İçeriğe geç

Hanım Ana’nın Cenaze Töreni Kitap Alıntıları – Gabriel Garcia Marquez

Gabriel Garcia Marquez kitaplarından Hanım Ana’nın Cenaze Töreni kitap alıntıları sizlerle…

Hanım Ana’nın Cenaze Töreni Kitap Alıntıları

Mina, dedi kör kadın Mutlu olmak istiyorsan yabancılara içini açma .
“Bir hayvanın canı,” dedi Peder. Tanrı’nın gözünde , bir insanınki kadar değerlidir.
Ama o sabah, bir gece önceki anıları baş ağrısının batağında dalgalanıp dururken, yaşamaya nereden başlayacağını bilemiyordu.
Mutlu olmak istiyorsan, yabancılara içini açma.
Insanları politik nedenlerle öldürülecek kadar vahşi bir ülkede yaşamak olanaksız.
Mina dedi kör kadın. Mutlu olmak istiyorsan, yabancılara içini açma.
“Mutlu olmak istiyorsan, yabancılara içini açma.”
“Dünyada bir şeyler olduğunu bulanık bir biçimde anlıyor ama kendini gücü tükenmiş, aklı ermez, yaşadığı anla uyuşmaz hissediyordu.”
Mina, dedi kör kadın.”Mutlu olmak istiyorsan, yabancılara içini açma.”
“Bir hayvanın canı,” dedi Peder. “Tanrı’nın gözünde, bir insanınki kadar değerlidir”
“Bir hayvanın canı,” dedi Peder. “Tanrı’nın gözünde, bir insanınki kadar değerlidir”
İnsanları politik nedenlerle öldürülecek kadar vahşi bir ülkede yaşamak olanaksız
“Dünya kötü kurulmuş”
Bu dünyayla ilgili hiçbir şey bilmek istemiyorum
Felaketler salyangoz gibidir. Sen mucizelere inanır mısın?
Dediklerine göre erkekler de korkarlarmış
Bütün köylerin bütün sokakları insanı kaçınılmaz bir biçimde ya kliseye götürür ya da mezarlığa.
Bütün köylerin bütün sokakları insanı kaçınılmaz bir biçimde ya kiliseye götürür ya da mezarlığa.
Yaşamaya nereden başlayacağını bilemiyordu.
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
Sordu ona:
Ben ne zaman öleceğim?”
Hanım Ana başını kaldırdı.
“Kolun yorulmaya başladığı zaman”
O andan sonra dünyayla tek ilişkisi her ayın sonunda kızlarına yazdığı mektuplar olmuştu.
Kocasından yaşça büyüktü, cildi çok solgundu, hareketlerinde gerçeklere alışkın insanların yumuşak becerisi vardı.
Tıpkı başsağlığı diler gibi, yapılması son derece güç ama bir anlık bir şeydi bu.
Yoksulluğa alışkın insanların ürkek ağırbaşlılığı içindeydi.
Aptalın tekisin, diye fısıldadı. Tanrı gözlerine verdiğini,aklından esirgemiş.
Yaşamının bir bölümünü bilardo seyircilerine ayrılmış banklarda geçirmişti
Zenginler ölmeden önce onlara satabilmek için pek çok şey yapmak gerek. Hepsi hasta ve yakında ölecekler. Artık sinirlenmeye bile hakları olmadığına göre hayatları ne biçim kaymış.
Hayal kurmayı bırak bir tarafa, evlat,Felaketler salyangoz gibidir.
Hesabi yollarsınız. dedi.
Size mi, belediyeye mi?
Belediye Başkanı ona bakmadan kapıyı çekip telin arkasından karşılık verdi:
Fark etmez.
Yoksulluğa alışık insanların ürkek ağırbaşlılığı içindeydi.
Mina, dedi kör kadın. Mutlu olmak istiyorsan, yabancılara içini açma.
Mutlu olmak istiyorsan , yabancılara içini açma.
Pek çok kimse cenazeyi beklemeye yalnızca hırsızlık için gider.
Hanım Ana, geleneksel gücün geçici otorite üzerindeki üstünlüğünü, üst sınıfın halk tabakası üzerindeki egemenliğini, ilâhi hikmetin insani gelişimine baskın çıkışını simgeliyordu.
Bir hayvanın canı, dedi Peder. Tanrı’nın gözünde, bir insanınki kadar değerlidir.
Bu kasabada hırsız yoktur. Herkes herkesi tanır.
“Mutlu olmak istiyorsan yabancılara içini açma.”
“Bir hayvanın canı,” dedi Peder.”Tanrı’nın gözünde, bir insanınki kadar değerlidir.”
“Dünya kötü kurulmuş,” diye hıçkırdı.
Damaso karısının bütün gece bir saniye bile gözünü kırpmadan kendisini beklediğini anlamıştı, o anda bile, onu karşısında göre göre beklemeye devam ediyordu.
Mutlu olmak istiyorsan, yabancılara içini açma.
Barış zamanlarında, hegemonyasının gücü sayesinde, avanta işler, yiyim yerleri, arpalıklar dağıtıyor; ortaklarının refahını, yalan dolana ya da seçim hilesine başvurması gerekse bile, gözetiyordu. Bunalım zamanlarında ise yandaşlarını silahlandırmak için el altindane katkıda bulunuyor,onların kurbanlarının ise açıkça yardımına koşuyordu. Bu yurtseverlik bilinci ona yüce saygınlıkları kazandırıyordu.
Hanım ana, geleneksel gücün geçici otorite üzerindeki üstünlüğünü, üst sınıfın halk tabakası üzerindeki egemenliğini, ilahî hikmetin insani gelişimine baskın çıkışını simgeliyordu.
Mina, dedi kör kadın. Mutlu olmak istiyorsan yabancılara içini açma.
Bütün köylerin bütün sokakları insanı kaçınılmaz bir biçimde ya kilise götürür ya da mezarlığa.
Bir hayvanın canı, Tanrı’nın gözünde bir insanın canı kadar değerlidir.
Ne de olsa dinlenmek için bütün bir sonsuzluk kalıyordu ona.
Politik katliam başlamadan öncelerden beri o, hüzünlü ekim sabahlarını, ölenlere acımakla ve Tanrı pazar günleri dinlenmemiş olsaydı dünyayı tamamlamaya baktı olurdu diye düşünmekle geçirmişti.
Bunca felaket, bir de üstüne böyle bir kış.
Tanrı seni duysun.
“Mutlu olmak istiyorsan, yabancılara içini açma.”
“Bir hayvanın canı,” dedi Peder.
“Tanrı’nın gözünde, bir insanınki kadar değerlidir.”
İnsanları politik nedenlerle öldürülecek kadar vahşi bir ülkede yaşamak olanaksız.
Alkolün etkisinden tümüyle kurtulmuş, yalnızca dilinde buruk bir tortu ile bulanık bir yalnızlık duygusu kalmıştı geriye.
Dediklerine göre erkeklerde korkarlarmış.
Yoksulları polis kasaba meydanında delik teşik, zenginlere ise kasabayı terk etmeleri için 24 saatlik bir süre tanınmıştı

***
Aslında onu ilgilendiren, yoksulların öldürülmesi değil, zenginlerin kovulmasıydı.

İnsanları politik nedenlerle öldürülecek kadar vahşi bir ülkede yaşamak olanaksız.
O gün her zamanki gibi tren istasyonuna gitti, ama ne yaptığının tam olarak farkında değildi. Dünyada bir şeyler olduğunu bulanık bir biçimde anlıyor ama kendini gücü tükenmiş, aklı ermez, yaşadığı anla uyuşmaz hissediyordu.
Artık sinirlenmeye bile hakları olmadığına göre hayatları ne biçim kaymış
Hayal kurmayı bırak bir tarafa, evlat, diye karşılık verdi Don Roque. Felaketler salyangoz gibidir. Sen mucizelere inanır mısın?
Sigarasını yaktıktan sonra boş kibrit kutusunu nehre fırlattı. Ana göğsünden başka bir kibrit kutusu çıkarıp onun gömleğinin cebine koydu. Dámaso ilk kez olarak gülümsedi.
Aptalın tekisin, dedi.
Ha, ha, yaptı Ana.
karısının onu uyuduğuna inandırmak suretiyle yardımcı olmaktan bir an bile vazgeçmediğini fark etmemişti bile.
20 Ağustos gecesi – hırsızlık olayından iki ay sonra – Damaso, Don Roque’yi tezgahın arkasında oturmuş küçük bir yelpazeyle sivrisinekleri kovar buldu. Radyo kapalıyken yalnızlığı daha da yoğun görünüyordu.
On bir yaşındaki oğlunun çatlak sesi onu dalgınlığından ayırmıştı:
-Baba.
-Ne var?
-Başkan, dişini çeker misin diye soruyor.
-Burada olmadığımı söyle.
O sırada altın bir dişi cilalamaktaydı. Kolunu ileri doğru uzatarak elindeki dişi, yarı kapalı gözlerle inceledi. Küçük bekleme odasından oğlu yine bağırmıştı:
-Senin pekala da burda olduğunu söylüyor çünkü sesini duyuyormuş.
“Bir hayvanın canı,” dedi Peder. “ Tanrı’nın gözünde, bir insanınki kadar değerlidir.”
Mutlu olmak istiyorsan, yabancılara içini açma.
Tanımadığı kimselerle ahbaplık kurmak zor geliyordu ona.
Belki de aklının daha az berrak olduğu anlarda, yeryüzünde mutluluğa erişmenin ancak hava çok fazla sıcak değilken mümkün olabileceğini düşünüyor ve bu fikri onda bir huzursuzluk yaratıyordu.
“Dünya kötü kurulmuş,“ diye hıçkırdı.
O gece, kendisini mutlu etmiş olan adamın başını koyduğu yastığa kapanıp ağlarken, Montiel’in 62 yaşındaki dul karısı, ömründe ilk olarak bir kırgınlık duygusunu tadıyordu.
yüzünde yoksul insanların zenginlerin evine giderken takındıkları o onurlu temiz kalplilik okunuyordu.
Tasarılarını, onları yaparken duyduğu aynı hevesle unutmak gibi iyi bir huyu vardı.
Ana, görünürde kayıtsız, ama aslında acıma dolu bir dikkatle ona kulak vererek soyunmaya başladı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir