İçeriğe geç

Hawara Dicleye 1 Kitap Alıntıları – Mehmed Uzun

Mehmed Uzun kitaplarından Hawara Dicleye 1 kitap alıntıları sizlerle…

Hawara Dicleye 1 Kitap Alıntıları

Sürgün diyarlarda hasret ateşleri içinde kavrulmadık mı?
Deneyimler denemekle kazanılır
Ve denemek, her zaman denememekten çok daha iyidir.
Evet,sorularımın sonu gelmiyordu,Yezidiler kimdi,nereden geliyorlardı,
dinleri nasıl bir dindi?
Onların ve dinlerinin etrafını saran büyü ve sır neydi?
Komşuları niçin onlardan o kadar nefret ediyordu ve niçin köklerini kazımak istiyorlardı? Niçin herkesten kaçıyorlardı ve niçin
Yurtları hep asi dağlar, dar ve derin vadilerdi?
Gölge varlığını ışığa borçludur. İnsan, hayat ve dünya da varlığını güneşe borçludur.
Zaten ölümsüz bir aşkın tohumu, derin bir merakla ekilmiyor mu?
Bilgi aşağıda duranı yüceltir,
Bilgisizlik yukarıda duranı aşağı indirir.
Dema dil neşewite, çav jî hêstiran narijîne.
Heta tu dewr û dersan nekî tekrar û mesrûf / di dinyayê tu nabî ne meşhûr û ne marûf
Aqil ku taca zêrîn bû û di serê herkesî de nîn bû,
Doğrudur, güzel söz yüreklere bahar getirir.
Gotina xweş, bihara dilan e,
Kurd dibêjîn, heta xwe nas kir, umrê xwe xelas kir.
Bi tîrêjên zêrîn ên tavê hişyar dibim.
Şîn im, mîna asimanê, bîhnfireh, bihîstiyar.
Kesk im, mîna biharê, evîndar, hevîdar.
Boz im, mîna kevirê, xemgîr, stûxwar
Sor im, mîna axê, şikestî, birîndar.
Dicle’yim ben.
Dicle’nin sesi,
Tarihin bakışı, insanlığın yüreği,
Başlangıcım ben, doğumum, varoluşum.
Cennetin nehri, Aras’ın kardeşi, zap ve fırat’ın,
Adem’im ben, İbrahim, Nuh.
Tufan’ım, Cudi, Herekol.
Dicle’yim ben, dilsizlerin dili, sessizlerin sesi.
Dîcle me ez,
Dengê Dîcleyê,
Nêrîna tarîxê, dilê însaniyetê,
Destpêk im ez, zayin, hebûn.
Çemê cenetê, destebirâye Aras, Zap û Firatê,
Tewrât, Încîl, Quran,
Adem îm ez, Birahîm, Nûh.
Tofan, Cûdî, Herekol.
Sessizliğin sesi de hayatımın sayısız seslerinden biridir.
Sessizliğin sesi duyulmaz, hissedilir;
Kulaklar değil, ruh ve yürek duyar onu.
Ma însan û umrê însên ne mîna dilopeke ava Dîcleyê ye ku di boşahiya avê de winda dibe?
Li dinyayê her tişt xwediyê dengekî ye.
Çima însanên Mezopotamyayê hertim bi derbeyên xedar hildiweşin ?
Çima bindestî weha bêdawîn e?
Heyecan, coşku ve bilgi, hayata yeni tatlar ve renkler katan insana ait üç duygunun adıdır.
Ölümün yaşı kaçtır?
Kaç berivanın yüreği aşk hastalığına yakalandı?Kaç delikanlı, sürmeli gözlere, şelale saçlara , reyhan endama kaç türkü yaktı? Haydi söyleyin bana ey delikanlılar, son gecemizden bu yana kadar yürek kimin için çarptı, ruh neyi hissetti
Böyle tatsız olaylar sırasında insan olumsuzlukları değil, olumsuzlukların içinde bulunan olumlu şeyleri düşünmeli, tıpkı adı şu anda aklımda olmayan bir alimin dediği gibi; gülün niye dikeni var diye düşünüp kahrolacağımıza, dikenlerin içinde gül yetişiyor diye sevinmeliyiz.
Sesizlik

Sessizlik yorgunluktur; yorgunluk değilse kederdir; keder değilse hasrettir; hasret değilse sızıdır; sızı değilse derin bir düşünce, bir anıdır veya bütün bunlardır veya bunlardan bazıları

Mezopotamya’yım ben;
Damarlarım su ve nehir,
Hayatım kavga, mevzum kan,
Dilim edebi, sözüm ebedi.
Her zaman bir şairin, bir vakanüvisin sözünden çok Gılgamış’ın dudaklarında bir zaman, kadim nehrin kenarında
Nemrud’un zihninde,
Yunus’un ruhunda,
Tufan ülkesinde İbrahim’in yüreğinde.
Açın mukaddes kitapların sayfalarını,
Oralardayım ben,
Dinleyin beni,
Açın yaşayan ruhların kapısını,
Orada yankılanıyor sesim.
Tohumum, doğumum, açan tomurcuğum, saadetim, Bütün köklerimde, yanık toprağın bütün derinliklerinde,
Güneşten ve felaketlerden kavrulan toprağin sesini dinleyin.
Arzuyum, sevdayım, hepsiyim ben.
Ateşim, yangınım, yıkılışım, nefretim, düşmanlığım, hepsiyim ben.
Her şey benimle başlar, benimle söner her şey.
Kitaplar seslerle dolu değil mi, hayatın sesleriyle?
Kitapların sesini duymak istiyorum, kitapların sesinin sayısız olduğunu biliyorum, o sayfaların arasında her çeşit ses var.
Sen sen ol,ölünceye kadar şu öğüdü unutma; bilgi aşağıda duranı yüceltir, bilgisizlik yukarıda duranı aşağı indirir.
Başaramamış insandan ne bir söz kalır geride ne de bir tarih.
Yenilgiyi zaten anlatmaya gerek yok;
Yok oluştur
Unutulmuşlar, Yezidilerdir.
Korkudan, artık günde iki defa yüzlerini güneşe çevirip kutsal kelamlarını bile okuyamayan,
Sessizce dualarını bile edemeyen, dağ başlarında derin koyaklarda öldürülen, her zaman her an talana uğrayan,
Fermanlarla yurtlarından edilen atalarım yezidiler
Zaman akıyor; bizler, kısa bir süre için bu çoğu zaman kanla sulanan toprakların misafiri olup sonra göçen, çoğu zaman iz bırakmadan o toprağın altına girecek olan biz basit insanlar, gelip gidiyoruz; zaman akıyor..
Kütüphane, şimdiye kadar gördüğüm hiçbir oda, salon, divanhane ve meclise benzemiyordu. Burası bana, şimdiye kadar hiç hissetmediğim bir duygu yaşattı, kutsal bir yerde, insan ruhunun arındığı bir yerde, duygusal yaraların iyileştirildiği bir hastanedeydim sanki..
Şimdi tükenen ömrümde, artık gece gündüzleri, ay ve yılları saymıyorum. Artık ne günlerin getirdiği kuşku, tereddüt ve acelecilik umurumda, ne de hayata ait düşler, hayaller, arzular.
Sessizliğin sesi duyulmaz, hissedilir; kulaklar değil ruh ve yürek duyar onu.
“İnsan hayatı Dicle’de bir damla suya benzemiyor mu, koca bir nehrin içinde esamesi bile okunmayan bir damlaya?”
Bilgi aşığıda duranı yüceltir, bilgisizlik yukarıda duranı aşağı indirir.
Doğrudur, güzel söz yüreklere bahar getirir, ancak her baharın da bir kışı vardır, her bahar kıştan sonra gelir.
Ben ; bugün yaşamayan ama dünden kalan bir hayat, bugünden değil, dünden bitmiş bir ömür
Ez bibêjim we; ev în- san jibîrbûyî ne, ji ber ko bindest in, biserneketine û têk çûne. Bindestî, malwêranî ye, zimanê însanê bindest qifilkirî, destê wî zincîrkirî ye, ne dikare bibêje, ne jî binivîse.
İnsan sesleri hissetmeli, yüreğini seslere açmalı, düşüncelerini seslerle süslemeli ve sesten yeni sesler üretmeyi bilmeli ki unutulmuşların, duyulmamışların sesi olabilsin.
Eceli ile ölüm başka şey, kılıç hançer, bıçak yarası, tabanca kurşunu, tüfek mermisi ve top güllesi ile ölmek başka şey. Dicle toprağında eceli ile ölüm diye bir şey yoktur öldürme vardır cinayet vardır.
Dicle ve Fırat havzasında yaşayan insanlar, neredeyse hepsi aynı esaretin zincirleriyle bağlı olmalarına rağmen, niçin bu kadar birbirlerine düşman, niçin birbirlerine karşı bu kadar acımasız
Başarmamış insandan ne bir söz kalır geride, ne de bir tarih. Yenilgiyi zaten anlatmaya yok; yok oluştur. Ölülerin sesi duyulmaz, solukları hissedilmez.
Ve unutmayın, kılıçların ve tüfeklerin sesi, her yerde her zaman merhamet, adalet ve vicdanın sesini öldürür.
Ben; bugün yaşamayan ama dünden kalan bir hayat, bugünden değil, dünden bitmiş bir ömür.
Zaten ölümsüz bir aşkın tohumu, derin bir merakla ekilmiyor mu?
gülün niye dikeni var diye düşünüp kahrolacağımıza, dikenlerin içinde gül yetişiyor diye sevinmeliyiz.
Zaman akıyor; bizler, kısa bir süre için bu çoğu zaman kanla sulanan toprakların misafiri olup sonra göçen, çoğu zaman iz bırakmadan o toprağın altına girecek olan biz basit insanlar, gelip gidiyoruz; zaman akıyor..
Kürtler der ki, kendini tanıyınca kadar, ömrünü tüketti. Şimdi tükenen ömründe, artık gece gündüzleri, ay ve yılları saymıyorum.
İnsanların sesi ruhlarıdır, seslerinden ruhlarının haritasını tanıyabilir, içlerinden geçenleri keşfedebilir, duygu ve düşüncelerini okuyabilirsiniz.
Kitapların sesini duymak istiyorum, kitapların sesinin sayısız olduğunu biliyorum, o sayfaların arasında her çeşit ses var.
Her yararlı ve başarılı kitap, insani deneylerden ve bir ömür boyu edinilen bilgilerden meydana gelir.
Sarah, dedim yavaş bir sesle kulağına.
Ancak hiç bir cevap alamadım.
Ester, dedim bu kez, elleri ellerimin arasında.
Bir ses çıkardı ve kafasını yavaşça oynattı.
Evet, kız Ester’di, sonrada Ster olan Ester, biçare ömrümün uğursuz hayatımın Ster’i.
Sessizliğin sesi duyulmaz, hissedilir; kulaklar değil, ruh ve yürek duyar onu. Çünkü sessizliğin sesi, Osmanlı kılıcı, gözlerini kan bürümüşlerin kılıç darbeleri ve mazlumların kanından müteşekkildir.
Her insanın hayatında bazı geceler, bazı günler, bazı demler, bazı akşamlar vardır ki ruhunu ele geçirir, ona yeni bir yol gösterir, hiçbir zaman unutulmaz, kendi gölgesi gibi ölümüne kadar takip eder onu.
Sessizliğin sesi duyulmaz, hissedilir; kulaklar değil, ruh ve yürek duyar onu.
İnsanların sesi ruhlarıdır, seslerinden ruhlarının haritasını tanıyabilir, içlerinden geçenleri keşfedebilir, duygu ve düşüncelerini okuyabilirsiniz.
her şeyin bir sesi var. Hatta sessizliğin bile bir sesi var.
insanın kaçamadığı, gazabından korunamadığı tek hakikat vardır çünkü yeryüzünde: ölüm.
ve çaresiz insan her şeyi yapabilir, fırsatını bulursa eğer, bir anda kurbanken katil bile olabilir.
Baskı altındaki çaresiz insan, yanan ağaç kütüğüne benzer, zararı önce kendine verir.
Sessizliğin sesi duyulmaz, hissedilir; kulaklar değil ruh ve yürek duyar onu.
Sessizliğin sesi duyulmaz, hissedilir; kulaklar değil, ruh ve yürek duyar onu.
Olumsuzlukların içinde olumlu şeyleri düşünmeli.

Gülün niye dikeni var diye düşünüp kahrolacağımıza, dikenlerin içinde gül yetişiyor diye sevinmeliyiz .

Aziz dinleyiciler, söze ihtiyaç vardı.
Hem benim için, yaralarım, yüzümde bir yama gibi duran, kimselerin görmediği ruhumdaki yaralarım için, hem de ülkede kaynayan kazanın içinde altüst olan acılar, eziyetler, umutlar ve duygular için.
Dicle’ yim ben, binlerce yıllık sabır,
Rüzgara, fırtınaya karşı duran,
Ateşe, yangına direnen,
Hafızanın oyunlarına karşı zinde.
Direnmek yeminimdir ..
Herkes kararın, birçok önemli karar gibi, bir sabah vakti açıklanacağını biliyordu!
Aydınlık geride değil, ileridedir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir