Attila İlhan kitaplarından Hangi Atatürk kitap alıntıları sizlerle…
Hangi Atatürk Kitap Alıntıları
Uyuyacak mıyız? Yoksa daha Cumhuriyet’in ilk yıllarında işaret edilmiş bu zorunlu hedeflere ulaşıp bağımsızlığı ve özgürlüğü bize bırakabilmek için canlarını vermiş olanlara nihayet layık olacak mıyız?
”Bugünkü Türkiye, Cumhuriyet rejiminin devraldığı Türkiye midir?
Cumhuriyetçi olmanın ne büyük bir inkılâpçılık demek olduğunu anlatamadık! Herkese padişahın kovulması, halk hâkimiyeti rejiminin getirilmesi oyuncak geliyor. Cumhuriyet’in, ne büyük bir yenilik hamlesi olduğunu, genç nesle anlatabilseydik, Cumhuriyetçi kuşaklar başlangıçtaki atılımı sürdürebileceklerdi.
Tevhid-i Tedrisat bozukluktan sonra bu kadarla yetinmezler. Türkiye’de imam-hatip okullarının yanı sıra yabancı dille ama -dikkat isterim- İngilizce olmak üzere birçok kolej kurulmaya başlanır. Bu kadarla yetinilmez, yabancı okullar buraya getirilir. Bu kadarla da yetinilmez vakıf üniversiteleri diye birtakım gecekondu üniversiteler açılır. Bu üniversitelerde Türk çocuklarına Amerikan tipi öğretim aşılanır.
Batı yandaşlığı Mustafa Kemal’in yoluymuş Halt etmişler.
Gayrımüslimlerin can ve mal güvenliği, her türlü hakları ve gelişmeleri gereken her şeye, öteden beri devletimiz ve ulusumuzca riayet edilmişti. Gerçekten de gayrimüslimlerin Osmanlı Devleti ve ulusu bağrında yararlandıkları ayrıcalıklar üç yüz yılı aşkın bir süredir fazlasıyla mevcuttur. Bu kayıt da bizim için yeni bir şey değildir.
Hanidir Amerikan kaşığıyla Alaman şekerini yemekteyiz
Şeyh Sait ne idiyse Barzani de o, yoksa gider Şah’a sığınır mıydı? İkisi de emperyalizmin kuklaları!
Türk toprakları Türklerindir, bu topraklar üzerindeki üsler de, kaleler de, tersaneler de, ancak Türklerin denetimi altında bulunabilir. Türkiye tek başına komşularının aleyhine davranışları önleyebilecek güçte ve durumdadır. İşte, haklarımızı savunmamızın özeti bu.
Atatürkçülük adına son otuz yılın yöneticileri Türk savunma anlayışını kökünden saptırmışlar, Türk’ün kendine güvenini yitirmesine neden olmuşlardır.
Mustafa Kemal Paşa bir şeyi çok iyi anlamıştı: Bağımsızlıkla bir ulusun kendine güveni arasındaki ilişkiyi. Kendine güvenemeyen uluslar, öteki ulusların oyuncağı oluyorlardı.
Bir anlamda Kurtuluş Savaşı, padişahlığa ve halifeliğe karşı da sürdürülmüş, ‘demokratik devrim’ özellikleri olan bir savaştır, gel gör ki Müslüman dünyası olayı böyle görmez.
Peki siz, askerin politikaya girmemesi gereğini savunmuş, girince öngördüğü belalara uğradığımızı görmüş Mustafa Kemal gibi bir adamın, kendi kurduğu devlette bunun aksini isteyip savunabileceğine nasıl inanırsınız?
Türk Silahlı Kuvvetleri, isteyerek istemeyerek birkaç kere politikaya bulaştırılmıştır; bu bir dram, üstelik bu iş Atatürk ve Atatürkçülük adına yapılmıştır.
Krediyle iş görmek, yani borçlanmak, kapitalizmin mayasında var.
Bizim çocukluğumuz ‘demir ağlarla ördük ana yurdu dört baştan’ efsanesi içinde geçmiştir.
Geçmişte, özellikle Tanzimat döneminden sonra, ecnebi sermayesi memlekette ‘müstesna’ bir yere sahip oldu. Ve bilimsel anlamda denilebilir ki, devlet ve hükümet ecnebi sermayesinin jandarmalığından başka bir şey yapmamıştır. Artık her uygar devlet gibi, yeni Türkiye de bunu kabul edemez. Burası esir ülkesi yapılamaz.
Türkler çok gururludur, devamlı ithalatta bulunuyorlar ve bir türlü o kahrolası gelişme programlarından vazgeçmiyorlar.
Devletin Kurucusu, bağımsızlığı ve özgürlüğü gerçekten korumak istiyorsak, Batılının önümüze açacağı tuzaklardan uzak durmamızı öğütlüyor.
Gözden kaçırılmaması gereken önemli bir nokta var, o da şu: Eski zamanlarda olsun, yeni zamanlarda olsun, emperyalist sistem, denetimi altına aldığı ülkeye izin verdiği kadar gelişme olanağı tanır, ötesi yasaktır.
Tarih, ulusların yükselme ve alçalma nedenlerini ararken, birçok siyasal, askeri, toplumsal nedenler bulmakta ve saymaktadırlar. Kuşkusuz, bütün bu nedenler toplumsal olayları etkiler. Fakat bir ulusun doğrudan doğruya hayatıyla, yükselişiyle, alçalışıyla ilişkili olan, ulusun ekonomisidir. Tarihin ve deneylerin saptadığı bu gerçek, bizim ulusal tarihimizde de tamamen belirir. Gerçekten, Türk tarihi incelenirse, bütün yükseliş ve açılış nedenlerinin bir ekonomi sorunundan başka bir şey olmadığı anlaşılır.
Arkadaşlar, ithalâttan ziyade ihracattır ki, memleketi zengin yapacaktır.
Türkiye’de solcular elbette sanayileşmeden yanadırlar, çünkü ancak sanayileşmedir ki, ülkeyi tam bağımsızlığına kavuşturacak; hem Müdafaa-i Hukuk’un, hem de Kuva-yı Milliye’nin gerçek amacına ulaşmasını sağlayabilecektir. Sanayileşmediğimiz takdirde ne olacağımızı, Osmanlı’nın son iki yüzyılına bakıp anlayabiliriz.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Siyasal ve askeri zaferler ne kadar büyük olursa olsunlar, ekonomik zaferlerle taçlandırılmazlarsa, yaratılan zaferler sürekli olamaz, az zamanda söner. Bu bakımdan, en güçlü ve parlak zaferimizin bile sağlayabileceği bayındırlık yararlarını (semerat-ı nafıa) saptayabilmek için, ekonomimizin, ekonomik egemenliğimizin (hakimiyet-i iktisadiye) sağlanması, güçlendirilmesi ve yaygınlaştırılması gereklidir.
Her geçen gün insanlık yeni buluşlarla uygarlık düzeyini daha ileri götürüyor, götürdükçe de Mustafa Kemal’in Türkiye’ye tespit ettiği amaç yenileşiyor, gelişiyor, başkalaşıyor. Bunu anlamaz, bir kenara yazmazsan, istediğin kadar Atatürkçüyüm diye yırtın. Atatürkçülük adına olmadık zulümler yapıp ileri fikirli aydınları ezaya çek, Kemal Paşa’nın tutumundan çok uzaklardasın.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Bunlar hanidir ‘Atatürkçü’ geçiniyorlar ya, Allah sizi inandırsın, Mustafa Kemal’in bir tek sözü, bir tek ilkesi üzerinde bile doğru dürüst düşünmemiş, neyi nasıl ele alacağını uygulayacaklarına kafa yormamışlardır.
Aman dikkat! Ne çektiysek, teslimiyetçilikten çektik.
Ben, teslimiyetçilik ten dehşetli ürkerim!
Ulus saydığım değişim ve dönüşümlerin doğal ve zorunlu gerçeği olarak, genel yönetimin ve bütün yasaların ancak dünya gereksinmelerinden esinlenmesini; ve gereksinmelerin gelişme ve değişmeleriyle aralıksız gelişip değişmesini benimseyen, ‘dünyevi’ bir yönetim anlayışını ‘hayati’ saymıştır.
Bugüne kadar elde ettiğimiz başarılar bize ancak gelişmeye ve uygarlığa doğru bir yol açmıştır. Yoksa gelişmeye ve uygarlığa henüz ulaştırmış değildir. Bize ve bizden sonra geleceklere düşen görev, bu yol üzerinde tereddütsüz ilerlemektir.
Gerek soldan, gerek sağdan Atatürk muhalifi geçinenler elli yıldır, bu Atatürkçü geçinenlerin baskısı altında bunaltılmış, sindirilmişlerdir. Buna rağmen, yine de Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını, toprak bütünlüğünü, yüceliğini ve geleceğini savunmaktadırlar; buna karşılık, o sözüm ona hızlı Atatürkçü takımı yok mu o, İnönü’lü Bayar’lı takım, asıl onlardır ki Türkiye’yi şimdi pençesinde kıvrandığı emperyalist sistemin tuzağı etmişler, ormanlarını işletmek, kıyılarında otel açmak için elin keferesinden izin dilenmek gibi utanç verici hallere düşürmüşlerdir.
Türkiye’de sağın da, solun da Mustafa Kemal’e bakış açısı, nesnel gerçeklere, tarihsel verilere dayanmıyor, ‘kuyruk acılarına’ dayanıyor.
Türk’ün Arap alfabelerini benimsemesi İslâmlıkla beraber olmuş bir şey, eğer Türk alfabe değiştirmekle yozlaşıyorsa, daha o zaman yozlaşmış gitmiş arkadaş!
Uluslaşmış bir toplumun ümmet ölçütlerine (kriter) dönmesi olasılığı yoktur ki! Sözgelişi siz bugün Türkiye’yi halifesi başında bir şeriat toplumu haline getirirseniz, aynı dine inanmış, bizden de fazla Müslüman geçindikleri halde, Arap ülkelerinin bu Türkiye ile bir organik bütünleşmeye gireceklerini sanır mısınız? Olmayacak şey!
Mustafa Kemal’i zalimlikle, ya da adam asıp kesmekle suçlayanlar hele Fransız Devrimi’ne bir göz atıversinler.
Mustafa Kemal’in talihsizliği, onu savunmaya kalkışanların yanlış adamlar olmasıdır. Yoksa, sağdan da soldan da karşı çıkılan Batıcı yabancılaşmayı, onun başlatmadığını, tam tersine Osmanlı’nın başlattığını kim bilmiyor?
Türkiye, ekonomik olarak tutsak yaşadıkça, ulusal burjuvazisini doğuramıyor, doğuramadıkça da kültürde ulusallık çağını yaşayamıyor.
Ulusal kültür demek, toplumların toplumbilimsel olarak ‘ulus’ aşamasında ulaştıkları kültür bileşimi demek.
Türk yönetimleri, milliyetçiliği soğuk savaş milletçiliği diye alınca ya da soruna ırksal bir açıdan yaklaşınca en büyük yanlışı yapmışlardır. Milliyetçilik bir ırk sorunu değildir, bir yurt sorunudur.
Mustafa Kemal Meclis’teki milletvekillerine seslenirken, onun için ‘Buradaki öğeler yalnız Türk değildir, Kürt değildir, Çerkez değildir, Lâz değildir’ diyor, onun için yıllar sonra Türk milliyetçiliğini tanımlarken ‘Ne mutlu Türk’üm diyene’ diyecektir. Türklüğü kişinin benimsemesine bırakacaktır.
Bugün Atatürk’ün milliyetçiliğini savunur görünenlerin içtenliklerine bizi inandırabilmeleri, her şeyden önce, yeniden ülkemizde ‘ayrıcalıklar’ arayan yabancılara ‘karşı’ tam ‘bağımsızlığı’ gerçekten savunmaları, ‘Ulusal Egemenlik’ ilkesinin işleyişini kusursuz sürdürmeleri ile mümkün olacaktır.
Ben diyorum ki, sağcıysanız liberal yoldan, solcuysanız sosyalist yoldan, bu ülkeyi gerçekleştirmek zorundasınız; amacınız ister istemez budur, amacınız bu olunca da siz bir Türk milliyetçisisiniz.
Atatürk devrimciliği sürekli devrimciliktir, neden, amacı değişkendir de ondan.
Hangisi Atatürkçüyüm diye bangır bangır bağırarak, topraklarımızda yabancılara üs verdi? Hangisi ikili anlaşmalar yaparak, bölünmez bir bütün olan bağımsızlığımızı, parçalara bölüp zedeledi? Hangisi milli ordumuzu yabancıların iradesine bağlı kıldı? Hangisi ekonomimizi, yabancı ekonomilerin ve güçlerin arzu ve iradesine uygun bir gelişmeye sürükledi? Hangisi hâlâ bu ödünleri Atatürkçülük adına utanmadan savunuyor, sürdüreceğini ilân ediyor? Hangisi son vereceğini gerçek anlamda bir Kuva-yı Milliye ve Müdafaa-i Hukuk Mustafa Kemalciliğine dönebileceğini söyleyebiliyor? Hangisi bu derece önemli, devletin kurucusu için ‘Cumhuriyet’ten bile önde gelen, bağımsızlık ilkesini gargaraya getirip, lâfı ikinci derece konulara, gündelik işlere çekmeyi kurnazlık sayıyor?
Atatürkçülük dendi mi, herkes aslan kesiliyor ama, Mustafa Kemal’in ekonomik bağımsızlık, sanayileşme, bağımsızlık ve özgürlük konularında söylemiş oldukları kimsenin kafasını kurcalamıyor.
Uyuyacak mıyız? Yoksa daha Cumhuriyet’in ilk yıllarında işaret edilmiş bu zorunlu hedeflere ulaşıp bağımsızlığı ve özgürlüğü bize bırakabilmek için canlarını vermiş olanlara nihayet layık olacak mıyız?
Önemli olan, memleketi temelinde yıkan, ulusu tutsak ettiren iç cephenin düşmesidir. Bu gerçeği bizden iyi bilen düşmanlar bu cephmeizi yıkmak için yüzyıllarca çalışmışlar ve çalışmaktadırlar. Bugüne kadar başarı da kazanmışlardır. Gerçekten kaleyi içinden almak, dışından zorlamaktan kolaydır
Bir önceki iktidarın hâlâ dinsel nitelikler taşıdığı, hâlâ teokratik düzenin üzerinde oturduğu hatırlanırsa, Egemenlik kayıtsız şartsız ulusundur ilkesinin ne büyük bir devrim sloganı olduğu şıp diye anlaşılır.
Ben Mustafa Kemal’i önemserim. Önemsememde haklı olduğuma inanırım. Bence Mustafa Kemal Paşa, iktidarın yapısal niteliğini değiştirdiği için önemli bir devrimcidir, ‘mazlum milletler’e karşı azgın saldırganlığını sürdüren emperyalizmle boğuştuğu için de yaman bir Üçüncü Dünya lideridir.
İkide bir, Atatürkçülük adına, birtakım siyaset esnafı ortaya çıkmakta, yasakçılık etmektedir.
Beni görmek demek, mutlaka yüzümü görmek demek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız, bu kâfidir.
Günümüzde Atatürkçü olmak, Mustafa Kemal’in gerçekleştirdiği ulusal demokratik devrimi, toplumsal sürekli değişme içerisinde, bir sonrakine ulaşmak için geçerli bir birikim, bir aşama saymakla başlar.
Daha Kurtuluş Savaşı sırasında başlayan, uzun süre yakamızı bırakmayan şeriat isyanları, dinselliğe ve bölücülüğe dayanılarak, anti-emperyalist ve demokratik yeni iktidarın yıpratılması için kullanılmamış mıdır? Dün olduğu gibi bugün de kullanılmakta mıdır?
Kemal Paşa’nın anti-emperyalist düşünce platformuna ve eylemine sahip çıkmalıyız.
Kemal Paşa’nın anti-emperyalist düşünce platformuna ve eylemine sahip çıkmalıyız.
Dünya sosyalist hareketi, Anadolu ihtilâlini anti-emperyalist bir devrim olarak nitelendirmiş, yalnız nitelendirmekle de kalmamış, emperyalizme karşı savaşımında, onu her bakımdan desteklemiştir. Müdafaa-i Hukuk öğretisinin bu temel özelliğini ne unutmalı, ne unutturmalıyız.
40’lı yıllarda İnönü diktası, Mustafa Kemal hareketinin anti-emperyalist niteliğini unutturmaya çalışırken, bunun altını çizen kimlerdi bilir misiniz? Cezaevinde süründürülen, sürgünden sürgüne gönderilen solcular. Açın o yıllarda yayımlanmış dergileri, gazeteleri, açıkça görürsünüz. Buna ne hacet, Nâzım Hikmet Kurtuluş Savaşı Destanı’nı tam da o yıllarda yazmamış mıdır?
İdamına karar çıkan, eski İttihatçı Cavit Bey’i kurtarmak için, İngiltere Kralı V. George’un Çankaya’dan af istediğini bir hatırlayın..
O Cavit Bey ki, Selanik komprador burjuvazisinin evladı, sivil İttihatçıların önderi, Osmanlı masonluğunun büyük üstadı idi.
O Cavit Bey ki, Selanik komprador burjuvazisinin evladı, sivil İttihatçıların önderi, Osmanlı masonluğunun büyük üstadı idi.
Bizim bilimsel lere sordunuz mu, Kurtuluş Savaşı’mız halka rağmendir, onların devrimi halkla beraber!
Belli bir süreden beri, Türk toplumcuları arasında, Türk Kuruluş Savaşı’nın halka rağmen yapıldığı iddiası yayılmakta, hatta İstiklâl Mahkemeleri nde asılıp kesilenlerin cephedeki şehitlerden daha fazla olduğu gibi, bazı hayali kanıtlar da ileri sürülerek mücadelenin çapı da, önemi de küçültülmek istenmektedir.
Cumhuriyetçilik önemli bir inkılapçılıktır, Cumhuriyetçiler basbayağı inkılâpçılardır. Bir kere bu kabullenilecek!
Salaklığın âlemi yok, Türk halkına sana hiçbir şey yapmadılar demek, hem yalan söylemektir, hem onun gözünde yalancı durumuna düşmektir, o neler yapıldığını bilmez mi sanırsınız?
Bugünkü Türkiye, Cumhuriyet rejiminin devraldığı Türkiye midir?
Buna evet diyebilecek Türk vatandaşının çıkabileceğini sanmıyorum.
Buna evet diyebilecek Türk vatandaşının çıkabileceğini sanmıyorum.
Yolunda yürüyen bir yolcunun, yalnız ufku görmesi kâfi değildir. Muhakkak ufkun ötesini de görmesi ve bilmesi lâzımdır.
Ne var ki, ardı arkası kesilmeyen silahlı Balkan komitacılığı, ister istemez, onu izleyen subaylarda Türk milliyetçiliğinin filizlenmesine yol açıyor. Bazı aydınlarda da. ‘Türkçülük’ hareketinin Selanik’te belirmesi, ‘Genç Kalemler’in orada çıkması tesadüf olabilir mi?
Mustafa Kemal’in devrimciliği -ki emperyalizme karşı net bir milliyetçiliği içerir-, ittihâtçılardan ve itilafçılardan tam bağımsız oluşuyla ayrılıyor. Yalnız bununla mı? Kozmopolit Osmanlıcılığa karşı uluslaşmak bilinciyle de.
Mustafa Kemal de, Halife ve Şeriat’ı kullanan emperyalizme (Kürt İsyanları ‘şeriat ve halife’ istiyordu) son derece azimli davranmış; ucunun yine emperyalizme uzandığı gittikçe daha iyi anlaşılan ittihâtçı muhalefetiniyse acımasızca etmiştir. Bunu yapmasaydı, o kadar üzerine titrediği bağımsızlık da, halk egemenliği de, daha o zamandan gümbürdeyecekti.
Mustafa Kemal, devrimini ciddiye alıyordu. İlginçtir, baskı altında tuttuğu gruplar, Fransız Devrimi’nin baskı görmüş gruplarının aynıdır: Dinci gericilik, saraya bağlı işbirlikçi ihanet!