İçeriğe geç

Hayatını Değiştirmelisin Kitap Alıntıları – Rachel Corbett

Rachel Corbett kitaplarından Hayatını Değiştirmelisin kitap alıntıları sizlerle…

Hayatını Değiştirmelisin Kitap Alıntıları

Sanat bir tercih değil, ruhun değişmez bir eğilimiydi..
Kusurlu bir yaratık olan insan varlığının mükemmellikle bir ilgisi olamazdı
Empati kırmızı boyanın damarlarda kan gibi dolaşmasını veya mavi bir gökyüzünün adeta ciğerleri doldurmasını sağlayan şeydi
Lecoq’un öğrettiği gibi, insan gözleriyle bakar ama kalbiyle görürdü
Tüm sanatçılar görmeyi öğrenmelidir
Çalışmak, hiç ölmeden yaşamaktır..
kişi birini seçmelidir. ya mutluluğu ya da sanatı.
hakiki varoluşun mutlak gerçeğinden daha güzel bir şey yoktur.
aşk savaşmaktı, tutku mantığı yok ediyordu.
rodin’e göre insan bedeni yürüyen bir tapınaktı.
‘yalnızlık, sadece etrafınızda genişleyen bir boşluktur. belirsizliğe güvenin. üzüntü, yaşamın sizi elleri arasına alması ve değiştirmesidir. yalnızlığı yuvanız haline getirin.’
Biz tanımadık onun görülmedik başını,
gözbebekleri olgunlaştı içinde. Ama
torosu yanıyor benzeyip ayaklı şamdana,
orada yalnızca geri döndürmüş bakışını,

durup parlıyor. Yoksa kamaştırabilirdi
göğüs kafesi seni, ve yavaştan çevrilirken
kalçalar bir gülümsemeylen
üremeyi taşıyan o orta yere gidemezdi.

yoksa dururdu bu taş bozuk biçim ve az
altında omuzların belirgin düşüşünün
ve pırıldamazdı böyle yaban hayvan tüyü gübi;

ve kırılmazdı bütün çeperlerinden
kopup bir yıldız gibi: çünkü görmeyen seni
hiçbir yer yok orada. Yaşamınıcdeğiştirmelisin sen.

İnsan Rilke’nin bir zamanlar yüce Nasıl yaşamalıyım? sorusunu yönelttiği Rodin’in bir kâhin gibi neredeyse taşın içinden konuştuğunu duyabiliyor. Rodin o zaman, çalışmalı, her zaman çalışmalı, diye cevaplamıştı. Şiirin başında, Rilke bu yönlendirmeye itaat eder gibi görünür. Bize gövdenin farklı kısımlarına doğru algısal bir yolculukta rehberlik eder: gözler, göğüs, kalçalar ve üremenin gerçekleştiği yer. Ardından, bu karşılaşma, Apollon’un da bakmaya başlamasıyla tek taraflı bir gözlem olmaktan çıkar. Heykel, bakmak için gözlere, konuşmak için ağıza, hayat vermek için üreme organlarına ihtiyaç duymaz- doğuşu kendi içinde taşır, Malte’nin ölümünü kendi içinde taşıdığı gibi. Rilke ve Apollon birbirlerini aradıkça ve onları ayıran sınırları aştıkça, Rilke bu deneyimi dünyaya bir şiir olarak aktarmaya başlar.

Kişi, hep bir öğrenci olarak kalırsa öğretmenine emeklerinin karşılığını kötü bir şekilde geri ödemiş olur Neden tacını almayı reddediyorsunuz? Şimdi size beni kaybetmenizi ve kendinizi bulmanızı buyuruyorum ve beni ancak tamamen kaybettiğinizde size geri döneceğim.
İşte o zaman Rilke’nin Paris’te öğrendiği dersi o da anlardı: Dilin nerenin acıdığını söylemek için değil acıdan bir şey yaratmak için bir araç olduğunu.
Yalnızlığını kucakla, o en büyük mutluluk, derdi Rodin.
Rilke, Sizi yazmaya davet eden nedenin kaynağını araştırın, bu sebebin kalbinizin en derin yerlerine kök salıp salmadığını keşfedin diye yazmıştı. Ardından kendinize sorun: Yazma hakkınız elinizden alında ölür müydünüz? Her şeyin ötesinde, gecenin en sessiz anında şu soruyu yöneltin kendinize: Yazmalı mıyım? Eğer kalp net bir şekilde evet, yazmalıyım cevabını verirse, hayatınızı zorunluluğa göre inşa edin. Ancak bu mecburiyete sonsuza kadar boyun eğmeye hazır olmalıydı zira sanat bir tercih değil, ruhun değişmez bir eğilimiydi.

Bu, sadece dışarıdan gelen bir tasdik sağlayabilirdi, oysa bir şair için onay içeriden gelmeliydi.

Rodin içinde kendine ait bir evren taşıyordu ve Rilke bunun başkalarının yaratmış olduğu bir dünyada yaşamaktan daha değerli olduğuna karar verdi. Aslına bakılırsa, sanatçının Rilke’nin şiirini anlayamaması ve başka bir dil bilmemesi şimdi iyi bir şey gibi görünüyordu. Bu cehaleti sayesinde kendi kutsal alanında güvenle var olabiliyordu.

O gece Rilke Westhoff’a, sanatçı ne sağına ne de soluna bakmalıdır diye yazdı. Bu yüzden Rodin ve Tolstoy gibi büyük adamlar eksik hayatlar yaşamıştır, büyümesine engel olunmuş, artık ihtiyaç duyulmayan birer organ gibi. Kişi birini seçmelidir. Ya mutluluğu ya da sanatı.

Kör et gözlerimi; yine de görürüm seni,
kapat kulaklarımı: Duyabilirim seni,
ayaklarım olmadan da gelebilirim sana,
çağırabilirim seni ağzım olmadan da.
koparsan da kollarımı, tutarım seni,
yüreğimle, ellerimle olduğu gibi
Empati, insanların güçlü bir sanat eseri karşısında yaşadıkları deneyimi neden bazen kendilerini kaybetmek olarak tanımladıklarını açıklıyordu. Belki etraflarındaki sesleri duymuyor, tüyleri diken diken oluyor ya da zaman kavramını yitiriyorlardı. Bir şeyler içgüdüsel bir duygu yaratıyor veya Proust’un madleni gibi, pek çok anıyı tetikliyordu. Etkili bir sanat eseri izleyicinin kendi dünyasından dışarı çıkmasını sağlarken, izleyici de eseri kendi bedeninin içine çeker. Empati kırmızı boyanın damarlarda kan gibi dolaşmasını veya mavi bir gökyüzünün adeta ciğerleri doldurmasını sağlayan şeydi.
Bu durumda, paradoksal olarak, empati, tanımı gereği bencil bir duygu: Keyif alabilmek için harici olanla empati kuruyoruz. Empati, hayatla barışık olmamızı, dünyaya nüfuz edebilmemizi sağlar. Öte yandan, sanat bu tepkiyi doğuramadığında insanlar söz konusu eserin onları duygulandırmayı başaramadığını söyler. Eserin içine giremediklerini veya akılları ermediğini dile getirirler. Bu gibi durumlarda iş başında olan tek duyu algıdır.
“Kediler sadece kedidir. Ve onların dünyası bütünüyle kedilerin dünyasıdır.” Rilke
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
Rilke, sanatın kendisinin bir çeşit ölüm olduğuna inanıyordu çünkü sanat, sanatçısını tüketiyordu.
Yalnızlığını kucakla, o en büyük mutluluk. Rodin
İşte o zaman Rilke’nin Paris’te öğrendiği dersi o da anlardı: Dilin “nerenin acıdığını söylemek için değil” acıdan bir şey yaratmak için bir araç olduğunu
Ve sonra yine de elini elden çekip gitmek,
iyileşen yarayı yeniden açar gibi,
ve çekip gitmek: nereye? Bilinmeze,
çok uzak bir sıcak ülkeye bilmeyerek.
Rilke
Sanat bir tercih değil, ruhun değişmez eğilimidir. “Rilke”
‘Çalışmak, hiç ölmeden yaşamaktır.’
Rainer Maria Rilke
Nereye aitim?
İnsan hiç sevmediği bir şey için yas tutamazdı.
“Onun dünyası daha da gelişmiş” diye yazdı Rilke.
Şüphesiz her insan için bir yerlerde bir öğretmen vardır.
İnsanın insanı sevmesi bize verilmiş ödevlerin hepsinden zoru budur belki..
Rilke, hayatının o döneminde pek kariyer tavsiyesi verebilecek durumda değildi.
Burada yolma devam edebilir, dönüşebilir ve değişen bir insan olabilirim.
O tam anlamıyla çığır açıcıydı.
Yavaş yavaş histeri, bütünüyle bir sağlık durumu olmaktan çıkıp kültürel bir hal aldı.
Burası acının Versaille’ı.
Burada yaşamaya devam etmek zorunda olduğum için öylesine kalbim kırık ki artık ben bir insan değilim.
Modern sanatçı için bir dua pozuydu.
İçimde ne varsa ona yansıttım.
Sanatta çirkin şey yoktur, karaktersiz şey vardır.
Bibi, Rodin’e güzelliğin mükemmellikle değil hakikatle ilgili olduğunu öğretmişti.
Dünyaya yakarmıyor tüm çelişkileriyle uzlaşmış, kendi adaletini kendi içinde taşıyor.
Yaklaşan ayrılık Rilke’yi perişan etti ama ona karşı koymaya cesaret edemedi.
Ayaklarım olmadan da gelebilirim sana.
Sizin isminizin kendisi bir şiir.
Aşk onları ele geçirdiğinde kendilerini birbirlerinin kollarına atarlar, tüm savruklukları, karmaşıklıkları ve sersemlikleriyle darmadağın olurlar.
Dün sizinle geçirdiğim ilk alacakaranlık saati değildi.
Başarılı filozof ve şair olan Andreas Salome, günümüzde daha çok bir ilham perisi olarak anılır. Hem bir zamanlar onu “şimdiye kadar tanıdığı en akıllı kadın” olarak nitelendiren Friedeich Nietzche’nin hem de Nietzche’nin arkadaşı filozof Paul Ree’nin, evlilik tekliflerini reddetmişti. İki adamla da evlenmek istememiş olmasına rağmen her ikisinin zekası da onu büyülenmişti, bu yüzden onlara entelektüel bir “kutsal üçlü” olarak hep beraber yaşamayı önerdi. Şaşırtıcı bir şekilde teklifini kabul ettiler.
Paradoksal olarak, empati tanımı gereği bencil bir duygu: Keyif alabilmek için harici olanla empati kuruyoruz.
Empati kırmızı boyanın damarlarda kan gibi dolaşmasını veyahut mavi bir gökyüzünün adeta ciğerleri doldurmasını sağlayan şeydi.
Avusturyalılar daha kötüydü çünkü sanatı kucaklayabilecek kadar varlıklıydılar ancak ilgilenmeyi tercih ettikleri şey statü ve paraydı.
Avusturya Macaristan İmparatorluğunun sömürgesi altında Çekçe alt bir konuma düşerek daha çok memur sınıflar tarafından kullanılmaya başlarken Almanca Prag’da baskın bir dil haline gelmişti.
Sophia için statü her şeyden önce geliyordu.
Gençler antik çağ heykellerini kopyalamakla o kadar meşgullerdi ki doğanın bile nadiren farkına varıyorlar.
Uygulamanda bir derinlik olsun, düzgünlük değil.
Kişi bir dilenci olarak doğmuşsa dilenmek için bir an önce bir dilendi torbası edinmeli.
Bu rakamlara göre heykel yapma yaklaşımı Rodini bunaltıyor, hayatını yavanlaştırıyordu.
Şu kelimeleri düşün: enerji, irade, kararlılık.
Aslında ezberleme alıştırmalarının amacı, sanatçıların bir eserin nitelikleri gözlerinin önüne serildikçe söz konusu esere karşı hissettiklerini anlamaları için onlara zaman tanımaktı.
Sanat temelde bireyseldir.
Ona kalırsa, insanları dizlerinin üstüne çöktürüp dua ettirmesi gereken şey yapının biçimiydi.
Tüm sanatçılar görmeyi öğrenmelidir.
Yüzünde ıztırabın binbir sesi var ama hiçbir suçlama yok.
Yüzünde ıstırabın binbir sesi var ama hiçbir suçlama yok. Dünyaya yakarmıyor tüm çelişkileriyle uzlaşmış, kendi adaletini kendi içinde taşıyor.
Güneş battıktan sonra, Rodin, Rilke’ye Bon courage (bol cesaret) sözleriyle iyi geceler dilerdi. İlk başta Rilke’nin kafası karışsa da şair daha sonra bunun ne demek olduğunu anladığını düşündü. Rodin gençken bunun insana her gün ne kadar gerekli olduğunu bildiği için ona güç diliyor olmalıydı.
Şu kelimeleri düşün: enerji, irade, kararlılık. O zaman zafer senin olacak.

Bu sözler modern insan açısından değerlendirilmeye tabi tutulmalı. Gündelik yaşamın içinde bulunduğu bataklığın artık insanı tuttuğuna şahit oluyoruz. Her şey anlık yaşanıyor. Kararlılık yok, enerji basit bir mesele, irade ise artık cansız bir obje.

Cehennemin adaletle hiçbir ilgisi yoktu; ceza çekmek yaşamın bir koşuluydu.
Bulaşıcı hastalık korkusu tüm şehirde panik yarattı ve bir süre sonra paniğin kendisi bir hastalık haline geldi.
“İki insanın birleşmesindeki en büyük vazifenin, her birinin diğerinin yalnızlığını koruması olduğunu düşünüyorum.”
Kusurlu bir yaratık olan insan varlığının mükemmellikle bir ilgisi olamazdı”
kendi adaletini kendi içinde taşıyor.
Ya baharın ardından yaz gelmezse,diye bir korkuya kaptırmaz kendini ağaç ;yaz gelir hep çünkü ama sabırlıları gelip bulur ancak. Rilke ,Rodin’i böyle tarif etmişti bir defasında; Kalbi için derin bir yer kazmış bir ağaç gibi ,kendi içine gömülü.
Bütün gökyüzü sadece bir taştı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir