İçeriğe geç

Hayatın Sessizliğinde Kitap Alıntıları – Aslı Erdoğan

Aslı Erdoğan kitaplarından Hayatın Sessizliğinde kitap alıntıları sizlerle…

Hayatın Sessizliğinde Kitap Alıntıları

Sonsuza dek tutmak istediği görüntüyü arayan ayna gibi.
Ne kadar çok yitirmişsindir kısacık hayatında
gidilmemis yerlerin, okunmamis kitaplarin, yerine getirilmemis sozlerin, dilimin ucuna takilip kalmis cumlelerin pismanligini duyuyorum en cok.
Gökyüzünün altında söylenecek yeni bir şey yoksa eğer, her cümle, her dize, her öykü defalarca seslendirilmişse, ben hangi çığlığın yankısıydım?
Bilirsiniz, kendi üzerinde çoktandır hiç bir bitkinin yetişmediği toprak gibi hissetmeyi
Teker teker cesetleri çevirir kendi çocuğunu arayan, bir ağıtla kapatır gözlerini.
Birbirine bağlanmış kör dilenciler gibi sürüklendik mutluluğun peşinden.
Gün gelip de dönmeye karar verdiğimizde, bütünüyle silinmiş olacak yüzlerimiz.
Yalnızlığın kıyılarından bakarlardı birbirilerine.
Gidilmemiş yerlerin, okunmamış kitapların, yerine getirilmemiş sözlerin, dilimin ucuna takılıp kalmış cümlelerin pişmanlığını duyuyorum en çok.
Hiçbir çıkar beklemediğin insanların karşısında alttan almanın tuhaf keyfi
Ama nedir ki insan bir yankıdan başka?
Konuşmak istiyorsan ağzını kapa, diyen bir arkadaşımı hatırlıyorum.
Derinlerden sana sesleniyorum, beni duy diye bağırdığımda, yalnızca kendi yüzüm dönüyor bana doğru, lekeli, belleksiz, yarım yüzüm ve o da tek bir hikaye anlatmıyor -insanın yenilgisinden başka
Belki hayat dediğimiz budur yalnızca, bilmediğin bir şeyin peşinde koşadurmaktır, adlandıramadığın için çağıramadığın..
Bana verilmiş ve verilmemiş her şeyin toplamıyım ben, yitirdiklerimle yitireceklerimin, sözcüklerin kanıyla suskunlukların Defalarca anlatılmış bir hikayenin gizlediği hiç anlatılamayanım ben
İnsanlar. Sabırlı, neşeli, temkinli, dertli, aceleci, yorgun Gün için gereken yüz ifadelerini daha sabahtan takınmış, çatışmalara, pazarlıklara hazırlar. İnsan hep dünyayı henüz paylaşımı yapılmamış bir arazi sanmak, başkalarının oyunlarında rol kapmak için çabalamak zorunda galiba.
O zamanlar masumdum, çünkü canım acıyor ama bir suçlu aramıyordum.
Son cümle: Her şeyi yitirdiğimde elimde yalnızca HAYAT kalır. Ama bu kadar büyük hayatın içinde, ben seni yeniden nasıl bulacağım?
Dilinin ucuna takılan bir ezgi belki, bir türlü hatırlayamadığın bir isim, nedensizce yarıda bı­raktığın bir cümle. Belli belirsiz, pişmanlığa benzeyen sızı, hayaletlerin ağrısı.
Kana bulanmış, can çekişen sözcükler arasından biri, tek başına, sürünüyor bana doğru. Ağır ağır taşıyor , derme çatma bir tabutu taşırcasına, gelecekte ben ola­cak ben’i.
Bütün bunlar benim kendimi sevme tarzım mı? Tanrıdan bile kötü davranmak kendime?
Bir insanın sevgisini kaybetmek, zorlukla ulaşılmış bir doruktan aşağı yuvarlanmaktadır.
Neyi bekliyoruz böylesine toplanmış? Hiçbir ve her şeyi. Daha sıcak, daha serin mevsimleri, çağları, haya­tımızın en güzel yıllarını, barbarları, gelenleri, gidenle­ri Bir mucizeyi.
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
Ne kadar sürer belleğin sert kayalarında bir beden­lik yer açmak? Daha ne kadar sürebilir bu bekleyiş? Daha kaç sözcük gerekir doğabilmem için, düşlemedi­ğim, beni düşlememiş bir geleceğe?
Bana annemin çölünü ve kanını taşıyan yüreğim. Çağla­rı bıçak darbeleriyle şekillenmiş yüreğim. Ne sen, ne ben, daha yalnızdık tanrıdan, ne de daha masum. Bir kadeh zifiri şarabı paylaştık insan denen o korkunç alaşım­dan. Birbirine bağlanmış kör dilenciler gibi sürüklendik mutluluğun peşinde. Şimdi daha da aşağıdayım senin uçurumlarından.
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
Bizler, kentin öldürülmüş kadınları, incecik, şeffaf ci­nayetlerde delik deşik edilmiş; bizim için kurulmuş görkemli sarayın bodrumunda toplanmışız. Sıkış tıkış, yan yana, omuz omuza, karşı karşıya Bir türlü açıla­mayan kanatlarıyla olduğu yerde çırpınan melekler gi­biyiz, dans eden sarhoş melekler
Bazen bir düşten uyanır gibi hayatımdan uyanmayı bekliyorum, ama inan, sözünü ettiğim ölüm değil gene.
Yüreğim!
Bana annemden kalan yüreğim! Bütün çağların mi­rası yüreğim! Aleyhime tanıklık etme, beni yadsıma, düşmanım olma! Karşı karşıya kalmayalım. Çünkü sen­sin ruhumun tek kurtarıcısı, parçalarımı bir arada tu­tan Kılavuzum ol, önüme düş, hepimizin yola koyul­duğu o yere doğru
Bin ışıklı damlalardan oluşturulmuşum ben, toprağa akan kandan, çöle savrulmuş yıldız tozundan, boşluğa dağılan ezgisinden başlangıçların şarkısının Bana ve­rilmiş ve verilmemiş her şeyin toplamıyım ben, yitirdiklerimle yitireceklerimin, sözcüklerin kanıyla suskunluk­ların
Gölgeler gibi sürükleniriz günden geceye, geceden güne, konaklayabileceğimiz düşlerin peşinde.
Irmağın ortasını çoktan geçtim, geri dönemeyeceğim kadar uzaklaştım dünün kıyılarından. En soğuk, dipsiz, anaforlu yerindeyim zamanın, akıntıya kapılmış, ağır ağır sürükleniyorum, yarın diyeceğim-henüz değil, daha sonra yarın diyeceğim-şimdilik ufuktaki bir kırbaç izini andıran kızıllığa doğru
İnsan yüreği bir aynadır derlerdi eskiden. Sonsuza dek tutmak isteyeceği görüntüyü arayan taşla yaşıt bir ayna. Elmas sertliğinde, sırları dökülmüş. Aynı çamurdan biçimlendirilmiş, dünyanın yüreğiyle Belki bu yüzden, yürek rengi bir resim dünya Boşluğun umursamaz elinde.
Gidilmemiş yerlerin, okunmamış kitapların, yerine getirilmemiş sözlerin, dilimin ucuna takılıp kalmış cümlelerin pişmanlığını duyuyorum en çok.
Gitmek, ne korkunç bir sözcük. Vedalaşmak, gitmek, bırakmak, terk etmek, ayrılmak Tek bir veda bütün ömür sürüyor. ( ) Biliyorum, bir insanın sevgisini kaybetmek, zorlukla ulaşılmış bir doruktan aşağı yuvarlanmaktır.
Gidilmemiş yerlerin, okunmamış kitapların, yerine getirilmemiş sözlerin, dilimin ucuna takılıp kalmış cümlelerin pişmanlığını yaşıyorum en çok.
Artık benimkine pek benzemeyen bir yüze makyaj yapıyorum, daha da az benzesin diye
Bana verilmiş ve verilmemiş herşeyin toplamıyım ben, yitirdiklerimle yitirecek lerim’in, sözcüklerin kanıyla suskunlukların Defalarca anlatılmış bir hikayenin gizlediği hiç anlatılamayanım ben, kumlara gömülü tohumun sabrıyım, çöl yağmurunu bekleyen, uzun bir bakışım, yokluğun bir ucundan ötekine, bir türlü ezgisini bulamayan şarkısıyım bütün sonların
Kitaplarınızda kendinizi mi anlatıyorsunuz? Evet, onu bulduğumda.
Bıyık altından gülüp, şu halde bile edebiyat yaptığımı düşünüyorsundur mutlaka, ama şimdi en son katlanabileceğim şey gerçeklik.
Hızla uzaklaşan dünyanın peşinden koşmak, bize bıraktığı boşluğu geri vermek
Ancak sen ilgilendiğinde kanamaya başladı yaralarım, oysa hep oradaydılar.
Bir başka yeri ya da zamanı en çok istediğim şu kopkoyu saatte, buradayım.
Soğumuş yedi fincan kuşatıyor suskunluğumu ve ağzına dek dolu küllükler.
Yüzyılların izini taşıyan ağaçlar arasında yuvarlanan ufacık, etten bir kozalağım.
Bana verilmiş ve verilmemiş herşeyin toplamıyım ben, yitirdiklerimle yitirecek lerim’in, sözcüklerin kanıyla suskunlukların Defalarca anlatılmış bir hikayenin gizlediği hiç anlatılamayanım ben, kumlara gömülü tohumun sabrıyım, çöl yağmurunu bekleyen, uzun bir bakışım, yokluğun bir ucundan ötekine, bir türlü ezgisini bulamayan şarkısıyım bütün sonların

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir