İçeriğe geç

Hayata Bir De Böyle Bak Kitap Alıntıları – Soner Duman

Soner Duman kitaplarından Hayata Bir De Böyle Bak kitap alıntıları sizlerle…

Hayata Bir De Böyle Bak Kitap Alıntıları

Zaman treni bizi yavaş yavaş ömrün son istasyonuna götürüyor. Hayatta olduğumuz her bir anı fırsata çevirip imanımıza ve amelimize bakım yapma zamanı gelip geçiyor.
Gözü kör olan nimeti göremez ama idrak edebilir. Kalbi kör olan nimeti görür ama idrak edemez.
Namazın bir kıblesi olduğu gibi hayatın da bir kıblesi vardır. Kıbleye dönmeden kılınan namaz makbul olmadığı gibi dine, Allah’a dönmeden yaşanan hayat da hayat değildir.
Bendenindeki ruhu, Rabbinin kelamı ile buluşturamayanlar insanlık mertebesine layık görülmüyor.
Şeytan, hâşâ Kur’an’ı bozamayacağına göre o zaman insanın Kur’an’a bakışını, anlayışını bozmaya çalışır.
Kur’an kâinatı tefsir eder, kâinat Kur’an’ı tasdik eder.
Bu hayatta özünüzü Allah’ın dininden başka şeylere döndürdüğünüzde, gönlünüzü Allah’ın rızasından başkasına odakladığınızda hayatınız bozulur. O hayat, düzen ve dikiş tutmaz.
İman, akılla manasını bilmeden, kalple hissetmeden, azalarla pratiğe dökmeden bir cümlenin tekrarlanmasına dönüştüğü gün anlamını yitirir, iki kanadı da kırılır.
Biz dua etmiyoruz, dua okuyoruz! Biz Allah’ı zikretmiyoruz, sayıyı tamamlıyoruz
Ey firari! Kimden kime kaçıyorsun? Kaçmakla kurtulabileceğini mi zannediyorsun? Kaçtığın mülk de O’nun değil mi? Bütün yollar O’na çıkmıyor mu? Her iş sonunda ona dönmüyor mu?
İnsan küçük bir alem, alemde büyük bir insandır. Bir başka deyişle insan alemin küçültülmüş hali
O ki, birbiri ile ahenktar yedi göğü yaratmıştır. Rahman olan Allah’ın yaratisinda hiçbir uygunsuzluk göremezsin. Gözünü çevir de bir bak; bir bozukluk görebiliyor musun? Sonra gözünü , tekrar tekrar çevir bak; göz aciz ve bitkin halde sana dönecektir. ( Mülk )
Şeytan -hâşâ- Kur’an’ı bozamayacağına göre o zaman insanın Kur’an’a bakışını, anlayışını bozmaya çalışır.
Allah’ım seni zikretmek, sana şükretmek ve güzelce ibadet etmek konusunda bana yardım et!
Allah’ım! Senin öfkenden rızana, cezandan affına ve Senden Sana sığınırım! Ben Sana (hak ettiğin şekilde) övgüler düzemem! Sen, kendini nasıl övdüysen öylesin!
İyilik yapan insan ile iyilik yayan insan arasında önemli bir fark vardır. İyilik yapmak sâlih ameldir. İyiliği yaymak ise hem sâlih amel hem de ıslahtır. Toplumdaki fesad, sadece insanların iyilik yapmasıyla ortadan kalkmaz, aynı zamanda iyiliği yaymak ve kötülüğe engel olmakla ortadan kalkar.
Üç şey kimde bulunursa imanın tadını alır:
1-Allah ve Resûlünü herşeyden/ herkesten çok sevmek.
2- Bir kimseyi (dünyevi bir menfaat için değil) sırf Allah için sevmek.
3- Allah kendisine hidâyet edip imanı bahşettikten sonra inkârcılığa sapmayı ateşe atılmak gibi kötü görmek.
~{ Buhari,iman,8; Müslim, iman,67.}
Ey dipdiri meyyit, ‘İki el bir baş içindir.’
Davransana Eller de senin, baş da senindir!
His yok, hareket yok, acı yok Leş mi kesildin?
Hayret veriyorsun bana Sen böyle değildin.
Kurtulmaya azmin neye bilmem ki süreksiz?
Kendin mi senin, yoksa ümîdin mi yüreksiz?
~ Mehmed Âkif
Kılınmamış her namaz yırtılan bir cennet biletidir.

Edilmemiş her dua, Mevlâ’nın himâye ve destek fırsatını tepmektir.

Tövbe edilmemiş her günah, hesabı verilecek faturanın kabarmasıdır.

İbret alınmayan her ölüm vakası, gafletin tonunun koyulaşmasıdır.

Kur’an, bir musibetle karşılaşan kimsenin ne yapması nasıl davranması gerektiğini şu şekilde belirtir:
“O sabredenler, kendilerine bir belâ geldiği zaman: Biz Allah’ın kullarıyız ve biz O’na döneceğiz,
derler.”
(el-Bakara, 2/156)
Geçici dünya hayatı onun(mümin) açısından peygamberimizin ifadesiyle bir yolcunun dinlenmek üzere altına oturduğu bir ağaç gölgeliği gibidir.
Mümin hem dünya hem de âhirete yönelik işlerinde tedbir alır ama sonucu tedbirden değil takdirden bilir, tevekkül eder.
Kur’an kâinatı tefsir eder, kâinat Kur’an’ı tasdik eder.
Iman kuşunun bir kanadı “ümit”, bir kanadı da “korku” idi. Tek kanatlı kuş uçamadığı gibi sadece ümit ya da sadece korku ile mümin olunamazdı. Bu sebeple Rabbimiz bizleri zaman zaman ümitlendirecek, zaman zaman korkutacak sahneleri zikrediyordu ki O’nun rahmetinden ümidimizi kesmeyelim, kendimizi O’nun azabından garantide görmeyelim.

“Rabbimiz bizlere dünyada iyilik ver ve âhirette de iyilik ver. Bizleri ateşin azabından koru!” [Bakara, 201)

Lokman gibi olsun, her daim “yavrucuğum!” diye en hikmetli öğütleri versin, iyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı öğretsin.

Hz. Nuh gibi olsun, evladı inkârdan kurtulsun diye çırpınip dursun.

Hz. İbrahim gibi olsun, Hakk’ın rızasını, yavrusu da olsa hiçbir şeye değişmeyeceğini ispat etsin. Emr-i ilâhî söz konusu olduğunda evlâdını feda edebilsin.

Hz. İsmail gibi olsun, kendisi ibadetinde daim olduğu gibi çocuklarına da namaz ve zekâtı emretsin.

Gözü kör olan kimse sadece varlıkları göremez, kalbi kör olan ise o varlıkların işaret ettiği Var’ı göremez.
Bugün İslam ümmeti olarak öyle bir hale gelmişiz ki bir çoğumuz din konusunda bir delil araştırma gereği duymuyor, ya da hakkında açık ve kesin bir delil bulunan konularda bile teslimiyet göstermiyor. Ya “koyun gibi itaat” ediyor, ya da “keçi gibi isyan” ediyoruz.
Size de tuhaf gelmiyor mu? Mekke dönemindeki müşrikler kendi ilahlarının taştan, tahtadan, helvadan olmasına riza gösteriyorlar ama Allah’ın elçilerinin etten, kemikten, akıl sahibi insanlar olmasını akıllarına sığdıramıyorlardı!
Sonuç: Şeytandan, rezillik ve kepazelikten, cehennemden ve hayvanlara benzemekten kurtuluşun yolu aklı, İslâm’ın emrettiği şekilde kullanmaktır.

Rabbimiz aklımızı kendi rızasına uygun bir şekilde kullanmayı cümlemize nasip eylesin!

Kur’an’a göre, bir insan ancak ve ancak nefsini Allah’ın emirlerine karşı çıkmaktan ve yasaklarını çiğnemekten ve şeytana uymaktan alıkoyuyorsa “akıl sahibi olarak anılmaya layık olur. Nefsine ve şeytana uyan, Allah’ın emir ve yasaklarına uygun bir hayat sürmeyen kişi “deha üstün zekâ” olsa bile “akılsız dır.
Kafirlerin çarpık akıl yürütmelerine dair diğer örnek de yine Yasin suresindeki şu ayettir: Onlara “Allah”ın size verdiği rızıktan fakirlere infak edin” denilince onlar şöyle derler: “Allah dileseydi onlara rızık verirdi. Onun rızık vermediğini biz mi doyuracağız?
Ey insanlar! Allah’a muhtaç olan sizsiniz. Zengin ve övülmeye lâyık olan ancak O’dur.” (el-Fâtır, 15)

Rabbimiz! Bizler sana muhtacız Bizleri bu muhtaçlığımızın her dâim farkında olan, senin dergâhına huşü ile boyun eğenlerden eyle. Kendisini senden müstağni görüp azgınlaşan, taşkınlaşan, şeytana yoldaş olanlardan eyleme!

ibadetler Allah’ın emri olduğu için yapılır. Hiçbir ibadet diğer ibadetin yerini tutmaz. Sadaka vermek başka, kurban kesmek başkadır. Kurbanın yukarıda belirttiğimiz hikmetlerinin hiçbirisi sadaka vermekle gerçekleşmez. Böyle bir akıl yürütmeyi kabul ettiğimiz takdirde aynı mantıkla “hacca gidip o kadar para harcamaya gerek yok, bunu da fakir fukaraya verelim dememek için bir neden olmaz ?!
Zaman zaman kimileri “fakirin etten çok başka şeylere ihtiyacı olabilir. Et sadece gıda ihtiyacını karşılar. Para ise her türlü ihtiyaç için kullanılabilir. Bunun için kurban kesmek yerine parasını fakir fukaraya vermek daha iyi olur şeklinde akıl yürütmelerle kurban ibadetini iskalamaya / baypas etmeye çalışmaktadırlar. Bu, ibadetlerin niteliğini bilmeyen dar görüşlü kimselerin bakış açısıdır.
Onlar (müminler) yapmakta oldukları işleri, Rablerine dönecekleri için kalpleri çarparak yaparlar. (Mü’minûn, 60)

Hz. Âişe bu âyeti okuyunca Peygamberimize sordu: “Bu âyette bahsedilenler bir yandan şarap içip, hırsızlık yapıp, zina edip diğer yandan da cezalandırılmaktan korkanlar mıdır? , Peygamberimiz şöyle cevap verdi: “Hayır, ey Sıddık’ın kızı! Bunlar oruç tutan, namaz kılan, sadaka veren ama “ya kabul olmazsa?” diye endişe duyanlardır.”

İmanı bir kuşa benzetirsek bir kanadı korku”, bir kanadı “ümittir”. Mümin, “korku ve ümit arasında” bir kıvamda olmalıdır. Ümidini kaybederse ye’se (ümitsizliğe) düşer. Oysa Allah’tan ümidini kesmek kişiyi dinden çıkarır. Kişi korkusunu kaybederse bu defa kendisini cennetlik gibi garantide görmeye başlar. Oysa kendini cennetlik olarak görmek de küfürdür.
Bu virüs bizi ibadetlerde bile yalnız bırakmaz: Kur’an okuruz, manasını içimize sindirip uygulamaya önem vereceğimize başlarız indirdiğimiz hatimlerin çetelesini tutmaya Allah’ı zikrederiz, ama bizim için önemli olan “zikirmatikteki sayı” ve “tespihteki çengelli iğne”dir. Peygamberimizin ömürde bir defa hac yaptığını bile bile biz yaptığımız hac ve umrelerin sayısı ile övünürüz
Bir Hz. İbrahim’in oğlu İsmail ile yaptığı Kâbe’ye bir de Firavun’un yaptırdığı Piramitlere bakın . Hangisi daha üstün duruyor? Sırf maddî ölçüler esas alındığında belki Piramitlerin bir taş sütunu bile Kâbe’ye denk gibi Peki hangisi insanlık nezdinde daha etkili? Birine baktıkça zulmü, gözyaşını, kanı, diğerine baktıkça tevhidi, el emeğini, alın terini görmüyor musunuz?
Ey dipdiri meyyit, İki el bir baş içindir. Davransana Eller de senin, baş da senindir! His yok, hareket yok, acı yok Leş mi kesildin?
Hayret veriyorsun bana Sen böyle değildin. Kurtulmaya azmin neye bilmem ki süreksiz? Kendin mi senin, yoksa ümîdin mi yüreksiz?
“Üç günlük” dediğimiz dünyada kâr elde etmek için ne planlar yapar, ne ümitler besler, ne hayaller kurarız. Buna diyecek bir şey yok. Elverir ki “üç günlük” ticaret, bize asıl ticareti unutturmasın!.
Her gelecek olan şey yakındır!
Gözü kör olanın diğer duyuları kuvvetli olabilir, kalbi kör olanın bütün rûhî kuvvetleri âtıl olur, çalışmaz.
Denilse ki “bir cimri insan tanımı yapın, ama cimrilikte son sınıra ulaşsın!

Ne kadar uğraşırsanız uğraşın, asla ve asla Allah’ın tanimladığı gibi tanımlamayazsınız! Zaten Kur’an’ın i’cazı [mucizeliği) de burada değil mi!

Şu âyete bakın:

“De ki: Rabbimin rahmet hazinelerine siz sahip olsaydınız harcanır da biter korkusuyla elinizde tutardınız. İnsan gerçekten çok cimridir! (el-İsrâ, 100)

Uzun vadeli planlarınızın peşinde koştuğunuzu, ölümün aklınızdan silindiğini, iyilik yapmayı hep ertelediğinizi mi düşünüyorsunuz? Buyurun ilacınız:

“Herhangi birinize ölüm gelip de: Rabbim! Beni yakın bir süreye kadar geciktirsen de sadaka verip iyilerden olsam! demesinden önce, size verdiğimiz rızıktan harcayın. Allah, eceli geldiğinde hiç kimseyi (ölümünü) ertelemez. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.” (elMünâfikûn, 10-11)

Kur’an’ın mucize olması işte tam da bununla ilgilidir. Zira Kur’an bir dil mucizesi olduğu gibi bir de aynı anda hem akla hem kalbe hitap eder, hem düşünceleri hem duyguları harekete geçirir. Kur’an, kendisini vererek okuyanı düşündürürken duygulandırır, duygulandırırken düşündürür.
Coğrafya bize yağmurun nasıl oluştuğunu “yatay sebeplilik açısından bütün ayrıntısıyla anlatıyor. Peki iş bitti mi? Bakın Kur’an bu konuda ne diyor:

Görmez misin ki Allah bir takım bulutları (çıkarıp) sürüyor; sonra onları bir araya getirip üstüste yığıyor. İşte görüyorsun ki bunlar arasından yağmur çıkıyor. O, gökten, oradaki dağlardan (dağlar büyüklüğünde bulutlardan) dolu indirir. Artık onu dilediğine isabet ettirir; dilediğinden de onu uzak tutar; (bu bulutların) şimşeğinin parıltısı neredeyse gözleri alır! (en-Nur, 43)

Evet, müslümanlar olarak kâinat kitabını ve Kur’an kitabını birlikte okumayı öğrendiğimizde önemli bir eşiği atlatmış olacağız. Aksi takdirde -maazallah- ya kâinatı ihmal edip dünyadan, ya Kur’an’ı ihmal edip imandan olacağız. Oysa biz “Rabbimiz bize dünyada da âhirette de iyilik ver” diye dua edenlerdeniz. Evet, biz dünyadan da ukbâdan da geçmek istemiyoruz!

Rabbim bizleri her iki kitabı da ihmal etmeksizin hakkıyla okuyanlardan eylesin.

Yüce Allah kâinatı bir anda yaratmaya kâdir olduğu halde alti evrede yaratmıştır. Aynı şekilde Kur’an’ı da bir anda indirmeye kâdir olduğu halde 23 yılda indirmiştir. Her ikisinde de rubûbiyet ve ulůhiyetinin an be an tecelli ettiğini göstermiştir.

“Andolsun biz, gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları altı günde yarattık. Bize hiçbir yorgunluk çökmedi. (el-Kaf. 38)

* İnkâr edenler: Kur’an ona bir defada topluca indirilmeli değil miydi? dediler. Biz onu senin kalbine iyice yerleştirmek için böyle yaptık (parça parça indirdik) ve onu tane tane (ayırarak) okuduk.* (el-Furkan, 32)

Kâinat Allah’ın yaratılışa ilişkin (tekvini) âyetlerini toplayan bir kitap, Kur’an ise indirdiği vahiylere ilişkin (tenzili/ teşrīî) âyetlerini toplayan bir kitaptır. Yani kâinat beş duyuya hitap eden bir Kur’an, Kur’an ise akıllara hitap eden bir kâinattır.
İşin doğrusu ne peki?

Yavrusunu yitirmiş Hz. Yakub’un tavırları bana hep ilginç gelmiştir. “Ben hüznümü ve kederimi yalnızca Allah’a şikâyet ederim” (Yusuf, 86) deyişi

Çarşı pazara çıktığımda elimden geldiğince insanların davranışları üzerinde gözlem yapmaya çalışırım. İnsanların birbirine karşı tavırlari, konuşma tarzlari, davranışları Genelde gördüğüm şey şu: Gergin çehreler, asık suratlar, çatık kaşlar, zonklayan şakaklar, sıkılmış dişler, hırıltılı soluklar, şişen burun delikleri

Mütebessim çehreler, babacan tavırlar, kalender şahsiyetler, alttan alma git gide yerini yukarıdakilere bırakmış.

Evden ayrılırken geride kalanlara “Allaha ismarladık”, “Allah’a emanet olun” derdik, şimdi “haydi ben kaçtım”, “bay bay, hadi öptüm!”, “kendine iyi bak!” der olduk

Birbiriyle karşılaşanlar birbirine Allah’ın selamını verirdi, şimdi “günaydın”, “ben geldiiiimm!” der olduk.

Müslümanlar olarak sözlerimiz içinde en çok geçen – geçmesi gereken sözcük nedir? Hiç tereddütsüz “Allah” sözcüğüdür. Neticede bu dünyada bulunma amacımız O’na kulluk etmek değil mi?
Geçici dünya hayatı onun mümin açısından peygamberimizin ifadesiyle bir yolcunun dinlenmek üzere altına oturduğu bir ağaç gölgeliği gibidir.
Peygamberimiz iyilik ve kötülük nedir? diye soru soran sahabiye iyilik gönlün kabul ettiği şeydir kötülük ise gönlünü tırmalayan ve insanların muttali olmasından hoşlanmadığın şeydir. derken vicdana vurgu yapmıyor muydu?
İnsan neye göre melekten üstün neye göre hayvandan bile aşağı oluyor?
Meleklerde sırf akıl var nefis yok. Onun için onlar hep itaatte. Onlarda yeme-içme yok, uyku yok, sürekli ibadet ve taat var. Hayvanlarda ise nefis var akıl yok. Bunun için sadece yeme-içme ve üreme peşinde. Bizde hem akıl hemde nefis var. Aklını nefsine hâkim kılanlar melekten üstün, nefsi aklına hâkim olanlar ise hayvandan aşağı. Yani insan için âlâyi illiyin (yüceler yücesi) derecesi de mümkün esfel-i sâfilin (aşağıların aşağısı) derekesi de
Merhamet ve adaletin yok sayıldığı, zulüm ve haksızlığın kanıksandığı bir dünya, sâkinlerine kan, gözyaşı ve mutsuzluktan başka ne verebildi ne verebilirdi ki? Şimdi zaman yeniden ilâhî rahmete kucak açma zamanıdır. 
Kendini tanımanın en olmazsa olmaz yolu hayatının merkez üssünde neyin olduğunun belirlenmesidir.
Niçin Kur’an bize yön vermiyor, niçin bizi etkilemiyor? Çünkü biz Kur’an’ı dil, düşünce ve duygu üçlüsüyle okumuyoruz, sadece dil ile okuyoruz. Dilden çıkan kalbe girmiyor, akla yol bulmuyor. Kur’an düşüncemizi beslemiyor, duygumuzu süslemiyor. Öyle olunca da bizi etkilemiyor.
Allah’ım! Senin öfkenden rızana, cezandan affına ve Senden Sana sığınırım! Ben sana [hak etiğin şekilde] övgüler düzemem! Sen, kendini nasıl övdüysen öylesin. Müslim, salat, 222.
Yola çıkıyorsunuz yollar tıklım tıklım, sanki herkes işini gücünü bırakmış yollara düşmüş. AVM’ye gidiyorsunuz sanki herkes alışverişte. Camiye gidiyorsunuz bomboş, sanki namaz farz olmamış.
İslam toplumlarının kurtuluşu, insanları “Allah için sevmek” ile “Allah gibi sevmek” arasındaki farkı fark etmesine bağlı.
Akıl göz, vahiy ise ışık gibidir. Gözünüz ne kadar sağlam olursa olsun ışık olmazsa göremezsiniz.
İnsana dair kurulacak her cümle, yapılacak her plan, üretilecek her çözüm sonuçta dönüp dolaşıp insanı tanımakta düğümleniyor.
Hayat bir tabloysa onun çivisi namazdır.
İstemek yetmez, gayret de gerek!
Düşünün Her namazın selam öncesindeki son anında şu iki duayı şuurlu bir şekilde okuyan bir kimse ahiret endişesini bir kenara atabilir mi?
“Rabbimiz! Bize dünyada da ahirette de iyilik ver ve bizi ateş azabından koru!” | Bakara,201|
“Rabbimiz! Beni, ana-babamı ve müminleri, hesabın görüleceği günde bağışla!” |İbrahim, 41|
Kainat beş duyuya hitap eden bir Kur’an, Kur’an ise akıllara hitap eden bir kâinattır.
Kendini tanımanın en olmazsa olmaz yolu hayatının merkez üssünde neyin olduğunun belirlenmesidir.
İnsan ruh olmayınca bir ceset. Peygamberler, Cebrail ile buluşup o vahyi almadıkça sıradan bir insan. İnsanlar, Rabbimizin vahyi ile buluşup o vahye teslim olmadıkça birer ölü.
İman, akılla mânâsını bilmeden, kalple hissetmeden, azâlarla pratiğe dökmeden bir cümlenin tekrarlanmasına dönüştüğü gün anlamını yitirir, iki kanadı da kırılır.
Nedir iman kuşunun iki kanadı?
Bir kanadı bilgi, bir kanadı duygudur.
Bir kanadı sabır, bir kanadı şükürdür.
Bir kanadı havf, bir kanadı recâdır.
Bir kanadı tedbir, bir kanadı tevekküldür.
Bir kanadı amel, bir kanadı duadır.
Bir kanadı nefy ( Allah’tan başka ilah olduğunu reddetmek), bir kanadı ispattır.
Bir kanadı tahkik, bir kanadı teslimdir.
Bir kanadı hubbu fillah, bir kanadı buğzu fillahtır.
Kur’an, hak ile batılı, iyi ile kötüyü, zulüm ile adaleti, ilim ile cehaleti ayırt etmek üzere gönderilmiş olan bir kitaptır.
Niçin Kur’an bize yön vermiyor, niçin bizi etkilemiyor? Çünkü biz Kur’an’ı dil, düşünce ve duygu üçlüsüyle okumuyoruz, sadece dil ile okuyoruz. Dilden çıkan kalbe girmiyor, akla yol bulmuyor. Kur’an düşüncemizi beslemiyor, duygumuzu süslemiyor. Öyle olunca da bizi etkilemiyor.
Muhatap kitlenizin yalnızca duygularına hitap etmekle onları eğitemezsiniz. Yalnızca akla hitap ederek onları gayrete getiremezsiniz. Kalıcı etki meydana getirmek istiyorsanız hem akla hem duyguya hitap edin.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir