Panait Istrati kitaplarından Hayat Yollarında kitap alıntıları sizlerle…
Hayat Yollarında Kitap Alıntıları
Çoğu kişinin ne işe yaradığını bilmedikleri bir diploma uğruna gençliğimi boşa harcamak hiç de hoşuma gitmiyordu.
Hangi duygu acıma kadar insanın içine işler?
Nedir istediğim? Neyin peşinden koşuyorum?
Tam hız ileri!.. Gidelim!.. Herkes kendi kaderine
Zavallı insanlık! Aşağılıksın Kötü olmaktan çok aşağılıksın
Ah! Palikaraki! Dünyada kötülük kadar iyiliğin de bedeli ödeniyor.
ölmeyi de düşünmüyorum. Yaşamak istiyorum. Hayat, bu Napoli ve bu aptal insanlık hoşuma gidiyor. Sadece salatadan hoşlanmıyorum!
İşte böyle: Hayat, bedeninizden kopan meteorlar gibi sonsuzluğa doğru uçup gidiyor ve yaşama sevincinizi de beraberinde götürüyor.
vitrinlerin camlarına yansıyan yüzümü görünce kendimi tanıyamıyorum.
Biz, geri kalmış bir halkız ancak bizde kimse kedi yemiyor, kurbağa hatta at bile
kendime yol arıyorum, böylesine sefil bir hayattan kendi payımı istiyorum. Ama sıfıra sıfır, elde var sıfır!
O zaman kaderimle barışıyorum. Ayakkabıları eskitmek gereksiz. Başla duvar çökertmeye çalışmak gereksiz. Barış! Kendinle barış!
Yine de yürekli adamdı İyi kalmak için mücadele eden, sıkıntı çeken ve elinden geleni yapan adam. Ama yaşamın böyle çabalara aldırdığı falan yok.
Napoli’yi gör sonra öl
Ah insanoğlu ah, ne çirkinsin!
Hey ulu Tanrım, ne de geçmez zamanmış bu!
Ne ilgim var şu sürüyle?
Kötü şeyler beklerken birdenbire iyi bir sonuçla karşılaşmak da muhtemeldir ve şansınız da yaver giderse sizi sarmalayan cıvıl cıvıl bir hayatın içine girebilirsiniz.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Kalbim, bir fındık kabuğuna sığacak kadar küçülmüştü.
Yalnız kaldığımda dünya anlamını yitirdi, insanlar hiçbir şey ifade etmeyen siluetlere büründü.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Hayallerin bilançosu yıkımlarla doludur. Ve böyle olması hayırlıdır; yoksa yeryüzü hayalcilerle dolardı.
birçok sığınmacıyı barındıran Batı, başıboşlar için Doğu’dan daha zor ve acımasızdır. Cehennemin dibine girsin Marsilya. Bu şehir bana neye mal oldu bir bilsen! Memleketine git, bol paralı ahmak bir kadınla evlen, akıllı uslu bir ömür sür ve huzur içinde öl. Peki ya hayaller, diyeceksin Onları da şöminenin karşısında otururken kurarsın. Bu, kan kusmaktan daha iyidir. Öldüğün gün, yüzün gözün daha düzgün olur. İnan bana, Panait.….. Hayallerin bilançosu yıkımlarla doludur. Ve böyle olması hayırlıdır; yoksa yeryüzü hayalcilerle dolardı.
Ah! Bir dostu severken vedalaşmak, ne hüzünlü şey bu!
Arzuları sınır tanımayan insan için yegâne önemli şey; bu arzular var olduğu sürece yazgısına karşı verdiği savaş ve bu uğurdaki didinmeleridir. İşte, hayalcilerin bütün yaşamı budur.
İnsanoğlu ister amacına ulaşsın, ister ulaşmasın, geride kalan yine o buruk tattır. Sonuçlar birbirinin aynıdır
Dostlukta, sürekli aynı kişi öderse parayı saygı biter, tabiî dostluk da Çok az insan bu kuralın dışında kalmıştır.
Ah arkadaşlar! Sözde dostluk! Hiçbirine lanet etmiyorum ama dost geçinir, dostluğa tapar, sonra da birbirimize etmediğimizi koymayız.
Zalimlerin dünyaya hükmetmeleri, sözde erdemleri yüzünden değil, mazlumların yüreksizliğindendir.
Hırsızlığını yakaladığımız, tüm mahallenin, hatta patronun bile şüphelendiği bir hizmetkârın -her ne kadar kudretli bir kasiyer olsa da- emrinde çalışan birkaç çocukla, hasta bir ihtiyara eziyet etmesi ve hiçbirinin onu ihbar etmemesi, doğrusu şaşılacak şeydi. Ancak böyleydi: Kurumlaşmış ve gittikçe kök salmış bir otorite, zayıfların gözünde sınırsız bir güce sahiptir, ona boyun eğer ve ona katlanırlar. Zorbaların ağır suçları karşısındaki halkın şaşılacak denli sabrı bundan kaynaklanır: Zalimlerin dünyaya hükmetmeleri, sözde erdemleri yüzünden değil, mazlumların yüreksizliğindendir.
Ilık ve tatlı bir yuva, annemin hazırladığı yemekler, onun okşamaları Bu kısa gün, yaz gecelerinde kuyruklu bir yıldızın kayışını izlemek gibiydi.
Kaptan’ın nesi var anne? Kime öfkelenmiş?”
Eh! Küçüğüm. Bunlar büyük insanların sefil hikâyeleri Eskiden nasıl olduğunu anlatıyor; evini, karısını, gemisini Galiba onu bu duruma dostları düşürmüş.
Önümde eğlenceli bir uğraşın kapıları açılmıştı: Öç alma isteği, okuma açlığı, yabancı bir dil öğrenme fırsatı ve benden daha zavallı birini sevme ihtiyacı
Bir kâbustan uyanmış gibiydim
Bir şeye inanmak ve mücadele etmek, işte bu hayattır.
Merhamet kadar insan ruhunu okşayan çok az duygu vardır.
kalbim kapalı, canım hiçbir şey istemiyor
Müşterinin sabah dükkan açıldığında ilk ödediği para, yani siftah, doğu memleketlerinde önemlidir.
Meyhaneci çırağının azabı -bir gün bunu zanaatkâr çırağı olarak tasvir edeceğim- yediği tokatlar ve gözyaşıyla doludur. Zorla dayatılan ve herkesin normal kabul ettiği bu dehşet, adaletsiz dünyanın, İş başka türlü öğrenilmez, dar kafalılığına da bir ispat olabilir.
Hapishaneye, hapishane denir ve hapishaneye kapatılan kişi de özgürlüğünün elinden alındığını bilir.
Yılda yüz frank, bir takım elbise, bir çift ayakkabı, bir şapka, paskalyada bir, Noel’de bir gün izin.
Günde on dokuz saat çalışma, yol, ayakta durma (sabahın altısından gece bire kadar).
Günde on dokuz saat çalışma, yol, ayakta durma (sabahın altısından gece bire kadar).
Zalimce sözler, küfürler, sadist işkenceler, sayısız tokat
Ağlama seli, curcuna, kâbuslar
Kaçma isteği
Hepsi bu mu? Hiç telafisi yok mu? Bir teselli bile yok mu? Hiç dostça bakan bir göz? Acınacak haldeki bu çocukluğa teskin edici hiçbir şey yok mu?
Siz zavallılar! Zamanımızın tüm Kir Leonidaları!.. Bir anne ve bir evladın ne demek olduğunu nasıl bilebilirsiniz? Tek bir güneş ışınında titreşen dünyalardan, karınca yuvalarındaki mücadelelerden, acı çeken bir annenin ruhunu ele geçiren hıçkırıklarından ve işe verilen bir çocuğun kalbinde filizlenen sonsuz mucizeden sizin nasıl haberiniz olsun?
Sizler; kanun yapıcılar, güzel çocukluğu yiyip bitirenler! Meyhaneciler, bakkallar, fabrika sahipleri, ruhunuz gibi karanlık büyük mülk sahipleri! Akademileriniz, ahlak kürsüleriniz, kulakları patlatırcasına çalan çanlarla merhameti öğretmeye çalışan kiliseleriniz, meclisleriniz var ama siz, güzel olacakken bataklığa çevirdiğiniz bu hayatı göz ardı ettiğiniz gibi, bir çocuğun göğsünde neler barındırdığını da bilemiyorsunuz.
Yani bu çocuk sizin, öyle mi?
İnsanların çoğu, çocukluğunu; dayak yiyerek, küçük düşürülerek, yoksulluk içinde ve kanunların dayattığı can sıkıcı kalelerde geçiriyor. Böyle bir temelin üzerine sağlam bir ruh yapısı nasıl inşa edilebilir? Doğa kanunlarına uymadığınız halde yeryüzündeki hırsızların, suçluların, dolandırıcıların, pezevenklerin, tembellerin ve düzen düşmanlarının varlığı sizde neden şaşkınlık uyandırıyor?
Ayrıca bu canavarlar çocukluğun, insanoğlunun hayat mevsimlerinin en naziği olduğunu, saadet içinde bile varlığı ebedi insan yapısının temellerinin sadece bu mevsimde atılabildiğini nereden bilecek ki? Yapının çökmemesi için temellerin iyilikle, evet, yalnızca iyilikle atılması gerekir!
İlk Çağ ve Orta Çağ’da olduğu gibi bugün de meydana getirilen hiçbir sosyal organ, hayatı anlamıyor, hiçbir yasa onu korumuyor; keyfilik ve budalalık hiç olmadığı kadar hüküm sürüyor.
İnsanlık binlerce yıldır yaratılışın anlattıklarından ders alabilmiş midir?
Çocukluktan çıkan insan canavarlaşır
Çocuk, dünyanın başlangıcı ve sonudur; hayata kolayca uyum sağladığı için hayatı yalnızca o anlar.
Tüm çocuklar devrimcidir. Yaratılışın kanunları onlarla yenilenir ve olgun insanların önyargılarını, hesaplarını, bayağı çıkarlarını onlar ayaklar altına alır.
Geçim derdi ve dulluğun verdiği acılar içinde senin için gençliğimi feda ettim. Sadece seni ‘ellerden’ kurtarmak için. Ancak yazık ki hiçbir işe yaramamış, seni kurtaramamışım!.. Tanrım benim gibi anneleri yeryüzünden silsin!..
Her çocuk bir devrimcidir.
Üzgündüm çünkü özgür çocukluğuma dair güzel yıllarımın son bulduğunu hissediyordum
Şu yeryüzünde her şeyin acısı çıkıyor, iyiliğin de, kötülüğün de
Âdemoğlu, ne aşağılık yaratıksın sen!
Nedir istediğim? Neyin peşinden koşuyorum?
Sevilen bir dosttan ayrılmak ne güç şeydir!
Bir felaket tek başına gelmez derler ya, galiba mutluluk da bazen katmerli oluyor; yoksa hayat çekilmez bir yük olurdu.
Her sayfa bir bilgiler âlemiydi; her sözcük bana asla aklımdan geçirmediğim ufuklar açıyordu.
Bir düşünce uğruna savaşmak, bir duygu, bir aşk ya da bir çılgınlık uğruna savaşmak, ama bir şeye inanarak savaşmak
Sizler, kanunlar yapmışsınız, akademiler kurmuş, ahlâk kürsüleri tesis etmişsiniz, kulakları patlata patlata çanlarını çalarak merhameti öğretmeye çalışan kiliseleriniz var, meclisleriniz var ama bir çocuğun göğsü içinde neler kaynaştığını bilemezsiniz..
Her çocuk bir devrimcidir. Yaradılışın yasaları onunla tazelenir ve olgun insanların onlara karşı yükselttiği ahlâk, ön yargılar, hesaplar, pis çıkarlar gibi engelleri ayaklar altına alır.
Ben dünyaya zaten karışık gelmişim.
unutulmaz hatıralar arasına karışacak olan bir özgürlüğün parıltılarıyla sarhoştum.
Her çocuk bir devrimcidir. Yaratılışın yasaları onunla tazelenir ve olgun insanların onlara karşı yükselttiği ahlak, önyargılar, hesaplar, pis çıkarlar gibi engelleri ayaklar altına alır. Çocuk, dünyanın başlangıcı ve sonudur; hayatı yalnız o anlar, çünkü hayata ayak uydurur; devrimler ancak çocukluğun saflığıyla yapıldığı zaman daha iyi günlerin geleceğine inanacağım. Çocukluktan çıktı mı insan canavar kesilir: ikiyüzlülükle başka bir kalıba girerek hayatı inkâr eder.
Devrimler ancak çocukluğun saflığıyla yapıldığı zaman daha iyi günlerin geleceğine inanacağım.
Sevgi, kendini açmak, olduğun gibi göstermek, karşındakini de değiştirmeye çalışmadan, olduğu gibi kabul etmek, anlamak ve sevmek değil de nedir?
Çalmayan var mı? Herkes çalar. Eline fırsat geçen herkes.
Yumruklardan, tokattan korkmuyordum artık. Tek bir kaygım vardı, kitabımı saklamak.
Dünya yabani olmiş, çok yabani.
Zavallı insanlık, ne ahmak şeysin sen. Kötü olmaktan çok ahmak!
Koskoca Napoli’de benim kursağıma girecek bir ekmek kırıntısı yok.
Açım, ben fakirim.