İçeriğe geç

Hayat Mezarda! Kitap Alıntıları – Stratis Mirivilis

Stratis Mirivilis kitaplarından Hayat Mezarda! kitap alıntıları sizlerle…

Hayat Mezarda! Kitap Alıntıları

Er denilen yaratığın eti öyle yumuşak ,çelik mermi daneleri öyle sert ve güçlü ki !
__ Zehirli gaz !.. Maskeleri Maske taaak !
İnandığım hiç bir şey kalmadı benim sevgiden gayrı
Mutlu gecmis günlerin anısı, iki ağzı da keskin bir hançer.
Düşmanlarımızın milyonlarca askeri arasından Petko ve Yuvan nam kullarını ne olur huzuruna çağırma!
Bu sözcük erler evreni üstüne, çıplak bir cesete örtünen çarşaf gibi açılıyor .
Mutlaka yüzümü ak çıkarması gerek bu bacağın
Yaşamış olmanın değerini anlatan bir çift göze rastladın mı hiç ömründe ..
Haki giydim nişan aldım
Göğsümden sızan kana baktım!
Sevgi dili ve kin dili uluslar arası ortak diller
Yüreğim buz gibi. Yüreğimde taşmaya hazırlanan bir çığlığı zor tutuyorum.
İnandığım hiçbir şey kalmadı benim sevgiden gayrı
(Korkunç felaketli günler yaşanırken mutlu geçmiş günlerin anısı, iki ağzı da keskin bir hançer. Ruhun hem dinlenmesi, hem de azap içinde kıvranması, işkence çekmesi gibi bir şey işte.)
Talihin varsa ne acele edersin, talihin yoksa ne acele edersin!
Yüreğim kapalı bir şişe. İçinde gülyağı. Kokusundan hiçbir şey yitirmiyor. Böyle bir durumdayım işte.
Azrail kendinden korkanları kovalar hep! Kendilerinden kaçan beceriksiz delikanlıları kovalayan fahişelere benzer ölüm!
Bazı itici tipler vardır ki, ne yapsan, ne denli çabalasan, ne denli kendini zorlasan yaklaşamazsın onlara; ısınamazsın. Benliğin, hintyağı gibi kusar bunları.
Bir an kendimi kesinkes bir yalnızlıkta bulmak istiyorum. Tüm arkadaşlar çekip gitmişler de burada yapayalnız kalmışım, işte böyle bir istek.
Yazık! Bu uçup giden gün ve gecelerimin hiçbiri geri dönmeyecek! Tek tek, bir bir, tüm bunlar benim kendi günlerim, gecelerim.
Maddesel acılar, gövde acıları! Ruhu ve düşleri mutsuz kılma acısından bundan daha baskın ne olabilir. İş, asıl gövdeyle başlar. Gövde acı çekerse her şey bitmiş sayılır. Gövde sağlam, sağlıklı olduğu zamanlar tüm evren güzel; insanlar sevgili, temiz yürekli, mutlu; eşyalar değerli olabilir ancak. Evren gövdeyle varlığını duyurur ve sürdürür!
Kişioğlu zamanla her şeye alışıveriyor. Hep dikkat etmişimdir buna: İçimizde alışma gücüyle doldurulmuş bir depo vardır. Bu depo bizi türlü tehlikelerden korur. Özellikle de çıldırmak tehlikesinden. Bazen düşünür de derim ki, eğer sonsuz cehennem acıları gerçekse, bunlara kişioğlu bir güzel alışabilir.
Ama sen, söylesene bana, yaşamış olmanın değerini anlatan bir çift göze rastladın mı hiç ömründe? Salt kadını yarattığı için Tanrı’ya şükretsek yeridir.

Ama ben, senin az önce söylediğin o büyük sözü edecek kadar hiçbir kadına yakın bulmadım kendimi ömrüm boyunca.

Sonra da gözyaşlarıyla karışık birkaç ateşli öpücük, bir yığın öğüt: ‘Aman yavrum, mukayyet ol kendine, üşütme sakın!’ Tabi bu sırada sözler insanı ölümden korumaz, ama ruhları yalnızlıktan kurtarır, için için eriyip tükenmelerini önler. Güç anlarında yanı başında sevgi’nin beklediğini görürsün.
Gülünç yaşamaktansa korkudan ölmek yeğdir.
Biri bana şöyle demişti bir gün: Coşkunluk midye gibidir, tazeyken işe yarar.
(İsteklerimizin, güçsüz yanlarımızın karşısında ne denli cüceyiz! Başkaları için ne denli kayıtsız, ne denli katı yürekli oluyoruz!)
Yaşam hep aynı biçimde ağır ağır akıp gidiyor. Bir tuhaf, ama hep aynı yaşam; hiç değişiklik yok.
Ölümün gölgesinde ve karanlığında yaşamaktayız!*

*İncil’in Yunanca metninden. (Ç.N.)

Az ötede Dragora Irmağı, pek resmî bir biçimde, yeşil yakamozlar saçıp akmakta. Dört bir yanından ilkbahar suları fışkıran toprağın kokusu bir kadın vücudu kokusu kadar gıdıklayıcı.
Hepimiz sessiz, bıkkın yürümekteyiz, bir yerlerde unutulup bırakılmak korkusuyla, azıcık duraklamak, azıcık geride kalmak yürekliliğini bile gösteremiyoruz.
hepimiz bu korkunç karanlığın biteceği, ama yolu yok kesinlikle biteceği yere doğru yönelmiş yürümekteyiz.
Dillerimiz yabancıydı, ama uzun süre konuştuk ve güzelce anlaştık. Sevgi diliyle kin dili uluslararası ortak diller.
(Sevgilim, yağmur yağarken insan bir evde olmalı. Bu ev de senin kendi evin olmalı, yağmuru da panjurların ardından seyretmelisin. Yamacında da aşk olmalı, bir çiçek vazosu ve bir de kitap!)
Burada gökyüzü basık, kurşun gibi ağır; . Bulutlar başımızın hemen üstünde, askıda unutulmuş kirli çamaşırlar gibi hareketsiz, kül rengi paçavralarını sarkıtmakta. Deniz sessiz, engin göğüsleri içinde korkunç soluklar gizlemekte. Oynanan dramı dinlemek için salt dikkat ve kulak kesilmiş beklemekte
Tüm günler aynı biçimde akıp gitmekte. Dayanılmaz biçimde birbirine benzeyen ve o oranda boş ve anlamsız günler ve geceler. Başı sonu belirsiz, ağır, çok ağır ilerleyen bir cenaze alayı düşün! Öylesine bir tespih düşün ki, aklı karalı taneleri anlamsız, sonsuz uzayıp gitmekte dizi dizi! Ne bıkkınlık verici bir görüntü.
Sevgilim! Şu olağanüstü anlarda hayatım ölüme ne kadar yakın bir bilsen! Ve de ellerim seninkilerden ne kadar uzak!
Satırları karalarken soluduğum havanın seninle dolu olduğunu duyuyorum. Senin şuracıkta, çok yakınımda olduğuna inanıyorum. Konuşmasan da olur, zararı yok.
Bilmem farkında mısındır hiç Bazen böyle candan biriyle bir yerde oturmuşsundur, örneğin bir evde. Birkaç kitap, bir iki tablo, heyecanla geceyi bekleyen bir gaz lambası, bir mürekkep hokkası! Çevrede dizi dizi sandalyeler. Odada senden ve ondan başka kimsecikler yok. Pencere önündeki sedire yan yana ilişmiş oturmaktasınız. Susuyorsunuz. Aşağıda sokak aceleci kişilerle dolu. Ayaklarını sürterek yürüyen ya da otoların içinde bir ok hızıyla giden insanlar. Telgraf telleri gökkubbenin mavi perdesini nota defteri gibi çizmiş Sonra, yanındaki o candan yaratıkla sessiz bir deniz kıyısında oturmuş olabilirsin. Tüm yorgunluğunu almış, sık sık soluyan engin bir deniz, gözlerinin önünde. Bu denizin her damlasında bir yaşantının kıpırdandığını duyuyorsunuzdur. Susmaktasınızdır. Kendi düşüncelerinize dalmışsınızdır. Belki gerçekten de özlü, önemli bir şey düşünmüyorsunuzdur o anda. İşte o an, olağanüstü bir andır. Böyle anlarda gönül bir kırlangıç kadar özgür kanat çırpıp gitmektedir çünkü. Gitmiştir. Gitmiştir de insanlığın o sonsuz gönlünü bulmuştur, ona kavuşmuştur, bir olmuştur onunla.
kişioğlu bakımından ömrünün olağanüstü aşamalarını yaşadığı bir sırada, yakın birinin, candan birinin yanı başında yamacında bulunması pek avutucu olur. İçini dökebileceğin, dertleşebileceğin, seni dinleyebilecek birinin, hatta dinlediğine inanmasan bile
Bilirsin, yüreğimizin gizli kaynaklarından fışkıran sesler yankısız, karşılıksız da kalsalar hiç önemi yok.
yürüye yürüye kocayacağım, günün birinde duracak olursak eğer, yolu yok, ölmek için duracağım
Bu hem bir son, hem de bir başlangıç. Ezici yürüyüş koşulları bakımından bir son, bilmediğimiz, daha alışamadığımız siper koşulları bakımından bir başlangıç.
Mantık, ruh ve hayal gücünün frenlenemeyen çılgınlıklarına karşı kullanılabilecek en zayıf silahtır.
İnandığım hiç bir şey kalmadı benim sevgiden gayri..
Gitti gider fukara, boğulur oracıkta Doktorun teşhisi: «Tipik Boğulma» olayı. Senin anlıyacağın, kahramanımız gırtlağına dek bok dolu olarak gitmiş. Anlarsın ya, «din ve de vatan uğruna!»
Ve bir gün gelecek yeryuvarlak kocayacak, şu dehalarına hayran kaldığımız, şu mermileri, uçakları, hiperit gazlarını, melatitleri bulan insanlar ince elenmiş toprak olacak. İnsanlık, yüzyıllık ağaçların kuşaktan kuşağa miras gibi bıraktığı kötü bir öykü, korkunç bir masal olacak.
Mutlu olduklarını bilmezler. Yeni vardılar bunun farkına. Yeryuvarlağının dörtbir yanından kopup gelen, tarlalarını, mezarlıklarını ve o farkına varmadıkları mutluluklarını postalı altında çiğneyen barbar ordularıyla karşılaştıktan sonra..
Ölmek ya da öldürmek acep niye bunca gerekli ola? Kimse sorsam dersin, sevgilim?
Düşünüyorum da.
Elbet bir gün gelecek insanlar boğuşmaktan bıkacak. Savaş sona erecek, siperler boşalacak. Sığınaklarda ayılar yavrulayacak, telörgülerde yaban sarmaşıkları çiçekli kollarını açıp saracak.
Bizden sonraki kuşaklar bizim bu boğuşmalarımızla alay edecekler. Belki de bugün anladığımız milliyetçiliğe tam aykırı ilkelere bağlanacaklar, belki bu ilkeler uğruna onlar da tıpkı bizim bugün yaptığımız gibi birbirlerini yiyecekler. Yine tanrısal bir kinle hem de Savaşı yeryüzünden kaldıracağız ! nâralarıyla birbirlerinin karınlarını deşecekler.
Bizler, binlerce, onbinlerce, milyonlarca emekçi, bu savaş sarmaşığının gelişmesi, dalbudak salması için geceler boyu toprağı kazıyor, yüreklerimizin kanıyla suluyoruz. Demir dişli, demir tırnaklı sarmaşığı.
Bunlar çok garip şeyler, ha sevgilim?
Ama bu böyle işte Bu bir gerçek
Düşlerle ömür tüketen gülünç bir hayalciden başka bir şey değilim ben!..
İhtilal!..
Özgürlük için savaşmak!.. Tutsak kardeşlerinin özgürlüğü için! Niye olmasın? Özgürlük ve tutsaklar uğruna savaşmak kutsal bir şey. Kralı devirmek. Evet özellikle bunu başarmak gerek!
Olanla gücümle gözlerimi açıyorum. Az sonra gözlerine mil çekilecek bir mahkumunkine benzer bir hırsla, tüm anlamını bir yudumda içime sindirmek amacıyla, önümde uzayıp giden doğanın güzelliklerine bakıyorum dopdolu bakışlarla..
Ortada bir tanışıklık, ortada bir kin, bir kişisel düşmanlık yokken nasıl öldürebiliriz birbirimizi?
Burada, sevgilim, herşey birbirinin tıpkısı. Usandırıcı, bayağı, sessiz ve korkunç. Zaman stop etmiş. Gezegenimiz dönmüyor artık. Aylar birbirine girmiş. Günler isimsiz, kişiliksiz. Bayramlar yokolmuş
Şu gökkubbenin altında ne de bol sevgi varmış meğer! Susuz bir düzün bağrına akan engin bir ırmak!.. Gelincikli, al al, kıpkırmızı, çiçeklerini devşirmen için seni çağıran bir tepecik gibi çiçekli Kişioğluna eğilip bu çiçekleri devşirmek görevi düşüyor sadece..
Bizler yeni kuşak. Bizler gençlik! Özgür insanlarla birlikte özgürce yaşamalıydık! Kanımız en değerli kral erguvanından daha da kırmızı, daha da değerliydi. Güzel masallara; yaldızlı giysilere, ağır kadifelere boşverip gerçeklere yol açmalıydık!..
Tüm günler aynı biçimde akıp gitmekte. Dayanılmaz biçimde birbirine benzeyen ve o oranda boş ve anlamsız günler ve geceler. Başı sonu belirsiz, ağır, çok ağır ilerleyen bir cenaze korteji düşün!
Ölmek ya da öldürmek acep niye bunca gerekli ola? Kime sorsam dersin, sevgilim?
Bana öyle gelir ki, gün erişip insanoğlu sık sık aklını altüst eden o toptan ölmek ya da öldürmek sarasından kurtulduğunda, salt şu nedenle ömürleri boyu utanç duysalar yeridir: hayvanları savaşa sokmak!.. Bu bence, İnsanlık Tarihi’nin en kara sayfalarından biri olmaya aday.
Sevgilim, akşamüstüdür, sana geliyorum. Işık, sokağın mermer kaldırım taşlarını yıkamış, tertemiz bu taşlar. Kaldırımlı yokuşta ayak seslerim duyuluyor. Tanırsın ayak seslerimi sen, kapıyı çalmam gerekmez, hemen açarsın kapıyı. Yüreğim sevinçli, neşeli çarpmakta.

Kesin artık benim buklelerimi. Ağabeylerim gibi bana da pantolon giydirin, erkek olmak istiyorum!
Kıvırcık başlı, uysal, pamuk bulutçuklar dizilir ufuklar boyu. Gökyüzünün tüm melekleri mavi basamakların en dibine inip otururlar, ıslak kanatlarını kuruturlar.
Dört bir yandan cırcırböceklerinin o kristal türküleri yükseliyor. Bu milyonlarca böcek acaba nerede gizlenir? Salt geceleri, tüm öteki sesler susunca ötmeye başlıyorlar. Gece baştan başa bu serin seslerle dolup taşıyor. İçi çe girmiş sayısız ses kıvılcımları bunlar. Yoksa, bunlar sessiz düzlüğün, otların, bitkilerin, ya da yıldızların sesi mi?
Bir an kendimi kesinkes bir yalnızlıkta bulmak istiyorum. Tüm arkadaşlar çekip gitmişler de burada yapayalnız kalmışım, işte böyle bir istek. Bir ürperti, keskin bir bıçak gibi gelip geçiyor yüreğimi. Düşman da olsalar, çevremde insan bulunsun şu an, yeter bana.
Güç anlarında yanı başında sevgi’nin beklediğini görürsün.
( ) İstihkâm onbaşısı, sincaplardan birine uzun uzun nişan aldı. Hayvancık hiç kıpırdamıyor, ürkmüyor, yalnızca başını sağa sola çeviriyor, gözlerinin parlak boncuklarıyla onbaşıya bakıyor. Sonunda, ormanın sonsuz sesleri içinde hemen eriyip giden tüfek sesi duyulur duyulmaz, zavallı yaratık, başına gelen bu beklenmedik felaketin şaşkınlığında, ayaklarımızın dibine düşüyor cansız.
Ortada bir tanışıklık, ortada bir kin, bir kişisel düşmanlık yokken nasıl öldürebiliriz birbirimizi?
Kalın kaputlarına gömülmüş kahramanlık taslayan tüm şu masum çocukların dibe demirlemeleri için tek bir torpil yeter de artar. Ama neden?
Savaş çarkı!..
Bu çark, küflü bir kaosun sonsuzluğu içinden kopmuş koskocaman bir bostan kuyusu çarkı gibi dönmekte, gıcırdamakta. Milyonlarca insan oturmuş da bu görüntüyü seyre dalmışız
Gitti gider fukara, boğulur oracıkta Doktorun teşhisi: Tipik boğulma’ olayı. Senin anlayacağın, kahramanımız gırtlağına dek bok dolu olarak gitmiş. Anlarsın ya ‘din ve vatan uğruna!’

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir