Muhammed Gazali kitaplarından Hayatını Yenile kitap alıntıları sizlerle…
Hayatını Yenile Kitap Alıntıları
Daha çok bilgi, daha çok ışık gerekli
Ömer (r.a.), cahiliyeyi insanlara tanıtmaya çok istek duyuyordu. Cahiliye’nin tanıtılması dini bir görev değildi, ama islam’ın öğretilerinin ve ıslah ettiği şeylerin anlaşılması, dinin içinden çıkarmaya ve kökünü kurutmaya çalıştığı karanlıkların ve haksızlıkların idrak edilmesi açısından büyük önem taşıyordu.
Ömer (r.a.) diyor ki: Cahiliye’yi tanımayanlar, Müslümanlar arasında çoğalınca, islam’ın gücü gevşemeye-
zayıflamaya başlar.
Bir Arap şairden
sahibiyle temasta olması, düşüncelerinin belirli bir düzen içinde cereyan etmesidir.
Karşılaştığı bir problemden dolayı yolunu kaybettiği bir gün, artık yola devam etmekte zorlanır. Hedefine ulaşmadan günler ve yıllar kayıp gider. Çünkü başlangıcı doğru yapmamaştır!
Çoğunluğunun bu meseledeki düşünceleri körün kanaatlerine benziyor, aptalca bir aldanmanın içinde buldum.
ilim ve imanı birbirinin zıddı zannediyorlar.
Kültürel gelişmenin, dini devre dışı bırakacağına inanıyorlar!
Pozitif ilimlerden hatırı sayılır hiç bir şey bilmemelerine rağmen, kendilerini atomu parçalamış bilim adamları gibi görüyorlar. Gözlerini hayattan ve onun yaratıcısından çevirmişler, yarım yamalak bilgileriyle, kötü bir taklidin peşinde sürüklenip gidiyorlar.
Bu türden bir adam tanıyorum; bir gün olsun gökyüzünü incelememiştir, bir kimya labaratuvarma girmemiştir, hayatta tehlikeli bir tecrübe yaşamamıştır. Ama tüm bu cehalete rağmen dinsizdir. Niçin? Çünkü o, bir bilim adamı ve bilim adamlarının maddeden başka iman edecekleri bir şey yoktur!
Bu kandırılmış guruba, eğitim görmüşlerin yansını da ekleyebiliriz. Bu kesim insanlar hakikatin yarısını biliyorlar, diğer yarısından ise haberleri yok. Bilgilerini tamamlayacak kadar uzun uzadıya okumamışlar, yarım bilgileriyle kesin hükümler vermeye kalkıyorlar.
Hakim, karşı tarafın iddialarının yarısını ve avukatların savunmasının da yarısını dinleyerek karar vermeye kalksa, adalet ne büyük zan altına girer, değil mi?
işte bu dinsizler, böyle yaptılar. Maddenin özelliklerine dair yapılan araştırmalardan aldıkları sınırlı hisse, varlığın ufkuna dair bazı perdeleri kaldırdı. Kimi hikayeler uydurmaya başladılar ve ardından inkarlarını ilan ettiler.
Böyle bir inkar, aldanma ve taklit içerdiğinden, ilk sahibinin inkarından daha şiddetlidir.
Francis Bacon der ki: Az felsefe, insanın zihnini dinsizliğe götürür. Fakat felsefe de derinleşmek, insanın zihnini dine yaklaştırır.
Suda estiğinde suyun yüzünü buruşturur ve dalgaları harekete geçirir.
Dağları da yoklar. Fakat dağlar ona hiç bir şey koklatmazlar.
Insan haddi aşarsa, şeytanın vesveseleri kasırga gibi nefsine işler; ne hortumlar çıkar, ne çamurlu akıntılar iyiyi-doğruyu alıp götürür
Ama kendini kontrol altına alır, bütün işlerini imana göre düzenlerse; iblislerin pençeleriyle sarsılmaz, yalçın dağlar gibi sapasağlam yerinde durur.
sürgün gönderilmem seyahat
ve öldürülmem şehadettir.
Ibn Teymiyye
Tüm bunlardan sonra, nasıl bir tavır takındı biliyor musunuz?
Bidat ehli hariç, kendine eziyet eden herkese hakkını helal etti. Şu âyeti kerîmeyi okuyordu: Affetsinler ve hoşgörsünler. Allah’ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz?
(Nur 22).
Şöyle diyordu: Senden dolayı müslüman kardeşinin eziyet görmesinin sana ne faydası olur? ve Rabbu Zülcelâl’in şu sözlerini okuyordu: Kim affeder ve ıslah ederse (dirliği kurup-sağlarsa) artık onun ecri Allah’a aittir. (şûra 40).
Kıyamet gününde, münâdi bağıracak: Ecri Allah tarafından verilecekler kalksın. Affedenler hariç, kimse
kalkmayacak.
gerçekten üzerlerine hem gökten, hem de yerden (sayısız) bolluklar (bereketler) açardık. Araf 96.ayet
getireceğini umarak, seyahate çıktı, memleketinden ayrıldı. Babası oğlunun hastalığının sebebini
biliyordu. Bu durumun çocuğunun kuruntularından kaynaklandığını anlamıştı ve ona bir mektup yazdı.
Mektupta şunlar yazılıydı: Oğlum! Yurdundan 2400 kilometre mesafedesin. Halin hiç değişmedi değil mi? Öyle olacağını biliyordum. Çünkü bütün dertlerinin biricik sebebini beraber götürdün, o da kendiridir. Senin ne bedenin de, ne de zihninde hiçbir arıza yok. Seni yıldıran, karşılaştığın haller değil, o haller hakkında düşündüklerindir, insan kalben ne düşünürse, kendisi odur. Bunu anlayınca eve gel oğlum, çünkü o zaman şifa bulmuşolursun.
Genç diyor ki: Babamın mektubuna öfkelendim. Ben talimat değil, şefkat bekliyordum. Öyle kızdım ki, o anda bir daha eve dönmemeye karar verdim. O gece Miami’nin arka sokaklarından birinde yürürken bir kiliseye geldim, içeride ayin yapılmakta idi. Gidecek yerim olmadığı için içeriye giriverdim. Verilmekte olan dini vaazı dinlemeye koyuldum.
Vaazın en çarpıp mesajı şuydu: Ruhuna galebe eden, bir şehri ftj hedenden daha kuvvetlidir.
Bir mabedin kudsiyeti içinde oturup da babam mektubunda yazdığı aynı fikirleri işitince, bunların hepsi birden beynimde biriken tozları süpürdü. Ömrümde ilk defa olarak, açık ve akıllı düşünme gücü buldum. Ne kadar aptallık ettiğimi anladım. Kendimi hakiki bir ışıkta görünce şaşaladım. Ben burada, bütün dünyayı ve dünyadaki herşeyi değiştirmek istiyorum, oysa değiştirilmeye en çok muhtaç
olan bendim; düşüncelerim ve zihnimdeki algılama biçimiydi.
Sonra hepimizi musluk başına çağırıp parçaları gösterdi. Đyi bakın dedi. Çünkü bu dersi ömrünüz oldukça
unutmamanızı isterim. Süt gitti, görüyorsunuz, kanalizasyona karışma yolunda. Ne kadar telaş etseniz, saçınızı yolsanız dünyada bir damlası geri gelmez. Biraz düşünülüp dikkat edilseydi, şu süt kurtulabilirdi. Fakat, şimdi oldu bitti ve vakit geçti. Yapabileceğiniz ancak hesabı kapamak, unutmak, başka işlerle uğraşmak.
Biz yıldızlar gibiyiz; bir doğar, bir batarız
Biz rüzgâr gibiyiz; bir coşar, bir dineriz.
Biz yağmur bulutu gibiyiz;
bir tutar, bir yağarız
Biz zan gibiyiz; bir doğru, bir yalanız.
Biz kısmet gibiyiz; bir güldürür, bir ağlatırız.
Derdi ahiret olan kimsenin, Allah kalbini zengin eder, işlerini toparlar ve dünya zorla ayağına gelir. Derdi dünya olan kimsenin ise, Allah iki gözünün arasına fakirlik yazar, işleri darmadağınık olur ve dünyadan ancak kaderinde olan kadarıyla nasiplenir. (33).
Elinizden geldiği kadarıyla dünyanın
dertlerini bir kenara bırakın. Kimin dünya en büyük derdi olursa, Allah malını mülkünü dağıtır ve fakirlik iki gözünün arasına yazdır. Kimin de ahiret en büyük derdi olursa, Allah işlerini toparlar ve kalbine zenginlik verir. Kul, Allah Azze ve Celle’ye yönelirse; Allah’da mü’minlerin kalplerinin ona sevgi ve rahmetle açılmasını nasip eder, Allah o kula tüm hayırları çabuklaştırır. (34).
Nebevi hazinede, bu türden mutluluk ve sükûnet bahşeden bir çok hadis-i şerif bulunmakta Tam olarak anlaşıldığı taktirde son derece hikmetler içermektedir, beşerin duygularının dünyanın arkasına takılıp gitmesi frenlenmekte ve ekmek savaşında önü alınmaz hırsı engellenmek istenmektedir. Koşuşturmanın kin tohumlarını ekmesini; faziletleri unutup doğrulukları ortadan kaldırmasını; nazik ve terbiyeli insanın sadece tırnakları ve dişleri olan bir hayvana
dönüşüp, yeryüzündeki şerefli yerini terkederek yalnızca boğuşan bir yaratık olmasını engellemeye çalışmaktadır.
32 Hâkimin rivayeti.
33 Tirmîzî’nin rivayeti.
34 Beyhakî’nin rivayeti.
Fertler ve toplumlar pastadan en büyük payı almanın nefes kesen yarışı içindeler.
Allah’ım bu günkü ekmeğimizi ver.
Unutmayın ki, bu duada yalnız bu günün ekmeği isteniyor. Dün yemeye mecbur olduğumuz bayat ekmekten şikâyet edilmiyor.
Allah’ım! Geçenlerde buğday mıntıkasında çok kuraklık vardı, bir kuraklık daha olabilir, öyle olursa güz mevsiminde nereden ekmek bulacağım. Veyahut görevden alınırsam Allah’ım! O zaman kendimi ve ailemi nasıl doyururum. gibi sözler söylenmiyor.
Ey Âdemoğlu! Sen bana dua ettiğin ve benden affını umduğun sürece, işlediğin günahlar ne kadar çok olursa olsun, onların büyüklüğüne bakmadan seni bağışlarım.
Ey Âdemoğlu! Günahların gökyüzünü kaplayacak kadar çok olsa, sonra da benden affını dilesen, seni affederim.
Ey Âdemoğlu! Sen yeryüzünü dolduracak kadar günahla karşıma gelsen; fakat bana hiçbir şeyi ortak koşmamış olsan, şüphesiz ben de seni yeryüzü dolusu bağışla karşılarım.”
aşırılığa giden kimse (3) buyurulmuştur.Kehf Sûresi, âyet 28.
Burada Aşırı sözü üzerine düşünmemiz gerekmektedir. Arapçada halk arasında, sertliğinden dolayı yere düşen üzüm
tanelerine veya kusurundan ötürü düşen hurma tanelerine Aşırı denir.
Ayrık tanelerin salkımından kopması, sularını çıkarmak için sıkılmalarını gerektirir ki neticede ortaya çıkan da aynı isimle isimlendirilir.
insan da böyledir. Tüm bağlarını ve zorunluluklarını koparıp, işlerini organize edeceği ve gücünü taplayacağı düzeni
yitirince, duyguları ve düşünceleri başıboş haldeki aşırı taneler gibi faydasız ve atıl kalır.
Görüyoruz ki, insanın kendini sürekli düzene sokması ve kontrol altında tutması kaçınılmazdır.
kullanılmayan kağıt parçalarının meydana getirdiği karışıklığı gideririm. Her şeyin yerli yerinde olması ve işe yaramayanların çöp kutusuna atılması gerekir.
Ev içinde aynı şey söz konusu. Odalar, salon günlük işlerin sonunda darmadağınık olur. Maharetli bir elin, evin içinde dolaşarak sağı solu temizlemesi, çöpleri alması, her şeyi yerli yerine koyması gerekir.
Peki, insan hayatı böyle bir gayrete lâyık değil mi? Kendi sorunlarını da sürekli kontrol etmesi gerekmez mi?
Böylelikle sıkıntı veren şeyleri açıkça görüp onlardan kurtulur, tıpkı evin içindeki çöplerden kurtulması gibi.
Zaman, akıp gitmekte.
Yolcular, iradelerinin dirayetine göre
doğru yolda ilerliyorlar.
Yürüyerek veya koşarak
zamanı durdurmak ise imkansız.
Ancak Araplığa ve onun edebiyatına bağlılığım bu vakitlerde bana galebe çaldı. Şöyle ki, Araplıktan ve Arap
lügatından ödünler vermeyi uluslararası siyasetin kirlenmiş vicdanında gizlemeye çalışanları ve ortadoğu topraklarında
onların takipçilerinden ve suç ortaklarından bazılarının, bu değerleri peşkeş çektiklerini büyük bir üzüntüyle müşahede
ediyorum. Bu iddiayı destekleyen deliller, gizlenemeyecek kadar çoktur. Bunun sonucu olarak, bir çok tanınmış yazar tanınmışlıkları, oluşturmaya çalıştıkları cihettendir- düşünce ve hissiyat mirasımızdan bizleri koparmak ve hatta
dilimizi yazdığımız harfleri değiştirmek istemektedirler.
Bu adamlar pek kıymetsiz ve tüm canlı mânâlardan yoksun, son derece fakir bir gazeteci edebiyatı oluşturdular. Bundan dolayı bu kitabımda ilk Araplara ait hikmeti canlandırmaya, dini ve ilmi bilgilerle beraber okuyucunun Arap dilinin zevkini tatmasını sağlamaya gayret ettim. Dale Carnegie okuyucularına katıksız bir Amerika havasını teneffüs ettiriyorsa, benim de vazifem okuyucularımı saf Arap atmosferinde yaşatmaktır.
insanlar iki türlüdür.
Kimileri aydınlıkta uyur.
Kimileri de karanlıkta uyanır.
kitabın genel içeriği islam’ın öğretileriyle mutabıktır; islam’ın insana yaşatmak istediği yeni hayatla uyumludur
Biz, Rasûlullah’ın (s.a.v) hadislerinden, yaşadıklarımızı ezberlerdik.
Yaşanılan bilgi, kişinin önünü aydınlatan bir hikmettir. Hayatın karmaşık dar sokaklarında önünü görmesine yardımcı olur.
kanatlanıp uçmuyorlar?
Gözler uyurken, uykusuz sabahladım.
Olacak mı yoksa olmayacak mı diye!
Rabbin sana dün nasıl yettiyse
Yarın yaşayacaklarına da yetecektir.
Biri çamuru görür, öteki yıldızları.
Ne kadar cahil olduğumu gösterdi.
Her şeyin yerli yerinde olması ve işe yaramayanların çöp kutusuna atılması gerekir.
Ev içinde aynı şey söz konusu. Odalar, salon günlük işlerin sonunda darmadağınık olur. Maharetli bir elin, evin içinde dolaşarak sağı solu temizlemesi, çöpleri alması, her şeyi yerli yerine koyması gerekir.
Peki, insan hayatı böyle bir gayrete lâyık değil mi? Kendi sorunlarını da sürekli kontrol etmesi gerekmez mi? Böylelikle sıkıntı veren şeyleri açıkça görüp onlardan kurtulur, tıpkı evin içindeki çöplerden kurtulması gibi.
Hayatta geçilen onca merhaleden sonra ne kazanılmış,ne kaybedilmiş bakmak gerekmez mi? Dönüp bunları değerlendirmeye; şu toprağın üzerinde dalga dalga gelen krizlerin sarsıntısından, bitip tükenmeyen hayat kavgasının ardından itidali yakalamak için kendimize dönmeye ihtiyacımız yok mu?
Mesih (isa)
Efendimize ait şu duayı okumayı önerdi:
Allah’ım bu gün ekmeğimizi ver.
Unutmayin ki, bu duada yalnız bu günün ekmeği isteniyor.