İçeriğe geç

Hayat Dolu Kitap Alıntıları – John Fante

John Fante kitaplarından Hayat Dolu kitap alıntıları sizlerle…

Hayat Dolu Kitap Alıntıları

Beklentim çok büyüktü belki de; tüyleri ürperten coşkulu bir idrak, yeniden doğuşun baş döndürücü ihtişamı.
Sabahın dördünde ağzım sigaradan zehir gibi olmuş hâlâ yazıyordum.
Pişmanlık duymadığım günahları nasıl itiraf edebilirdim ki?
Beklentim çok büyüktü belki de; tüyleri ürperten coşkulu bir idrak, yeniden doğuşun baş döndürücü ihtişamı.
Yaptığım hiçbir şeyde pişman değildim. İyi ya da kötü, ne yaptıysam zevk duyarak yapmıştım. Pişmanlık duygusu ile rahibe sığınmak son derece saçma geldi bana. Günah çıkartma hücresine girmeyecektim, giremezdim.
Evlilik buydu, bir mezar, kendinden güçlü bir iyi ve doğru olanı yapma isteği ile sabahın üçünde insanı aptal konumuna düşmesine neden olan berbat bir hapishane. Evliliğin tek ödülü çocuklardı, onlarda nankördüler.
Beklentim çok büyüktü belki de; tüyleri ürperten coşkulu bir idrak, yeniden doğuşun baş döndürücü ihtişamı.
Yaptığım hiçbir şeyde pişman değildim. İyi ya da kötü, ne yaptıysam zevk duyarak yapmıştım. Pişmanlık duygusu ile rahibe sığınmak son derece saçma geldi bana. Günah çıkartma hücresine girmeyecektim, giremezdim.
Ne kadar güzeldi hayat..! Düş ne kadar zengin.
Evlilik buydu, bir mezar, kendinden güçlü bir iyi ve doğru olanı yapma isteği ile sabahın üçünde insanı aptal konumuna düşmesine neden olan berbat bir hapishane. Evliliğin tek ödülü çocuklardı, onlarda nankördüler.
Ne kadar kolaydır Anne ile konuşmak; anlamadığı şeyleri bile anlamaya zorlar kendini.
Ne kadar güzeldi hayat! Düş ne kadar zengin!
Vicdanımla başbaşa kalabilmek için diz çöktüm. On beş yıl aradan sonra günah çıkartma hücresine girecektim yine. Hangi günahları işlemiştim on beş yılda? Muazzam bir işle karşı karşıyaydım. Önümdeki alan o denli büyüktü ki ciddiye alamadım. Daha da kötüsü, pişmanlık duymuyordum. Yaptığım hiçbir şeyden pişman değildim. İyi ya da kötü, ne yaptıysam zevk duyarak yapmıştım.
Birbirimize baktık ve o gecenin yaşamlarımızda bir kilometre taşı olduğunu, birlikteliğimizin korkunç önemli, korkunç ciddi olduğunu biliyorduk. Ama hüzün verici bir andı aynı zamanda, çünkü ben hayatın saçma ve gülünesi yanını da severdim ve hayatın o yanını mazide bırakmıştık artık.
Loğusalık zor bir dönemdi erkek için. Yaratma erki kadını olağanüstü güçlü kılıyor, hayatını erkeğine ihtiyaç duymaksızın yaşayabiliyordu. Ama geçiciydi.
Hayır, Joyce’a ihanet edemezdim. Zaten ihanet etmek de istemiyordum, ama bu da ayrıca canımı sıkıyordu. Hamilelik döneminde kocaların eşlerine ihanet etmeleri adetten değil miydi?
Ona duyduğum tutkulu gereksinim vardı bir de. Onu ilk gördüğüm andan beri. İlk karşılaşmamızda teyzesinin evinde çay içmiştik ve o gittikten sonra hiçbir işe yaramamış, onu tekrar görene dek ortalıkta bir sakat gibi dolanmıştım.
Alışverişe çık, sevgilim. Kendine bir şeyler al.

Tanrı yardımcım olsun. Karnındaki yumruyu unutmuştum, sözlerimi emmeye çalıştım ama nafile.

O kadına duyduğum aşk o denli güçlüydü ki,o anda canımı seve seve verebilirdim.
Seviniyorum acı çektiğim için. Aptal gibi davrandım. Hak ediyorum acı çekmeyi.
Hayatım boyunca insanlara külfet oldum. Kadınların kaderi böyle. Hiç hoş değiliz aslında,gerçekten değiliz.
Çok kötü hissediyordum kendimi.
Yıllar üstüme yağıp kumdan bir dağ gibi örtmüştü beni. Kolay değildi o dağın altından çıkmak. Fısıltı ile konuşup duyulduğunu hissetmek kolay değildi.
Tanrı iyiliğin timsali ve her şeye muktedir ise ,neden sonsuza dek acı çekmeye mahkum insanlar yaratır.
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
Bedenimi temizlemekten çok zihnimi arındırmak için ihtiyaç duyarım banyoya.
Başımı pencereye dayayıp dışarı baktım. Çok yalnız ve dostsuz hissediyordum kendimi.
Birden Joyce’un varlığı ile doldu içim,büyük bir özlem duydum.
Ulvi ve harikulade bir huzur parlıyordu yüzünde. Ondan mutlu insan yoktu şu alemde. Gözlerini yumdu ve uyudu. O an ölse ,doğru cennete giderdi.
İnek sidiğinin kel başlarda saç çıkardığını da bilirim,ama henüz bu bilgiden yararlanma ihtiyacı doğmadı.
Kendimi yalnız hissediyorum.
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
Bayılırdı annem bayılmaya. Bayılmak bir sanattı annem için. Küçük bir işaret yeterliydi.
Evliliğin tek iyi yanı çocuklardı,onlar da nankördüler.
Evlilik buydu,bir mezar,kendinden güçlü bir iyi ve doğru olanı yapma isteği ile sabahın üçünde insanın aptal konumuna düşmesine neden olan berbat bir hapishane.
Mazim başaşağı çevrilmiş bir çöp tenekesi gibi ortalığa saçılmıştı.
Bebek bir canavardı. Dişlerimi sıkıp arkama yaslandım . Yüreğim bulanmış,konuşamayacak denli korkmuştum. Böyle bir anda ağlamak yakışık almazdı,ama kederimi bastıramayıp ağlamaya başladım. Joyce gözyaşlarımı fark edince şefkate boğdu beni,memnun olmuştu.

Canım benim ! Ne kadar duygusalsın.

Hamile kadınları kimse sevmiyor, diye hıçkırdı. Gittiğim her yerde hissediyorum bunu. Sokakta,dükkanlarda,her yerde . Gözlerini dikip bakıyorlar. Korkunç.
Nefesini yüzüme üfledi. Bir zamanlar sıcak ve tatlı olan nefesinde şimdi ben -hamileyim kokusu vardı;nahoş değildi ama hoş da değildi.
Gecede on kez yataktan fırlayıp banyoya koşuyor,sifonu küstahlığa varan bir sertlikle çektikten sonra gargara yapıyor,dişlerini fırçalıyor,duş yapıyordu. Sonra gümbür gümbür yatak odasına dönüp yemekli bir tavernaya döndürdüğü yatağa zıpladıktan sonra şişmiş bir tanrıça gibi yastıklardan oluşturduğu tahtına kuruluyordu. Kımıldanıp homurdanmanın yararı yoktu; umurunda bile değildi.
Soğuk bir kararlılıkla tekmeliyordu artık beni. Gecenin bir saatinde yastığımın başımın altından çekilmesi ya da elma kütürtüsü ya da tenime batan galeta kırıntılarının has işkencesi ile uyandırılıyordum. Özgürlüğüne kavuşmuş bir mülteci gibi yiyor,yatağa koca sandvinçler ve bir sürahi sütle geliyordu.
Her şey farklıydı artık. Geceliklerinin önünde içinden karnındaki yumrunun insana yan yan baktığı koca delikler vardı,külotları çuvaldan farksızdılar,tabanları düz ayakkabılarıyla ancak pirinç tarlalarında çalışılırdı ve bluzları iki kişilik çadırları andırıyorlardı.
Tuvalet masasının önündeki iskemlesi, onun o güzel yüzünü aksettiren ayna, başını yasladığı yastık, yıkanmak üzere bir kenara fırlatılmış bir çift çorap, ipek pantolonunun elimi ayağım kesen cazibesi, gecelikleri, sabunu, banyo sonrasında hala ıslak ve sıcak havluları: ihtiyacım vardı bu şeylere; onunla ola yaşantımın parçalarıydılar; ruj lekesi de hiç fark etmiyordu, çünkü kadınımın sıcak dudaklarından geliyordu.
Odasına girip eşarbı, elbisesi ya da beyaz kurdelesi gibi özel eşyalarından birini elime aldığımda başımın döndüğü, sevgilime duyduğum aşkın coşkusu ile kurbağa gibi vırakladığım o eski günlerin özlemi ile dolardı içim. 
Taş gibi aramıza girmişti bebek. Endişeliydim,hiçbir zaman eskisi gibi olamayacağımızdan korkuyordum.
Ona duyduğum tutkulu gereksinim vardı bir de. Onu ilk gördüğüm andan beri. İlk karşılaşmamızda teyzesinin evinde çay içmiştik ve o gittikten sonra hiçbir işe yaramamış,onu tekrar görene dek ortalıkta bir sakat gibi dolanmıştım.
Tanrım,neden evlendim ki seninle?

Tek kelime etmeden aptal gibi sırıtmakla yetinirdim,çünkü ben de nedenini bilmiyor,ama benimle evlendiği için mutluluk ve gurur duyuyordum.

Kitap okumayı kolaylaştıran bir rahatlığı vardı hamileliğin. Kitabı karnına yerleştirdiğinde kitap nerdeyse çene hizasına geliyor,sayfaları kolayca çevirebiliyordu.
Ne kadar güzeldi hayat ! Düş ne kadar zengin.
İçinde hayat taşıyordu;uzak,mağrur ve mesuttu.
Tanrı iyiliğin timsali ve her şeye muktedir ise, neden sonsuza dek acı çekmeye mahkum insanlar yaratır..
Pişmanlık duymadığım günahları nasıl itiraf edebilirdim ki ?
Evlilik buydu, bir mezar, kendinden güçlü bir iyi ve doğru olanı yapma isteği ile sabahın üçünde insanı aptal konumuna düşmesine neden olan berbat bir hapishane. Evliliğin tek ödülü çocuklardı, onlarda nankördüler.
Yaşlılara, özellikle de annene ve babana karşı hürmetli olman gerektiğini biliyorsun.
Tanrı iyiliğin timsali ve herşeye muktedir ise, neden sonsuza dek acı çekmeye mahkum insanlar yaratır.
Ne kolaydır anne ile konuşmak; anlamadığı şeyleri bile anlamaya zorlar kendini.
Ama insan yaşadıkça öğrenir.
Pişmanlık duymadığım günahları nasıl itiraf edebilirdim ki?
Bir kez daha evim ve babamla gurur duyuyordum. İyi ki hayattaydı hala! Tanrı ona uzun bir ömür, bana da şükran ve hayranlık duygularımı gösterme fırsatı bahşetsin.
Yaptığım hiç bir şeyde pişman değildim. İyi ya da kötü, ne yaptıysam zevk duyarak yapmıştım. Pişmanlık duygusu ile rahibe sığınmak son derece saçma geldi bana. Günah çıkartma hücresine girmeyecektim, giremezdim.
Ne kadar kolaydır anne ile konuşmak; anlamadığı şeyleri bile anlamaya zorlar kendini.
Nasılsın Baba? Ben mi? Ben alışığım. Bir gün sende yaşlanacaksın, otuz beş yıl, kırk yıl sonra senin de oğulların olacak. O zaman Babanın bu gece sana söylediğini hatırla: Her seferinde kalbini kırarlar.
Pişmanlık duymadığım günahları nasıl itiraf edebilirdim ki ?
Yaptığım hiç bir şeyde pişman değildim. İyi ya da kötü, ne yaptıysam zevk duyarak yapmıştım. Pişmanlık duygusu ile rahibe sığınmak son derece saçma geldi bana. Günah çıkartma hücresine girmeyecektim, giremezdim.
Ne kadar kolaydır Anne ile konuşmak; anlamadığı şeyleri bile anlamaya zorlar kendini.
Dünyanın bütün hazlarını topla
Sonra sonsuzlukla çarp
Cennette bir dakika hepsine bedeldir.
Tanrı iyiliğin timsali ve her şeye muktedir ise, neden sonsuza dek acı çekmeye mahkum insanlar yaratır.
Ne kadar kolaydır Anne ile konuşmak; anlamadığı şeyleri bile anlamaya zorlar kendini.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir