Mehmed Uzun kitaplarından Hawara Dîcleyê – II kitap alıntıları sizlerle…
Hawara Dîcleyê – II Kitap Alıntıları
İnsanlar buğday başaklarına benzer, boş oldukları zaman kafaları yukarı, içleri dolu olduğu zaman aşağı bakarlar.
Dünyada bir gün bile özgür kalmadım, gitti
Hayatimdam bir an bile neşelenmedim, gitti
Her ne kadar zamana öğrencilik yaptıysam da
Dünya üzerinde hâlâ hoca olamadım, gitti.
Hayatimdam bir an bile neşelenmedim, gitti
Her ne kadar zamana öğrencilik yaptıysam da
Dünya üzerinde hâlâ hoca olamadım, gitti.
Hayyam
Berraklık ve sadelik Mirim, dedim hiç düşünmeden. Söz biz insanlar için vardır ve sözün birinci görevi bize, birbirimizi anlamamız için yardımcı olmaktır, söz olmadan haşa huzurdan, biz hayvanlara benzeriz. Her insan bir dil, her insan bir dünyadır, fakat söz bütün o insanları, dilleri ve dünyaları birbirine bağlar. Söz basit, berrak, sade, samimi, sıcak ve düzgünse, o vakit insanlar ve dünyalar arasında kurulan birlik de sağlam olur. Fakat aynı zamanda söz aldatıcıdır da, eğer söz kayıtsız şartsız bizi dinler diyecek olursak, doğru söylemiş olmayız, sözler sayısızdır ve insan onları her türlü, her biçimde kullanabilir. Yanlış ve ya eksik ya da fazla bir seçim, yanlış sonuçlar da doğurur; onların içinden en gerekli, en iyi ve en güzel olanlarını seçip bir araya getirmeliyiz.
Yüksek dağlar sisi üzerine çeker
Dengbej’lerin türkülerinde sürekli tekrarlanan bazı sözler ilgi çekiciydi;
Ledın,lo bırano ledın
Veya şöyle bir cümle sürekli tekrarlanıyordu:
Bege min bı se dengan dike gazi
Ledın,lo bırano ledın
Veya şöyle bir cümle sürekli tekrarlanıyordu:
Bege min bı se dengan dike gazi
Unutma, yüreğinin sesinde korku ve umut bit arada bulunur, korku umutsuz, umut korkusuz olmaz, fakat asıl olan yüreğinin sesidir. Yüreğinin sesine kulak ver.
Biz böyleydik işte; halkımız bizi ölünce hatırlıyordu, yaşarken birbirimizin mezarını kazıyor, ölümden sonra da karalar bağlayıp birbirimizin mezarı başında taziyeye oturuyorduk.
Savaşı görmüş, yaşamış her insan yaralıdır. Ruhunda, yüreğinde ve beyninde yaralıdır
Beni de düşün; hissettiğim şeyleri, üstüme gelen sessizliği, beni soluksuz bırakan duyguları düşün.
Sayısız insan öldürüldü, sayısız Ocak yıkıldı, sayısız yurt talan edildi. Ve hiçbirimizin elinden, hiçbir şey gelmedi. Cinayet, beraberinde cinayeti getirir bro, dünyanın düzeni böyle, yıkım yıkımı, yangın yangını… Eskiden savaşta değildik, aslandık hepimiz,şimdi hepimiz savaştayız,herkes düşman. Çünkü düşmansız savaş olmaz,savaş düşmanı,düşman savaş yaratır ve ikisi birden yıkımı getirir.
Siz istediniz, ben de anlattım; şimdi kandili söndürün ve yüreğinize, ruhunuza ve bilincinize ulaşmış olan unutulanların sesini de yanınıza alarak gidin artık.
Biz böyleydik işte; halkımız bizi ölünce hatırlıyordu, yaşarken birbirimizin mezarını kazıyor, ölümden sonra da karalar bağlayıp birbirimizin mezarı başında taziyeye oturuyorduk.
Bir ölüm arenasına dönüşmüş olan toprağımızı, yaylalarımızı, ova ve nehirlerimizi ardımızda bırakmış, bize her an ölümü hatırlatan gurbet ülkesini bırakıp Şam’a gelmiştik ve fakat bütün bunlara rağmen ölüm yakamızı bırakmıyordu; bir gölge gibi gittiğimiz her yerde bizi kovalayıp duruyordu.
Esaret altında bir ülke, boynu bükük bir halk, kıraç bir toprak, tarifsiz bir cehalet, sonsuz felaketler, yaralı bir hayat, kör bir göz, yaralı bir yüz ve kötü bir talih; ben bunların tümüydüm işte.
Hadis, ayet ve tekbirlerle bize kardeşlik ve eşitlikten bahsedenler, evlerimizi, içinde yaşayan kadın ve çocuklarımızla birlikte yaktılar, öyle değil mi?
Felaketler insanı sadece yıkmakla kalmıyor, aynı zamanda düşündürüyordu da.
Aç olanın aklında hep ekmek vardı, kırıma uğramış olanın da hep bir kor ateş.
Hayret, dedim ardımızda bıraktığımız gecenin şafağında artık felaketleri anlatmaktan iyice yorgun düşmüş olan küçük cemaate. Hayret, Mehmet Paşa Giritli, Anadolu orduları komutanı, isyanı bastıran Osman Paşa Hırvat, üstümüze gelen ordu komutanlarından Esat Paşa Bosnalı Hayret, her biri Osmanlının baskısı altında ezilen halklardan birine mensup, aynı zamanda her biri aynı devletin hizmetkarı ve baskı altındaki diğer halkların düşmanı.
Her insan bir dil, her insan bir dünyadır
Bazı yaralar şal û şepik’lerin yamalarına benzerler, her zaman görülürler.
Adımız neydi, yurdumuz neresiydi, neyi anlatıyorduk neydi dilimiz .?
İyi insanları unutmayın, unutmayın, unutmak en büyük kötülüktür.
Ben zaten ömrümü tamamladım, artık ölüm nerden gelecek, keyfi bilir..
O hem dost ve düşmanların yüreğine büyük bir korku, hem de büyük bir aşk ve sevgi düşürmüş bir liderdir..
Sürgün ülkesinde çektiğimiz hasret, hepimizin belini bükmüştü.
Dünyanın en bilgili insanlarının dünyanın zaferlerden değil, mağlubiyetlerden oluştuğunu, kahrolası mağrur dünyanın çoğu zaman iyilik değil, kötülük peşinde koştuğunu bilen insanlar olduğunu artık anlamıştım; güzellik, cömertlik, sıcaklık, samimiyet, yardımlaşma, tahammül, anlayışlı olmak gibi insanı insan yapan haller, bin bir güçlükle elde ediliyordu; düşmanlık, kin, nefret, kıskançlık, ihanet, saldırı, cimrilik, çekememezlik gibi insanı insanlıktan uzaklaştıran haller ise, sadece bir parmağın oynamasıyla hemen harekete geçiyor, yüreklere ve ruhlara nüfuz edip, çoğu zaman hareketlere, ilişkilere ve her şeye hükmediyordu
Fakat bu sefer zafere ulaşacağımıza dair bir umut var içimde
Aşk da savaşa benziyordu; hayır, savaşa benzemiyordu, adıyla sanıyla bir tür savaştı; içinde ne merhamet vardı, ne de eşitlik.
Beni de düşün; hissettiğim şeyleri, üstüme gelen sessizliği, beni soluksuz bırakan duyguları düşün.
Hayat ve iki yüzü; aydınlık ve karanlık.
Hayat, neredeyse tamamen karanlık, sadece bir avuç ışık
Hayat, neredeyse tamamen karanlık, sadece bir avuç ışık
Bu dertten değil, bu çaresiz öfkeden öleceğim ben.
Bana gelince, ben de sözün, kitapların ve beni anlayanların bulunduğu yerde olmalıydım.
İnsanımız için bir kilo kuzu eti, on kütüphaneden daha değerliydi..
Tarih, ülkemiz insanı için neydi,ne ifade ediyordu? Söyleyeyim size, hiçbir şey veya Mam Sefo’nun sözünü tekrarlayarak olursam, insanımız için iki baş kuru soğan, tarih ve tarihî suurdan daha önemliydi. Soğan hele soğanın cücügü bulgur pilavının lezzetine lezzet katardı. Peki tarih, Bilgi, şuur ve hafıza ne yapıyor, neye lezzet veriyordu?
Ruhumun dershanesi olan evin büyük kütüphanesi, ruhunu ve beynimi eden kitaplar
Gülün hatırı için, çaresizce dikenleri koynuma alacaktım.
Evet insanlar konuşuyordu, ama onları derinden yaralayan savaş ve yıkımdan hiç kimse bahsetmiyordu.
Yorgun ruhum yalvarıyor, yanık yüreğim dua ediyor.
Tıpkı keklik gibi kavmine düşman olan insan,her zaman, her yerde, bu iyi insani haletleri yıkmaya, yok etmeye çalışıyordu.
İnsan aynı insandı, dün de, bugün de, kıskanç, gözü dönmüş, cimri, iki yüzlü, fesat mağrur, kendini beğenmiş ve düşman.
Gönlüne göre değilse kitabımı geri ver. Ben gidiyorum.
Bu kapkaranlık günlerde ihtiyacımız olan, benim amojnam, merhamettir, biraz merhamet, bir damlacık.
Pencerenin önünde durup sigara tabakamı çıkardım, bir sigara sarıp yaktım birkaç nefes çekip dışarıyı, nehri, nehrin öte yanındaki sararmış otları seyre daldım. Allah’ım nedir bu hal böyle diye düşündüm.
Ben unutulmuşların sesiyim, sesim, yıkılmışların başına gelenlerin avazıdır.
Yenilgiye yol açan başka bir olay da bana göre şuydu; Osmanlı süvarileri, kılıçlarına Kuran’dan kopardıkları sayfaları geçirmiş ve Allahuekber nidalarıyla Mir’in güçlerine saldırmışlardı. İslam tarihinde, daha önce de buna benzer bir olay yaşanmıştı; Hazreti Ali ile Muaviye’nin güçleri, Fırat Nehri’ne yakın Sıffin’de karşı karşıya gelip, Hazreti Ali’nin güçleri Muaviye’ye üstün gelince, Muaviye ve arkadaşları, yenilginin önüne geçmek için kılıçlarına Kuran’ın sayfalarını geçirmişlerdi. Böylece Muaviye savaşı kazanmış, Hazreti Ali’nin saldırılarını durdurmakla kalmamış, yavaş yavaş, bin bir hile ve dolapla emeline ulaşmıştı. Şimdi, yüzlerce yıl sonra, yine Mezopotamya toprağında, bu kez cennet ülkesinin doğu nehri civarında, Dicle kıyılarında tarih tekerrür ediyor, Osmanlılar çevirdikleri dolap ve hilelerle savaşı kazanıyorlardı
Baltanın sapı ağaçtan olmasa, ağaca zeval olmaz.
Açın karanlık odanın kapısını, ay ve yıldızların ışığı vursun.
Açın kokuşmuş odanın kapısını, Dicle’nin serin rüzgarları içeri dolsun.
Açın yüreğimin kapısını, haykırsın; hawar!..
Açın kokuşmuş odanın kapısını, Dicle’nin serin rüzgarları içeri dolsun.
Açın yüreğimin kapısını, haykırsın; hawar!..
İnsanlar bir inanca sığınmıştı, ancak bu inancın içinde şefkat ve bağışlama yoktu, tam tersine kin ve nefret doluydu.
Eğer bir yerde adalet ve merhamet yoksa, bana göre, adil bir ferman da olmazdı
Agirê eşqê germ e, dikeve nav hestî û çerm e, ne dibêje fedî ye û ne jî şerm e.
Su içtiğiniz pınarı taş atıp pisletmeyin. Kimsenin iyiliğini unutmayın, unutmayın; iyiliğe iyilik yiğidin işi, iyiliğe kötülük eşeklerin işidir. İyi insanları unutmayın, unutmayın; unutmak en büyük kötülüktür.
Ben artık yoruldum, cehaletin yarattığı felaketlerden ve bilginin değerinden söz ede ede artık dilim şişti, ama dinleyen kim?..
İnsanımız için bir kilo kuzu eti, on kütüphaneden daha değerliydi
Kadir bilen dinleyenler unutmayın, ölümü görmüş insanlar, hiçbir zaman eskisi gibi olamazlar; ölümü görmüş insan, ölümü yüreğinde, ruhunda saklar.
Kadir bilen dinleyiciler, çocukluk günlerimde Mam Sefo, anemli bir şey söylemek istediği zaman, küpe yap, kulağına tak, dendi. Ben de şimdi sizden, küpe yapıp kulağınıza takmanız gereken bir şey söyleyeceğim; dünyada hiçbir şey aşk, sevgi, sevişme ve onun sonunda yatılan uykuya benzemez. Aşk zamanı, sevişme sonrası yatılan uyku vakti, kimsenin eline kolay kolay geçmeven cennet zamanlarıdır ve öyle bir zamanı ele geçirirseniz eğer, kaçırmayın, sığının ona; arzuladığınız beden yanınızdadır, onu seviyorsunuz, onunla birleşiyor, şehvet sonrası iniltiyle gevşeyip yanına yatiyor ve yavaş yavaş uykuya ve derin rüyalara gömülüyorsunuz. Dünyada bundan daha güzel bir şey olabilir mi? Ruh ve yüreğin en çok huzura kavuştuğu an, bedenlerin birleşmesinden sonraki dinlenmedir, dinlemeden sonraki uyku ve rüyaların verdiği huzur da anlatılmaz bir şeydir. Dünyayı, hayatı, duyguları, renkleri, sesleri, sedayı ve sezgileri değiştiren, insanı yeni doğmuş gibi sade ve çıplak bir dünyaya götüren o sevişme sonrası anlar, o rüyalar, bazen dingin ve berrak, bazen de önümüzdeki gecelerde size sözünü edeceğim Karadeniz’in dalgaları gibi kudurgandır; coşkulu bir sevişme sonrasının uyku ve rüyaları, içinde farklılığı, düşmanlığı, rekabeti, karşıtlığı barındırmayan, berrak ve dingin bir denizdir; herkes birdir, bütün renkler benzerdir, bütün sesler aynıdır ve içinde sadece mutlulukla başarı vardır.
Bu kapkaranlık günlerde ihtiyacımız olan, benim Amojnam, merhamettir, biraz merhamet, bir damlacık.
yüreğim, yıkılmışların, dilsizlerin, kırık kederlilerin yanındadır.
O sessiz iniltisi, o dilsiz bedenindeki acı ve ızdırap Ben öldüm Bırocuğum, öldüm
Ataların dediği gibi duvar nemden, yiğit gamdan yıkılıyordu
Derman biz insanlardan, korumak ve yaşatmak Allah’tan oğlum. Ancak sana söylemeliyim, sadece onun değil, bizim durumumuz da hiç iç açıcı değil. Şimdiye kadar bunun tek bir sebebi vardı; yarı cahil hocaların, din, iman ve merhameti; aptal ve kendini bilmezlerin, canı, yüreği, ruh ve bedeni yok ettiği ülkemiz bugün, katı yürekli ve eli kanlı insanların hüküm sürdüğü bir ülke haline gelmiş. Ele bulaşan kan belki temizlenebilir, ancak katı yürek hiçbir zaman yumuşamaz. Onun için oğlum, katı bir yürek, kanlı bir elden her zaman daha tehlikelidir.
Köpek iyidir, dedi amojna Reşe. Köpek, köpekliğine rağmen insanlardan daha vefakardır.
Ele bulaşan kan belki temizlenebilir, ancak katı yürek hiçbir zaman yumuşamaz. Onun için oğlum,katı bir yürek, kanlı bir elden her zaman daha tehlikelidir.
Bazen ağlamak, en değme neşeden daha iyi gelirdi yüreğe, gözyaşları, yaralara daha iyi gelen ilaçtan daha iyi bir huzur ve sükunet verebilirdi insanın ruhuna.
Yüreğin ilacı sabırdır. Sabret ve diren
Kaderini kendi kaderim haline getiriyor ona düşman olan dünyayı kendime de düşman ediyor, tıpkı kör gözüm gibi hissediyorum hiçbir ışığın seçilmediği bir yola çıkıyordum.
Ne ülke senin ülkendir ne toprak senin topragindır, onun için senin ve sizlerin tek bir hakkı var ölüm; taziyesiz, mezarsız, sözsüz, elvedasiz kayboluş
Bana göre bedenin en güzel ilacı, yüreğe ve ruha sürülendi. Yani söz edebi söz.
Dicle kenarında öğrendim, bu dilin töre ve gelenekleriyle büyüdüm ve buralarda feleğin çarkının nasıl döndüğünü, hayatın karmaşık oyunlarını anlamaya başladım..
Dicle hayatımın sebebi, yok oluşumun şahidi