İçeriğe geç

Hayatu’s Sahabe 2. Cilt Kitap Alıntıları – M. Yusuf Kandehlevi

M. Yusuf Kandehlevi kitaplarından Hayatu’s Sahabe 2. Cilt kitap alıntıları sizlerle…

Hayatu’s Sahabe 2. Cilt Kitap Alıntıları

Ebu’z-Zehra el-Kuşeyri anlatıyor: Hirakliyus, Kostantiniyye’ ye doğru sefere çıkmıştı. Hirakliyus, Müslümanların esaretinden kaçıp gelen bir Rum’a: Bana Müslümanlar hakkında bilgi ver. dedi. Adam: Sana, onları gözlerinle görmüş gibi anlatacağım. Onlar, gündüzleri at sırtında mücahede ile meşguldürler, geceleri de ibadet ederler. Yol üzerinde yedikleri şeylerin ücretini verirler. Bir yere girince, muhakkak selam verirler. Düşmanlarını alt edinceye kadar sebat ederler. Herakliyus: Bu sözlerin doğru ise; onlar, ileride şu bastığım yerleri dahi ele geçirirler. dedi.
Hz. Ömer:

Bizler, zillet içinde bir kavimdik. Allah, İslâmiyet’le bize şeref bahşetti. Eğer biz Allah’ın şeref bahşettiği İslâm’ın dışındaki birtakım basit şeylerden şeref umarsak, Allah bize verdiği şerefi geri alır ve tekrar bizi zelil kilar!

İbn Ömer anlatıyor: Benim için, babam Hz. Ömer’in ahiretteki durumunu öğrenmekten daha sevindirici bir şey olamaz. Rüyamda bir köşk gördüm. Bu köşkün kime ait olduğunu sordum. Bu köşk, Ömer b. Hattab’ındır. dediler. Hz. Ömer köşkten çıktı. Hz. Ömer’in sanki yıkanmış da yeni giyinmiş gibi bir hali vardı. Durumun nasıldır? diye sordum. İyi, eğer Rabbi’min af ve mağfiretiyle karşılaşmasaydım işim bitikti. dedi. Bana, Sizden ayrılalı kaç yıl oldu? diye sordu. On iki sene oldu. dedim. Henüz hesaptan kurtulabildim. dedi.
Yahya b Eyyüb anlatiyor: Duyduğuma göre, Hz. Ömer zamanında sürekli mescide devam eden dindar bir genç vardı. Hz. Ömer, onun bu hâlini çok severdi. Gencin yaşlı bir de babası vardı. Genç, yatsı namazını kılar kılmaz, babasının yanına dönerdi. Eve dönüş yolu üzerinde de bir kadın vardı. Kadın, gence tutulmuş ve gönlünü ona kaptırmıştı. Sürekli gencin yoluna dikilirdi. Bir gece, genç yine evine dönerken onu baştan çıkarmaya çalıştı. Genç de, kadının peşine takıldı. Tam kadının evinin kapısına geldiği ve içeriye adımını atacağı sırada Allah’ı hatırladı ve dilinden şu âyet dökülmeye başladı: Allah’a karşı gelmekten sakınanlara şeytandan bir hayal ilişince, hemen düşünüp kendilerini toparlar, basiretlerine tam sahip olurlar. (Araf, 7/201)

Delikanlı, bu âyeti okuya okuya yere yığıldı. Kadın, yardım etmesi için bir cariyesini çağırdı ve onu, evinin kapısına kadar götürdüler. Oraya oturttular ve babasına haber vermek için kapıyı çaldılar. Baba, oğlunu o vaziyette görünce komşularını çağırdı, yardım ettiler ve eve aldılar. Uzun süre geçtikten sonra, genç kendine geldi. Babası, Oğlum neyin var, ne oldu sana? dedi. Genç: Bir şeyim yok baba. dedi. Babası, ısrar edince anlattı başına gelenleri. Babası, Hangi âyeti okumuştun? dedi. Genç, yukanda zikri geçen ayeti okudu; ama yine kendinden geçti. Baktılar ki, bu kez vefat etmiş. Yıkadılar ve geceleyin götürüp kabristana defnettiler.

Sabah olduğunda, olay Hz. Ömer’e intikal etmişti. Hazreti Omer, gencin babasına geldi ve taziyelerini bildirdikten sonra, Bana neden haber vermediniz? diye sordu. Dediler ki, Ey Müminlerin Emiri! Vakit geceydi, sizi rahatsız etmek istemedik. Hz. Ömer, Bizi onun kabrine götürün. dedi. Hz. Ömer, beraberindekilerle kabre vardı ve şöyle seslendi: Ey filân, Rabbinin huzuruna çıkmaktan endişe duyan mümine iki cennet var. dedi. Kabrin içindeki genç, ona cevap verdi: Ey Ömer! Rabbim, bana senin bahsettiğin cenneti iki kere verdi.

Übey b. Ka’b şöyle der: Kul eğer bir şeyi Allah rızası için terk ederse, Allah, ondan daha iyisini, hiç beklemediği zamanda ona lütfeder. Eğer kul o fedakarlığı yapmaz ve hafife alırsa, Allah onu hiç beklemediği tarzda, daha zor durumlara maruz bırakır.
Fitne ve anarşiden sakının. Hiç kimse, onun içinde görünmesin. Anarşiye kim girerse, onu seylapların çer çöpü sürükleyip attığı gibi atar. Fitne ve anarşik olaylar, gerçekten cahil insanları bile şüpheye sevk eder. Anarşi olayları bittikten sonra, bütün enkazları geride bırakır. Eğer siz fitneleri ve anarşik hadiseleri görürseniz, evinizde oturun, kılıçlarınızı kırın ve yaylarınızın kirişlerini kullanılamaz hale getirin.
Hz. Huzeyfe b. El-Yeman
Ebu’d-Derdá, bir gün şöyle seslendi: Ey Şamlılar! Haya etmez misiniz siz? Yiyemeyeceğiniz miktarda mal biriktir içinde oturmayacağınız binalar inşa ediyorsunuz. Tül-i emellele (geleceğe dair yapılan şahsi planlarla) oyalanıp duruyorsunuz. Sizde öncekiler de servet biriktirir, onu muhafaza eder, tül-i emele oyalanır ve sağlam binalar yaparlardı. İşte görüyorsunuz, onların servetleri gitti, emelleri boş kuruntulara, evleri de birer mezara dönüştü. Ad kavminin Aden ile Umman arasında istifledikleri mallara ve evlatlarına bakın; ibret alın. Şimdi, bu Ad kavminin bıraktığı şeyleri iki dirheme benden kim satın alır?
Hz. Selmân şöyle der: Allah bir insan için şer ve kötülük murat ederse, onu hayadan mahrum eder. Sen de, onu Allah’ın gazabına çarpılmış olarak görürsün. Bir insan Allah’ın gazabına uğrarsa, ondan acıma duygusu alınır, o, kaba saba ve insafsız biri haline gelir. Bu kimseden emanet, yani güvenme kabiliyeti de alınır. Artık o, ortalıkta dolaşan apaçık bir haine dönüşür. Böyle bir hainin, İslâm ile de bağları koparılır, o hem lanetli hem de insanlarca nefret edilen biri olur.
İbn Mesud şöyle der: Hiçbiriniz asalak olmasın! İbn Mesud Hazretlerine, asalak insanın kim olduğu sorulduğunda: Asalak ‘Ben insanlarla beraberim. Onlar hidayet üzere olurlarsa, ben de hidayet üzere olurum. Ama sapıtırlarsa ben de sapıtmış olurum der. Bakın, beni iyi dinleyin: İmanınızı öyle sağlamlaştırın ki, bütün insanlar inkar etse bile siz dimdik ayakta kalabilesiniz.

İbn Mesud bir nasihatinde de şöyle demiştir: Allah, dünyada riyakar olanları ahirette insanlara gösterir. Allah, dünyada gösteriş olsun diye yaptıklarını başkalarına duyuranları, ahirette diğer insanlara ilan eder. Büyük olduğunu göstermek için boyunu uzun gösterenleri Allah alçaltır. Allah karşısında saygısından dolayı mütevazı olanları ise, Allah yüksek mertebelere eriştirir.

Ukbe b Ebû Sahba anlatıyor: İbn Mülcem adlı kişi, Hz. Ali’yi suikast düzenleyip yaraladığı zaman, oğlu Hz. Hasan ağlayarak Hz. Ali’nin yanına geldi. Babası ona Niçin ağlıyorsun oğlum? dedi. O da: Nasıl ağlamam baba. Sen şu an, dünya hayatının son; ahiret hayatının da ilk anlarını yaşıyorsun. dedi. Ali ona şu öğütte bulundu:

Bak yavrum; şu dörder öğüdümü tutarsan yaptığın hiçbir işten zarar etmezsin: En büyük zenginlik ve servet, akıldır. En kötü yoksulluk ve fukaralık ise ahmaklıktır. En büyük vahşet, yani insanın kendi yaptıklarını beğenmesi ve yeterli görmesidir. Şereflerin en yücesi de güzel ahlâktır.
Hz. Hasan, diğer dört öğütün olduğunu sorduğunda Hz.Ali şöyle buyurdu:

Ahmaklarla sakın arkadaşlık etme. Çünkü ahmak, faydalı olayım derken, sana zarar verir. Yalancıyla da arkadaş olma. Çünkü yalancı arkadaş, sana yakın olanlan uzaklaştırdığı gibi, uzak olanları da sana yakınlaştırır. Cimrilerle arkadaşlık etme. Zira cime insan, senin çok ihtiyaç duyduğun anda senden uzaklaşır. Günah işlemeyi huy edinen facirlerle de arkadaş olma; zira onlar çok değersiz şeyleri sana tercih ederler.

Said b. Süveyd (radıyallahu anh) anlatıyor: Sahabeden Umeyr b. Sa’d, Humus’ta vali olduğu sırada minbere çıktı ve şöyle hitap etti:

Bakınız, İslâm sağlam bir duvar ve yıkılmaz bir kapıdan ibarettir. İslam’ın sağlam duvarı adaletidir; kapısı ise haktır. Duvarda çatlak meydana gelirse ve kapı kırılırsa, İslam, başkalarının boyunduruğu altına girmiş olur. Devlet reisi, sağlam durduğu müddetçe İslâm da yıkılmaz ve sağlam durur. Sultanın ve devlet başkanının sağlam duruşu, insanlara kılıç ve kırbaçla şiddet uygulaması değildir. Aksine, hakkı tatbik ve adaletle muamele etmesidir.

Kul Allah için mütevazı olursa, Allah onun makamını yüceltir ve ona şöyle der: Yürü kulum, Allah seni muvaffak edecektir. O kul, kendi kendisini küçük görse de insanların nazarında çok değerlidir. Bir kul da, nimetler karşısında büyüklenir ve tavrını değiştirirse, Allah onu yerin dibine atar ve ona: Sen burada, olduğun yerde kalasıca’ der. Bu insan, kendisini büyük görmesine rağmen, insanların nazarında çok küçüktür. Hatta, insanların nazarında hınzırdan bile alçaktır.!
Hz.Ömer
Ey insanlar, sizin en hayırlınız olmadığım halde başınıza getirildim. Fakat Kur’ân nazil olmuştur. Allah Resûlü, bunu sünnetiyle yaşamıştır. O, bize en müttaki olanın en akıllı olduğunu, isyankarın da en ahmak olduğunu öğretmiştir. Bana göre sizin en kuvvetli olanınız, hakkı gasbedilen mazlumdur. En zayıfınız da başkasının hakkını gasbeden kuvvet sahibidir.

Ey insanlar, ben Allah Resûlüne tâbiyim. Yeni bir yol icat ede cek değilim. Eğer iyilik y( Ey insanlar, sizin en hayırlınız olmadığım halde baş getirildim. Fakat Kur’ân nazil olmuştur. Allah Resûlü, bunu süs netiyle yaşamıştır. O, bize en müttaki olanın en akıllı olduğunu, isyankanın da en ahmak olduğunu öğretmiştir. Bana göre sizin en kuvvetli olanınız, hakkı gasbedilen mazlumdur. En zayıfınız da başkasının hakkını gasbeden kuvvet sahibidir.

Ey insanlar, ben Allah Resûlüne tâbiyim. Yeni bir yol icat edecek değilim. Eğer iyilik yaparsam bana yardımcı olunuz, haktan saparsam bana doğruyu gösteriniz. Söyleyeceklerim bunlardan ibaret. Kendim ve sizler için Allah’tan mağfiret diliyorum.
Hz. Ebu Bekir

Cehennem ateşinden uzak tutulmayı ve cennete girmeyi sevenler, ölümü, Allah’a ve ahiret gününe iman ederek karşılamaya baksınlar. Kendilerine nasıl davranılmasından hoşlanıyorlarsa, başkalarına da öyle davransınlar.
Ebu Humeyd es-Saidi (radıyallahu anh) anlatıyor: Allah Resûlü , bir adamı zekât toplama görevlisi (amil) tayin etmişti. Adam işini bitirip de Hz. Resûlullah’a gelince şöyle dedi: Ya Resulallah! Bunlar devletin; bunlar da bana hediye edildi. Bunun üzerine Resûlü Ekrem adama: Sen ananın babanın evinde oturup bekleseydin, bu hediyeler sana verilir miydi, verilmez miydi? diye sordu.

Allah Resûlü akşam namazdan sonra, Allah’a hamd ve senadan sonra şöyle dedi: Görevlendirdiğimiz bir zekât memuru bize nasıl oluyor da, ‘Bu size, bu da bana hediyedir. diyebiliyor? Anasının evinde otursaydı ve bekleseydi, ona bu hediyeler gelir miydi, gelmez miydi? Allah’a kasem ederim ki, sizden biri böyle yaparsa, kıyamet gününde aldığı şeyi boynunda taşıyarak getirecektir. Eğer haksız kazancı bir deve ise, deve kükreyerek gelecek, inek ise inek böğürerek gelecek, koyun ise meleyerek gelecektir. Tebliğ ettim mi?

Hüseyin b. Ali (radıyallahu anh) anlatıyor: Ey insanlar! Sanki ölüm, bizim dışımızdakiler için mukaddermiş gibi; sanki hak ve hakikat, bize değil de başkalarına gelmiş gibi Sanki öbür aleme yolladıklarımız, kısa zaman sonra döneceklermiş ve sanki bizler ebedi dünyada kalacakmışız gibi onların geriye bıraktıklarını yiyoruz. Bütün öğüt verenleri unutmuşuz ve başımıza geleceklerden eminmişiz gibi rahat davranıyoruz. Ne mutlu kendi ayıbıyla uğraşmaktan başkalarıyla uğraşmaya vakit bulamayanlara. Ne mutlu helalinden kazananlara! İç ve dış dünyası arızasız ve güzel olanlara! İstikametten ayrılmayanlara! Ne mutlu zillete düşmeden Allah için mütevazı olanlara, helal rızkından infakta bulunanlara, ilim ehli ile birlikte olanlara! Ne mutlu düşkünlere ve yoksula şefkatle muamele edenlere, malının fazlasını Allah için infak edenlere, konuşmada haddi aşmayanlara, sünnet-i seniyye dairesinden çıkmayıp bidatlere sapmayanlara!
Ey diliyle iman ettiği halde kalben iman edememiş olanlar! Müslümanlar hakkında gıybet etmeyin. Onların ayıplarını araştırmayın. Zira kim kardeşinin ayıbını araştırırsa, Allah da onun ayıplarını açığa çıkarır. Allah kimin ayıbını ortaya dökerse, onu evinin ortasında rezil ve perişan eder.
Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed
Nasıl ki bu belde, bu ay ve bu gününüz mukaddes ise, kanlarınız, mallarınız da kutsal ve dokunulmazdır. Şunu bilmelisiniz ki, cahiliye devrinden kalma bütün kötü ädetler ayaklarımın altındadır. Cahiliye devrindeki kan davaları da kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan davası da, Haris oğlu Rebia’nınkidir. O, Sa’doğullarına emzirilmek üzere verilmiş; ancak Hüzeyl tarafından katledilmişti. Cahiliye devrinden gelen faiz adeti de artık kaldırılmıştır. Ilk kaldırdığım faiz ise, Abbas b. Abdulmuttalib’in faizidir. Hepsi topyekün kaldırılmıştır.

Kadınlar konusunda, Allah’ın emirlerine ve yasaklarına riayet ediniz. Çünkü, siz onları Allah’tan birer emanet olarak aldınız. Onlarla, Allah’ın emri ve müsaadesi ile yuva kurdunuz. Sizin onlar üzerindeki hakkınız; sevmediğiniz ve istemediğiniz kimseleri yataklarınızda yatırmamalarıdır. Şayet bunu yaparlarsa, onla n incitmeden hafifçe dövebilirsiniz. Onların sizin üzerinizdeki hakkı ise; toplumun ortalamasına göre yeme, içme ve giyimlenni temin etmenizdir.

Ey insanlar! Rabbiniz birdir. Babanız da birdir. Arabın Aceme bir üstünlüğü yoktur. Arap olmayanın da Arap olana bir üstünlüğü söz konusu değildir. Kırmızı renkli olanların siyah renkli olanlara üstünlüğü olmadığı gibi, siyahın da kırmızı olana üstünlüğü yoktur. Üstünlük, sadece takva iledir. Allah katında en üstün olanlanınız, en müttakilerinizdir.

Ben havzın başına önceden gidip, sizi bekleyeceğim. Diğer ümmetlere, karşı sizin çokluğunuzla övüneceğim. Beni orada mahcup duruma düşürmeyin. Bazılarınızı kurtaracağım, bazılarınızı da elimden çekip alacaklar. Ben orada: ‘Ya Rabbi, onlar ashabımdır.’ diyeceğim. Bana, ‘Onların, senden sonra ne haltlar karıştırdıklarını bilmiyorsun.’ denilecek. Size, sımsıkı sarıldığınız takdirde asla sapmayacağınız bir emanet bıraktım: Allah’ın kitabı Kur’an.
Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed

Hz. Aişe anlatıyor: Allah Resûlü, misvak kullandıktan sonra kılınan namazı, misvaksız kılınan namazdan yetmiş kat daha üstün tutardı. Gizli zikir, aşikare yapılan zikirden yetmiş kat daha faziletlidir. derdi.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Berá b. Azib (radıyallahu anh) anlatır: Bir adam, bana şöyle dedi: Ebu Umare, ‘Ellerinizle kendi kendinizi tehlikeye atmayın’ (Bakara 2/195) ayetiyle, düşmana saldırıp öldürülünceye kadar çarpışan bir insan mı kastediliyor? Ben dedim ki: Hayır, bir günah işleyip de ‘Bu günahımı Allah bile affetmez!’ diyen şahıs kastediliyor.
Ebú Zer anlatır: Bir gün, evden çıkarak Allah Resûlü’nün bulunduğu cemaatin yanına geldim. Size en cimri insanın kim olduğunu haber vereyim mi? buyurdu. Söyleyin ey Allah’ın Resulü! dediler. En cimri insan, yanında ismim anıldığı halde bana salat u selam getirmeyendir. buyurdu Allah Resûlu. Ka’b b. Ucre (radıyallahu anh) anlatıyor: Bir gün Resulullah: Minbere doğru yaklaşınız. buyurdu. Biz de yaklaştık. Bir basamak çıkınca Amin dedi. İkinci basamağa çıkınca yine Amin dedi. Üçüncü basamağa çıkınca da yine Amin dedi. Minberden indikten sonra: Ya Resulallah! Bugün senden, şimdiye kadar duymadığımız bir şey duyduk! dedik. Resulullah: Cibril-i Emin geldi ve ‘Ramazan’a yetişip de günahlan bağışlanmayan kimse cennetten uzak olsun!’ dedi. Ben de, Amin’ dedim, ikinci basamağa çıktığımda Cebrail, Yanında anıldığında sana salavat getirmeyen, cennetten uzak olsun!’ dedi. Ben de, Amin’ dedim. Üçüncü basamağa çıktığımda Cebrail, ‘Annesinden ve babasından her ikisi veya birisi yanında yaşlanıp da, onların rızasını kazanmayan kişi de cennetten uzak olsun!’ dedi. Ben de, ‘ Amin’ dedim. buyurdu.

Hz. Ömer (radıyallahu anh) der ki: Allah Resûlüne salavat getirilmeden yapılan hiçbir dua Allah’a ulaşmaz; ancak ona salat u selam getirildikten sonra Allah’a ulaşır.

Hz. Ali anlatır: Allah Resûlü, kızı Fâtıma’yı benimle nikahlarken ona çeyiz olarak bir kadife kumaş, içi hurma lifi ile doldurulmuş bir yastık, bir el değirmeni, bir su kabı ve iki de çömlek kabı vermişti. Bir gün Fatma’ya dedim ki: Kuyudan su çektim, göğsüm ağrıdı. Allah, babana birçok esir ihsan etti. Gidip de bizim için bir hizmetçi istesen. Fâtima, Benim de, el değirmeninde un öğütmekten ellerim nasır bağladı. diye yakınarak Allah Resulüne gitti. Resûlü Ekrem, Fâtıma’ya geliş sebebini sordu. O da utandığı için: Hälini ve hatırını sormaya geldim. diyerek geri döndü. Fâtima’ya, Ne yaptın? diye sordum. Hizmetçi istemeye çekindim. dedi. Bunun üzerine, Fâtima ile birlikte Allah Resülünün yanına gittik. Ben: Ya Resulallah, kuyudan su çeke çeke göğsüm ağrıdı. dedim. Fâtima da: Benim de değirmen çevirmekten dolayı ellerim nasır bağladı. Allah’ın sana ihsan ettiği esirlerden birini bize hizmetçi olarak versen. dedi. Allah Resûlü şöyle buyurdu:

Suffe ashabını aç bırakıp da size hizmetçi veremem. Ben, onların ihtiyaçlarını bile karşılayamıyorum. Esirleri satıp onların ihtiyaçlarını gidereceğim.

Ebu Zer (radıyallahu anh) anlatır: Hz. Resûlullah’a: Ey Allah’ın Resülü, bana bir tavsiyede bulun! dedim. Bana dedi ki: Bir fenalık yaptığında hemen onun peşinden bir iyilik yap ki, işlemiş olduğun hataya ve günaha kefaret olsun. Ya Resulallah ‘La ilahe illallah’ demek de iyilik sayılır mı? dedim. Elbette, hem de o kelimeyi söylemek; iyiliklerin en üstünüdür. buyurdu.
Ukbe b. Amir (radıyallahu anh) anlatıyor: Allah Resûlü ile görüştüğümde bana şöyle demişti: Senden ilişkisini kesenle sen münasebet kur, sana vermeyene sen ver, sana haksızlık edene af ile muamele et.
Kim Allah katındaki değer ve mertebesini öğrenmek istiyorsa, Allah’ın kendi iç dünyasındaki kıymetine baksın. Zira Allah’ın kula verdiği değer ve mertebe, kulun Allah’a karşı olan tutumuyla doğru orantılıdır.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Hz. Ömer (radıyallahu anh) der ki: Allah’ı zikretmeye bakın; çünkü O’nu zikretmek, şifadır. İnsanları, dilinize dolayıp dedikodu yapmaktan da kaçının; çünkü bu bir hastalıktır.

Hubeyb b. Ubeyd anlatır: Ebû’d-Derda’ya gelen bir adam: Bana öğüt ver. dedi. Ebu’d-Derdá, ona şu tavsiyede bulundu: Rahat ve iyi zamanlarında Allah’ı çokça an ki, dar ve sıkıntılı günlerinde de, O seni ansın. Herhangi bir dünya nimetine nail olduğunda, o nimetin zevalini ve akıbetini düşün.

Hz. Enes anlatır: Allah Resûlü şöyle buyurdu: Sabah namazından sonra güneş doğuncaya kadar Allah’ı zikredenlerle hemhal olmak; benim için, her birine on iki bin dirhem diyet vererek, İsmail neslinden dört köleyi azat etmekten daha faziletlidir. Keza, ikindi namazından sonra da güneş batıncaya kadar Allah’ı anan bir cemaat ile birlikte olmak, benim için İsmail neslinden her biri on iki bin dirhem diyet karşılığında dört köleyi azat etmekten daha hayırlıdır.

Hz. Enes şöyle der: Dilediğiniz ilmi öğrenin. Şunu bilin ki bildiklerinizle amel etmedikçe sevabına erişemezsiniz.

Hz. Ali der ki: Ey ilim sahipleri, ilminizi pratik hayatınıza intikal ettirin. Alim o kimsedir ki, öğrendiklerini hayatına intikal ettirir ve ilmi ameliyle ters düşmez. Yakın gelecekte, ilimlen gırtlaklarından öteye geçmeyecek kimseleri göreceksiniz. Bunların iç dünyaları dış görünümleriyle taban tabana zıttır. Bir araya gelip oturduklarında, birbirlerine karşı övünüp dururlar. Hatta bunlardan bazıları, arkadaşının kendi meclisini bırakıp diğer bir grubun yanına gidip oturmasına bile öfkelenir. Bunların bu tür meclislerinde yaptıkları amelleri, asla Allah’a ulaşmaz; makbul olmaz.

Muaz b. Cebel (radıyallahu anh) der ki: Dilediğinizi öğrenin; ama öğrendiğiniz ilimlerle amel etmediğiniz takdirde, Allah size ilim hazinesinin kapılarını açmaz.

Übey b. Ka’b (radıyallahu anh) anlatıyor: Bir kişiye, Kur’an’dan bir süre öğretmiştim. O da bana, ücret olarak bir elbise hediye etmişti. Allah Resûlüne geldim ve bu olayı anlattım. Resûlü Ekrem bana şöyle dedi: Eğer kabul edersen sırtına ateşten bir elbise giyinmiş olursun.

Avf b. Malik (radıyallahu anh) anlatır: Beraberimdeki bir adama Kur’an öğretmiştim, o da bana bir yay hediye etmişti. Bunu, Allah Resûlüne anlattığımda Resûlullah bana şöyle dedi: Bak Avf, iki omzunun arasında cehennem ateşinden bir parça olduğu halde Rabbine kavuşmayı ister misin?

Hz. Ali der ki: Size, gerçek din aliminin kim olduğunu haber vereyim mi? Halka, Allah’ın rahmetinden ümit kesecek ölçüde dini zorlaştırmayan, günah işlemelerini kolaylaştıracak kadar da kolaylaştırmayan, insanları Allah’ın azabına maruz kalabilecekleri konusunda endişelendiren ve başka taraflara rağbet ederek Kur’an’ı terk etmeyen kimsedir. Fıkhi boyuta iyice vakıf olmayanın ibadetinde hayır olmadığı gibi, iyice kavranılmayan fıkıhta da hayır yoktur. Keza, Kur’an’ı tefekkür etmeden okumakta da pek fazla hayır yoktur.

Hz. Ömer der ki: İlim öğrenin, başkalarına da öğretin. İlim ile beraber ağırbaşlı ve mütevazı olun. İlim öğrendiğiniz hocalarınıza ve ilim öğrettiğiniz talebelerinize karşı daima mütevazı olun. Despot ilim adamlarından olmayın ki, bu tavrınız ilminizin değerini düşürmesin.

Abdullah b. Abbas (radıyallahu anh) anlatıyor: Bir gün, Peygamberimize (sallallahu aleyhi ve sellem): Yâ Resûlallah, birlikte oturduğumuz kişilerin en hayırlısı kimdir? diye sorduk. Gördüğünüzde size Allah’ı hatırlatan, konuştuğunuzda ilminizi artıran, davranış ve tutumu, size ahireti düşündüren kimsedir. buyurdu.
Kim bir müminin kusurunu gizlerse, toprağa diri diri gömülen bir kız çocuğunu ihya etmiş gibi olur.
Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed
Sa’d anlatıyor: Allah Resûlü; şu duayı bizlere bir muallimin öğrencilerine yazmayı öğrettiği gibi öğretirdi: Allah’ım! Cimrilikten, korkaklıktan, elden ayaktan düşecek kadar yaşlanmaktan, dünyevi fitnelerden ve kabir azabından sana sığınırım.
Hz. Ali anlatıyor: Allah Resûlü bana şöyle dedi: Sana beş bin koyun vermemi mi, yoksa hem dinine hem de dünyana faydalı olcak beş cümle mi öğretmemi istersin? Ben dedim ki: Ya Resûlallah! Her ne kadar beş bin koyun iyi bir servet sayılsa da, sen bana yine de o beş cümleyi öğret. Allah Resûlü şöyle buyurdu:

Allah’ım, günahlarımı mağfiret eyle. Bana vicdan genişliği lütfeyle. Kazancımı helalinden eyle. Verdiğin rızıklara kanaatkár eyle. Kalbimi, yasakladığın şeylere doğru kaydırma.

Hak kimden getirilirse, onu alıp kabul edin. Bâtılı da kime karşı olursa olsun yüzüne çarpın.
Hz.Muaz b. Cebel
Allah’ım benden evvel göndermiş olduğun her peygamberinin; kavmi içinde onun izinden giden havarileri ve yardımcıları olmuştur. Ancak, bunlardan bir zaman sonra birtakım nesiller gelmiştir ki, onlar yapmadıklarını, yapmayacaklarını söylerler ve emrolunmadıkları işleri irtikap ederler. Bunlarla, her kim eliyle mücadele ederse hakiki mümindir; diliyle mücadele ederse de mümindir, kalbiyle tavır koysa yine mümindir. Bunu da yapamayanın, bir hardal tanesi kadar dahi imandan nasibi yoktur.
İlim tahsil ederken vefat eden kişi şehittir.
Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed
Kümeyl b. Ziyad anlatır: Hz. Ali, elimden tuttu ve beni sahraya doğru götürdü. Bir yere oturduk. Biraz dinlendikten sonra, bana şunları söyledi: Bak Kümey!! Kalpler kaplara benzer. En iyi kalp ise, kavrayışı en güçlü olandır. Şimdi, benim diyeceklerimi iyi belle İnsanlar üç çeşittir. Birinci grupta olanlar Rabbani alimlerdir. İkinciler, kurtuluş yolunda ilerleyen ilim talebeleridir. Üçüncü kısım insanlara gelince, onlar ise bilgisiz kalabalıklardır. Bu kitleler, rüzgar nereden eserse o yana doğru savrulurlar. llim ışığıyla aydınlanmamışlardır. Onların, sağlam bir dayanak noktaları da yoktur.

İlim, maldan hayırlıdır. İlim seni korur, malı ise sen korursun. İlim amel edildikçe ziyadeleşir, mal ise harcandıkça eksilir. Alimi sevmek, herkesin üzerine düşen bir vecibedir. İlim, alime hayatı boyunca itibar ve şeref kazandırır. Alimin, ölümünden sonra da hep hatırlanmasını sağlar. Ancak malın sağladığı itibar, malın gitmesiyle kaybolur. Nice zenginler vardır ki, hayattayken ölü sayılırlar. Alimlere gelince, onlar dünya var oldukça hayattadırlar: Kendileri vefat etmiş olsa da, eserleri ve namları ile gönüllerde yad-ı cemil olarak yaşarlar.

(Eliyle göğsünü işaret ederek) Ah, ah; şuradaki ilmi aktarabileceğim liyakatli kimseleri keşke bulabilsem! Bulduğum kimseler var, ama güven telkin etmiyorlar bana. Dini anlamaları için kendilerine verilen ilmi, dünya menfaati için kullanıyorlar. Allah’in serdettiği delilleri, kitabın rağmına; verdiği nimetleri de kulları aleyhine istimal ediyorlar. Bazılar var ki, Hak ehlinin arkasında yer almalarına karşın, Hakk’ın ihya edilmesi mevzuunda hiçbir basiretleri yok. Daha işin başında iken şek ve şüpheye düşüyorlar. Bu iki kısmın ikisi de hayırsızdır. Bir kısmı var ki, onlar da iradelerini arzu hevalarına teslim etmişler. Diğer bazıları ise, mal biriktirmekle mengul. Bunlar, asla dine çağıran davetçiler olamazlar. Meralarda otlayan hayvanlara benzerler bu tür kimseler.
Gerçek âlimlerin vefatıyla, ilim de bir nevi ölür. Hayır; Allah’ ım! Böyle olmasın; varlığını ispat eden delillerin ve âyât-ı beyyinatının abes olduğunun iddia edilmemesi için, dünyamız âlimsiz kalmasın Allah’ım! Bunların sayıları oldukça azdır. Fakat, Allah nezdindeki kıymetleri çok ulvidir. Allah, yüce dinini bunlara müdafaa ettirir. Bu âlimler, kendilerine bahşedilen emaneti layık olanlara intikal ettirirler. Dünyanın zevk ü sefasına dalan insanlar arasında, onlar olabildiğince mülayimdirler. Cahillerin iltifat etmedikleri ilmi, samimi dost gibi telakki ederler. İlmin verdiği aşk ve şevkle, bedenleri dünyada olsa da, ruhları mânâ âleminde yaşar. İşte; yeryüzünün halifeleri ve İslâmiyet’in hakiki davetçileri! Ah keşke böylelerini görebilsem!

Ebu Ümame el-Bâhili (radıyallahu anh) anlatıyor: Allah Resûlüne biri âlim diğeri ise âbid iki insandan söz edildi. (Resûlullah şöyle buyurdu: Âlimin (kendini ilme verenin) âbide (kendini ibadete verene) olan üstünlüğü; benim, sizin en alt seviyede bulunanınıza olan üstünlüğüm gibidir. Allah, melekler, mele-i a’lânın sakinleri hatta yuvasındaki karınca ve denizdeki balıklar bile insanlara güzel şeyler öğretenlere dua ve istiğfarda bulunurlar. dedi ve şu ayeti okudu: Allah’tan hakkıyla korkanlar, onun kullarından âlim olanlardır. (Fatır, 35/28)
Bir kimse, kendisini istemeyen bir cemaate imamlık yaparsa, onun imameti makbul olmaz.
Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed
Ey Allah’ın kulları, saflarınızı düzeltiniz; aksi halde birlik ve beraberliğiniz bozulur.
Namazı terk ettiği bir zamanda, bir insan vefat ederse Allah’ın gazabıyla karşılanır.
Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed
Kim benim gibi abdest alır, sonra namazını kılarsa, Allah, onun sabahla öğle arasında işledi günahları affeder. Sonra ikindi namazını kılarsa, öğle ile ikindi arasında işlediği günahları affeder. Daha sonra akşam namazını kılarsa, ikindi ile akşam namazı arasında işlediği günahları affeder. Yatsı namazını kılarsa, akşam ile yatsı arasında işlediği günahlarını affeder. Belki, o kimse geceleyin günah işleyebilir. Eğer abdest alır ve sabah namazını kılarsa, Allah yatsı ile sabah arasında işlediği günahlarını affeder.
Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed
(Hz. Huzeyfe (radıyallahu anh) anlatıyor: Bir defasında, Peygamber Efendimize (sallallahu aleyhi ve sellem): Yâ Resûlallah! Müttakilerin en başta gelen görevi olan iyiliği emredip fenalıktan sakındırma, ne zaman terk edilecek? diye sordum. Efendimiz: İsrailoğullarına gelen, sizin de başınıza geldiğinde. buyurdu. Ya Resulallah, İsrailoğullarının başlarına ne gelmişti ki? diye sordum, Resûlallah: Hayırlı olanlarınız, çürük ve kötülerinize dalkavukluk yapar, dini bilgiler kötü niyetli olanların eline düşer, devlet ve yönetim küçüklerinize geçerse, işte o zaman fitne sizleri her yandan kuşatır. Karşı cepheye saldırırsınız, size karşı saldırıyla cevap verilir buyurdu.
‘İnsanlar, kötülükleri görüp de engel olmadıkları ve fenalıklara göz yumdukları zaman, Allah’ın o insanları topyekûn cezalandırması pek yakındır.
Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed
Resûlullah şöyle buyurmuştur: Aranızda cehalet ve hayatı sevme sarhoşluğu olmak üzere iki sarhoşluk zuhur etmedikçe, sizler Rabbinizden gelen din üzere devam edersiniz. Çünkü iyiliği emreder, kötülükten sakındırır ve Allah yolunda cihat edersiniz. Eğer aranızda dünya sevgisi baş gösterirse, ne iyiliği emreder ne kitülükleri engeller ne de Allah yolunda mücahede edersiniz. İşte o gün, Kur’an’ın ve sünnetin ahkämını temsil edenler ve anlatanlar, hayırda yarışan ilk Muhacirle Ensâr gibidirler.
Allah Resûlü şöyle buyurdu: Kıyamet günü, peygamber ve şehit olmadıkları halde, nurdan minberler üzerinde oturan ve Allah katındaki mertebelerinden dolayı nebi ve şehitlerin gıpta ettiği kimseleri size haber vereyim Onlar kimdir ey Allah’ın Resûlü? dediler. Allah Resûlü buyurdu: Onlar, Allah’ın kullarını Allah’a sevdirirler. Allah’ı da kullarına sevdirirler. İnsanlara nasihat ve iyilikte bulunmak amacıyla yeryüzünde seyahat ederler. Dediler ki: Ey Allah’ın Resûlü, Allah’ı kullarına sevdirmeyi anladık, ama Allah’ın kullarını Allah’a sevdirmek nasıl olur; bunu izah eder misiniz? Allah Resulü buyurdu: İnsanlara Allah’ın sevdiği şeyleri emrederler, Allah’ın sevmediği şeylerden de onları sakındırırlar. Halk, onların tebliğ ve temsil ettiği hakikatlere itaat ettiği zaman, Allah da onları sever.
İnsanları cehenneme yüz üstü sukut ettirecek olan şey, insanların dillerinden başkası değildir. Kim Allah’a ve O’nun Resûlüne iman ediyorsa, ya hayırlı şeyler konuşmalı veyahut da susmalıdır. Hayırlı sözler konuşun ki, faydasını görebilesiniz. Kötü şeyler konuşmayın ki, kötülüklerden uzak ve güvende kalabilesiniz.
Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed
Muhammed b. Sirin anlatıyor: Ömer (radıyallahu anh), bir yere bir vali gönderdiğinde, o yörenin halkına okunmak üzere gönderdiği belgesine şunları yazardı: Size adil davrandığı sürece bu valinizi dinleyiniz, kendisine itaat ediniz.
Hz. Aişe (radıyallahu anha), şöyle demiştir: Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), savaş haricinde, ne bir hizmetçisine ne bir kadına ne de bir çocuğa eliyle vurmuştur.
Meddahları gördüğünüzde, onların yüzüne toprak atın.
Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed
Müslüman, din kardeşiyle musafaha (el sıkışmak, tokalaşmak, selamlaşmak) ettiğinde, ağacın yaprakları nasıl dökülürse onun günahlanı da öylece dökülür.
Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed
Sizden herhangi biriniz, annesi ile babasının veyahut onlardan birinin yanında bulanurken, Allah yolunda olmadığını mı zanneder? Aksine, bir kimse ana-babasına iyi davranıp da onların haklarını gözettiği müddetçe Allah yolunda cihat ediyor demektir.
Hz. Enes (radıyallahu anh), Abese süresinin nüzulü sebebiyle alakalı olarak şöyle diyor: Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Übeyy b. Halef ile konuşurken görme engelli olan Abdullah b. Ümmü Mektum geldi. İbn Ümmü Mektum’un geldiğini gören Übey b. Halef yüzünü başka tarafa çevirdi. Bunun üzerine Allah, “Yüzünü ekşitip çevirdi, ona o àmå geldi diye. mealindeki âyetlerle başlayan Abese süresini indirdi. Bu hadiseden sonra, Resûlullah adı geçen zata hep ikramda bulundu.
Fazileti, ancak onun ehli olanlar anlarlar.
Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed
Dinin hadlerini uygulamayan ve affeden devlet reisi kötü biridir. Ancak siz, kendi aranızdaki had gerektiren davalarda birbirinizi affediniz, birbirinizden davacı olmayınız.
Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed
Kur’an’ın haram saydığı fiilleri helal görenler Kur’an’a inanmış sayılmazlar.
Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed
Bir insan kendisine reva görülen haksızlığa Allah için katlanırsa, Allah da o kulunu mutlaka yardımıyla destekler.
Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed
Allah’a ve ahiret gününe iman eden, Müslümanları telaşa ve endişeye sevk mesin.
Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed
Ashâbıma sövmeyin, dil uzatmayın. Onlara sövenleri Allah rahmetinden mahrum etsin!
Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed
Allah Resulünün Ebû Zer’e şöyle söylediği kaydedilir: O köleler de kardeşlerinizdir. Allah, onları sizlerin hizmetine vermiştir. Allah, her kimin hizmetine bir kardeşini verirse, o yediğinden yedirsin, giydiğinden giydirsin, yapamayacağı bir işi de asla teklif etmesin. Teklif ederse de ona muhakkak yardımcı olsun.
Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: Bir gün Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), Medine’yi bizimle birlikte dolaşmaya çıktı. Yüksekçe bir konak gördük. Kimindir bu konak? diye sordu. Ensar’dan falan zâtındır. dediler. Resulullah sustu. Resulullah bunu unutmamış olmalı ki, bir gün o evin sahibi kendisine selam verdiğinde adamın selamını almadığı gibi yüzünü de diğer tarafa çevirdi. Bu durum, birkaç kez tekrarlandı. Adamcağız, Peygamberin kendisine gönül koymuş olduğunu anlayınca sahabilere, Vallahi, Resulullah’in bana niçin böyle davrandığını anlayamıyorum diyerek yakındı. Onlar da, Resûlullah dolaşırken senin yüksekçe yapılmış evini gördü. dediler. Ensâr’a mensup olan bu şahıs hemen geri döndü, evini yıkıp yerle bir etti.

Bu hadiseden sonra, Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) yine bir gün dolaşmaya çıkmıştı. O evi göremeyince: Yüksek eve ne oldu? diye sordu. Yâ Resûlallah! Evin sahibi bize, senin kendinden yüz çevirdiğinden yakındı. Biz de sebebini bildirdik. O da, konağı yıktı. dediler. Allah Resûlü: Allah onu bağışlasın! Allah onu bağışlasın! Allah onu bağışlasın. Şüphesiz zaruret dışındaki her bina, sahibi için bir vebaldir! buyurdu.

İnsanlardan bana en yakın olanlar, kim ve nerede olursa olsun, Allah’tan hakkıyla sakınanlardır.
Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed
Allah Resûlü: Allah’ı ve Resülünü seven hiçbir mümin kul yoktur ki; fakirlik, ona, selin akmasından daha hızlı gelip toslamasın. Allah ve Resûlünü sevenler başlarına gelecek musibetlere karşı hazırlıklı ve donanımlı olsunlar. buyurdu.
Abdurrahman b. Avf anlatıyor: Hastalığında Hz. Ebû Bekir’i ziyarete gittim. Selam verdikten sonra, Hz. Ebu Bekir bana: Yakın gelecekte sizin dünyalık bakımından zenginleşeceğinizi şimdiden görüyorum. O refah zamanı geldiğinde ipekten perdeler ve atlastan yastıklar edinecek; Azerbaycan yününden mamul yataklan beğenmeyeceksiniz. İşin doğrusu; sizden birinizin bu ölçüde dünyaya dalması, boynunun vurulmasından daha kötüdür. dedi.
Hz. Aişe anlatıyor: Efendimiz, bir günde iki öğün yemek yediğimi fark edince Yâ Aişe! Midenden başka seni meşgul eden bir şeyin olmamasını mı arzu ediyorsun? Dünyayı midene mi dolduracaksın? Bir günde iki defa yemek israftır. Allah, israf edenleri sevmez. buyurdu.
Bir hane halkı evdeki hastaları zararlı yiyeceklerden nasıl korursa Allah da gerçek mümini dünya malına düşkünlükten öyle muhafaza eder. Allah, mümin kullarını belalara karşı, bir babanın çocuğunun iyiliğini arzu etmesinden daha ziyade, korur.
Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed
Nafi anlatıyor: İbn Ömer malından neyi fazla sevmeye başlasa, onu hemen Allah için infak ederdi. Hatta kölesi, onun bu hálini anlayınca kollarını sıvar; cemaatle namaza devam ederdi. İbn Ömer de, kölesinin bu güzel hâlini görünce hemen onu hürriyete kavuştururdu. Arkadaşları İbn Ömer’e: Ey Ebû Abdurrahman! O kölelerin seni aldatıyorlar. dediklerinde onlara: Kim bizi Allah için aldatırsa ona biz de severek aldanırız. derdi.
Hz. Ali: Mümine, bir şeyi Allah yolunda harcaman kendi elinde tutmasından daha sevimli gelmiyorsa, o múminin imani noksan demektir!
Hz. Osman:

Vallahi, zor şartlarda yaşayan bir insanın Allah için infak etti ği bir dirhem, zengin olup da bolluk içinde infak edenin on bin dirheminden daha hayırlıdır!

Kim İslâmiyet’te güzel bir çığır açarsa, o yaptığı iyiliğin mükafatını aldığı gibi kendinden sonra aynı iyiliği yapanların da bir misli sevabını alır. Hiç kimsenin mükâfatından da eksilme olmaz. Kim de İslamiyet’te kötü bir yol açarsa, kendi günahıyla beraber, arkasından giden insanların günahlarını da yüklenir. Günahını aldığı kimselerin günahlarında da bir eksilme olmaz.
Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed
Amr b. Ümmü Mektum anlatıyor: Allah Resûlüne dedim ki:
“Ey Allah’ın Peygamberi! Ben, iki gözü de görmeyen biriyim. Evim ise, camiye epeyce uzaktır. Bir de, beni camiye götürecek birini her zaman bulma imkânım olmuyor. Acaba, namazımı evimde
kılmama izin var mıdır?” Efendimiz, “Ezanı işitiyor musun?” dedi.
“Evet.” dedim. “O hâlde sana, bu konuda izin yok.” buyurdu
Bir gün, Ebû Hureyre (radıyallahu anh) Medine çarşısına uğradı; çarşıya hâkim bir yerde durdu ve: “Ey çarşı esnafı! Sizler ne kadar beceriksizsiniz!” dedi. “Nedenmiş o?” diye sordular. “Resûlullah’ın mirası bölüştürülüyor, siz burada duruyorsunuz. Gidip oradaki payınızı almayacak mısınız?” dedi. “Nerede dağıtılıyor?” diye sordular. Ebû Hureyre: “Mescitte.” dedi.
Çarşı ahalisi, koşarak mescide gitti. Ebû Hureyre, orada bekledi. Adamlar, gittikleri gibi geri döndüler. Ebû Hureyre: “Niçin
döndünüz?” diye sordu. “Mescide vardık, içeri girdik, orada taksim edilen bir şey göremedik!” dediler. Ebû Hureyre: “Mescitte
hiç kimseyi göremediniz mi?” diye sordu. “Evet, gördük. Bazıları
namaz kılıyor, bazıları Kur’ân okuyor, bazıları da helâl ve haram
konuları üzerine sohbet yapıyorlardı.” dediler. Ebû Hureyre: “Yazık size! Muhammed’in mirası işte odur; ilimdir!” dedi
Abdullah (radıyallahu anh) anlatıyor: “İnananlar ve imanlarına zulüm karıştırmayanlar güvenlik bulanların ta kendileridir Onlar, doğru yoldadırlar.” âyetinin inmesi sahabeye ağır gelmişti. Resûlullah’a: “Hangimiz kendine zulmetmedi ki?” dediler. O da:
“Zannettiğiniz gibi değil! Burada anlatılan zulüm, Lokman’ın oğluna verdiği şu öğütteki zulümdür: Oğlum, Allah’a hiçbir şeyi ortak koşma. Şüphesiz ki, şirk büyük bir zulümdür.” (Lokman, 31/13)
diye cevap verdi.
Şeddad b. Evs, gece yatağında bir o yana bir bu yana döner ve “Allah’ım, cehennem korkusu uykumu kaçırdı.” diyerek kalkar ve
sabaha kadar namaz kılardı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir