İçeriğe geç

Hayriye Hanım’ı Kim Çaldı? Kitap Alıntıları – Figen Şakacı

Figen Şakacı kitaplarından Hayriye Hanım’ı Kim Çaldı? kitap alıntıları sizlerle…

Hayriye Hanım’ı Kim Çaldı? Kitap Alıntıları

Hayat yaşarken değil, seyrederken güzeldir belki, ne biliyorsun?
Arkamızdan bizim için kayıp diyenler çok yanılacak biliyor musun?Çünkü onlar, kaybın içinde bir ayıp durduğunu bilmeyenlerdir. Çünkü onlar bizim insan olmanın ayıbıyla baş edemediğimizi anlamayanlar, utanmayı unutanlardır…
Ömür yazgının izini sürmekmiş, yaşamaksa bir yaştan sonra kendini oyalamak…
Ömür dediğim ukdeler demeti , hayat ha babam buyuran bir muktedir.
Hayat yaşarken değil, seyrederken güzeldir belki, ne biliyorsun?
Kendimi “değiliyle “kıyaslayacak bir yarın umudum yok .
Kadınlar ömrünü bir sevgiliyle geçirebilir ama hayatını arkadaşlarıyla yaşar.
Keşke böyle de sevmeyi deneseydin beni. Uzağına atmadan, yanına kendini onaylatacak taraflar toplamadan…
Ben nerden uçtum, bu dünyanın en sapa yerine kondum da bir tek sevdiğim kimsenin yanına kendimi bir türlü konduramadım.
Meğer insan bu dünyaya nasıl geldiyse öyle sever, neresi eksikse oradan aşkı tutunurmuş.
Camlar silinir, tozlar alınır, çamaşırlar asılır, anneler ölür. Kederin insanın kalbine bir kere yerleşti mi, artık hep oralı oluşuydu bu.
Bütün özürlerimi diledim de geldim ben bu yaşa. Kimseye borçlu kalmadım. Çoktan öğrendim; insan kardeşten, arkadaştan, sevgiliden, bu hayattan gider. Veda dediğin bir kereye mahsus tur noktalı virgül veda eden mağlup belki ama mahcup değildir.
Çünkü şefkat bizim topraklarda nicedir “yerli ve milli” bir değer değildi. En fazla birine kurban olursak, birini kurban edersek seviyor-seviliyoruz sanırdık . Böyle öğretmişti anamız bize .
Anne karına tutunmak değil kardeşlik, el ele tutuşmakta.
Elini bana hiç uzatmadın. Birlikte büyüdük ama birlikte yürüyeceğimiz bir yol hiç olmadı. Öksüz ve yetim kalınca kardeşlik kalkıyormuş tahtaya. Asıl sınav o zamanmış meğer. İnsan ezberini unutuyor, bildiği her şeyden şüphe duyuyor,apışıp kalıyor.
Şu ahir ömrümde hangi söküğümü dikmiştin de, aramızdaki kocaman yırttığı kapatabilecektin şimdi.
Abilik de babalık gibi boktan bir müesseseydi işte. Hep itaat bekleyen bir iktidarı devren kiralamıştın sen de. Babamı en çok uykusunda sevmiştim ben, seninse uyanıklığını hiç sevmedim.Bu dünyaya torpilli gelişini; bunu kendine hak görüyor en hoyrat halinle başımıza kalkışını da sevmedim. İtirazım sadece sana değil, senin bu çakma imtiyazınla takıldığın tafralara, sana bu rütbeyi verenlerin topunaydı. Bunu da hiç anlamadın !
Helalleşmeyle hesaplaşma arasındaki incecik bir iple bile bağlanmadık ki biz birbirimize, nasıl geleyim? Kinimden, kibrimden değil; ölüm bana da bulaşırsa korkusu hiç değil.Gelmedim çünkü zamanı başa saracak mecal, tek tek hesap soracak hal, aramızda iyi bir şey kalmış ya da hiçbir şey olmamış gibi yapacak oyunculuk kabiliyetini ben de ezelden beri yoktu.
Çocuklukla yaşlılığın buluştuğu yegâne yerlerden biri de pencere önleri değil miydi zaten? Bir zamanlar merakla, keşfetme arzusuyla yanıp tutuştuğumuz sokaklar ve insanlar, şimdi yaralı perdeler arasında, sakındığımız, sıkıldığımız, baka baka eski ettiğimiz şeyleri benzemişti.İnsan ömrü buysa, döne dolaşa aynı pencere önüne konmaksa, bunca yolu niçin yürüdüğümüzü sormak da anca Rüya gibi pilavın içinde taş arayanlara mahsustu.
Herkese ağzıma geleni söylediğime bakma, daha kendime etmediğim laflarım var benim.
Beklemenin zamanı uzattığını, belirsizliğin can yaktığını iyi bilirdi.
Gitmenin içinde gizli bütün yan anlamları da yanında götürmüş, ardında ancak yakından bakanların görebileceği salyangoz izlerine benzer parıltılar bırakmıştı.
İnsanlar aralarında ne konuşuyor, neye üzülüyor, neye seviniyor acaba diye düşündü. Hallerine bakılırsa kimsenin yanındaki ile bir ilişkisi yoktu, uzakta olana bir telefon kadar yakın, yanındakilere dağlar kadar uzak duruyorlardı.
Hayat yaşarken değil, seyrederken güzeldir belki, ne biliyorsun ?
Arzulandığını hisseden kadının yaşı olmazmış.
“Faşizmi hep kötülükle eş tuttuk biz. Halbuki niyetini densizce başa kakan, boşluğuna yumruk gibi oturan her iyilik de faşist bir eylemdir. Yoksa bu kadar insan seviyordum, öldürdüm deyip çıkar mıydı işin içinden? Ya da yavaş yavaş usul usul severek öldürür kıyar mıydı biri diğerinin canına? Kalp insan haysiyetinden daha ağır değildir. Kirli kan atılmıyor hiç bedenden, bir yerde birikiyor, bileniyor, kinleniyor, hükmediyor, kastediyor. Yavaş yavaş olan bu, olduruyor insan kötülüğü.”
melali anlamayan nesle aşina değiliz demiş.
. şefkat bizim topraklarda nicedir yerli ve milli bir değer değildi.
Çocuklukla yaşlılığın buluştuğu yegane yerlerden biri de pencere önleri değil miydi zaten?
Bir kadın var. Adı Hayriye’ymiş. Etine dolgun, başına buyruk. Bir daha bakıyorum ham. Bir daha bakıyorum yarım. Bir daha bakınca bulanık, bir daha derken iyice karanlık
Ama mutluluk hatırlanan bir şey değilmiş, şimdi anladım. Yaşamak için en çok ihtiyaç duyduğumuz şeyin içimizde hiç yer kaplamaması, insan olmanın suçluluğu mu yoksa?
Yeni birini sevmeyeli çok olmuştu.Zaten uzun zamandır insan sevmiyordum.
Ama bu ilk pişman oluşum değildi
Ama mutluluk hatırlanan bir şey değilmiş şimdi anladım..
Çocuklukla yaşlılığın buluştuğu yegane yerlerden biri de pencere önleri değil miydi zaten?
Ömrüm oldukça bu suya bakıp seni de göreceğim demiş dile ilk gelen. Buradan sağ çıkar da ayrılırsak birbirimizden, nerede olursam olayım güven veren bu dizlerini, saçımda gezinen ellerini, beni sevmeyi sil baştan öğrettiğini unutmayacağım. Sen de unutma e mi ?
Güneşe varamadıysak da birbirimizi bulduk demiş gamzesi iyice içine kaçmış kadın. Arkamızdan bizim için kayıp diyenler çok yanılacak biliyor musun ? Çünkü onlar bizim insan olmanın ayıbıyla baş edemediğimizi anlamayan, utanmayı unutanlardır
Sahip oldukları her şeyi geride bırakmanın, bu dünyanın bütün sahiplerine kafa tutamamanın ezinciyle büzülmüş, küçüldükçe küçülmüşler.
Dudakları çatlayanlar, takati kalmayanlar, diyeceği ağzının ucuna gelip yutkunanlar dokunarak avutmuşlar birbirlerini.
Bu kirli kan damarlarımda dolaştıkça, akrabalık dedim bulaşıcı bir hastalık, tez zamanda tedavi olmalıyım. Meğer müsekkini bile yokmuş bu marazın. Kuşaktan kuşağa devredilecek müzmin bir dertmiş.
Bu yabani postunun altından çık, insan içine karış, durmadan ossuruğuna tepik atacağına biraz yüzün gülsün.
Züğürt tesellisiyle kendimi efsunladım, ben dedim karanlıkta görünen bir yıldızım. Milyonlarcasının içinde parlayınca haliyle seçilmiyorum, normal yani bu durum.
Madem kimsenin benden beklediği bir şey yoktu, tembellik kutsaldı.
Kimse kimseyi yormasın, ben şöyle köşemde tek kale takılırım, nasıl olsa her gol bana girecek, attıklarım da dahil.
Kalp insan haysiyetinden ağır değil. Kirli kan atılmıyor hiç bedenden, bir yerde birikiyor, bileniyor, kirleniyor, hükmediyor, kastediyor. Yavaş yavaş olan bu, olduruyor insan kötülüğü.
Faşizmi hep kötülükle eş tuttuk biz. Halbuki niyeti densizce başa kakan, boşluğuna yumruk gibi oturtan her iyilik de faşist bir eylemdir.
Karnının doyduğu yer değildi çünkü ülke, kalbinin attığı yerdi.
Bir hayalin içine dalmış, orada kendisi için bir kıçlık yer açmış, zamanla hayal olan gerçeğe dönmüş, mekâna bürünmüştü. Yaşına uymayan bir dönüşüm, neye benzediğini çıkaramadığı bir vesikalıktı aynada gördüğü.
Aslanın delisi mi olur derseniz, olur da sizin haberiniz olmaz
Suya aksimi görmek için adımımı atacak olsam iri dalgalar benden önce telaşlanırdı. Anlardım, çıkacaklar yorgan gibi örtündükleri suyun altından.
Yazgı denen nane masa başında yazılmadığından olsa gerek, iyi hikâyelerin sonu da gelmiyor.
Hem şu deliliğe övgü düzüp her boka uyum sağlayanlardan olmaktansa bilmediğim bir Avrupa kentinde ağaca tırmanır, yerdeki herkesi Çinli sanarım daha iyi.
Ömür yazgının izini sürmekmiş, yaşamaksa bir yaştan sonra kendini oyalamak
Ben anamdan ne gördüysem tersini yapmak için ömrümü heba ettim. O feda et demişti, heba da aynı kapıya çıkar, takma bu kadar dedim, genlerimle oynadım resmen.
Görgülü kuşlar gördüğünü işler derdi.
Artık neleri unıttuğumu da unuttum. Ömür dediğim ukdeler demeti, hayat ha babam buyuran bir muktedir. Zamanı neşeyle oyalamak için bulduğum kulplar elimde kaldı.
Ama burası insanı taammüden öldüren bir şehirdi. Dışlıyor, tuzak kuruyor, sırtından vuruyordu insanı.
Sessizliğinde bir sinsilik vardı. İçindeki şiddetin tekinsizliğiyle başedemeyenlerin susarak karşısındakini yıpratma çabasına benzer bir şey.
Sözünü ettiğiniz edebiyat dünyası kimleri, neleri kapsar, ucu bucağı neresidir ben bilmiyorum. Kiminin mezurası hangi kriterlerle ölçüyor da bu dünyaya bir sınır koyuyor, ondan da bir gıdım anlamam.Ama bir tek şeyi biliyorum.Hayriye yazmasaydı çıldıracak olanlardan değildi, çılgın gibi yazanlardam hiç değil.
Cümleler ağzımdan parça parça dökülüyordu, kekelemek değil de tamamlayamamak, gerisini getirememek korkusundan diyelim şimdilik.
Mutlu son şart değil, hiç değil. İyi bağlansın final, ustaca kurgulansın durumlar karakterler şöyle kanlı canlı olsun yeter.
Eskilerin o Tanrı yazarları kalmadı artıl okur da eşitlik istiyor, dediği anlaşılan, dediğini güzelce, hafif hafif söyleyen yazar istiyor.
Üslup yazarın mührüdür.
Gövde inşa edilen, beden işlenen bir yapıymış. Birine boyunca kum taşımışom, diğerinde iğneyle hep aynı kuyuyu kazıp durmuşum.
Bizim derdim değdiği anda bir el tene, benim olan bizim olurdu, senin olan da. Sahipsizlikti bu aslında, sahip olmak değil.
Öyle bir ağırlık, öyle bir hantallık. Sen kendini şurdan şuraya kaldıramazken, kimi kıpırdatacak da kaldıracak, şahlandıracaksın yerinden.
Tenimin içinde gizli bir tel vardı. Dokundukça kıpraşan, titremeyi, ürpermeyi seven O kopmuş. Yanlış temas kadar dokunulmazlık da attırıyor demek ki sigortaları.
Ya bu dünya benimle dalga geçiyor ya da ben yamuldum artık Dünyaya yan gözle bakar oldum Rüya, bundan sonra hayat bana çapraz bulmaca !
Hayriye’nin hatırlamak istediği , hırsızın kendi çektiği filmin en heyecanlı sahnesine gelmiş gibi dirildiği an Cebimde sustalı vardı, çekemedim dedi.O benden korktu, ben de ondan.
Unutulacak, unutulacak zaten hiç merak etme !.Ama bu dediğimi de şimdilik unut !
Unut, unut her şeyi, daha çok unut. Günlerin nasıl bu kadar çabuk geçtiğini, daha dün gibi hissettiğin hiçbir şeyin aslında hiç olmadığını, her şey sonsuz ve vahşi bir hızda yaşanır, tüketilir, ertesi gün sil baştan ve hiç hatırlamadan tekrarlanırken yavaşlığın aslında bir hikmet olduğunu anlatma gözünün içine bön bön bakanlara.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir