İçeriğe geç

Haset ve Rekabet Kitap Alıntıları – Leyla Navaro

Leyla Navaro kitaplarından Haset ve Rekabet kitap alıntıları sizlerle…

Haset ve Rekabet Kitap Alıntıları

En derin korkumuz yetersizliğimiz değildir.
En derin korkumuz ölçülemez gücümüzdür.
Bizi en çok korkutan karanlığımız değil, kendi ışığımızdır.

Marianne Williamson

Kader birliğine tahammül, herkes benzer yazgıyı paylaştığı sürece geçerlidir. Kaderini değiştirmek, daha elverişli, olanaklı duruma geçmek toplumun kolektif bilinçaltında adeta kökenlerine ve ortak yazgısına ihanet etmiş gibi algılanır.
Kadınlar başa çıkamayacakları bir iktidar ve erkek egemen düzenle mücadele edemedikleri zaman, iktidar kurma, kızgınlık, haset duygularını ancak hem cinslerine yöneltebilir, ataerkil sistemin ürettiği iktidar söylemini içselleştirip evin içindeki ve evin dışındaki hemcinsleri üzerinde uygular.
Genelde erkekler görülür, kadınlara ise bakılır.
Başarılı erkeklerin çoğunlukla etrafı çevrelenmiştir, gerek hemcinsleri gerekse kadınlar tarafından yalnız bırakılmazlar. Buna karşılık başarılı kadınların çevresi ne yazık ki seyrelir, her iki cins de başarılı kadınları yalnız koymayı yeğler. Erkek yalnız kalmak ve yaşamla tek başına baş etmekten nispeten gurur duyar. Red kit’in simgelediği gibi, doğada ve hayattatek başına mücadele etmek erkekliğin sarp yollarında nedense bir başarı simgesidir. Buna karşılık kadınlar yalnız bırakılmaktan utanç ve acı duyarlar.
Toplumsal olarak ‘görülmek’ kadın ve erkekler için farklı anlamlar taşır. Genellikle erkekler görülür,kadınlara ise bakılır.
Yakınlık uzmanı oldukları ve sırlara daha kolay iştirak ettikleri için,kadınlar diğer kadınlarda neyin en çok acıtacağını bilir. Dışlayıcı arkadaşlık çemberi kurarak canını yakmak istedikleri kadını bu çemberin dışında bırakır,böylece ona sevilmediğini,arkadaşlarını kaybettiğini,dışlandığını,yalnız bırakıldığını yaşatarak,onun canını yakar. Paylaşılmış sırları açıklayıp hakkında dedikodu yaparak küçük düşürür ve dolaylı olarak güvenliğini tehdid eder. ‘Düşman çatlatmak’ da kadınların sıkça başvurduğu bir dolaylı rekabet ve hınç alma şeklidir. Kurbanını arkadaşlık çemberinin dışında tutarak çok eğlenirmiş gibi yapmak da,kadınların karşı tarafta haset uyandırarak kendi haset ve rekabet duygularını dindirdikleri yerdir.
Kadınlar çaktırmadan,güler yüz göstererek arkadan hançerlemeyi yeğler tıpkı Pamuk Prenses’in yediği elma gibi; üstü cilalanmış,parlak,çekici ve davetkâr,ama içi zehirli bir elma!
Çevresinden dışlanmamak ve yakın ilişkilerini kaybetmemek adına çoğu kadın benliğinden ödün verir;onu özel yapan ve öne çıkaran gıpta yaratabilecek niteliklerinden vazgeçer; çevresiyle ‘eşit-miş’ gibi davranarak onu özel kılan renklerini soldurur.
Saldırganlık, erkek egemen söylem içinde ‘halis’ erkeksiliğin bir göstergesi gibi sunulduğu sürece,erkekler saldırgan duygularını fiziksel eyleme geçirmekten kaçınmayacaklardır.
Dayandığımızı düşündüğümüz en yakınlarımızın muhtemel bencilliği,aslında dünyadaki varoluşsal yalnızlığımızla yüzleştirir bizi.
Aslında hasedi uyandırıp kışkırtmak,tüketim toplumunun başlıca yöntemlerinden biridir. Yaratılan yapay ihtiyaçlarla ‘Nasıl yani ? Sende bu yok mu şimdi ?’ duygusunu depreştirerek,öne sürülen ürünün ne denli mutluluk sağlayacağı imgeleri reklamların başlıca anateması hâline gelir. Böylelikle izleyicilerin hırsı kışkırtılır, gösterişli ürünü elde etmek bir nevi toplumsal statü göstergesi hâline dönüşür. İhtiras ve hasetin bir karışımı olan bu duygu için İngilizcede ‘grenvy’ yani ihtiras+haset karışımını simgeleyen yeni bir deyim türetilmiştir.
Ancak toplumsal bir üstünlük kurma çabasıyla,varlığını teşhir ederek çevresinde haset uyandırmaya çalışmak esasen özgüven eksikliğinden kaynaklanır.
Yansıtmalı özdeşleşme adı verilen bu savunma mekanizması,insanın kendinde hazzetmediği duyguları karşısındakine yansıtması,hatta bu duyguyu karşı tarafın yaşaması için onu kışkırtma yolunu seçmesidir.
Duyguları değiştirmek ya da reddetmek mümkün değildir; duygular sadece duyulur,anlaşılır ve kabul edilir.
Kişisel gelişmenin en önemli araçlarından biri farkındalıktır.Kişi farkındalığını geliştirdikçe,neyi neden yaptığını tanımlar,kendini de daha iyi anlar ve bilinçlenir.
Duygular enerji yüklüdür ve bize benliğimiz,ruhumuz hakkında bilgiler verir. Onları duyup kendimizi daha iyi anlayabilir,tanıyabiliriz.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Klein’a göre haset ve nefret duyguları herkeste mevcuttur,ancak bunların yaşanmasındaki yoğunluk kişiden kişiye değişir.Bunda,çocuğun deneyimlediği sevgi alışverişi,haz ve keyif alma kapasiteleri rol oynar.
Karşı tarafa zarar veren davranışlar,haset duyulan kişiyi yok etmek,ortadan kaldırmaktır.
Eski Ahit’te Habil ve Kabil’in kıskançlık kavgası,yani Tanrı gözünde biricik kalabilmek için Kabil’in öz kardeşi Habil’i öldürmesi bunun en bilindik örneklerindendir.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Ruhumuza tutkuyla pençe atan çetin bir duygudur haset;
sahip olunmayan -ya da sahip olunmadığı sanılan- bir özelliğin bir başkasında görülüp tutkulu bir şekilde arzu edilmesidir.
Rekabetçi kadınlar fazla kuvvetli ya da fazla hırslı görülür. (Buradaki fazla , kadınların olumlu özelliklerini aşağılamayı ve bastırmayı amaçlar.)
Zira duygular bizi iyi veya kötü insan yapmaz, sadece insan yapar.
Farkındalığı olan duyguların denetimi daha mümkündür. Tehlikeli olan, farkında olunmayan, bastırılmış ve bilinçaltina atılmış duyguların yol açacağı tepkilerdir.
Bir erkeğin kıskançlık nedeniyle gösterdiği tepki toplumca ‘erk’ ve ‘güç’ gösterisi olarak algılandığı ve ‘kılıbık’ olmaması nedeniyle desteklendiği için, onun tepkileri toplumca nispeten ‘kabullenici’ bir bakışla karşılanır. Kazak, maço, erkek adam, taşfırın erkeği, bu olguyu simgeleyen popülist tanimlardır. Hatta bu durumlarda saldırganlık gösteren taraf suçlanacağina, buna neden olan kadının suçlanması (kurbanı suçlamak), ‘tahrik’ adı altında hukuk düzenlemesinde dahi yer bulur.
Başarılı erkeklerin çoğunlukla etrafı çevrelenmiştir, gerek hemcinsleri gerekse kadınlar tarafından hiçbir şekilde yalnız bırakılmazlar. Buna karşılık başarılı kadınların çevresi ne yazık ki seyrelir, her iki cins de başarılı kadınları yalnız koymayı yeğler.
Ouroboros, mitolojide sürekli olarak kendi kuyruğunu yiyen ve doğanın ebedi döngüsünu simgeleyen yılandır. Bu imge, aslında gücünü kullanacağına kendi içinde onu un ufak eder; kendi gücünü yiyerek (veya kendine yönelterek ) kendini mahveder. Kuyruğun psikanalitik terimle ‘fallus’u (gücü) temsil ettiğini varsayarsak, kişi kendi gücünü kendi eliyle yok etmektedir.
Öç alma, kısasa kısas ve intikam fantezileri, kaybetmenin acı ve ezikliğini bir nebze de olsa dindiren sanal bir merhem gibi yaşanır. İntikam âdeta ruhsal bir tamirattır ve sanki benliğin kurgulanmış dengesini yeniden bulmasına yöneliktir. Ezikliğin buruk acısını deneyimlemektense, fantezi de kurgulanan öcün hazzını yaşamak, kişilik gururunu bir miktar tamir ediyor gibi yaşanır.
Ataerkil sistem, kadınları ve özellikle de anneleri (ve dolayısıyla anne olacakları) öfke, intikam, kızgınlık, rekabet, haset gibi güç ve ivme katan duygulardan arınmış görmeyi ister. Bu güçlü duygulardan arınmışlik, geleneksel bakışla ‘ideal’ kadını simgeler.
Kişi başkalarının hayatını izlemek -ve haset etmek- yerine, kendi hayatına odaklanarak doyum ve mutluluğunu arttırabilir.
Renkli medyanın başaktörleri, kimin hangi mekânlarda bulunup neler kuşandiğini, ne tür aşklar yaşadığını yazıp aslında okurların meraklarını kışkırtırken, kiminin de haset duygularını depreştirir.
Özgüvenini inşa edip perçinlemek kişiyi kendi yaptığına odaklar ve başkalarıyla gereksiz kıyastan kurtarır.
Özgüven, haset ve kıskançlığa panzehir gibidir.
Haset özgüvenle ters orantılıdır. Özguvenimiz ne kadar düşükse, haset de o oranda yükselir.
Berman’a göre, haset eşleştirme ihtiyacıdır. Bir başkasında olanı görüp kendinde olmayanı telafi ihtiyaci, karşısındakiyle eşit olma, eşleştirme ihtiyacıdır.
Haset, olmayanı arzu etmek; kıskançlık, olanı kaybetmeyi istememek üzerine kuruludur. Rekabet ise, haset ya da kıskançlık yaşandığında veya haset, kıskançlık ya da rekabete maruz kalındığında girişilen çetin mücadeledir.
Haset etmek acı verir çünkü:
Eksiklik duygusu, yetersizlik, küçük düşme, değersizlik, özgüven kaybı’na yol açar. İçerleme, kırgınlık, kızgınlık, öfke, hırs, intikam, nefret gibi duygular haset nedeniyle yaşanır. Saldirganlik, yok etme, zarar verme, ortadan kaldırma arzusu gibi ilkel dürtüler harekete geçer. Bu dürtüler nedeniyle iç kargaşa, huzur kaybı, saldırganlık, korku, suçluluk gibi çapraşık ve zorlayıcı duygular deneyimlenir.
Ruhumuza tutkuyla pençe atan çetin bir duygudur haset; sahip olunmayan -ya da sahip olunmadığı sanılan ( güzellik, başarı, zenginlik, ilişki vb.)- bir özelliğin bir başkasında görülüp tutkulu bir şekilde arzu edilmesidir. Haset, Onda var, bende neden yok? düşüncesini uyandırır. Bu düşünce eziklik, eksiklik, küçük düşmüşlük duygularını harekete geçirir.
En derin korkumuz yetersizliğimiz değildir.
En derin korkumuz ölçülemez gücümüzdür.
Bizi en çok korkutan karanlığımız değil, kendi ışığımızdır.
Duygular bizi iyi veya kötü insan yapmaz, sadece insan yapar. Duygularımızı tanımlayıp farkındalığımızı artırdıkça, duygularımızın esiri olmaktansa, onları denetlemeyi, enerjilerini kendi yararımıza kullanmayı öğreniriz.
Farkındalığı olan duyguların denetimi daha mümkündür. Tehlikeli olan, farkında olunmayan, bastırılmış ve bilinçaltına atılmış duyguların yol açacağı tepkilerdir.
Pek çoğumuz için, resmin bütününü görebilmek ve duygularını tanımlamak rahatlatıcı olur. Duyguları tanımlamak onları bilinç düzeyine çıkardığı ve kabul gördüğü için, duygular ‘normal’leşir, böylelikle denetimleri de daha mümkün olur.
İlişkilere verdiği önem nedeniyle, yalnız bırakılmak ve dışlanmak bir kadın için çok daha ürkütücü olur İlişkiler için ve içinde yetiştirildiğinden, yalnız kalmak bir kadın için başarısızlığı, sevgisizliği simgeler.
Dayandığımızı düşündüğümüz en yakınlarımızın muhtemel bencilliği, aslında dünyadaki varoluşsal yalnızlığımızla yüzleştirir bizi. Sevginin sorgusuz özveri üstüne kurulmuş olduğunu varsayarken, bunun bir yanılgı olduğunu görmek, en yakınlarımızın bencilliğiyle yüzleşmek, büyümenin sarsıcı gerçeklerinden biridir.
Dile getirilmeyenler, çoğunlukla dile getirilenden daha da ürkütücü olabilir. Dile getirilen, görülen, açık olanla baş etme imkânı verir. Dile getirilmeyenler muğlak bir gerçekle yüz yüze kalmak olduğundan, kaygı ve bilinmezlik duyguları yaşatır.
Aslında haseti uyandırıp kışkırtmak, tüketim toplumunun başlıca yöntemlerinden biridir. Yaratılan yapay ihtiyaçlarla Nasıl yani? Sende bu yok mu şimdi? duygusunu depreştirerek, öne sürülen ürünün ne denli mutluluk sağlayacağı imgeleri reklamların başlıca anateması haline gelir. Böylelikle izleyicilerin hırsı kışkırtılır, gösterişli ürünü elde etmek bir nevi toplumsal statü göstergesi haline dönüşür.
Görsel medyanın tüketimi artırmak amacıyla başvurduğu başlıca yöntemlerinden biri, izleyenlerin taklit edici arzusunu tetiklemektir. Farkında olmadan bu yapay kışkırtıcıların etkisinde kalmak, yapay ihtiyaçlar kadar yapay mutsuzluklar ve yapay hasetler doğurur?
Kendini olumlu ve olumsuz yönleriyle anlamak ve kabul edebilmek oldukça rahatlatıcı ve özgürleştirici bir süreçtir ve insanı sürekli iyi ve mükemmel gösterme çabasından kurtardığı gibi, olum u ve olumsuz yanlarıyla ona kaygısızca varolabilme özgürlüğünü de sağlar.
“Yaşamın kenarından kartpostallar” atıyor, özlemlerini başkalarının üstünden yaşayarak gidermeye çalışıyordu.
Abraham Maslow (1971) insanca temel ihtiyaçları 5 kademede inceler:

1. Bedensel ihtiyaçlar: yeme/içme/cinsellik
2. Barınma ve güvence: ev/barınak
3. Sosyalleşme: aile/dost/toplumda yer
4. Özgüven, Özsaygı
5. Kendini gerçekleştirme

Abartılı methiyeler, dışı şeker kaplı acıbadem gibidir, şekerine kapılıp çiğnendiğinde ağızda buruk bir tat bırakır, çünkü methiyenin altındaki örtük mesaj bir şekilde hissedilmektedir.
Haset duygusunu derinden ve keskince yaşayan, bunu da kendine yediremeyenler, hasetin ezikliğinden korunmak için, başkalarının hasetini kışkırtmaya meyilli olurlar. Varlık ve başarılarını cömertçe teşhir ederek başkalarının gözünde haseti kışkırtmak, böylelikle bu duyguyu karşıda tetikleyerek kendi hasetinden arınmak, bilinçaltı bir savunmadır.
Duygular enerji yüklüdür ve bize benliğimiz, ruhumuz hakkında bilgiler verir. Onları duyup kendimizi daha iyi anlayabilir, tanıyabiliriz. Duygunun enerjisini yıkıcı bir tarzda kullanmak kadar, yapıcı olarak da kullanabiliriz.
Haset kendinde olmayanı veya bir başkasında olanı elde etme arzusudur. Kıskançlık ise elde edilmiş olanı kaybetmeme isteğidir (Pines, 1998, s. 9). Haset eksiklikle tanımlanır, yani gerçek ya da hayali bir eksiği simgeler. Kıskançlık ise kayıp korkusuyla devreye girer.
Haset etmek acı verir çünkü:

Eksiklik duygusu, yetersizlik, küçük düşme, değersizlik, özgüven kaybına yol açar. İçerleme, kırgınlık, kızgınlık, öfke, hırs, intikam, nefret gibi duygular haset nedeniyle yaşanır. Saldırganlık, yok etme, zarar verme, ortadan kaldırma arzusu gibi ilkel dürtüler harekete geçer. Bu dürtüler nedeniyle iç kargaşa, huzur kaybı, kaygı, saldırganlık, korku, suçluluk gibi çapraşık ve zorlayıcı duygular deneyimlenir.

Ruhumuza tutkuyla pençe atan çetin bir duygudur haset; sahip olunmayan —ya da sahip olunmadığı sanılan (güzellik, başarı, zenginlik, ilişki vb.)— bir özelliğin bir başkasında görülüp tutkulu bir şekilde arzu edilmesidir.
Başarılı erkeklerin etrafında hem erkekler hem de kadınlar toplanır.
Başarılı kadınlar genelde hem kadınlar hem erkekler tarafından terk edilir ya da yalnız bırakılır.
Ataerkil düzen, sadece fiziksel olarak erkek doğmuş olduğu için, bir oğlan çocuğuna doğuştan ayrıcalıklı bir statü ve haklar bağışlamaktadır. Eğitim önceliği, özgürlük,karar hakkı,ailede öncelik ve ayrıcalık, hizmet edilme, miras hakkı,gelire öncelikli sahip olma ve söz hakkı gibi ailede ayrımcılıkların yaşandığı bir ortamda kızlar doğuştan ikincil konumda kaldıkları için; bu doğal haklara sahip olanlara karşı açık ya da örtük öfke ve haset duygusu hissedebilir.
Erkeklerin benzer durumlardaki kıskançlığı, bir “erk” kılıfıyla sunulduğu için ; farklı bir bakış açısıyla algılanır. Toplumsal çifte standartlar, erkeğin kıskandırılmaması -dolayısıyla da küçük düşürülmemesi gerektiğine inandığı için- kıskançlık duygusunu kadınların dünyasına mahsus bir duyguymuş gibi sunmayı tercih eder
Buna karşılık erkeğin kıskançlığı halk arasında daha çok sahiplenme duygusuyla eş tutulur. Kıskanç kadın hoş görülmezken, kıskanç erkek toplumda daha erkeksi ve güç sahibi gibi sunulur. Haset ve kıskançlık, eziklik ve küçük düşmüşlük yaşattığı için; toplumsal erkek imgesine yakıştırılmaz. Ancak toplumsal kıskançlık cinayetleri de çoğunlukla erkekler tarafından işlenir!
Birçok kadın için, karşısındakinin acısını, ezikliğini ya da öfkesini hissedip, buna duyarlı olmadan, elde ettiği ayrıcalığın keyfini çıkarmak zordur.
Bu ayrıcalıklı durumu kendine tek başına yaşatmamak için elde ettiklerini etrafındakilerle paylaşmayı tercih eder.
Bu kadınsı bir duygu korumacılığı, bir nevi annelik içgüdüsüdür: ailenin tüm bireylerinin eşit derecefe doymasını, mutlu olmasını sağlamak gibi, işyerinde de herkesin mutlu olmasını gözetmeye benzer. Bu sayede kadınların iş hayatına daha fazla dahil olmasıyla ekip ruhu denilen olgu ortaya çıkmış, başarılar eskisi gibi sadece hiyerarşinin tepesinde oturana ait olmayıp, herkesin onurlanacağı, pay alacağı tarzda olumlanır hale gelmiştir.
Aslında işyerinde herkese hakkını vermeyi öngören bu tür davranış tarzı, temelde kadınsıdır. Böylelikle de iş yerilerine daha hakkaniyetli bir dağılım ve olumlanma imkânı gelmiştir.
Çünkü Marianne Williamson’un (1982) dile getirdiği gibi:

En derin korkumuz yetersizligimiz değildir. En derin korkumuz ölçülemez gücümüzdür.
Bizi en çok korkutan karanlığımız değil, kendi ışığımızdır.

Kadınların aile ve topluma odaklı gelişimleri, bireycilik yerine toplumsalcılığı öne çıkardığı için, rekabette kazanmanın tekil sarhoşluğu çoğu kadın tarafından en önemli ödül gibi algılanmayabilir.

Başkasının üzerine güç kurarak kendini güçlı hissetmek yerine gücü, birlikte güçlenerek, beraber güçlü olarak yaşamak oldukça farklı, paylaşımcı ve çoğaltıcı bir bakış açısıdır.

Erkekler ilişkilerini olumsuz etkilese de başarı ve ilerlemeyi tercih eder. Rekabet ve kazanma duygusu ilişkiden önce gelir.

Çoğu kadın ilişkiyi kaybetmek yerine başarısız olmayı tercih eder: baglar ve ilişkiler erkeklere kıyasla kadınlar için daha önceliklidir.

Kader birliğine tahammül, herkes benzer yazgıyı paylaştığı sürece geçerlidir.
Doğuştan gelen bireysel farklılıklar veya toplumsal, sınıfsal adaletsizlikler, benzer konumlarda daha şanslı olanlara karşı açık ya da örtük haset duygularını kışkırtir.
Oysa fark edilmek özgüven için hayatidir. Fark edildigini, yani görülmekte oldugunu bilmek o kişiyi biricik yapar. Erkek egemen toplumlarda erkekler görünürlük, sayılırlık üzerine, kadınlar da görünmezlik ve sayılmazlık üzerine yetiştirilir.
Sonuçta kaderini degiştirmeye çalışan bir kızın önüne öncelikle annesi, kız kardeşleri (veya diger kadınlar) çıkar.
Anne-kız arasındaki çekişme ve kavgalara ilişmek istemeyen babalar genelde iş gerekçeleri, televizyon, spor, maç, kahvehane veya bilgi sayarlarının arkasına saklanarak evde olup bitenlerden kendilerini soyutlarlar. Bu şekilde mesafeli davranarak da kızlarını ormanda kaybolmuş gibi hissettirirler.
Alçakgönüllülük, kendini göstermeme, rekabete girmeme, başkaldırmama, hoşnutsuzluğunu belli etmeme, uyumlu olma toplumca kadınlarda begeni ve onay gören davranışlar olmuştur.
Erkeklik tanımlarını sürekli güçlülük ve yenilmezlikle özdeşleştiren zihniyet, erkeklerin insanca kırılgan taraflarını görmezden gelerek, onlara acımasız bir varoluş kaftanı giydirir.
Hasetin bir hasret mesajı olabileceğini bilmek, haset duygusunun enerjisini daha bilinçli ve yapıcı yollarda kullanmaya yardımcı olabilir.
Özgüven, haset ve kıskançlığa panzehir gibidir. Özgüvenini inşa edip perçinlemek kişiyi kendi yaptığına odaklar ve başkalarıyla gereksiz kıyastan kurtarır.
Haset insanda arzu, istek, libido yani yaşam gücünün hálâ canlı olduğunun işaretidir. Hasetin insanı harekete geçiren, kışkırtan, yaşam ve mücadeleye iteleyen gücü vardır.
Gizli bir haseti açıklamak temelde önemli bir sağaltım sağlar. Gizli hasetin yarattığı utanç, baskı, ayıp, eziklik duyguları solmaya yüz tutar. Bu da haseti doğal, insanca bir duygu haline getirerek üzerimizdeki olumsuz etkisini, yani bir nevi ‘büyü’sünü yok eder.
Türkân’da haset ettiği özellikler Nesrin’e bir uyarıcı ayna görevi görmekte, onun da kendini geliştirebileceği yönlere işaret etmekteydi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir