İçeriğe geç

Hasar Ayini Kitap Alıntıları – Seyyidhan Kömürcü

Seyyidhan Kömürcü kitaplarından Hasar Ayini kitap alıntıları sizlerle…

Hasar Ayini Kitap Alıntıları

Beyaz yüzüm gövdemin acı eviymiş
Mezar yüzüm gövdeme sızı taşıymış
gitme kentimde kal
huzursuz et
beni
şehri
sokakları
azar azar dökül yaralarıma
yaram ol
beni sağ bırak
beni yaralı ve sağ
hayat tembel tabanlı ayakları
ve temkinli adımlarıyla gençliğime bastı
bir ömür boyu kurbağa öptüm
hâki
dudaklarımda hâlâ bataklık tadı
ne demeli haritamda yoktun
ve ne demeli
pusulam zilzurna seni vuruyor şimdi
kanamasız bir hastaydım
yine de yaralarıma pamuk basardım
salyangoz cazibeliğinde yasak
ćokça çift göz bakıyor tahripkâr
ey şehir
ne kanın kanıma
ne yüzölçümün narkozuma yetmiyor artık
ve zaten ömrüm de yetmiyor
diktiğim ceviz ağacına öğüt vermeye
yaprağına seni çizmeye
basra bu
koş düş koş düş
geç kalmanın alarm sesi
sayın sevgilim
sevgili sevgilim
anladın galiba
gelirsin miadı dolmuş tendir bu
yüzüme değen aksi intihar
çocuktum
çocukluğumda kasıt buldum
ihmal sayıp zerre yoktunuz
seninle hep sonrası kırgın trampet miyiz
hem sessiz hem curcuna
engebeli evlerden ılık aklıma değnek
şimdi bana durmadan dumana alışık tef çaput ve yağış gerek
aslında burası özenle hasar
hayat ince devlet dalgın sabır sıkılgan
ortasında yırtılan yırtıldığı yerden usulca dikilen dikkat
çeşmeleri ısrarla bozuktu çocukluğumun
kalmayacaktım kimsenin kimseye bir tespih kadar olmadığı günlerde
orada değil
aslında durmadan burdayım
burası çatık zamanda ısrar
burası özenle pişman
bu yüzden uyanamıyorum
üstelik bilmiyorum hangi gerçek için bölmeliyim uykumu

-Zafer Ekin Karabay

Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
ben şimdi ağıt mı yakmalıyım şiir mi okumalıyım
ölsem bir fidan ölmeyecekti
ve zaten ömrüm de yetmiyordu
diktiğim ceviz ağacına öğüt vermeye
yaprağına seni çizmeye
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
seninle hep sonrası kırgın trampet miyiz
hem sessiz hem curcuna yalvar yakar pandomim mi acaba
sigara ve kahveyi saymazsak evde yalnızım
günlerdir söylüyorum
sigara ve kahveyi saysak da evde yalnızım
öldüğünü bilmeyen iplerden
hâlâ süslü siyah mektuplar alıyorum
bir yağış biçimidir ölüm
bir hayat öne geçmek için ölürdü ölü
çünkü böyle kalırdı eli bırakılan çocuklarda ellerinin izi
bir adamın geceye benzeyen sesinde
el sallayan bir ayine dönüşüyor uyku
kime nemlensen kendi kendine zaten ıslak
beyaz yüzüm gövdemin acı eviymiş
mezar yüzüm gövdeme sızı taşıymış
çok oldu ben bir taş daha atıp
bir taş daha içeri giriyorum
her şey bir kalp! bir diğer kalbe çalışan
Haklıydın
Bir hayat öne geçmek için ölürdü ölü
Çünkü böyle kalırdı eli bırakılan çocuklarda ellerinin izi
Bir adamın geceye benzeyen sesinde
El sallayan bir ayine dönüşüyor uyku
Sonra hep bir avlu daha büyüyorum
Bir avlu daha
Üstelik seni susunca anlıyorum
Söndürüp ışıklarını bir hayat öne geçiyor
Doğrudur vazodaki güller değişmeliydi
Kalanın kendine
Kuyunun kuyuya taş attığını gördüm
İnsan insana olabilirdi evler evlere taş atmazsa
madem ki dışarıya olamadım
dışarıyı içeri de alamam
Sevecektim ahh kalmayacaktım kimsenin kimseye bir tesbih kadar olmadığı günlerde.
Aslında sadece bunu diyecektim.
Burdayım !
Burası dövülmüş bir yüzün yüz üstü düşme hâlleri.
elde var seni unutma sabahlarında sesin
ben bu gözlerin gibisinden de kadarından da kudurdum
her yeşil tanrının sarı ve mavi
her avlulu evin cin ve cinnet
rahman rahim ve recim
aslında bunları toplasan yüzün yüzümde kıyamet
çok oldu yüzün yüzümde dışarı
çok oldu yüzünde içeriyi ve dışarıyı göremiyorum
recim ya da tanrı denmez
çok oldu ben bir taş daha atıp
bir taş daha içeri giriyorum
ben ve taş!
biribirimizi sever sandım
kurduğum her ev
döndüğüm her yüz
içtiğim her su bana ağlamayı unutur
sandım ki her şey nem ve buhar
her şey bir kalp! bir diğer kalbe çalışan
meğer derimin altında bile değilim
dağılan dikkat kırışan umur vurulan sabır kadar
iki karış yüzümde terleyen telaşla
sordum
sır kızıl devlet unutkan gördüğüm her surat tenha
sordum
törenler giz zamanlar az
şakayla karışık
hâlâ severken öldürülen o yavruya mı benziyor aşklar
aslında sadece bunu diyecektim
durmadan burdayım yanımda özen ve ısrar
yanımda boyuna kızaran yüz
burası dağılan dikkat
aslında düşünün sadece bellek buyurun
nerdeyim tam görünmüyorum
nerdeyim üstelik telaşım da yok ortada

bilinir ki sadece bunu diyecektim
iki kış bir karış devletle burdayım aslında
burdayım
burası oğulluğumun özenle suya bırakılmış semender hali

sözdü nemlenmeyecektim sözdü sadece eğilip suyu
[sevecektim ahh
kalmayacaktım kimsenin kimseye bir tespih kadar olmadığı
[günlerde

bkz. tedirgenmiş insan zihninin, tedirgeme teorisine katkısı.

hâlâ severken öldürülen o yavruya mı benziyor aşklar
herkes en çok kendine diğeri
kalmayacaktım kimsenin kimseye bir tespih kadar olmadığı günlerde
şakayla karışık
hala severken öldürülen o yavruya mı benziyor aşklar
Giden değil kalandır terk eden
Giden de bunun için gitmiştir zaten
Bir ömür boyu kurbağa öptüm
Hâki
Dudaklarımda hâlâ bataklık tadı
Ne demeli
Ve biraz alkol koksaydı hayat
Hani kendinden önce bitmeseydi her yolculuk
Ben dönerdim belki
Sigara ve kahveyi saymazsak evde yalnızım
Günlerdir söylüyorum
Sigara ve kahveyi saysak da evde yalnızım
Elimde seni sevme tehlikesi geçirdim diye bir ilan..
Elde var ölü gömme törenlerinde yüzün
Elde var seni unutma sabahlarında sesin
kandım kaldım ve anladım
önümde beş öğün yangın
“ömür geniş kelimelerin kıyıdaki suya çarpmasıdır
ve harfin kelimeden düşme burukluğudur ömür”
“haklıydın
Bir hayat öne geçmek için ölürdü ölü
çünkü böyle kalırdı eli bırakılan çocuklarda ellerinin izi….”
“oysa yazgı kalsaydı babadan kalma her gülüş
ve biraz alkol koksaydı hayat
hani kendinden önce bitmeseydi her yolculuk
ben dönerdim belki
dönerdim …”
“giden değil kalandır terk eden
giden de bunun için gitmiştir zaten…”
haklıydın
bir hayat öne geçmek için ölürdü ölü
çünkü böyle kalırdı eli bırakılan çocuklarda ellerinin izi
#seyyidhankömürcü
zarif yolculuk suskusu
bir uyuşmazlık hâlidir rayların
kırılganın büyüdüğü koygun karanlıkta
tarifsiz meçhul dolayıp saçlarına
uzadıkça uzayan bir selvidir kadın
işte
bu yüzden yanılıyor
ve karşıdan karşıya geçirmeye yarıyor hayat
üstelik seni susunca anlıyorum
söndürüp ışıklarını bir hayat öne geçince
doğrudur vazodaki güller değişmeliydi
hani dersen kaç kere gidilir ki bir şehre
kaç terk gizlidir ki bedeninde

bildim derim
susmanın çok çeşidi
kardeşliğin kırk sebebi var
biri de kalmak

ılık aklıma soğuk sular döküp
yalandan yalanıma kanma dila
hep gidişin
telaşsız dengebêj buruk ref
sağ çıkıp şehir düştüğüm gözlerin
her nasılsa bir çuval mızrak
ah nasıl sığdırdığın
kandım kaldım ve anladım
önümde beş öğün yangın
sarı damlarda gözlerin bir sonraki hayattan

bahsediyor

etmeli

kuyu kazıyor toprak eşiyor

taş taşıyor gözlerin

ki ahh onlar

durmadan ikiz ve bulaşıcı özenle yüzündeki kışa alıştırdılar beni

hatırla
omurgasız mavi düşlerin eskicisi bu kent dedik
bu kent kırılmış-kırık bir sesin sitemi gel
hayat tembel tabanlı ayakları
ve temkinli adımlarıyla gençliğime bastı
oysa yazgı kalsaydı babadan kalma her gülüş
ve biraz alkol koksaydı hayat
ey şehir
ne kanın kanıma
ne yüzölçümün narkozuma yetmiyor artık
biraz siyah biraz da beyaz bir fotoğrafın
aslında sadece bir fotoğraf olduğunu bilmek yetmiyor
yetseydi eğer bunu bilmek
bir gülü koklar gibi koklamaz
bir sırrı saklar gibi saklamazdık
yani sendin anne o ölümlerden arda kalan
ve şimdi bahar
şimdi sonbahar maderim
ve şimdi senin de
arda kalmadığını görüyorum
maderim canım biliyorum
hüznün siyah-beyaz bir fotoğrafta tanrılaştığını
açık bir zarfta hüküm sürdüğünü
aşkınsa bir bodrumda doğup
on katlı plazanın altıncı katında öldüğünü
utanç duyarak biliyorum
sağ çıkıp şehir düştüğüm gözlerin
her nasılsa bir çuval mızrak
ah nasıl sığdırdın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir