlıkta kalan kimsenin ne kendisini, ne
çevresindekileri görmesi gibi, nefs de, kendi özünü, aklı ve aşkın biçimleri (suret, form), aklın ışığıyla görür.
İnsan, akıl nuruyla aydınlanmadıkça, kendi nefsini göremez.
Varlık basamaklarının birincisi, varlığın kaynağı olan Tanrı’nın varlığı basamağıdır. İlk varlık,
O’nun varlığıdır. Tanrı’dan ilk olarak maddeden aşkın akılların birincisi olan “ilk akıl” çıkmıştır.
Bundan “ikinci akıl” ve “ikinci akıl”dan “üçüncü akıl”, dördüncü, beşinci ve bu şekilde akılların
sonuncusu olan “dokuzuncu akıl” çıkmış; dokuzda birler basamağı sona erdiği gibi, bu “dokuzuncu akıl”da da akıllar sona ermiştir. Bunların ilki olan “ilk akıl”, Tanrı’ya göre ikinci basamakta ise de, varlıklara göre ilk basamaktadır. Çünkü Tanrı varlıklardan ayrıdır; varlıklardan hiçbir nesnenin nitelikleriyle nitelendirilemez.
Bütün amacı mal toplamak, yemek içmek, cinsel isteklerini doyurmak, içindeki kin ve nefreti başkalarını ezerek yatıştırmak, mevki ve makam isteğinde bulunmak, öğretinin buyurduğu yü­kümlülükleri insanları aldatmak için yerine getirmek gibi aşağılık ve değersiz şeylerden öte gitmeyen insandan daha çok ziyanda olan kimse düşünülebilir mi?
Bütün amacı mal toplamak, yemek içmek, cinsel isteklerini doyurmak, içindeki kin ve nefreti başkalarını ezerek yatıştırmak, mevki ve makam isteğinde bulunmak, öğretinin buyurduğu yükümlülükleri insanları aldatmak için yerine getirmek gibi aşağılık ve değersiz şeylerden öte gitmeyen insandan daha çok ziyanda olan kimse düşünülebilir mi?..
Gözlem, deney ve düşünme yoluyla elde edilen bilgiler, vahiy yoluyla gelen bilgilerle çelişmez, yani felsefe ile din arasında tam bir uygunluk vardır.
Platon’un ünlü mağara eğreltilemesindekine benzer bir hayata mahkum olduğumuz günümüzde, Hay bin Yakzan, mağaradan kaçmayı başrarak gerçekler dünyasıyla tanışan ve geriye dönüp öğrendiği gerçekleri arkadaşlarına anlatmaya çalışan kahramanın işlevini görecektir inancındayız. #ahmetözalp
Gözlem, deney ve düşünme yoluyla elde edilen bilgiler, vahiy yoluyla gelen bilgilerle çelişmez, yani felsefe ile din arasında tam bir uygunluk vardır.
İnsan kendi başına, hiçbir eğitim ve öğretim görmeksizin, doğayı inceleyerek düşünme yoluyla insan-ı kamil (yetkin insan) aşamasına ulaşabilir, başka bir deyişle insani nefs (nefs-i insani), etkin akılla (akl-ı faal) birleşebilir.
Tanrı bilgisine ulaşmanın en sağlıklı yolu, tecellileri alabilmeye, o da, insanın maddi ve manevi pisliklerden arınmasına, kalbini bir ayna gibi parlatmasına bağlıdır. Kalp bir ayna durumunu alınca, tecelliler orada yansımaya, eş deyişle işrak (aydınlanma) olayı başlar.
Varlık, Tanrı’nın sürekli tecellisinden, tecellilerin somutlaşmasından oluşmaktadır ve varoluş, her an yenilenmektedir. Bu olay, güneş ışınlarının taşması, dünyayı kuşatması, görünür kılması olayı ile simgelenebilir.
Allah’ın (c.c) zatı sırf nurdur. Nur olan Tanrısal zatı algılayabilecek olan insanın içindeki nuru uyandırmak ve parlatmak, sadece duyuların, aklın ve ruhun özel terbiyesi ile mümkündür ve ancak Allah hakkında bu suretle elde edilecek bir bilgi bize bizzat zatı verebilir.
Adım sanım Yakzan (Uyanık) oğlu Hay’dır (Diri)
Eğer paçalarını sıvayıp bütün gücünle bu amacın peşinde koşacak olursan, amacına
ulaştığında çektiğin zorluk ve sıkıntıların boşa gitmediğini anlarsın. İzlediğin yolun bereketini, büyük yararlarını görürsün.
İbn Sina şöyle diyor: “Çile (riyazet) insanı eğite eğite, ahlakını arıta arıta öyle bir noktaya getirir ki,
o, uzaktan görünen ve kimi zaman parlayan, kimi zaman sönen bir ışığa döner. Gözüne, arada bir,
gerçeklik nurlarından çok az bir aydınlık ilişmeye başlar. Bu aydınlık, ona büyük bir tat, zevk verir.
Benliğini kötü huylardan arındırmayı sürdürdükçe, aydınlıklar çoğalır, büyür. Zamanla gözü aydınlığa alışır ve o aydınlık süreklilik kazanır. Çilede olmadığı zamanlarda bile o durumlar, aydınlıklar sürekli görünür.
bilgide derinleşmeyenler, hadlerini aşarlar ve akılla bağdaşmayan,
dinin dış yüzüyle (zahir) uyuşturulması mümkün olmayan kimi iddialarda bulunurlar.
insanların yapısı, yaradılışı, yetenekleri farklıdır ve yüce gerçekliklere
ancak az sayıdaki üstün yaradılışlı insan ulaşabilir
İbn Tufeyl
1. İnsan kendi başına, hiçbir eğitim ve öğretim görmeksizin, doğayı inceleyerek düşünme yoluyla
“insan-ı kâmil” (yetkin insan) aşamasına ulaşabilir, başka bir deyişle insani nefs (nefs-i insanî), etkin akılla (akl-ı faal) birleşebilir.
2. Gözlem, deney ve düşünme yoluyla elde edilen bilgiler, vahiy yoluyla gelen bilgilerle çelişmez,
yani felsefe ile din arasında tam bir uygunluk vardır.
3. Mutlak bilgilere ulaşmak, bütün insanların üstesinden gelebileceği bir şey değildir. Yüce
gerçekliklere ulaşmak, bireysel bir olaydır
“Feraset bilimi, yararları peşin olan bilimlerden biridir. Bu bilim, insanların iç yüzlerini,
gizlediklerini hemen ortaya çıkarır. Bu bilime bakarak insanlara karşı nasıl hareket edeceğini, nasıl bir tavır takınacağını belirler; ona göre, gerekirse o adama yaklaşır, gerekirse ondan uzaklaşırsın.
“Bilgiyi ve krallığı, yetkin ve tam olan yücelerden iste Eksikliler, yalnız eksiklikleri
verebilirler!..”
İnsanlar, kendileri için bir felaket demek olan dünya mallarını toplamakla bitimsiz bir yarış içine girmişlerdi. Ölünceye kadar süren bu mal biriktirme yarış ve hırsı, onları ölümsüz mutluluğa eriştirecek eylem ve çabalardan habersiz bırakmıştı. Öğüt vermenin hiçbir yararı yoktu onlara. Hiçbir güzel söz onları etkileyemezdi. Onlara karşı çıkmak, onlarla savaşmak da işe yaramazdı. Çünkü bu onların inatlarını artırır, durumlarında daha da direnmelerine neden olurdu..
Hay, aydınlatmaya çalıştığı insanlardan umut kestikten sonra bütün toplumu gözden geçirdi. Her sınıftan insanın kendi bilgisiyle yetindiğini, dünyevi istek ve eğilimlerini, bencil isteklerini Tanrı edindiklerini gördü…
Tek varlık O’dur. O mutlak varlıktır. Yetkinlik de, tamlık da, güzellik de yalnızca O’dur. Saltık değer, güç, bilim O’dur.
O ancak O’dur ve “O’ndan başka her şey yok olacaktır.”
O Özne, cömertlerin en cömerdi, merhametlilerin en merhametlisidir…
Hay, gözlemleri sonucunda bu nesnelerin ancak son derece yetkin, mükemmel bir bağımsız Özne’nin eseri olduğu inancı daha bir pekişti ve kesinlik kazandı…
Bütün nesneler gerçekte birdi. Birbirlerinden ayrıldıkları yan, yalnızca kimilerinin barındırdıkları araçlar aracılığıyla bir takım eylemlerde bulunmalarıydı…
Bütün kalplerin ve gözlerin başka türlü olacağı günün korkusu görülmüyordu hiçbir yürekte…
Bütün bu şeyler koskoca bir denizde birbiri üstüne yığılmış karanlıklar gibidir. Bu karanlıklar içinde boğulmak da böylesi insanlar için Tanrı’nın takdiri gereği kaçınılmaz olmuştur…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir