Mehmet Rauf kitaplarından Halas kitap alıntıları sizlerle…
Halas Kitap Alıntıları
Dünya ve dünyada insanların kendilerine yarattıkları feci tecelliler ve kaderler diye inledi.
Erzurum’da emekleyen çocuk, Sivas ‘ta okula başladı ve Ankara’da subay çıktı.
Zaten bu bizde her zaman böyledir. Hangi kuruma, hangi adama kuvvet verirseniz mutlaka bu suiistimale çevrilir ve tahakküm olur.
Avrupa’da herkesin bir işi, bir ihtisası, bir varlığı vardır. Bizde ise hepimiz kuvvet sahiplerinden yardım dilenmeye mecburuz. Herkes yaşamak için bir lütfa, bir yardıma muhtaçtır.
Zaten bu bizde her zaman böyledir. Hangi kuruma, hangi adama kuvvet verirseniz mutlaka bu suiistimale çevrilir ve tahakküm olur.
Artık bu tam bir çöküştür. Şunun bunun akılsızlıkları yüzünden zavallı Türk bugün artık uçurumdadır.
Bir kere memleketimiz memleket değil ki Sanki bir türlü tenceresi, bizimle beraber, bizim mahallemizde, bizim sokağımızda, bizim hayatımız içinde ırkları, cinsleri, dinleri, âdetleri ayrı olarak ömür süren düşmanları göz önüne getiriniz.
-Ama biz bu sonuca layık mı değiliz?
Elbette layığız…
Canım, Allah aşkına bir kere şu hali gözünün önüne getir, o neydi ve o halin bir eşi başka bir memlekette görülmüş müdür?
Kara cahil bir herifi bir iktisat Allahı yaptılar, başımıza çıkardılar.!
Zaten bu biz de her zaman böyledir. Hangi kuruma, hangi adama kuvvet verirseniz mutlaka bu suistimale çevrilir ve tahakküm olur..
Şimdi galibiyet, mağlubiyetten söz etmiyoruz. Siz mağlubiyeti bile bazılarının galibiyetinden şanlı bir Doğulu millete mensupsunuz
Düşman bir değil, iki değil, on değil Zavallı Türk’ün sayısız düşmanı var.
Benim ne olduğumun önemi yok, evvela memleketten bahsedeyim. Çünkü olan ona oldu. Bize ne olsak faniyiz, bugün değilse yarın öleceğiz. Fakat zavallı memleket baştan başa harap ve perişan
Damarlarımda bir damla kan bulundukça onu memleketin kurtuluşu için akıtmaya hazırım.
Ümitsizlik öyle bir kurttur ki düştüğü vicdanları ve kalpleri o anda kemirir, yer, mahveder.
İnsan ne vakit olursa olsun olayları yalnız kendi gözüyle görmemelidir.
Sizin yok etmek istediğiniz Türkler ölmeyecek,yaşayacaktır!Üzerimize saldığınız sırtlan sürülerine karşı koyuyoruz işte,cesaretiniz varsa geliniz. Mustafa Kemal
– Niçin bu hali diliyorsunuz? Kadınlığınız bu şeyleri yapmanıza neden engel olsun ? Bu şeyleri hem yapar hemde yaptırabilirsiniz Ben de şimdi ah kadın olsaydım demek istiyorum. Çünkü ancak kadınlar dünyada bu gibi büyük ve ulvi işleri hem yaparlar, hem yaptırabilirler.
– Fakat hiç ümitsiz olma delikanlı, dedi, ümitsiz olmaya hakkın yoktur. Çünkü yarın bir kurtarıcı çıkıp da “Geliniz vatanı kurtaralım!” dediği vakit eğer bütün delikanlılar böyle ümitsiz olmuş bulunurlarsa kim gidecek, memleketi kurtarmak için kim gidip vuruşacak ve çarpışacak?
+ Kurtarıcı mı?
– Evet kurtarıcı, diye haykırdı, ne biliyorsun ki yarın bu yüzyıllardan beri böyle binbir badire içinde yuvarlanmış milletin içinden yeni bir gayret hamlesiyle gene bir kurtarıcı çıkmayacaktır?
Bu milletin akıl ermez mazhariyetleri, ölçülmez hazineleri vardır. Evet, bugün ümitsizliğe düşmüşüz, etrafımıza bakıyoruz, tek bir ümit ışığı yok. Fakat bu sonsuza dek olmayacağına bir delil midir? Kim bilir içimizde ilahi bir mazhariyetle doğmuş ne temiz ruhlar vardır? Ne biliyorsun ki bu ruhlardan biri, beşi, onu, taraf taraf bu zulümlerin altında isyan ederek başını kaldırmayacak ve içimizden tekrar birisi ve en ilahisi bunların başına geçip bütün Avrupa’ya, “Yaptığınız elverir, bizi böyle boğazlayamazsınız, haydi, defolun buradan!” diye haykırmayacaktır?
…Yani bu hallere bakılırsa Mustafa Kemal Paşa yalnız dış düşmanlarla değil, bir de iç düşmanlarla, yani padişahla, sadrazamla ve nazırlarla uğraşmak zorundadır.
Mustafa Kemal’dir ki pek az evvel padişah tarafından “asi“ suçlamasıyla aleyhine hükümler savruluyor ve asker, cephane, silah namına hiçbir şeye sahip bulunmuyordu.
İşte azim, gayret, emek bak neler yapar azizim.
Dünyada azim ve irade ne harikalar yapıyor? Bir sene evvel Mustafa Kemal İstanbul’dan giderken ne vardı? Sebebi ne kadar geniş ve güçlü bir emel olursa olsun hiçbir şey, değil mi?
Fakat Erzurum, Sivas, sonra Ankara…
Anadolunun üç büyük şehri üç aşamadır ki, geleceğin en önemli bir devletinin esaslarını kurmuştur.
Erzurum, Sivas, Ankara…
Erzurum’da emekleyen çocuk, Sivas’ta okula başladı ve Ankara’da subay çıktı.
Zaten ben şunu anladım ki dünyanın her tarafında yaşayan ve insan denilen mahluk hep bir ve hep aynıdır. Bunların bazıları uygar memleketlerde, düzenli hayat içinde yaşıyorlar ve davranışları daha nazik ve daha iyiliksever bulunuyor. Fakat bir sıkıya gelince, özellikle işe şahsi menfaat girince ne nezaket kalıyor, ne de iyilikseverlik Hatta ne de insanlık ve uygarlık
Bunu anlamak için gözünün önüne getir ki bir tarafta muazzam orduları, heybetli donanmalarıyla üç ve hatta dört devlet var. Dört devlet ki dünya yerinden oynatan dört senelik uzun bir savaşta Almanya gibi korkunç bir askeri kuvvetini ezmiş ve harap etmişler ve bugün dünyanın, bütün milletlerin kaderi ile oynuyorlar. Hataları milletlere, milletleri kıtalara katarak yeni hükümet ler kuruyorlar, eskileri yıkıyorlar, yeni dünyayı karmakarışık ediyorlar. İşte böyle büyük, kahredici hükümetlerin karşısında bir tek Mustafa Kemal…
Ve bu hükümet Hükümetlere başını kaldırarak diyor ki, “Sizin yok etmek istediğiniz Türkler ölmeyecek, yaşayacaktır! Üzerimize saldığınız sırttan sürülerine karşı koyuyoruz işte, cesaretiniz varsa giriniz.“
-Evet Anafarta kahramanı… Elinde pek az cephane ve pek az asker olduğu halde aylarca bu iş için binbir hesap, binbir düzende hazırlanmış galibiyet için binbir hazırlıklarla yapılmış Anafarta çıkarmasını parmağının bir fiskesiyle suya düşüren kahraman…
Fakat o yalnız Anafarta kahramanı mıdır?
Evvela Trablusgarp‘ta aşağılık bir reklamcılıkla başkalarının kendine mal ettiği direnişleri yaratmış, kahramandığını burada göstermiş…
Ve Çanakkale’den sonra Suriye’de Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığında, Almanların askerlerimizi kötü sevk ve idareleri yüzünden İngilizler galip gelince maiyetindeki orduyu düşmanın önünden çekerek zarar görmeden kurtarmış, yani gene başka türlü kahramanlık göstermiş yiğit bir adam.
Bu adamın İzmir işgalinden hemen bir gün sonra İstanbul’da çıkması ne demektir bilir misin?
Sonra biliyor musun burada daha neler oldu? Burada Türk milletinin hayat ve geleceğini ta esasından kavrayıp asırlardan beri sefillik ve düşkünlük içinde sürüklenen bu kutsal milleti yeni bir yola, yeni bir ilhama ve saadete sevk edecek bir olay oldu. İzmir’in işgalinden bir gün sonra, yani 16 Mayıs Cuma günü Mustafa Kemal Anadoluya gitti..
..artık bıçak kemiğe dayanmıştır. Halk düşmanın ne olduğunu anladı ve silahı yoksa bile dişiyle, tırnağala boğazlamaya karar verdi. Bilirsin a, bu çeşit mücadelede Türklere çıkışacak yoktur.
Zaten dünyada en yüksek, en büyük işler ancak sizin gibi kadınların etki ve ilhamıyla yapılmıştır.
Ben, diyordu, Mustafa Kemal’e vicdanımın bütün samimiyetiyle tapıyorum.
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
Denilebilir ki bu İnönü savaşı Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümetinin kaderinin zaferidir yahut Mustafa Kemal’in İsmet Bey’e yazdığı gibi, Türklerin ters giden talihinin yenilmesidir!
İşte Mustafa Kemal Ankara’da Büyük Millet Meclisi’ni kurduğu 23 Nisan 1920’den sekiz ay sonra İnönü’de Yunanlıların karşısına âdeta düzenli bir ordu çıkarıp savaştı. Ordu çıkarıp bir şey yapamayanlar da vardır. Fakat Mustafa Kemal ordusuyla düşmanı ezdi, kaçırdı ve İnönü savaşını kazandı.
Ya kurtuluş ya ölüm! diye haykıran böyle kahramanlar bulundukça bu memleket yok olur muydu?
Zaten ben şunu anladım ki dünyanın her tarafında yaşayan ve insan denilen mahluk hep bir ve hep aynıdır. Bunların bazıları uygar memleketlerde, düzenli hayat içinde yaşıyorlar ve davranışları daha nazik ve daha iyiliksever bulunuyor. Fakat bir sıkıya gelince, özellikle işe şahsi menfaat girince ne nezaket kalıyor, ne de iyilikseverlik Hatta ne de insanlık ve uygarlık En uygar İngiliz ve Fransız en yırtıcı bir vahşi oluyor ama hepsi mi hepsi böyle İnsanlık bu
Düşman bir değil, iki değil, on değil Zavallı Türk’ün sayısız düşmanı var. Hepsi de birbiriyle birleşmişler, onun üzerine çullanmışlar ve ah ne kadar acı ki bunların arasında memleketin sahibi ve padişahı ve onun kabinesi, nazırları ve milletin güya aydınları ve yazarları da var.
Gazete denilen o paçavraların dışarıda atıp tutan, hiçbir şey bilmediği halde rastgele haberleri yumurtlayan boş kafalı, düşük çeneli sersemlerden hiç farkları yoktur.
Herkesi nasıl kendi gibi biliyor, çünkü herif nesini bile para için ve parayla alır satar.
Kıtaları milletlere, milletleri kıtalara katarak yeni hükümetler kuruyorlar, eskileri yıkıyorlar, yani dünyayı karmakarışık ediyorlar. İşte böyle büyük, kahredici hükümetlerin karşısında bir tek Mustafa Kemal Ve bu hükümetlere başını kaldırarak diyor ki, Sizin yok etmek istediğiniz Türkler ölmeyecek, yaşayacaktır! Üzerimize saldığınız sırtlan sürülerine karşı koyuyoruz işte, cesaretiniz varsa geliniz.
Bakınız bu gemiler güya medeniyet gemileri Gözlerinin önünde katliam yapılıyor, himayelerinde İzmir’e çıkan Yunan askerleri çakal ve sırtlan sürüleri gibi şehre yayıldı, her Yunanlı bir Türk, bir Müslüman öldürmek için silahını kaptı, sokağa fırladı. Halbuki bunlar bakınız medeniyet bayrakları altında gözlerinin önünde yapılan vahşetlere hiç aldırmıyorlar, hiç ses çıkarmıyorlar, hiç önemsemiyorlar Çünkü bu ölenler Türk’tür, Hristiyan değil Müslüman’dır.
Siz İngilizlerin bir kere ayak bastığı yerden çekilip gitmediğini söylüyorsunuz. Öyle ise Çanakkale’den niçin defoldular? Bu o İngiliz’dir ki vaktiyle mesela Transvaal Savaşı’nda sürekli mağlup olduğu ve dayak yediği halde çıkmamış kalmıştır. Başka kıtalardan çıkarılamamıştır, atılamamıştır belki, halbuki Çanakkale’de tutunamadı, oturamadı, neden? Çünkü karşısında Türk vardı.
Vaktiyle Ermenileri ayaklandırmak için uydurulmuş Türk mezalimi masalları şimdi Türklere uygulanmak için Ermeniler tarafından gerçek haline getiriliyordu. Hiçbir milletin subayı Kilikya’da Ermenilerle birleşip eziyet yapan Fransız subayları kadar kirlenmemiş ve alçalmamıştır.
Vaktiyle Ermenileri ayaklandırmak için uydurulmuş Türk mezalimi masalları şimdi Türklere uygulanmak için Ermeniler tarafından gerçek haline getiriliyordu. Hiçbir milletin subayı Kilikya’da Ermenilerle birleşip eziyet yapan Fransız subayları kadar kirlenmemiş ve alçalmamıştır.
Her hayatın kendine göre yüce bir maksadı ve hedefi vardır.
Ben talihsiz bir savaşta yenik düşmüş bir milletin oğluyum
Bir şey yapmak mümkün olsaydı şimdiye kadar yapmalıydık. Dün gece silah, cephane dağıtılırken oradaydım da ötekinin berikinin söylediği sözleri işittim. Herif hem silahı alıyor, hem cephaneyi yüklüyor, ‘Ben bunları alınca doğru eve kapanırım, şayet bir şey olur da saldıran olursa kullanırım.’ İşte halk bu kadar kendi nefsini, yalnız kendi nefsini düşünecek olursa sonunda millet bu hale düşer.
Hepimiz her vakit, her devirde, istibdatta olduğu gibi meşrutiyette de yalnız melun nefsimizi düşünerek, yalnız şahsi güvenliğimizi göz önünde tutarak etrafımızda yapılan kötülükleri ve rezaletleri kabul eder ve Aman bize bir şey olmasın! diye istibdatın alçaklığına ve kötülüğüne sessiz kaldığımız ve tahammül ettiğimiz gibi Enver Paşa’nın hırsızlıklarına ve yolsuzluklarına da göz yumardık. Evet hepimiz bu zavallı vatanın bir düşmanı değil miydik?
Zavallı Türklük içeriden, dışarıdan hep vahşi, yırtıcı düşmanlar arasında kalmıştı. Düşmanlarımız yalnız İngilizler, Ermeniler, Rumlar değildi. Her şeyden evvel düşmanlığı kendimiz kendimize yapıyorduk.
Evet mağlup olduk, evet fena mütareke yaptık, çok fena şartlar içinde bulunuyoruz. Fakat bu millet birçok badirelerden kurtulup ayağa kalktığı gibi bu sefer de gene kurtulacak ve esenliğe erişecektir, ben eminim.
Çünkü bizde herkes açtır, herkes yardıma muhtaçtır. Avrupa’da herkesin bir işi, bir ihtisası, bir varlığı vardır. Bizde ise hepimiz kuvvet sahiplerinden yardım dilenmeye mecburuz. Herkes yaşamak için bir lütfa, bir yardıma muhtaçtır.
Arkada Kadifekale’nin üstünde bir tül gibi berrak, bir pırlanta gibi temiz göğün üstünde ince ince, o kadar ince ki hafif bir rüzgâr esse buruşup kırılacak, parçalanıp düşecek zannolunur, öyle ince, altın bir hilal ketum ketum, nazlı nazlı bakıyor, insanların vahşetlerine, zulümlerine kederle ah çekiyor gibiydi.
Kara cahil bir herifi bir iktisat allahı yaptılar, başımıza çıkardılar. Zaten bu bizde her zaman böyledir. Hangi kuruma, hangi adama kuvvet verirseniz mutlaka bu suiistimale çevrilir ve tahakküm olur.
Kim, hangi kahraman çıkacak da bu askere ümit ve kuvvet verecek ve silahları düşmanların elinden alıp bu askerle savaş edecek? Ve hepsinden ağır şart olmak üzere dört tarafımızı sarmış bütün bu kat kat düşmanlara galip gelecek?
– Öyle ise niçin savaşa girdiler?
– Niçin mi?
Savaş olduğu vakit ortalık karışır, sular bulanır da onun için. Barış zamanında melun düşüncelerini uygulamak için imkan mı var? Savaş olsun da rahat rahat balık avlasınlar arzusuyla Düzenli bir hayat içinde savaşta gördüğümüz bu kadar düzensizlik, bu kadar dalavere, bu kadar hırsızlık yapılabilir mi?
Ona göre her şeyin başı ve sonu aşktı.
Ümitsizlik öyle bir kurttur ki düştüğü vicdanları ve kalpleri o anda kemirir, yer, mahveder.
Ümitsizlik öyle bir kurttur ki düştüğü vicdanları ve kalpleri o anda kemirir, yer, mahveder.
Sakın bu rakı, bu kadını, bu para dalavereleri için bu adamlar nasıl kendilerini unutuyorlar, nasıl memleketi ihmal ediyorlar, mesela bugünkü hadiseden nasıl üzgün olmuyorlar?
..
Hiç kanları mı yoktu?
Damarlarında kan yerine su mu akıyordu? Vücutlarında sinir yerine sadece kas mı vardı?
-Ama biz bu sonuca layık mı değiliz?
Elbette layığız…
Canım, Allah aşkına bir kere şu hali gözünün önüne getir, o neydi ve o halin bir eşi başka bir memlekette görülmüş müdür?
Kara cahil bir herifi bir iktisat Allahı yaptılar, başımıza çıkardılar.!
Zaten bu biz de her zaman böyledir. Hangi kuruma, hangi adama kuvvet verirseniz mutlaka bu suistimale çevrilir ve tahakküm olur..
Barış zamanında melun düşüncelerini uygulamak için imkan mı var? Savaş olsun da rahat rahat balık havasınlar arzuyla… Düzenli bir hayat içinde savaşta gördüğümüz bu kadar düzensizlik, bu kadar dalavere, bu kadar hırsızlık yapılabilir mi? Seferberlik ilan olur. Bütün askerlik çağındakiler ve bütün subaylar silah altına alındığı vakit herkesin ağzına bir gem vurulmuş değil miydi?
…
İşte şimdi onlar çapullarını koltuklarının altına aldılar, kaçtılar gittiler. İşin korkunçluğu oradaki hesabi şimdi biz vereceğiz ve belayı biz çekeceğiz, biz ezileceğiz, biz mah olacağız.
Fakat onlar gittikleri yerde ömür sürecekler.!
-Haydi bu silahlı düşmanlıkları bir yana bırakınız, ya iktisadi savaşlarımıza ne diyeceksiniz? Memleketimizde iktisadi durumları sayesinde bizim varlığımıza her vakit suikast etmiyorlar mı?
Biz senelerden beri bereketi memuriyet hayatında görmeye alışmış, tembellik zindanına gömülmüş, uyuşmuş, geviş getiriyoruz. Onlar hayat mücadelesinde geçimlerini kazanmak mecburiyetiyle ticaret ve iktisat aleminde, acentelik, komisyonculuk işlerinde şeytanca bir faaliyete dalmışlar, dükkanlarda, şirketlerde, bankalarda ne işler görmeye alışmışlar ki hep dehşet. Biz bugün kendimizi büyük bir faaliyette bir hayata sevk etsek bile bu ince işlerde onlar gibi becerikli bir iş sahibi olabilmek için en aşağı 50 sene çalışmak lazımdır. Demek ki mütarekenin yalnız askeri ve silahlı tehdidi altında değiliz.!
Bu yönden de iktisaden ezilmeye mahkûmuz değil mi?
Zavallı Türklük içeriden, dışarıdan hep vahşi, yırtıcı düşmanlar arasında kalmıştı. Düşmanlarımız yalnız İngilizler, Ermeniler, Rumlar değildi. Her şeyden evvel düşmanlığı kendimiz kendimize yapıyorduk.
Ve Aman bize bir şey olmasın! diye istibdatın alçaklığına ve kötülüğüne tahammül ettiğimiz gibi Enver Paşa’nın hırsızlıklarına ve suistimallerine de göz yumardık. Evet hepimiz bu zavallı vatanın düşmanı değil miydik?
Mustafa Kemal ‘i vicdanımın bütün samimiyetiyle seviyorum.
Umutsuzluk en katil bir ruh halidir.
Biz ne için dünyaya geldik ve ne için yaşadık?
Ya kurtuluş ya ölüm diye haykıran böyle kahramanlar bulundukça bu memleket yok olur muydu?
Fakat kalpte saadet olmayınca servetin ne hükmü kalıyor ki
İşte böyle büyük, kahredici hükümetlere karşı bir tek Mustafa Kemal
Ümitsizlik öyle bir kurttur ki düştüğü vicdanları ve kalpleri o anda kemirir, yer, mahveder.
İnsan ne vakit olursa olsun olayları yalnız kendi gözüyle görmelidir.
Fakat bu millet birçok badirelerden kurtulup ayağa kalktığı gibi bu sefer de gene kurtulacak ve esenliğe erişecektir, ben eminim.
Her neşe ve saadet yalnız aşktan çıkar ve bütün sıkıntılar, marazlar ancak aşkın büyüsüyle uçar, dağılırdı.
Hiç kimse yoktu ki Memleket batıyor, ne olacağız? desin ve Acaba bir şey yapamaz mıyız, kurtulmak çaresi yok mu? diye düşünsün. Herkes ayrı ayrı bu çöküş ve dağılmada kendini zarardan korumaya çalışıyor, kendi zevkini, kendi keyfini temine önem veriyordu.
Gazete denilen nesne dedikoducu ve arabozucu kocakarılara benzer, insan bir kere onların çürük dişli, kokmuş salyalı ağızlarına düşmesin, yoksa!
Hasılı, herkes, sen, ben, o, hepimiz bir düşmandık. Hepimiz her vakit, her devirde, istibdatta olduğu gibi meşruiyette de yalnız melun nefsimizi düşünerek, yalnız şahsi güvenliğimizi göz önünde tutarak etrafımızda yapılan kötülükleri ve rezaletleri kabul eder ve Aman bize bir şey olmasın! diye istibdatın alçaklığına ve kötülüğüne sessiz kaldığımız ve tahammül ettiğimiz gibi Enver Paşa’nın hırsızlıklarına ve yolsuzluklarına da göz yumardık. Evet hepimiz bu zavallı vatanın bir düşmanı değil miydik?
Avrupa’da herkesin bir işi, bir ihtisası, bir varlığı vardır. Bizde ise hepimiz kuvvet sahiplerinden yardım dilenmeye mecburuz. Herkes yaşamak için bir lütfa, bir yardıma muhtaçtır.
Kara cahil bir herifi bir iktisat allahı yaptılar, başımıza çıkardılar. Zaten bu bizde her zaman böyledir. Hangi kuruma, hangi adama kuvvet verirseniz mutlaka bu suiistimale çevrilir ve tahakküm olur.