İçeriğe geç

Hani Tanrı Ölmüştü? Kitap Alıntıları – Lee Strobel

Lee Strobel kitaplarından Hani Tanrı Ölmüştü? kitap alıntıları sizlerle…

Hani Tanrı Ölmüştü? Kitap Alıntıları

Mantık Big Bang’in bir tetikleyicisi olması gerektiğini söylese de bu nedeni nasıl tarif edebileceğini merak ediyorum. Bu neden hakkında bize neler söyleyebilirsiniz? diye sordum Craig’e. Size anlatabileceğim birkaç nitelik biliyorum. diye cevap verdi. Uzay ve zamanın nedeni nedensiz, zamansız, başlangıçsız, mekansız, elle tutulur olmayan ve kendi iradesi ve sınırsız gücü olan bir varlık olmak zorundadır ki bu Tanrı kavramının özüdür. Bir dakika. ” diye araya girdim. Pek çok ateist burada büyük bir çelişki görecektir. Yaratıcının bir nedeni olmadığım söylemeniz onlar asla kabul etmeyecektir. örneğin ateist George Smith ‘Eğer her şeyin bir nedeni varsa Tanrı’yı neden bundan ayrı tutuyoruz?’ demektedir. Neccesity of Atheism adlı kitabında David Brooks ‘Eğer her şeyin bir nedeni varsa o zaman ilk nedenin de muhakkak bir nedeni olmalıdır. Peki, öyleyse Tanrı’yı kim yarattı? Eğer o hep vardı derseniz o zaman zaten bu teori kendiliğinden çökmüş olur.’ diye yazmıştı. Tüm bu söylenenlere cevabınız nedir? Craig yüksek sesle, Onlar sadece asıl meseleyi gözden kaçırıyor­lar. diye cevap verdi. Onlar kelamın ortaya koyduğu görüşün ilk bö­lümüne dikkat etmiyorlar. Her şeyin bir nedeni vardır, denmiyor. Baş­langıcı olan her şeyin bir nedeni vardır, deniyor. Aklı başında hiçbir filozofun her şeyin bir nedeni olduğunu söyleyeceğini sanmıyorum.
Dolayısıyla sorun onların kelamın ortaya koyduğu görüşü hakkıyla anlamamalarından ileri gelmektedir. Tanrı söz konusu olduğunda bu pek de rastlanmayan bir durum değildir. Nihayetinde ateistler uzun yıllar evrenin bir nedene ihtiya­cı olmadığını savundular çünkü güya o sonsuzdu. Tanrı zamansız ve nedensiz olamaz derken nasıl olur da evrenin sonsuz ve nedensiz olduğunu söyleyebildiler?
“Geçen otuz yılı aşkın bir zaman süresince, bilim adamları evrenin neredeyse bütün temel yapılarının bıçak sırtında denebilecek bir hassasiyetle hayatı netice verecek şekilde dengelendiklerini keşfetmişlerdir. Eşzamanlı/uyumlu varoluşlar herhangi bir tesadüfe verilemeyecek veya bir izaha gerek yok iddiaları ile geçiştirilemeyecek
kadar mükemmeldir. Parametreler kaza eseri oluşmuş olamayacak kadar kesin değerlere ayarlanmıştır. Fred Hoyle’un ifade ettiği gibi sanki birileri fizik kanunlarıyla oynamış gibidir.”
“Felsefi ateizmi kabul edişimden sonra geçen 20 yıl içerisinde, yavaş yavaş bu anlayışın makul ve etkili bir şekilde çürütülebileceğine dair geniş ve sistematik bir literatürün oluştuğunu fark ettim. Bugün akıllı bir insanın ateizmin ve agnostizmin büyüsüne kapılıp benim düşmüş olduğum entelektüel hatalara düşmesi için makul bir sebep göremiyorum.”
( ) Bu örnekler bir yere kadar açıklayıcı olmuştu, ama ben yine de şöyle dedim: Ruhun ve şuurun görülememesi,bunların kavramsallaştırılmasını (anlaşılmasını) zorlaştırıyor. Tabii, doğru. diye cevap verdi. Ruhum ve şuurum görünmez, ama bedenim görülebiliyor. Bu da ayrı bir farklılığı oluşturuyor zaten. Aslında, kızım beşinci sınıftayken, evde ailecek dua ettiğimiz hatırlıyorum. Şöyle demişti kızım: ‘Baba, Allah’ı görebilseydim, bu O’na inanmamı kolaylaştırırdı.’ Ben de şöyle cevap vermiştim: ‘Aslında canım, sorun Allah’ı hiç görmemiş olmanda değil. Sorun, anneni hiç görmemiş olmanda.’ Annesi de o sırada hemen yanında oturuyordu. Kızım ne söylemek istediğimi sordu, ben de şöyle dedim: ‘Farz et ki annenin canını hiç acıtmadan, onu hücre hücre bölüp içine nüfuz edebilsek. Hiçbir zaman, ‘Bak, annen bu akşam şunu yapmayı düşünüyormuş.’ ya da, ‘Hey, bak annemin duyguları bu hücredeymiş.’ diyemeyiz. Annenin düşüncelerini, inançlarını, isteklerini, duygularını bu bedeninin içinde kesinlikle bulamayız. Tahmin et başka neyi bulamazdık? Annenin egosunu ya da özünü kesinlikle bulamazdık. ‘Sonunda, işte şu beyin hücresinde, annem orada. Egosu ya da özü işte burada.’ diyemezdik hiçbir zaman.Çünkü annen bir kişi ve kişiler görünmezdir. Annenin egosu ve şuurlu tıayatı görünmezdir. Annen, bir bedene sahip olmak için yeterince küçük; ama Allah bir bedene sahip olmak için çok büyük, öyleyse duaya devam edelim! – J.P.Moreland
Big Bang’in teizmi desteklediğine verilecek belki de en iyi örnek, konunun bazı ateist fizikçilerde sebep olduğu açık huzursuzluktur. Bazen, bazı bilimsel düşünceler, kendi değerlerinin çok ötesinde bir azimle ve kararlılıkla savunulmaya devam ediliyor ki bu durum, bunun gerisindeki motifin kişinin kendi teorisini destekleme arzusundan ziyade, çok daha derinlerdeki psikolojik gelgitlerle alakalı olduğunu düşündürüyor.
Astrofizikçi C. J. Ihsam
Belki de izafet üzerine olan matematik tezini şöyle bitiren Edward Milne haklıdır: Evrenin
nedenine gelince Bunu tamamlamak artık okuyucuya kalmıştır ama Yaratıcıyı dikkate almadan söylediklerimiz yarım kalacaktır.”
Craig başını salladı. “Bu beni hayrete düşürüyor. dedi üzgün bir sesle. “Metafiziksel olarak var olan bir şeyin var olmasını sağlayan bir nedeni olması gerektiği açık. Maddeler yokluktan birdenbire, sebepsiz yere, ortaya çıkmaz. Yine de Ateist Quentin Smith kitabında
şöyle demişti ‘Akla en yatkın olan şey, bizim yokluktan, nedensiz ve amaçsız olarak var olduğumuzdur. ‘Bu, ateizmin tabutuna çakılan fiyakalı bir çivi gibi duruyor! Bir insanın böyle bir şeyi en mantıklı açıklama olarak ileri sürebilmesi beni hayrete düşürüyor.
Ateist felsefeci Michael Ruse;

“Bir tutam atomun niye düşünce kabiliyeti olsun ki? Niye ben, şu yazıyı yazarken bile ne yaptığım üzerinde düşünebiliyorum; ya da niye siz, yazdıklarımı okurken, ileri sürdüğüm fikirler hakkında, benimle aynı fikirleri paylaşarak ya da onları reddederek, hoşnutlukla veya canınız sıkılarak, bana karşı çıkmaya hazırlanarak veya fikirlerimin buna bile değmeyeceğini düşünerek kafa yorabiliyorsunuz ki? Kimsenin, hele de bir Darwinistin, bu sorulara bir cevabı yoktur. Mesele şu ki, bu sorulara bilimsel bir cevap verilemez.”

Mövcud olmağa başlayan hər bir şeyin bir səbəbi var.
Ben din ile bilim arasında bir diyalogdan yanayım, fakat bahsettiğim yapıcı bir diyalog değil. Bilimin büyük kazanımlarından birisi de, akıllı insanın dinsiz olmasını mecbur kılmasa da, dindar olmasına olanak sağlamasıdır. Bu noktadan geriye gitmemeliyiz.
David Brooks Eger her şeyin bir nedeni varsa peki öyleyse tanrıyı kim yarattı? Eğer o hep vardı derseniz o zaman zaten bu teori kendiliğinden çökmüş olur. diye yazmıştı. Tüm bu söylenenlere cevabınız nedir?
Craig yüksek sesle Onlar sadece asıl meseleyi gözden kaçırıyorlar diye cevap verdi. Onlar kelamın ortaya koyduğu görüşün ilk bölümüne dikkat etmiyorlar. Her şeyin bir nedeni vardır denmiyor başlangıcı olan her şeyin bir nedeni vardır deniliyor. Aklı başında hiçbir filozofun her şeyin bir nedeni olduğunu söyleyeceğini sanmıyorum.
İnsanları bu sahtekarlığı yapmaya itenin ne olduğu sorusuna Fedducia şöyle cevaplıyor: Para. Çin fosil ticareti büyük bir endüstri haline geldi. Bu sahte fosiller karaborsada yıllardır büyük paralara alıcı buluyor. İyi bir sahte fosil üreten zengin olur.
Kabul etmek zorundayım ki Collins’e çoklu evren hipotezini sor­ duğumda ilk cevabına şaşırmıştım. Çayından bir yudum aldıktan ve bardağı masaya koyduktan sonra başladı. Evet, çoklu evren hipotezlerinin büyük kısmı tamamen spe­külatif ve çok az fiziksel temeli var. Üzerinde düşünmeye değmezler.
Collins devam etti: Şu ana kadar konuştuğumuz yalnızca iki faktö­rü bir arada düşünün; kozmolojik sabit ve yerçekimi kuvveti. Bunların ikisinin birden bu şekilde olma ihtimalinin küçüklüğü hayal bile edi­lemez. İkisini bir arada düşündüğünüz zaman, hassaslık/kesinlik yüz milyon kere trilyon kere trilyon kere trilyon kere trilyon kere trilyon kere trilyonda bir oluyor. Bu oranın küçüldüğünü gözünde canlandırmanız gerekirse bu, tüm evrene oranla yalnızca bir atom demek.
Neden tek bir yaratıcı olmak zorunda? diye sordum. Pek çok yara­tıcı olamaz mı? Bana göre dedi Craig Ockham’ın usturası diğer yaratıcıları ke­sip atacaktır. Ockham’ın usturası da ne? Bu bilimsel bir ilkedir. Buna göre sebep sonuç ilişkisi içerisinde sonucun ne olduğunu açıklamaya yetenden daha fazla neden ileri sürülemez. Eğer bu sonucu elde etmek için tek yaratıcı yeterli ise on­ların sayısını arttırmakla hiçbir şey elde edilemez.
Mantık Big Bang’in bir tetikleyicisi olması gerektiğini söylese de bu nedeni nasıl tarif edebileceğini merak ediyorum. Bu neden hakkında bize neler söyleyebilirsiniz? diye sordum Craig’e. Size anlatabileceğim birkaç nitelik biliyorum. diye cevap verdi. Uzay ve zamanın nedeni nedensiz, zamansız, başlangıçsız, mekansız, elle tutulur olmayan ve kendi iradesi ve sınırsız gücü olan bir varlık olmak zorundadır ki bu Tanrı kavramının özüdür. Bir dakika. ” diye araya girdim. Pek çok ateist burada büyük bir çelişki görecektir. Yaratıcının bir nedeni olmadığım söylemeniz onlar asla kabul etmeyecektir. örneğin ateist George Smith ‘Eğer her şeyin bir nedeni varsa Tanrı’yı neden bundan ayrı tutuyoruz?’ demektedir. Neccesity of Atheism adlı kitabında David Brooks ‘Eğer her şeyin bir nedeni varsa o zaman ilk nedenin de muhakkak bir nedeni olmalıdır. Peki, öyleyse Tanrı’yı kim yarattı? Eğer o hep vardı derseniz o zaman zaten bu teori kendiliğinden çökmüş olur.’ diye yazmıştı. Tüm bu söylenenlere cevabınız nedir? Craig yüksek sesle, Onlar sadece asıl meseleyi gözden kaçırıyor­lar. diye cevap verdi. Onlar kelamın ortaya koyduğu görüşün ilk bö­lümüne dikkat etmiyorlar. Her şeyin bir nedeni vardır, denmiyor. Baş­langıcı olan her şeyin bir nedeni vardır, deniyor. Aklı başında hiçbir filozofun her şeyin bir nedeni olduğunu söyleyeceğini sanmıyorum.
Dolayısıyla sorun onların kelamın ortaya koyduğu görüşü hakkıyla anlamamalarından ileri gelmektedir. Tanrı söz konusu olduğunda bu pek de rastlanmayan bir durum değildir. Nihayetinde ateistler uzun yıllar evrenin bir nedene ihtiya­cı olmadığını savundular çünkü güya o sonsuzdu. Tanrı zamansız ve nedensiz olamaz derken nasıl olur da evrenin sonsuz ve nedensiz olduğunu söyleyebildiler?
Bana göre bilimsel kanıtlar felsefi muha­keme yoluyla ulaşılmış bilgilerin sonradan onaylanmasından başka bir şey değildir.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Craig şöyle devam etti: Kelam görüşünü ilk savunmaya başla­dığımda bu görüşün ilk kısmını -varlığı başlayan her şey bir nedene dayanır- herkesin kabul edeceği ortadaydı. Fakat ikinci kısmı evrenin de bir başlangıcı olması biraz daha karışık bir meseleydi. Oysa şimdi, bilimsel kanıtlar nedeniyle ateistler de evrenin bir başlangıcı olduğunu reddetmekte zorlanıyorlar. O yüzden de ateistler görüşün ilk kısmına yüklenmek zorunda kaldılar. Craig başını salladı. Bu beni hayrete düşürüyor. dedi üzgün bir sesle. Metafiziksel olarak var olan bir şeyin var olmasını sağlayan bir nedeni olması gerektiği açık. Maddeler yokluktan birdenbire, se­bepsiz yere, ortaya çıkmaz. Yine de Ateist Quentin Smith kitabında şöyle demişti ‘Akla en yatkın olan şey, bizim yokluktan, nedensiz ve amaçsız olarak var olduğumuzdur. ‘ Bu, ateizmin tabutuna çakılan fiyakalı bir çivi gibi duruyor! Bir insanın böyle bir şeyi en mantıklı açıklama olarak ileri sürebilmesi beni hayrete düşürüyor. Genelde bu konumdaki insanlar, yapamayacaklarını bildikleri için görüşleri çürütmeye çalışmazlar. Onun yerine ‘bunun doğru olduğunu ispat edemezsin’ diyerek şüpheci bir yola başvururlar. Bu şüpheleri öyle bir seviyeye ulaşır ki artık hiçbir şey onları ikna edemez.
Meyer bir an düşündü. İnsan bilincinin kesinlikle, insan doğasına teistik yaklaşımı desteklediğini söylerdim. dedi. İlahi dinler, sadece maddeden ibaret olmadığımızı -Marvin Minsky’nin sözleriyle· ‘etten yapılmış bilgisayar’ değil, Tanrı’nın suretinde yapıldığımızı­ anlatır. Kendini ifade edebilmeye, sanata, dile ve yaratıcılığa kabiliyeti­miz var. Bilim, beyindeki fiziksel maddenin tanımlaması dışında bu tür bilince bağlı kabiliyetlerden hiç bahsetmiyor. Bunlar nereden geli­ yor? Yine, teizmin en iyi açıklamayı yaptığını düşünüyorum. Meyer, sandalyesinin kenarlarını hızla kavrayarak; Evet, eli­mizde şu var dedi, doğaçlama sözlerini bitirmek istercesine konuyu toparlayarak, aşkın ve akıllı bir sebebi gösteren yarım düzine kanıt topluluğu. Bu inanılmaz bir şey! 19. yy.daki bilim adamları natüralizmin her şeyi açıkladığını söylerken bunlardan habersizlerdi. Allah’a şükür son elli yılda yapılan keşifler sonucunda bugün çok daha.fazla şey biliyoruz. Bahsettiğiniz kanıtlara dayanarak, dedim, Tanrı tezini nasıl tamamlayabilirsiniz? Öncelikle, teizm, sebep olarak aşkın Yaratıcı düşüncesiyle, Big Bang’e tabiatçı bir açıklamanın sağlayabileceğinden çok daha makul bir açıklama yapıyor. dedi. Big Bang’i meydana getiren, evreni var eden sebep; maddeden, zamandan ve mekandan bağımsız olmalı. Musevilik, Hıristiyanlık ve İslam’da Tanrı bunlardan münezzehtir. Fa­kat natüralizm, tarifi gereği, tabiatın kapalı sisteminin ötesinde her­hangi bir varlığın varlığını reddeder.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Yine bir örnek daha veriyorum. Sonuncusu Kambriyen patlaması olabilir ki, bu patlama hayat tarihindeki tasarımla alakalı çarpıcı ve iddialı bir kanıttır. Önceki röportajımda Jonathan Wells’in, Big Bang Biyolojisi’nin temellerini açıkladığını söyledim. Bu konuyu esasen, Darwinizm karşıtı bir argüman getirerek anlattı. dedim. Meyer, Gerçekten öyle, diyerek karşılık verdi. Kambriyen de or­ taya çıkan, yirmi ila otuz beş civarında tamamıyla yeni vücut yapısı var. Komplekslilikte dev bir sıçrayış yapıyorsunuz, aniden ve elinizde lt; geçiş türleriniz yok. Bu, aslında tasarımı destekler bir kanıttır, çünkü tecrübelerimizden biliriz ki, bilgi ancak ve ancak bilinçli bir faaliyetin sonucunda or­ taya çıkar. Elimizde, bu vücut yapılarını ortaya çıkarmak için gerekli olan muazzam miktarda biyolojik bilgi akışı var ki bu akış, Darwinist mekanizmaların üretebileceğinden çok daha ileri boyutta ve aniden ortaya çıkıyor. Darwinizm, bunu makul bir şekilde açıklayamaz, tasarım çok daha yerinde bir açıklamadır. Düşünün bir kere, bu yeni türler nasıl bir anda ortaya çıktı? Bir paleontologun dediği gibi, ‘Biyolog arkadaşlardan sadece şunu öğ­renmek istiyorum, şu evrim denen hadise, evrim demeye son verme­ den önce, daha ne kadar hızla ilerlemeye devam edecek?’ Darwin doğanın ani sıçrayışlar yapmadığını söylemişti? Fakat koca bir sıçra­yış söz konusu -akıllı faillin sebep olduğu. Sonuç olarak, Kambriyen patlaması sadece Darwinist evrimin aleyhinde bir kanıt oluşturmakla kalmıyor, tasarımın lehinde iddialı bir argüman da sağlıyor.
İkinci kanıt kategorisi ise ‘antropik hassas ayar olmalı. Bu şu demek, fiziğin temel kanunları ve sınırları hayatın var olması için gereken en hassas ve kesin sayısal değerlerden oluşuyor. Oysaki bu, sonsuz ihtimaller içinde yalnızca bir ihtimal. Yani bu değerlerin, ne­ den şu an oldukları gibi olmak zorunda olduklarına dair açıklayıcı hiçbir sebep yok. Ama bu kanunlar ve sabiteler evrende hayatı müm­kün kılmak için inanılmaz bir matematiksel yolla birleşiyorlar. Ondan bir örnek daha vermesini istedim. Evrenin genişleme hı­zını düşünün, trilyon kere trilyon kere trilyon kere trilyon kere trilyon­ da bir hassasiyetinde ayarlanmış. dedi. Yani, eğer bu, biraz daha hızlı ya da yavaş olsa hayatın devam etmesine imkan verecek bir ev­ rende yaşayamazdık.
Bilimin diğer bütün bilgi türlerini alt ettiğine inanılan bir teknolojik kültürün içinde yaşıyoruz. dedim Meyer’e. Mesela, fizik alanında doktorasını tamamlayan bir mühendis felsefeci J. P Moreland’le yaptığım bir görüşmede; ‘Bana göre’ demişti Moreland, ‘bir tek bilim/
rasyoneldir; sadece o doğruyu bulur. Onun dışındaki her şey inanç ve görüşten ibarettir. Eğer bir şey bilimsel metotlarla ölçülemiyor veya test edilemiyorsa diye devam etmişti, gerçek ya da rasyonel değildir.’Harvardlı genetikçi Richard Lewontin bilimin ‘gerçeklerin top/
lamı’ olduğunu iddia Bu görüşlere katılıyor musunuz? Meyer şöyle cevap verdi: Hayır, tabii ki katılmıyorum. Kinayeli bir şekilde bilim ‘gerçeklerin toplamıdır’ demek kendi içinde çelişkili/
çünkü bu ifadenin kendisi bilimsel yollarla test edilemez. Bu kendi kendini çürüten felsefi bir varsayımdır. Daha da önemlisi diyerek devam etti; bilime bütün kalbimle saygı duyarken, bilimsel bilginin, bildiğimiz diğer şeylerden üstün tutulması gerektiğine inanmıyorum. Örneğin bazı şeyler var ki, bilimsel olarak bildiklerimizden ziyade, iç gözlem (içe bakış) yoluyla onların
varlığından emin oluruz. Ben kendi iç gözlemlerime dayanarak özgür bir irademin olduğuna inanıyorum ve sosyal bilimler alanındaki hiçbir çalışma beni bu kadar ikna edemezdi.
Mount Wilson ve Palamar gözlemevinde yaptığı ince­lemeler sonucu yıldızların bazı sırlarını çözen, kua­sarların gizemli derinliklerine inen, evrenin derin­liklerindeki galaksilerin aralarındaki uzaklıkları saptayan, evrenin genişleme hızını bulan dünyanın en önemli kozmoloğu Allan Rex Sandage, Dallas’ta bir konferansa katılmaya hazırlanıyordu. Çok az bilim adamına, meşhur astronom Edwin Hubble kadar itibar nasip olur. Sandage de bu azlardan biri: Nobel Ödülü’nün Astronomi dalındaki muadiline layık görüldü; American Astronomical Society, Swiss Physical Society, Royal Astronomical Society ve Swedish Academy of Sciences tarafından onurlandırıldı. New York Times gazetesi ise onu Kozmolojinin Büyük Babası olarak adlandırdı. 1985 yılında düzenlenen bilim ve din konulu konferans yaklaşırken, Sandage’m, kürsüye çıkmadan önce, hangi safta olacağı konu­sunda ufak bir kaos yaşandı. Tartışma Evrenin Başlangıcı hakkındaydı, konuşmacılar Tann’ya inanan ve inanmayan bilim adamları olarak iki gruba ayrılacaktı, her iki grup da kürsüde yerlerini almıştı. Katılımcıların çoğu, ailesi Yahudi olan Sandage’ın aslında çocukluğundan beri ateist olduğunu biliyordu. Birçokları da, onun gibi bir bilim adamının elbette Tann’ya inanmayacağını düşünüyordu.• Newsweek’te bir zamanlar yazdığı gibi Bilim adamları, evrenin sırlanın derinliklerine ne kadar inerlerse, Tanrı onların kalplerinden ve akıllarından o kadar siliniyor du.Dolayısıyla Sandage’a inkarcııar safında bir koltuk hazırlanmıştı. Fakat beklenmedik bir şey oldu. Sandage salonda hızla ilerleyip inananların arasında bir koltuğa oturuverdi. Hatta insanları daha da şaşkına çevirerek, Big Bang ve onun felsefi etkileriyle alakalı bir konuşmada, 50 yaşında iman etmeye karar verdiğini halka açıkladı. Soluğu kesilen dinleyicilere, Big Bang’in bildiğimiz gibi, fizik kanunlarıyla açıklanamayacak kadar tabiatüstü bir olay olduğunu anlattı. Ona göre bilim, bizi İlk Olay a götürdü, fakat daha da ötesine gidip İlk Sebep e ulaştıramadı. Madde, zaman, mekan ve enerjinin aniden ortaya çıkışı, bunların ardında ve bunlardan bağımsız bir şeye işaret ediyordu. Sandage daha sonra bir röportajında şunları da söyleyecek.•. Benim bilimden öğrendiğim şudur: Dünya bilimle açıklanmayacak kadar karmaşık. Varlık sırrını ancak tabiatüstü bir şeylerle anlayabiliyorum.
Wells kitabı bıraktı. Bir başka deyişle, insanın evrimi gibi bir ko­nuyu eldeki birkaç fosil parçasına bakarak şekillendiremezsiniz. dedi. Bir kimsenin bulguların, evrimi desteklediğine inanmasının tek sebe­bi, Darwinizmin diğer sahalarda doğru olduğunu varsaymasıdır. Böyle olduğu için, mevcut olandan insanlık tarihine doğru bir projeksiyon yapılır. Bu tam da, Darwin’in İnsanın Türeyişi kitabında yaptığı şeydir. İyi ama ya diğer bulgular da Darwin’in hatalı olduğunu göste­riyorsa ki gösteriyor. Sizinle beraber evrimin belli başlı ikonlarının hepsini bile ele almaya zamanımız elvermedi, düşünün artık. Bir de bunların hepsinin halen çocuklara okutulduğunu da hatırlayın. Oy­saki teorinin kirli çamaşırlarını ortaya döken kitapların sayısı hiç de az değil. Diğer alanlarda Darwinizm hakkında hiçbir esaslı delil olmadığı gibi insanın evrimi konusu da açıklanmaya muhtaç. Darwinistler bu açıklamayı yapmaya çalışacaklarına, bulunan fosilleri hazır mamul hikayenin uygun yerine monte etmeye çabalıyorlar. Anlatan kişinin eğilimlerine göre de hikaye şekilden şekile giriyor. Bir antropologun dediği gibi süreç ‘hem siyasi hem de subjektif’ çünkü ‘paleoantropoloji ilmi bir forma sahip ama ilmi bir özden yoksun. Aslında Misia Landau isminde bir paleoantropolog, insanın evrimi hikayesiyle eski halk söylencelerini karşılaştıran bir kitap bile yazdı. Vardığı sonuç şu; bu alandaki klasik kitapların çoğu ‘somut ka­nıtlar kadar, geleneksel anlatımdan da etkilenmişlerdir’ ve buralarda anlatılan temalar ‘bir kimsenin salt fosilleri inceleyerek çıkarsayacağının çok ötesindedir.
Paleoantropolojinin en büyük handikaplarından birisi, konuyla ilgili eldeki tüm fosillerle kıyasladığımızda, sadece çok küçük bir kıs­mın, insanın atası olduğuna inanılan yaratıklarla ilgili olması. dedi Wells. Genellikle elde sadece bir kemik parçası veya bir diş oluyor, Bu da temsilı maketinin, Darwin’in teorisine uygun şekilde yapılması noktasında inanılmaz bir elastikiyet sağlıyor. Mesela National Geographic dört sanatçıya, Kenya’da bulunan yedi ta­ne yüze ait fosil kemiğine dayanarak bu dişinin suratının tekrar oluşturulmasını sipariş etti. Gelen eserler birbirinden oldukça fark­lıydı. Birincisinin eseri modern bir zenciyi andırıyordu, ikincisi daha çok bir kurtkadına benziyordu, üçüncüsü ağır goril benzeri kaş­ lara sahipti, sonuncusunda ise çene ve alın yok gibiydi, insandan çok bir dinozoru andırıyordu.
Ansiklopedi, nasıl Hollandalı bilim · adamı Eugene Dubois’nın, 1891-1892 yılları arasında Endonezya’da bir nehir yatağında yarım milyon yaşında bazı kemikleri bulduğunu hikaye ediyordu ve ken­ dinden emin bir tavırla bunların insan ile daha ufak beyinli atala­rı arasındaki bir evreyi temsil ettiklerini anlatıyordu. Bu adam, Dubois’ya göre insan ile maymun arasındaki kayıp halkaydı. Ben de tüm kalbimle böyle inanmaktaydım. Java adamının gerçek hikayesinden hiç haberim yoktu. Sonralan bir yazar onu şöyle tanım­ layacaktı: Meşhur Java adamı hakkında ortada, bir kafatası başlığı, bir uyluk kemiği, üç adet diş ve büyük bir hayal kurma yeteneğimiz dışında hiçbir şey yok. Başka bir deyişle Java adamının beni kü­ çükken o çok etkileyen canlı gibi büstü aslında, ‘Darwin eğer haklıysa bu adam neye benzemeli?’ diye oturup düşünülerek imal edilmiş bir hayal mahsulüydü. Henüz genç ve meraklı bir öğrenci olarak evrim hakkında kendi .• görüşümü oluşturmaya çabalarken Dubois’nın kazısının günümüz standartlarına göre ciddiye alınmasının imkansız olduğunu bilmiyor­ •· · dum veya aslında o uyluk kemiğiyle kafatası başlığının aynı fosile ait olmadığının anlaşıldığını da. Bulunan kafatası başlığının ise Cambc ridge Üniversitesi’nden Sir Arthur Keith’in açıklamasıyla kesinlikle insana ait olduğunu ve bunun bugün dahi yaşayan insanlar arasın­ da bulunabileceğini söylediğini de bilmiyordum. Tıpkı Dubois’mn bulgularını desteklemek amacıyla bölgede araştırma yapan on dokuz evrimci bilim adamının araştırmaları sonucunda üzülerek yayınla­dıkları 342 sayfalık bilimsel raporda Java adamının insan evriminin bir parçası olmadığını açıkladıklarını bilmediğim gibi Kısacası, Java adamı benim eskiden inandığım gibi yarı insan yan maymun bir yaratık değildi, o insan ailesinin gerçek bir üyesiydi. Tüm bunlar bilinmesine rağmen Time dergisi 1994 yılında hala Java adamını evrimsel atamız olarak tanıtabiliyordu.
Tarih, benim materyalist felsefemi temellendirdiğim yapıyı parçalarına ayırmıştı. Miller’in deneyi önceleri benim ateizmimin en sağlam müttefiki idi. Şimdi ise sadece merakımı celp ediyordu. Bu deneyin, günümüzde bilimsel önemi nedir? diye sordum. Bir bilimsel değer taşımıyor, fakat tarihsel olarak enteresan bir vaka, çünkü yıllar boyunca sizin de dahil olduğunuz pek çok insanın, hayatın spontane bir biçimde ortaya çıkabileceğine inanmasına se­ bep oldu. Şu an ders kitaplarında bir yeri olabilir mi derseniz belki bir dipnot olarak. O kadar. Ama pek çok ders kitabındaki yeri, bir dipnottan çok daha fazla, öyle değil mi? diye sordum. Ne yazık ki öyle. dedi. Halen tedavüldeki çoğu kitapta, üstelik çizimlerle de desteklenmek suretiyle kendine yer buluyor. Bu, en hafif tabiriyle yanıltıcı. Bırakın onu, bilimin, hayatın nasıl ortaya çıktığını deneysel olarak ispatladığını ima etmek bile hatalıdır. Yeni yeni, ders kitaplarında, ilk dönem atmosferinin Miller’in düşündüğü gibi olma­ yabileceğine dair notlar belirdi. Ama bu sefer de şunu ekliyorlar, eğer gerçekçi bir atmosferde kullanılmış olsaydı, organik moleküller elde edilecekti. Bu kelimenin tam anlamıyla, hatalı yönlendirmedir. Bugün Miller deneyiyle karşılaşan bir çocuğu hayal ettim. Yaşa­ mın karmaşıklığını zihninde doğru canlandırabilecek miydi? Miller deneyiyle, diğeri arasındaki farkı anlayabilecek miydi? Yoksa organik molekül terimini duyduğunda, bilim adamlarının canlı hücrenin na­sıl var olduğu sorusunun cevabını bulmak üzere olduklarını mı düşü­necekti? Bir ilahi otoriteye hesap vermekten kaçmak isteyen genç bir insan, yanlış bir çıkarsamayla, hayatın kökeni probleminin evrim teo­risindeki önemsiz bir engel olduğu düşüncesine yapışmayacak mıydı? İyi de Miller deneyinin halen ders kitaplarında yer almasının bir nedeni olmalı herhalde? Nedir sizce bu? diye sordum. Wells derin bir iç çekti. Gitgide şunu daha iyi anlıyorum ki bu, emprik bilim maskesi ardına saklanmış materyalist felsefedir. Bunu göstermekte ısrar ediyorlar, çünkü hayatın başlangıcına dair başka bir materyalist izahları yok. Eğer sen başka bir izah getirmeye kalkarsan da -mesele akıllı tasarım gibi- seni bilimsel olmamakla suçluyorlar.
Eugenie Scott’ın dediği gibi Zamandan ve mekandan münezzeh olanı deney tüpüne koyamazsı­nız.
İflah olmaz bir meraklıydım ve sürekli bir şeylerin nasıl işlediğini anlamaya çalışırdım.
Benim bilimden öğrendiğim şudur: Dünya, bilimle açıklanamayacak kadar karmaşık. Varlık sırrını ancak tabiatüstü birşeylerle anlayabiliyorum.
Halen mevcut tüm bilgiy­le donanmış dürüst bir adamın varması zorunlu sonuç şudur: Şu an için hayatın kökeni, bir mucizeymiş gibi gözükmektedir. Onun deva­mı için ise çok fazla şartın karşılanması gerekmektedir.
Bilimin, hayatın nasıl başladığına dair en ufak bir fikri bile yok. Genel kabul görmüş bir tek teori bile yok. İlk dönemlerin ço­rak dünyasından hayatın narin kimyasına adım atmayı akıl almıyor.
Gitgide şunu daha iyi anlıyorum ki bu, emprik bilim maskesi ardına saklanmış materyalist felsefedir. Bunu göstermekte ısrar ediyorlar, çünkü hayatın başlangıcına dair başka bir materyalist izahları yok. Eğer sen başka bir izah getirmeye kalkarsan da -mesele akıllı tasarım gibi- seni bilimsel olmamakla suçluyorlar.
Pek çok insan, evrim dendi­ğinde, zaman içinde meydana gelen değişimin kastedildiğini sanıyor­lar. Ama doğru tanım bu değil mi?

Kesinlikle değil diye cevapladı Wells, eğer Darwinizm bu olsaydı hiçbirimiz buna tek kelime itiraz etmezdik, çünkü zaman içinde biyolo­jik değişmelerin olduğu hususunda hepimiz hemfikiriz.

Charles Dar­win, bir keresinde kendisinin de değindiği gibi, Tanrı’yı öldürmek is­temiyordu. Fakat öldürdü.
Zamandan ve mekandan münezzeh olanı deney tüpüne koyamazsı­nız.
Moreland’e göre bilimsel terimi pek çok insan için iyi, mantıklı ve modern anlamına gelir ve onlar için eğer bir şey bilimsel değilse o, düşünen insanların inanmaya değer bulmadığı, modası geçmiş bir şey demektir.
Dünyaya bir bak. dedi.
Her yerde Tanrı’nın parmak izi var. Bundan kesinlikle eminim. Yoksa bu mükemmel doğayı ve insanı nasıl açıklayacaksın? Ve Tanrı bize nasıl yaşamamız gerektiğini anlattı. Eğer bunu aklımız­dan çıkarırsak bütün dünya baştan sona belaya boğulur.
Benim dediğim şu:
İnsanlar bilim ile din arasında, evrim ile Tanrı Sözü arasında, On Emir ile kafana göre takıl ahlakı arasında bir seçim yapmak zorunda­lar. Biz seçimimizi yaptık ve artık dönüş yok.
Buranın halkı git gide tuhaf­ laşıyor. dedi ve ekledi İki taraf da haksız.
İnsan DNA’sı Britannica’dan daha düzenli bir bilgi ihtiva eder. Eğer ansiklopedinin tüm metnini, bilgisayar formatında uzayda bulsaydık çoğu insan buna dünya dışı bir aklın varlığının ispatı olarak bakacaktı. Fakat bu doğada gözlendiği zaman, tesadüfi güçlerin işleri olarak izah ediliyor.
Eğer Tanrı, yaratıkları için bu kadar hassas, dikkatli, sevgi dolu ve hayret verici bir ortam inşa etmişse, o zaman O’nun insanların bu evreni keşfetmesini, araştırmasını, takdir etmesini, ondan ilham almasını ve nihayetinde -en önemli iş olarak- kendisini evren yoluyla bulmasını istemesi gayet doğaldır.
Aslında evren olasılık dışı birşey. Hem de şok edecek derecede olasılık dışı.
Israrla her şeyde kasıt aramaya meyilli olan insanın, amaçsız bir evren tarafından rastgele yaratılmış olması kulağa fazlaca garip gelmiyor mu ?
Evrenin bir başlangıcı vardır ve başlangıcı olan herşeyin bir nedeni olmalıdır. Evrenin sonsuz olduğu dolayısıyla onu var eden bir varlığa ihtiyaç olmadığı görüşü artık yıkılmıştır.
Sonsuzluk kavramı tümüyle kuramsaldır, o sadece bizim zihinlerimizde mevcuttur. Size misketlerle ilgili bir örnek vereyim. Size sonsuz sayıda misket vermeye çalıştığımı farz edelim. Bunun bir yolu size tüm misketleri vermektir ve böylece bana hiç mikset kalmayacaktır.
Bunun diğer bir yolu da size sadece çift sayılı misketleri vermektir. Böyle yaparsam hem bende hem sizde sonsuz sayıda misket olur. Böylece her ikimizin elindeki misket sayısı eşit olduğu gibi bu sayı misketleri bölmeye başladığımız sayıyla da eşit olacaktır. Bunun diğer bir yolu da size dört ve üzeri misketleri vermem olacaktır ki bunun sonucunda sizde sonsuz sayıda misket olurken bende üç tane misket kalacaktır.
Bu örneklerde de görüldüğü gibi sonsuz sayılarla yapılan işlemlerin sonuçları çelişkilidir. İlk örnekte size tüm misketleri verdim, sonsuz eksi sonsuz eşittir sıfır; ikinci örnekte size tüm çift sayılı misketleri verdim, sonsuz eksi sonsuz eşittir sonsuz; üçüncü örnekte de dört ve üzeri tüm misketleri size verdim, sonsuz eksi sonsuz eşittir üç. Her bir örnekte de benzer rakamları benzer rakamlardan çıkardık ama elde ettiğimiz sonuçlar hep farklı oldu. Bu nedenle sonsuzluk fikri tümüyle kuramsaldır.
Penfield, şuurlu hastalarına, onların proper motor cortexlerini elektriksel olarak uyaracak kadar akım verecek ama onları bir ellerini hareket ettirmemeye zorlayacaktır. Hasta bir eliyle diğerini sıkıca kavrayarak elini sabit tutmak için kendini zorlar. Böylece bir el elektrik akımının kontrolünde, diğer el ise hastanın zihninin kontrolünde; birbirleriyle savaşırlar. Penfield, bu deneyle, hastanın yalnızca olayla uyarılan maddi bir beyni olmadığı, aynı zamanda beyinle etkileşim içerisinde bulunan gayr-ı maddi bir hakikatin de var olduğu açıklamasına açık kapı bırakmıştır.
Bazı bilim adamlarının gönülsüz olmalarının sebebi dedim onlara göre ‘akıllı tasarım’ın yanlışlanabilir olmaması . Bunu söylerken pek çok felsefecinin ve bilim adamının savundukları bir kavrama atıf yapıyordum. Buna göre bir teorinin bilimsel kabul edilmesi için, onun deneyler veya farklı metotlarla yanlış olduğunu gösterecek potansiyel yolların mevcut bulunması gerekir.
İnsanlar ortak bir tasarımın delilidir, değişerek türemenin değil.
Bu tıpkı saati yapanı görmek yerine, hayret verici özellikleri nedeniyle bir saati tanrılaştırmak gibidir.
Israrla her şeyde kasıt aramaya meyilli olan insanın, amaçsız bir evren tarafından rastgele yaratılmış olması kulağa fazlaca garip gelmiyor mu?
Penfield, şuurlu hastalarına, onların proper motor cortexlerini elektriksel olarak uyaracak kadar akım verecek ama onları bir ellerini hareket ettirmemeye zorlayacaktır. Hasta bir eliyle diğerini sıkıca kavrayarak elini sabit tutmak için kendini zorlar. Böylece bir el elektrik akımının kontrolünde, diğer el ise hastanın zihninin kontrolünde; birbirleriyle savaşırlar. Penfield, bu deneyle, hastanın yalnızca olayla uyarılan maddi bir beyni olmadığı, aynı zamanda beyinle etkileşim içerisinde bulunan gayr-ı maddi bir hakikatin de var olduğu açıklamasına açık kapı bırakmıştır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir